30 Mayıs 2012 Çarşamba

YALÇIN KÜÇÜK / Ergenekon’dan İktidara

Çarşamba, 18 Mayıs 2011; Aydınlık

Ergenekon’dan İktidara

Ergenekon’dan bir tek çıkış var: iktidar. Diğer bütün kapılar kapanmış ve “tahliye” artık bir seraptır, birinci hüküm budur. Tahliye mi, şimdi sözcüğün en has anlamında bir hayaldir; hem büyüklerin, hem çocukların hayalidir, demek istiyorum. Bunu da ilave ediyorum; Mehmet Ali Birand’ın “Otuz İkinci” Gün programında -Tekvin’deki “Genesis” de diyebiliriz, adı budur- sanıyorum Binbaşı Erol Mütercimler, “Ordu gelirse otuz yıl çıkmaz diyorlar” demişti ve ben de “Otuz yıl Cumhuriyet’e yapılan tahribatı telafi etmeye yetmez” kelamında bulunmuştum. Alt yazıdan başlayarak beni “darbeci” saydılar, hiç alınmadım; ama bu dünyaya “devrimci” doğdum, artık öyle yaşıyorum. Doğrudur, Cumhuriyet’i bir çöle çevirdiler, köleler ve esirlerin yurdudur. Öyleyse, tahliye bir esaretten diğerine bir yoldur ve bu durumda tek yol iktidardır. Başlıyoruz.

Yahudiler’in çok rahatlatıcı bir kapıları var; büyük felaketleri “günahlarımızın kefareti” biliyorlar ve kitaplarına bu gözle bakacak olursak, devamlı “günah” arayışındalar, sanki define avcısıdırlar. Belki araştıra araştıra bana da bulaşmış olmalıdır; biz hangi günahları işledik, hep bu soruya geliyorum. Günahlarımız çoktur.

Şahane Altmışlı Yıllar

Peki, yaşamak mı, eğer yaşı uyuyorsa, “Altmışlı” yıllarda yaşamaktır, bazen “Şahane Altmışlı Yıllar” diyorum. Yaşamamışlarsa, hiç yaşamamışlardır. Herkes çok yüksekti, hepimizin boyu uzamıştı, hedefimiz büyümüştü, en güzel çocuklarımız bu on yılda çıktılar ve biz hepimiz daha güzeldik. Ancak bir, “düşman” yarattık; çok doğrudur, Carl Schmitt ile birlikte tekrarlıyorum, “politika” düşman yaratmaktır. İki, yaraladık. Üç, etkisizleştirmedik, “bertaraf” etmedik; büyük günah budur. Yaralayıp bırakmak, boynumuzu uzatmaktır. Uzattık, bıraktık; günahımızdır.

Çetin Paşa ile, öyle anlaşılıyor, çıkışımız aynı, 1960 yılında ve Paşa Harbiye’den ve ben Mülkiyeden çıkmıştık. İbrahim Paşa, Fırtına, bizden iki yıl sonra olmalıdır, Şükrü Paşa da yakında dönemlerden, hem Harbiye’yi hem de Mülkiye’yi bilmek durumundadır. Harbiyeliler 21 Mayıs 1960 tarihinde yürüdüler ve ben bundan bir haber aldım. Benim “Devrimci” tarifimde de var; dağlar kadar büyük kayaların kılcal damarlar kadar ince yarıklarında, ölmekle yaşamak arasındaki çiçeğin titreşiminden haber çıkarandır; “devrimci” demek istiyorum.

Bütün Türkiye sallanıyordu, gençlerimiz denetleyemediğimiz uç’lara çıktılar; sarsıyorlardı, iktidarı hiç düşünemiyorlardı; “biz” Behice Boran ile Yalçın Küçük, diyelim, güçleri frenlemeye çalışıyorduk; ama biz de “Kürtler vardır” diyorduk, demeye hükümlüydük. Bunu diyorduk ama büyük politik deha Turan Güneş, bundan dolayı, “Yalçın, Kürtleri tutuyorsanız bitersiniz, ama asıl tutmazsanız bitersiniz” demişti. Trajik bir haldeydik, yetiştirdiğimiz gençler bize “pasifist-oportunist” sıfatını yakıştırdılar. Tren uçuruma gidiyordu, görüyorduk; ama “biz” ancak trenin içinde ters yönde koşuyorduk. Yalnız yine de çok güzel günlerdi, bunları bilerek, bir daha ve bin defa yaşamak istiyorum. Hep hazırım.

Doğan Avcıoğlu’nun Yolu

Bu bölüm ise ahmaklar üzerinedir; “cunta” veya “darbe” dediler ve çok zaman yazıları “Doğan Avcıoğlu” adını koydular. Ahmaklar Avcıoğlu’nun yapılması gereken en doğru işi denediğini bilmiyorlar. İki yol vardı; Tip, “sosyalist devrim” ve tabii “iktidar” diyordu ve bunun karşısına “milli demokratik devrim” yolu çıkıyordu. Mihri Belli, Doğu Perinçek, yakında kaybettiğimiz Halit Çelenk, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan yeniden bir deneme yapan Ertuğrul Kürkçü bu yolda idiler. Doğan, bu iki yolu birleştiren adamdır, bu sözü kullanmıyorum, istenirse “Allah’ına kadar” Marksisttir, diyebiliyorum. Mükemmel bir devrimci, çok büyük bir öğretmen, çok kibar bir dosttur. Yetiştirdiklerinden Hasan Cemal, son yıllarında, “sadece Yalçın Küçük ile beraber olmaktan hoşlanıyordu” yollu yazmıştı. Oğlumuz dünyaya gelince “Devrim” adını koyan Doğan’dır. Demek bunları yazacak kabiliyet ve gücüm var.

Benim 12 Mart’ta, Büyük Tevkifat’ta, bir-iki sıyrık dışında fazla darbe almamam bir iki yılı İngiltere’de geçirmemden kaynaklanıyor, “sovyetoloji” çalışıyordum. Ve gelir gelmez, Haziran 1970, Avcıoğlu’na “fırladım”, Devrim Dergisi’nin kapısını Gülseli açmıştı, daha sonra eşi oldu. “Fırtına gibi girdin” derdi, Hasan Cemal de bir odada olmalıdır, çok sert tartıştık. Ne tartıştık; ben Doğan Avcıoğlu’na “yapma, Doğan” demedim, “Doğan, tutamazsın” dedim, hepsi budur. Çok konuştuk, bazı ahmaklar ve cahiller iyice bilmek zorundadırlar. Kürt Meselesi’ni konuştuk, Doğan, “burada hareket serbestimiz yok” dedi, Ordu ile iktidara geliyordu ve Ordu her türlü çözüme karşı çok hassastı. Bu bir, Doğan, hiç kimseden daha az Marksist değildi ve Parti’nin iktidarı aldıktan sonra kurulabileceğini düşünüyordu; hoş Bolşevik Parti de iktidardan sonra kurulmuştur, ekliyorum.

Ama asıl eklemek istediğim şudur; Doğan Ordu’ya gitmedi, Ordu Doğan’a gelmiştir. Yine ilave ediyorum, Ordu’nun tahrik edildiği, yoldan çıkarıldığı sözleri ahmaklara aittir; hareket halindeydi, iktidara susamıştı, yükseklerde idi, bir program peşindeydi, Avcıoğlu bunu hazırlamıştır. Pek çok toplantıda tartışılmıştır. Program son çözümlemede Tip-Mdd karışımıdır, bilmek zorundayız.

Sonraki on yılını daha iyi hazırlamaya ayırdığını söyleyebilirim, yetmişli yıllarda çıkardığı büyük kitaplar sadece hazırlıktılar. Ve Ecevit’i hiç önemsemiyordu; mavi dalgası kısa sürdü, yetmişli yılların ikinci yarısında bir şiddetli iç savaş’ın içine düştük. Günde yirmi kişi katlediliyordu, aydınlarımızın kreması yok ediliyordu, mahalleler bölünmüştü, bizden tarafta “Direniş Komiteleri” vardı, silahlı kadınlarımız sabahlara kadar nöbet tutuyordu. İşte ikinci büyük günahımız buradadır, böyle bir durumda tek yol iktidardır. Ve biz gaflet içindeydik. Elimizi soğuk sudan çıkarıp sıcak suya daldırmadık.

Dönebilir miyim ve tekrar edebilir miyim; bir “Avcıoğlu Konspirasyonu” yoktur, Ordu’nun başarısızlıkla sonuçlanan bir iktidar denemesi var. Bütün Arap Dünyası tazelenmişti, Mısır, Suriye ve Irak anti-emperyalist olmuşlardı, Afrika yenileniyordu. Deneyimli ve zinde Türk subayları bunun dışında kalamamaktadır. Türk gericiliği ise bundan bir tek ders çıkarmıştı, “never again”. 12 Mart Darbesi işte bir kazıma karşı-hareketidir. Kazıma için 27 Mayıs’ı tersine çevirmeyi denediler. “Bir daha asla” dediler.

Ama rüzgar ektiler, fırtına biçtiler.

Bir güzel söz var, “faşizm, iktidarı alamamanın cezasıdır” diyorlar ve ben “almamanın”, düşürememenin kefaretidir, diyorum. Ve bunu ilk defa söylemiyorum, en geç 1976 yılında, yazarı olduğum Cumhuriyet’te “geliyor” deyi bağırıyordum. “Türkiye’de faşizmin temeli İslam’dır” sözü de bana aittir. Haberci’de vardır; ve bu kadar değil, Behice Boran’ın daha sonra hem Uğur Mumcu’ya ve hem bir başkasına “biz yanlıştık, Yalçın doğru idi” dediğini biliyorum. Beni bırakıp kuşku duyanlara gitmişti. Yalnız kalmıştım; DİSK, ne yazık, kendi ellerimizle çökertilmişti. Ancak bir avuç arkadaşım ile bir dergi çıkarttık ve adına “Sosyalist İktidar” dedik. Tarihimizde adı iktidar olan tek dergidir. Demek, iktidar çığlığı atıyorduk ve bir tür kaçık muamelesi görüyorduk. Doğrudur ve eksiktir; biz hepimiz “kaçıktık”, çünkü büyük bir aymazlık içinde iktidarı Kenan Evren’e bırakıyorduk. Kenan evren bir kefarettir.

Neredeyiz

Şimdi iki sonuca gelmiş durumdayız. Bir, Tayyip Erdoğan bulunmuştur ve getirilmiştir. Önceleyenleri var, ancak, islamizasyon ve osmanizasyon Türk Ordusu’nun bulduğu çare ve doktrindir. Solu ve aydını yok etmek ve akıllarınca Kürt hareketini nötralize edebilmek için buldukları tek çare İslamdır. 12 Mart’tan 12 Eylül’e kadar Washington ile Türk büyük zenginleri bunu başardılar. İsrael buradadır; şimdi açıklayabilirim; benim “İsrael Türkiye’de İsrael’den daha güçlüdür” sözü ile kastım budur. Ve şudur, İsrael’in en güçlü olduğu iki kurumdan birisi Hürriyet Gazetesi ise, ikincisi Türk Silahlı Kuvvetleri oldular. Ve Akepe ile Tayyip Erdoğan bir vesile idi, İsrael ve Türk Ordusu ve Tüsiad’ın marifetidir, demek istiyorum.

Öyleyse neredeyiz; Kemal Kılılçdaroğlu, Diyarbakır’dan yıllardır cehepeli olanları bir çukura atıp, Barzani’nin adamı, bir cehepe düşmanı, bir Washington muhibbi Sezgin Tanrıkulu Abdulla’yı milletvekili yapmaktadır. Demek ki, Kılıçdaroğlu bir atını vuran kovboydur. Güzel, Kılıçdaroğlu’nun ihanetine uğramış Diyarbakır Cehepe İl Başkanı Mesut Doğan yakında bir açıklama yaptı; Diyarbakır’da lojmanlarda oy veren 4 bin subay var, diyordu. Bunların dördü cehepe’ye, 996 adeti mhp’ye ve üç bini akepe’ye oy verdiler. Bu istatistiği Türk Ordusu’na borçluyuz ve “İşte Paşam ahval-i umumiye budur”, diyoruz. Bundan önceki seçimden söz ediyorum, geride kaldı, seviniyorum.

İki, Kılıçdaroğlu, Washington ile Tel-Aviv’in en büyük keşfidir. “Ben Kemal’im” diyor; adama sormuşlar, “adın ne” demişler, cevap gelmiş, “mülayim”; buna “bre sert olsa ne çıkar” karşılığını vermişler. Çok biliyoruz ve şu adama bakın, “ben hesap uzmanıyım, hesap bilirim” buyuruyor. Şu söze bakın, hesap uzmanı olarak İslamcılardan alıp milletvekili tayin ettiği Bülent Kuşoğlu, “tekke ve zaviye” açmak üzere meydandadır. Ve sıkılmıyor Kemal Bey, dolaştıkça ihaneti daha çıplak görüyoruz. Şimdi Selvi/Zİlfi Hanım’ı almış, “ben Kemal’im, ben Kemal’im, ben… ben...” deyip dönüyor. Yazık, giderek bu ihaneti Deniz Baykal ile Önder Sav’a yazmamak için kendimi tutuyorum ve Selvi/Zilfi Hanım yerine Nükhet Duru’yu tavsiye ediyorum.

Tüm zamanlarını boş geçirmiş; henüz Türkiye’de bir Başbakan Yardımcısı’nın, hele hele akepe’den birisinin, mail kullanarak torpil istemeyeceğini öğrenememiş. Önümüzde bir çocuk Kemal var. Başka ne var; birisi “bel” edebiyatı yapıyor ve diğeri “ben-rap” söylüyor, manzara-i umumiye işte budur. Sonuçta hem bitiyoruz, hem bitiriyorum.

İktidara Davet

İslami politika tükenmiş ve cehepe çökmüştür.

Kapıda yeni bir iktidara davetiye var.

İslamcı siyaset tükenmiştir ve cehepe bir ihanet ile çökmüştür; çökertilmiştir, diyebiliyorum. Bir boşluk var.

Devam ediyorum, “La kitabe” ve “illa” benim kitaplarım, diyorum. Sadece benim kitaplarımda yazılıdır; “31 Mart” gerici iktidarının kuruluşunda da Silahlı Kuvvetler işbirlikçileri rol aldılar. Ve yine Silivri-Çatalca’dan gelen “gönüllü” Ordu ile devrildiler. Şimdi aynı yerdeyiz.

Şimdi geriye bakıyorum; iyi ki Ergenekon var, bulup çıkaranlara şükran duymaya başlıyorum. Silahlı Kuvvetler’in aslına, 12 Mart öncesine dönüşünde “devrimci” ve istenirse “karşı-devrimci” hareketler etkili oldular. Yavaş yavaş Ordu’ya dönüyoruz.

Ve hala “Balyoz”; şimdi başlarına “balyoz” inmektedir, görüyoruz. Balyozlar iktidara hedeflenmiş haldedir. Çoğunu uzun zamandır Silivri’ye topladılar; okudular ve iktidarın teori ve pratiğini öğrendiler. Bir tek susamışlıkları eksiktir. Veriyoruz.

Ekliyoruz, aydın her yerdedir. 21 Mayıs’ta, İzmit’te, Doğu Kitabevi’nde kitaplarımı imzalamak için oradayım. Ben yoksam, engel çıkarsa, damgam oradadır. Ve sevgilerimle.

YALÇIN KÜÇÜK / Garbaçov Kemal

Çarşamba, 11 Mayıs 2011 AYDINLIK

Garbaçov Kemal

Nasıl ve ne zaman fark ettim; referandumun en sıcak zamanında oldu ve referandumun dışında kalıyordu; önce şunu bağırdım, “girmiyordu”. Önce son derece bilgisiz olduğunu gördüm, sonra yeteneksiz olduğunu anladım ve nihayet hiçbir inancı yoktu; “eroyka” çınladı ve bu bir Garbaçov’dur. Garbaçov’lu dönem inançsızlık ile başlamıştı, önce inançsızlığını keşfetmiştik, aynı ölçüde birikimsizdi; bir kumarbazı tarif ediyordum. Güzel, ancak, beynim ile kalbim ve dilim savaşa başlamışlardı; söyleyemiyor ve yazamıyordum; 13 Eylül 2010 tarihinde, çok acı, beynim savaşı kazandı, kalbimi kırdı ve dilimi esir aldı, bu Garbaçov Kemal’dir. Referandumda yanlışlıkla oy vermediğine hiç inanmadım, taammüden oy vermemişti; aslında “evet” istiyordu ve başta Fethullah Gülen, pek çoklarına sözü vardı, ol tarihten itibaren herhangi bir sözünü önemsemem imkansızdı. Cüreti cehaletinden gelmektedir.

Aydın Doğan gazete ve televizyonları, 13 Eylül sabahı Garbaçov Kemal’i muzaffer ilan ettiler; Garbaçov Kemal, seçim gecesi saklanmıştı, sabah çıktı ve bir yandan akepe ile bir koalisyon ilan etti ve diğer yandan mhp’ye saldırdı. Fethullah Gülen, seçimlere müdahale ettiği için kendisini tersleyen Bahçeli’ye düşük yoğunluklu bir savaş ilan etmişti ve akepe, mhp’siz, iki partili bir sistem planını ilan etmişti, Garbaçov isteklerin içindedir.

Ne yaptım, Kemal’in referanduma girmediğini, sadece ve sadece Hüsamettin Cindoruk ile birlikte, ayrı ayrı, televizyonlarda açıkladık. Mesele ne idi, son on yılın en önemli iki olayından birisi “Cumhuriyet Mitingleri” olmuştu, bu heyecanı söndürme işini Yaşar Büyükanıt üzerine aldı. İkincisi, Sahil Şeridi denilen iklimde Cumhuriyet heyecanı çok yüksekti, coşkuya dönmüştü; Kemal, bu heyecanı çökertmek üzere zuhur etmişti; işini kolaylaştırmamaya çok özen gösterdim. 13 Eylül tarihinde kaleme aldım, çok sınırlı olarak gönderdim ve daha sonra “Sosyalizm Çözülüşü” kitabımda önsöz olarak yayımladım. İki yıkıcı, iki çökertici, aynı yerde ve yan yanadır. İki Garbaçov’un da, bilgisizlikleri, cüretlerini çok aşmaktadır.

Asıl soyadı Karabulut’tur, Alevilik ile bir ilgisini göremiyoruz, “Dersim Arşivi” deyi tutturması Cumhuriyet karşıtlığından gelmektedir, ailesinin Kırım’dan gelme ihtimali yüksektir, karısının adı Selvi/Zilfi olup, damadının soyadı “Nadir” ve torununun adı “Duru”, olmakla bu ad bizde bulunmamaktadır. Yaptığım araştırmalara göre, ömrü boyunca, arkadaşları arasında bir tek Kemalist ve bir tek cehepe’li olmamıştır, uzaktan biri var ve şimdi Sayıştay’dadır. Yüksek Ticaret’in en zayıf olduğu zamanda mezun olmuştu ki, tek iftiharı üçüncülükle Hesap Uzmanı olmasıdır, Kemal Unakıtan’ın da hesap uzmanı olduğunu unutmaktadır. “Memur” değil, “küçük” memur kompleksi var, ne arkadaşları ile viski içip briç oynarken, ne başka bir yerde, henüz hiçbir fikri savunduğu görülmemiştir, her paragrafına üç soru koymaktadır; konuşurken sonsuz soru sadece güvensizlik ifadesidir. Öyleyse tam seçilmiştir ve isabet vardır, demek istiyorum. Çok güzel ve öyleyse, komploda Deniz Baykal ile Önder Sav’ın parmağını teşhis edebiliyorum.

Bu bir komplodur, “com” ve “plot” sözcüklerinden oluşuyor, “birlikte kurmak” diyebiliriz; ama “conspiration” daha uygundur, “birlikte nefes alma” anlamındadır ki, burada, birlikte gizli iş çevirme manasındadır. Daha uygundur, çünkü, artık çok daha net olarak görüyoruz, Kemal Karabulut’un, cehepe’nin başına oturtulması, dört başı mamur bir konspirasyondur ve buradayız. Duruyorum ve bildiğimiz dil jargonuna başvurmadan devam ediyorum.

Tam İsrael-Erdoğan gerginliğinin en yüksek olduğu noktada çıkardılar; laisizmi tehlikede görmedi ve türbanın kapıcısı oldu. Erdoğan-Tel Aviv gerginliğine büyük üzüntüsünü ifade ile çözmeyi vaat etti; ilaveten, Türkiye’deki anti-Amerikan hissiyatı ortadan kaldıracaktı, etrafına nereden çıktıkları belli olmayan sabetayistleri topladı. Böylece, kişisel planda, sınıfsal ve politik düzlem hariç, cumhuriyet yıkıcıları sıralamasında, Memduh Tağmaç, Kenan Evren ve Hilmi Özkök’ten sonra dördüncü sıraya oturmuş durumdadır. Bu ise, Tayyip Erdoğan’ın, başta, Garbaçov Kemal’in eline su dökemeyeceği anlamındadır. Demek yeniden buraya gelmiş durumdayız.

Şimdi yeni bilgilerimiz var, hızla sıralamak istiyorum. Bir, Wikileaks belgelerinden öğreniyoruz, Washington’dan, Hillary Clinton’ın bakanlığından Ankara’daki Amerikan dairelerine gönderilen yazılarda, Kemal Kılıçdaroğlu hakkında bilgi isteniyor ve bunlar arasında “CHP’nin erken bir parti kurultayı toplama yönünde hiçbir planı var mı” sorusu da var. İki, Onur Öymen, 19 Nisan 2011 tarihli Aydınlık’ta verilen habere göre, kendisinde olan bir Amerikan raporunda, rapor 2008 tarihlidir, “yaygın yolsuzluk olaylarına dikkati çekmede katkısı olan Kemal Kılıçdaroğlu” tarifi ile Deniz Baykal’ın yerine geçmesinden söz etmektedir. Üç, eski ancak yeni soruyorum, Aydın Doğan televizyonları, çok reklamlı iki show ile, Uğur Dündar’ı tenzih ediyorum, iki kez, dirijanları yenen yolsuzlukların büyük savaşçısı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu çıkarmıştı, benzeri yoktur. Buna şunu ekleyebiliyorum, bu iki show-business’tan, önceden, Deniz Baykal’ın haberi olmadığını biliyorum.

Dört, yalnız, “Memur” Kemal’i, memur kenti Ankara’dan değil, İstanbul’dan belediye başkanı adayı yapmak komplo içindedir ve Baykal’ın eli-mahsulüdür. Bu kadar değil, Fitne’de var, bir meçhul iken, beni ziyarete gelen Gürsel Tekin, bana Baykal’ın kendisini İstanbul’a İl Başkanı yapacağını söylemişti, yazılıdır; benden destek istiyordu. Demek ekibin kurulması daha önceki bir tarihtedir; “tekrar komplo var”, diyorum.

Beş, Kılıçdaroğlu-Gürsel belediye başkanlığı serüveni sırasında, Garbaçov Kemal’in iki veya üç kez gizlice bir Amerikan grubu ile görüşmeler yaptığını duymuştum, ihtimal vermemiştim ve şimdi pek doğru olabileceğini düşünüyorum.

O halde, şöyle özetleyebiliyorum, akepe’nin kuruluşu ve Erdoğan’ın hükümete getirilmesi, bir İsrael-Washington projesi idi, vurgu İsrael üzerinedir. Garbaçov Kemal’in başbakanlığa oturtulması, made in U.S. damgalı olmakla, vurgu, Baykal sözü ile, Pensylvania’dadır. Tabii vurgu orada ise İsrael buradadır. Biz de buradayız.

Özür dileyerek bir tekrar yapmak zorundayım, televizyonda çok açıkladım, Lenin’den öğreniyoruz, bir partiyi tasfiye etmek için üç faktör-sürece ihtiyaç duyuyoruz. Bir, kadroların değişmesi gerekiyor; çok değişmiştir ve hem biz tanıyamıyoruz, hem de yeniler birbirini tanımıyorlar; iki, program ve ideoloji değişmelidir; şimdi “Kemalci Parti”, a- Laisizmi red, b- Mustafa Kemal’den kopma, c- Ordu’ya düşmanlık cephesindedir, akepe’yi aşmak üzere olduğunu görüyoruz. Üç, büyük sermaye tarafından beğenilmesi şarttır; çok beğeniliyor, o kadar öyledir ki, Wall Street Journal’ın ağzı bile açık kalmıştır, bayılıyorlar.

Böylece Garbaçov Kemal’i çözmüş ve tamamlamış bulunuyorum. Ve İzmir Milletvekili Canan Arıtman ile tamamlıyorum, 29 Nisan 2011 tarihli Aydınlık’ta açıklaması var, “Yeni Chp’liler AKP ile hareket edecekler” diyor ki, çok doğrudur, burada çok gecikmiş bir açıklama olmasının dışında bir eksiklik bulamıyorum. Garbaçov Kemal’in seçilebilir yerlere koyduklarının pek çoğu cehepe karşıtıdırlar ve mürtecidirler. Mecliste akepe grubunun mütemmim cüzü durumundadırlar. Burada bir tartışmamız yok ve sadece şimdiye kadar hiçbir partinin bu kadar cüretli ve açık bir ihanetle karşı karşıya gelmediğini ekliyorum.

Bitti, ama, Gürsel Tekin’siz bitirmek çok zor geliyor; bir sorum var. Bir büyük şehrin bir büyük listesinde, beşinci yerde, bir aday oturuyor, artık milletvekili diyebiliyoruz. Güzel, ancak, bu adayın cehepe ile hiçbir ilgisinin olmadığı kesin, ne işi var, soru budur; cevabında, galiba bir eş çıkıyor ve Yargıtay’dadır. İyi bir dairededir; Gürsel Tekin’in iki yıl dört aylık hapis cezası Yargıtay’da, ilgili daireye inmek üzeredir. Peki, ne ilgisi var ve bir ilgisi var mı; Garbaçov Kemal’e sorabiliriz, ancak, ben artık hiçbir sözüne güvenmiyorum.

Şimdi sonuca geldim, Kemal Bey’in hazırladığı liste, aday yoklaması yapılanları ayrı tutuyorum, akepeliler ve cehepe karşıtlarıyla doludur; Garbaçov Kemal’in listesine oy vermek, o halde, akepe’ye oy atmak, demektir. Ben bunu görüyorum ve bunu söylüyorum.

Ne yazık ki, üzülerek ekliyorum, söylediklerim hep doğru çıktılar. Kemal Bey’i çok uyardım, Gürsel Tekin ile Sezgin Abdulla’nın bir kuyu olduklarını ve Kemal Bey’i çekeceklerini ısrarla tekrarladım. Şimdi neredeyiz, Gürsel artık, cehepe’nin her yerde şamar oğlanıdır, yakaladıkları yerde vuruyorlar ve çok seviniyorum, yakalayamıyorlar. Kemal Bey de bunları, Sezgin Abdulla’yı, Diyarbakır’dan alıp İstanbul’dan ve Barzani’nin hatırı için, milletvekili yapmanın hesabını verecektir. Kemal Karabulut’un yaptıklarının yanına kalmayacağını şimdiden söyleyebiliyorum. Söylediklerimin teminatı söylediklerimdir.

Hesap mı, ödemekten kurtulabilir, Pensylvania uçağına bir bilet alabilir, tavsiyemdir. Uçağın merdivenlerinde bekliyorum, gözlerimle, “güle güle” demek istiyorum. Tabii, mendilimi sallarken hem üzülürüm ve hem sevinirim. Kaderimde var.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

2005 tarihli bir Wikileaks kriptosu’nagöre, üç yüksek rütbeli emniyet görevlisi, Amerikan Konsolosluğu’ndan Gülen’in “green card” müracaatı için yardım istiyor. Somut bir talepleri de var: FBI’in Gülen hakkında “temizdir” raporu çıkarmasını istiyorlar (“clean bill of health”).

ID 05ISTANBUL1336



SUBJECT RALLYING SUPPORT FOR THE HOCA


DATE 2005-08-04 00:00:00


CLASSIFICATION SECRET


ORIGIN Consulate ISTANBUL


TEXT S E C R E T SECTION 01 OF 03 ISTANBUL 001336


SIPDIS


E.O. 12958: DECL: 07/27/2015


TAGS: CVIS, PHUM, PREL, TU, ISTANBUL


SUBJECT: RALLYING SUPPORT FOR THE HOCA


Classified By: Acting Consul General Stuart Smith. Reasons 1.4 (b) and (d). This message was coordinated with Embassy Ankara.


1. (C) Summary: In a farewell luncheon for Consul General, ISTANBULChief Rabbi Ishak Haleva noted that he is wrestling with a difficult request from a local foundation for a letter in support of FETHULLAHGulen, the Turkish-Muslim spiritual leader of a major Islamist lodge who is currently residing in the United States. Haleva said that those who approached him indicated that Gulen will soon seek to adjust his immigration status in the United States, and needs the testimonial to address the belief in parts of the U.S. government that he is a "radical Islamist" whose moderate message cloaks a more sinister and radical agenda. This concern apparently stems in part from FBIdocuments that Gulen supporters received through a recent FOIA request in the U.S.. Separately, business contacts with links to Gulen confirmed the fact that they are soliciting such testimonials at Gulen's personal request, while ISTANBUL Legat was also approached by POLICE  contacts with Gulenist links who asked that the bureau provide a "clean bill of health" for Gulen. End Summary.


2. (C) Foundation Approach: In his luncheon with the Consul General, Haleva emphasized the quandary the Foundation  request had created for him. While he did not wish to provide an open-ended "to whom it may concern" testimonial  that could be used broadly (text of the foundation's proposed letter is in para 6), given his own lack of certainty of Gulen's ultimate intentions, he also could not simply turn the request aside, given the assistance Gulen has provided to Turkey's Jewish Community in the past. While no final decision has been made, Haleva indicated he is leaning towards providing a more limited letter, addressed to U.S. immigration officials (he asked that we provide the name of an appropriate addressee), and limited to the community's specific interactions with Gulen and his movement. Subsequently, after learning that the Ecumenical Patriarch and Armenian Patriarch had been similarly approached, but had demurred, Haleva told Consul General that he was rethinking whether even a limited letter is appropriate.


3. (C) Encomiums: Haleva's and his Orthodox and Armenian colleagues' wary attitude is similar to that of much of Turkish officialdom and of our best contacts among conservative Turks with a deep knowledge of Islam and of Turkis brotherhoods/lodges, but contrasts with the praise Gulen has received in other quarters. Most notably, the Vatican Nuncio surprised a visiting Congressional delegation during a recent breakfast meeting here by not just enthusiastically praising Gulen, but also presenting the delegation's chairman with a book about him. (Gulen's meeting with Pope John Paul II several years ago excited much controversy in Turkey, with some rival brotherhoods/lodges accusing Gulen of selling out while other pious Turks who have been among our best contacts assessed the move as the ultimate in hypocrisy.) Gulen has also attracted steady interest among commentators. Some writers, mainly those who write for the Gulenist daily "Zaman" or who teach at the Gulenist Fatih University in ISTANBUL, or who have otherwise identified themselves with his movement, assert that Gulen's public message of "dialogue" is a more mature expression of Islam. Given the Gulenists' penetration of the National POLICE(TNP) and many media outlets and their record of going after anyone who criticizes Gulen, others who are skeptical about Gulen's intentions feel intimidated from expressing their views publicly. Privately they note: (1) Gulen's sharply radical past as a fiery Islamist preacher in the 1970's-1980's; (2) his ruthlessness in banishing people from his more inner circles (Gulenists have admitted to us that they are petrified of making a "mistake"); (3) his and his inner circles' insistence that followers of Gulen mediate their study of Islam totally through his writings, i.e. no tolerance of dissent or critical thinking; and (4) the cult-like obedience and conformity that he and the layers of his movement insist on in his global network of schools, his media outlets, and his business associations.


4. (C) Confirmation: The specific Gulenist concern about negative U.S. attitudes towards Gulen apparently stems in part from a November 2004 FBIreport that Gulen's lawyer obtained through a FOIA request. Three ranking Turkish National POLICEcontacts recently raised the issue in a meeting with ISTANBULlegat, in which they also provided material on Gulen and asked if the FBI could provide some sort of "clean bill of health" for him. (Note: Legat demurred, given the apparent intention to mount a public relations campaign with such material.) In a separate farewell call on the Consul General, Mustafa Gunay, Secretary General of the Gulen-linked Business Life Association (ISHAD) confirmed that a general effort is underway to solicit testimonials attesting to Gulen's good character. He noted that the initiative stems from Gulen himself, who is concerned that some in the U.S. may doubt his good faith, given a decision by U.S. immigration authorities this year that for the first time denied him the right to travel outside of the country.


5. (C) Comment: Given Gulen's public message of tolerance and "dialogue," and his parallel effort to reconcile Islam and  science and modernity, a number of Western observers have latched on to him as a Muslim teacher (or "hoca") who they  prefer to see as a voice of "moderate Islam." He has spoken frequently against terrorism (although he is careful not to  explore the link between some readings of the Koran and terrorist violence in the name of Islam). He has also acted in ways which the Jewish community interprets as supportive of its existence.


6. (C) Deep and widespread doubts remain, however, about his movement's ultimate intentions. We have anecdotal evidence of the pressure that the various circles of his movement put on people they have drawn in, for instance severe pressure on businessmen to continue to give money to support Gulenist schools or other activities. We have multiple reliable reports that the Gulenists use their school network (including dozens of schools in the U.S.) to cherry-pic students they think are susceptible to being molded as proselytizers and we have steadily heard reports about how the schools indoctrinate boarding students.


7. (S) These facts, when coupled with the Gulenists' penetration of state institutions, including the TNP (as reflected in ISTANBUL legat's meeting-- Ankara septel will address the impact this development has had on POLICE anti-terrorism efforts), hint that a much harder line, a sense of world-wide Islamist proselytizing mission, lies just under the surface. In short, the Gulenists' efforts to mold future generations through their international school network (which exists throughout Turkey, Asia (e.g., Afghanistan and Pakistan), and Africa, in addition to the U.S.) and their documented effort to infiltrate not just Turkish business circles but governmental institutions as well have raised questions about whether their moderation would continue if they gained a preponderant voice in Turkish Islam. Haleva's caution thus appears well-judged. End Comment.


8. (C) Draft letter text (as proposed by the Gulenist Foundation) but NOT/NOT accepted by the Chief Rabbi:


To Whom It May Concern:


As the world has been suffering from violence, hostility, and tyranny, mankind became painfully aware of an absence of an environment in which people can realize the value of understanding of each other, passion, and generosity.


I would like to take this opportunity to talk with you about Mr. FETHULLAH Gulen, who is a Turkish-Muslim scholar and a spiritual leader of a global faith-based movement. Mr. Gulen has influenced many people toward creating tolerance and dialogue environment through which we can effectively respond to world's troubles, including violence and tyranny. To my knowledge he is one of the leading figures who can bring people together to achieve what I called "world of peace." Mr. Gulen emphasized the necessity of dialogue among Muslims. However, Mr. Gulen's ideas about tolerance and dialogue are not restricted to Muslims but also extend to Christians, Jews and members of other faiths. Mr. Gulen maintains that there are more bonds bringing people together, even from different faiths, than separating them. As one of the founding members of the Foundation of Journalists and Writers, a group that promotes dialogue and tolerance among
all social strata. Mr. Gulen has received welcome from almost all segments of life. With this perspective of dialogue he has visited and received leading Turkish and international figures including Pope John Paul II, the Vatican Ambassador to Turkey, the Patriarchs of Turkey's Orthodox, Greek Orthodox, and Armenian community, myself as the Chief Rabbi of Turkey's Jewish community, leading journalists, columnists, television and movie stars, and intellectuals.


I would like to thank you for taking your time to talk to you about the mission of Mr. Gulen who dedicated himself for the good of others regardless of their beliefs and opinions, and embraced them.


Thank you very much for your attention, and I wish God will help us on our mission to create peaceful world.


Respectfully,


Ishak Haleva


Chief Rabbi of Jews Community in Turkey


SMITH