28 Ocak 2018 Pazar

Yürekleri Yok



Kahramanlarımız, Afrin’de ilerlemeye devam ediyorlar.

“Altı ayda çıkılmaz” denilen Bursiye Dağı, üçüncü günün sonunda bizim komandoların postalları altında eziliyordu, ama yine de harekât hakkında “şu kadar sürede biter” gibi yorumlar saha gerçeklerinden uzak.

Kaçanlar kadar, kalıp direnenler de var ama inatçı değiller. Kaçanlar terk ettikleri yerleri mayın ve EYP’lerle donatıp öyle kaçıyor. PYD militanları, Doçka, Conrad marka güdümlü tanksavar gibi ağır silahlara, gelişmiş termal ve gece görüş sistemlerine sahipler, ama...

Bölgede ilerleyen kuvvetlerden birinin komutanı: “Ellerindeki teçhizatları, özellikle termal ve gece görüş cihazları bizimkiler kadar iyi, ama yürekleri yok, yüklenince kaçıyorlar. Meskûn mahallere girip oyalanmıyoruz, savunma hatlarını yarıp geçiyoruz” dedi. Yani direniş kalıntıları ve EYP’lere daha sonra sıra gelecek...

UÇAN TIR'LAR

Hâlâ çeşitli kanallarda PYD’ye verilen 4 bin 900 TIR silahın nereden gittiği, nasıl sayıldığı gibi konular konuşuluyor. Hâlâ TIR masalları anlatılıyor. Yazmıştım, demek adreslerine ulaşmamış...

Şu TIR’ların nasıl uçtuğunu güncelleyerek tekrar anlatmalıyım.

O TIR’lar sadece tabanca tüfek taşımıyor, zırhlı araçlar, büyük iş makinaları, toplar, vs...

Bunlar karayolu ile çok uzun mesafelere taşınamaz, hem riskli, hem pahalı, hem de çok uzun zaman alır. Oysa ABD’nin böyle bir riske girmesine hiç gerek yok, 350 tonluk kuşları var çünkü.

Her filosunda mebzul miktarda bulunan C-5 Süper Galaksi (Super Galaxy) ve C-17 Globmastır (Globe Master) uçakları, çöllere bile inebiliyor. 

C-5 yaklaşık 129 ton taşıma kapasitesine sahip ve bu ağırlıkla 5 bin 500 km uçabilir. Yükü yarıya düşürünce, menzil de ikiye katlanıyor, zaten havada yakıt ikmali de yapabildiği için bir menzil sorunu yok. 129 ton kapasiteli bir C-5, 20 ton kapasiteli 6 TIR’ın taşıyabileceği kadar silah taşır. İlle de TIR konteyneri ile taşınacaksa, 30 metreden uzun, 5 m’den geniş ve 4 m’den yüksek olan kargo bölümüne 2 konteyner alabilir ve bunları paraşütle bile atabilir. Daha özel nakliyeleri, yani karayolu kullanamayacağı bölgelere göndermesi gerekenleri 1 tonluk paketler halinde yüksek irtifadan kumandalı paraşütle atıp, bir insansız hava aracı gibi istediği yere indirebilir.

Aynı şekilde bir C-17 benzer ebatlardaki kargo bölümüne 77 ton yük sığdırabilir ve bunları ister paraşütle atar, ister bir çölün ortasına indirir... Yere 5-15 metreye kadar alçalıp uçuşa devam ederken, 60 ton ağırlığındaki tankları bile rampadan boşaltıyorlar. (Lapes sistemi diyorlar)

Kaldı ki, Musul yakınlarında bulunan El-Kayyara Üssü İncirlik alternatifi olabilecek şekilde düşünülüyor. Yani bu dev kuşlar oraya rahatlıkla inebilir. Bunun dışında daha küçük kapasiteli de olsa Erbil, Dohuk, Süleymaniye, Mahmur, Kerkük ve diğer yerlerde çok sayıda üsleri var. Yani uçak yükü buralara atar, hiç inmeden büyük üsse yönelir, konteynerler de buralardan kamyonlara yüklenerek yakın mesafelere doğru yola çıkar.

Hatırlatalım, 1 Mart tezkeresi ile ABD askerlerinin ülkeye yerleşmesi engellendi, ama askeri harekât İncirlik üzerinden devam etti. İncirlik’ten kalkan bu dev uçaklar, birlik dahil ne lazımsa taşıdılar o bölgeye. Bir defada ağırlıklarıyla birlikte 340’dan fazla asker, tanklar, zırhlı araçlar, Chinook helikopterleri, hatta orada konuşlanacak saldırı uçakları bile bu dev kuşlar tarafından taşındı...

Daha önemlisi, sadece Irak’a indirmek zorunda değil, Suriye’deki Tabga Üssü'nün pistini büyüterek bu uçakların inmesine uygun hale getirdi. Kaba hesap, 4 bin 900 TIR, 20 tondan 98 bin ton malzeme eder. Sadece bir tek C-5 günde bir kez çalışsa yaklaşık 759 sorti, 10 tanesi için 70-75 sorti. Üç ay bile sürmez. Her ABD filosunda da bu C-5 ve C-17’lerden çok sayıda mevcut.

ORDUBOZAN

Fitne fesat çıkararak, ordunun moralini, birliğini bozmaya çalışan ve bu yolla düşmana hizmet edenlere Türkçemizde "ordubozan" deniliyor. Dilimiz gibi, tarihimiz de zengin bu konuda. Türk ordusu bundan bir asır önce düşmana karşı vatan bütünlüğünü korurken, Peyam-ı Sabah’tan Ali Kemal Sevr’i savunarak “sulh lazım” diyordu: “Bize, ne Moskova’dan, ne Turan’dan, ne Türkistan’dan ne de Asya’nın başka bir köşesinden ufak bir imdat gelebilir. İtilaf devletlerinin teveccühünü kazanamazsak, hakkımızdaki en elverişli görüşlerden de yararlanamayız...” (13 Ağustos 1920)

Ali Kemal’in “gelmez” dediği bütün yardımlar geldi, “yenilmez” dediği itilaf devletleri yenildi. Adı da ordubozan olarak tarihe geçti...

Aradan bir asır geçti, ordumuz yine vatan savunurken kendisine Atatürkçü diyen kimi şaşkınlar: “Afrin benzeri operasyonların bize kazandıracağı bir şey yoktur. AKP iktidarı buradan çocuklarımızın kanını dökmek dışında bir şey elde edemez. Çocuklarımızın üzerinden ellerinizi çekin. Biz yurtta sulh, cihanda sulh demeye devam edeceğiz” diyebiliyorlar. Ve ordubozan, sözlüğün kuytularındaki sessiz koltuğundan bir kez daha ayağa kalkıyor, kendini hatırlatmak için...

ABD SINIRI

İlerleyişin ciddiyetinin ABD’de farkında, kaybediyor ve çareler arıyor.

Yapılan açıklamalarda ABD tarafı, Afrin harekâtının “sınırlı” (limited) tutulması gerektiğini vurguladı.

ABD’nin umurunda olan Afrin’deki PKK varlığı değil, bölgedeki ABD varlığıdır. Burada ABD, “harekâtı şu kadar zamanda bitirin ya da şuraya kadar ilerleyip durun” demek istemiyor. Bu nedenle “sınırlı” derken Amerikan harp doktrininde ikinci safhayı kast ediyorlar.

ABD’lilerin “çok boyutlu harekât” diye adlandırdığı operasyonların, sıcak çatışmadan sonraki aşaması, istikrar operasyonu (Stability operation) adı verilen bölüm. Çok boyutlu harekâtın aşamalarından biri eksikse buna “sınırlı” (limited) operasyon deniliyor. Bize “harekâtı sınırlı yapın” derken asıl dertleri bu...

ABD, Türk ordusunun harekâtından sonra Suriye’deki düzenin yeniden kurulması konusunda Rusya ve Suriye yerine kendisi ile birlikte hareket etmemizi istiyor. Harekâtın sınırlı olması talebinin asıl nedeni bu, çünkü bu işin Afrin’de bitmeyeceğini, sıranın Menbiç’e ve diğer bölgelere geleceğini biliyor...

Afrin düştükten sonra Fırat’ın doğusundaki üslerinin bir işe yaramayacağını da biliyor. Dahası Rusya bu üslerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu açıkladı bile. Bu açıklamanın yakın zamanda bir tazyike dönüşeceğini, tıpkı Kudüs olayında olduğu gibi uluslararası kamuoyunda mahkûm edileceğini biliyor. Eskiden umursamazdı, ama devir değişti.

Geri çekilişini bile fırsata dönüştürmek için Münbiç’ten geri çekilebilir. Bunun ön hazırlıklarına, "Münbiç’teki PYD’lilerin Afrin’e geçmesi durumunda askeri yardımı keseceğini” söyleyerek başladı bile. Pentagon koridorlarında pişirilip, bizim safların ağzına yerleştirilen “30 km’lik güvenli bölge” önerisi ise Dışişleri Bakanımızın “ABD’den somut adım bekliyoruz” açıklaması ile birlikte ABD’ye verilmiş bir kafa pası niteliğinde...

ABD, Türkiye’deki federasyon meraklılarını da kullanarak, Münbiç’te bir çatışmaya meydan vermeden çekilebilir ve bu kafa pasını puana çevirmiş olur. Böylece çok boyutlu harekâtın ikinci aşamasına ortak olarak, Astana’da kaybettiği rolü geri almayı hesaplayabilir. Rusya’nın muğlak tutumu ve Suriye federasyonu projesine yaklaşımı da bu olasılıkların farkında olmasından kaynaklanıyor olabilir.

Yani...

Amerikalılar, “lütfen harekâtı sınırlı yapın” ya da “gelin güvenli bölge kuralım” dediğinde, o sınırlılığın, yeniden ortaklığa giden yolun başlangıcı ve İsrail koridorunun yeniden diriltilmesini hedeflediğini anlamalıyız. 

Zaten iç cephedeki PKK destekçisi barış lobisi de bu yüzden harekete geçiyor... Bunu bizim Dışişleri ve zavallı muhalefet de anlamalı... Türkiye’nin tavrı net olursa, Rusya da netleşmek zorunda kalacak. Bunun için de Esad ile birlikte hareket etmekten başka seçenek yok...

Oktay YILDIRIM
Aydınlık Gazetesi, 28.1.2018 

26 Ocak 2018 Cuma

MOON OF ALABAMA: "Türkler Afrin’e Taaruz Ediyor, ABD Stratejisi İflas Ediyor, Kürtler Yine Kaybeden Tarafı Seçiyor





Rusya/Suriye ve Afrin’deki Kürtler arasında yapılan görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanınca, Rus tarafı Türkiye ile bir anlaşma yaptı. Şu an, herkes kenara çekilirken Türkiye Afrin’e taaruz ediyor. Bu gelişmenin esas itici gücü, Kuzey- Doğu Suriye’de, Kürt YPG/PKK’nın yardımıyla bir ABD işgalinin ilanı oldu. İşgal stratejisi, hali hazırda başarısızlığa uğramış durumda. Kürtler yanlış seçim yaptılar ve bu oyunun kaybedenleri olacaklar.

Biz hatalı olarak, Afrin’in kuzey-batısını tutmuş olan Kürtlere karşı Türk tehditlerinin boş olduğu tahmininde bulunmuştuk:

Tehdit ciddi değildi, çünkü:
  • ·        
  • ·         Afrin, resmi olarak Rus ve Suriye güçlerinin kontrolü altındaydı.
  • ·     Türkiye için asıl büyük tehlike Afrin değil, Birleşik Devletler’in açıkça ilan ettiği gibi kuzey-doğu Suriye’deki Kürtleri koruması altına almasıydı.

Türklerin tehditleri ve top sesleri Suriye tarafında yankıya yol açarken, Rusya daha çok sessiz tavsiyelerde bulunarak yanıt verdi. Suriye yönetimi, etnik olarak Arap veya Kürt, tüm Suriye vatandaşlarının koruyucusu olduğunu göstermek istiyor. Rusya, tüm tarafları sakinleştiren bir “büyük” rolüyle mağrur.

Türkiye, şu anda tüm gücüyle Afrin kantonuna taaruz ediyor. Operasyona “Zeytin Dalı” adı verildi.



Afrin’e yönelik Türk operasyonu iki olayla tetiklendi. En önemlisi, Birleşik Devletler’in, esas olarak Kürtlerden ve daha önce IŞİD yönetiminde savaşmış olan bazı Araplardan oluşan 30 000 kişilik güçlü bir SDF “sınır koruma gücü”nün yardımıyla kuzey-doğu Suriye’de kalıcı bir işgali duyurması oldu. Biz, o zamanlar şunu yazmıştık:

Birleşik Devletler harekete geçmeden önce Türklerle görüş alışverişinde bulunmadı ve tabi ki, Birleşik Devletler tarafından eğitilen ve silahlandırılan böyle bir terörist çetenin, Türkiye’nin güney sınırının uzun bir bölümünü kontrol altında tutacak olması Türkleri hoşnut etmedi. Hangi Türk hükümeti olursa olsun, ülkeye yönelik böyle bir stratejik tehdidi önlemek için sert önlemler almak zorunda kalacaktır.

Birleşik Devletler’in hareketi amatörceydi. Kuzey- doğu Suriye’nin yasadışı ve sürdürülemez işgali karşılığında, NATO’daki müttefiki Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarını göz ardı etti. Dışişleri Bakanı Tillerson, “sınır koruma gücü”nün “sınır korumak amaçlı olmadığını” iddia ederek, Türkleri sakinleştirmeyi denedi. Eğitim alanından gelen bilgiler bunun yalan olduğunu ortaya koyuyor:

Sunucu, mezuniyet töreninde (Haseke kırsalındaki SDF sınır güçlerinin ikinci birliğinin mezuniyet töreni- IŞIK) “bu güç, kuzey Suriye sınırlarını koruyacak temel bir güç olacak” diye beyan etti.

Türklerin operasyona iten ikinci bir neden, Suriye ordusunun doğu İdlib’te, Türkiye tarafından desteklenen “Özgür Suriye Ordusu” ve “El-Kaide”yi saf dışı ederek kazandığı başarı oldu.

Şu anda gelişen Türk operasyonu öncesinde, birtakım müzakere turları yapıldı.

Suriye yönetimi ve müttefiği Rusya, Afrin Kürtleri’ne, onları herhangi bir Türk saldırısından korumayı teklif ettiler:

Hemen hemen bir hafta önce, Rus yetkililerle Kürt liderler arasında bir görüşme gerçekleşti. Moskova, Suriye Devleti’nin, kuzey sınırından sorumlu tek varlık olmasını teklif etti. Kürtler reddetti. Bundan hemen sonra, Türk Generaller Moskova’ya davet edildi. Suriye Devleti’nin kendi kuzey sınırının kontrolüne sahip olması tek Rus talebi değildi. Diğer istekleri, Kürtlerin Deyrizor'daki petrol alanlarını geri teslim etmeleri idi. Kürtler, Birleşik Devletler’in nasıl olsa buna izin vermeyeceğini öne sürerek bunu da reddettiler. Toplantı, tam olarak başarılı olmadı.

Aşağıdaki hesap, Kürt görüşmeciler tarafından teyid edildi:

Aldar Xelil (@Xelilaldar), Demokratik Özgür Toplum- (TEV-DEM: Tevgera Civaka Demokratîk, IŞIK)- üyesi: “Bir görüşmede, Rusya Afrin Yönetimi’ne, eğer Afrin Suriye rejimi tarafından yönetilirse Türkiye’nin oraya taaruz etmiyeceğini teklifinde bulundu. # Afrin Kanton Yönetimi bu teklifi reddetti.”

Kürtler bir karşı teklifte bulundular. Suriye bayraklarının bir miktar daha artıracaklardı, ellerinde tuttukları Menag hava üssünden (çoğunluğu harap olmuş) vazgeçeceklerdi. Ancak, sınır kontrolünden vazgeçmeye niyetli değildiler:

Diken gazetesinden;

Amberin Zaman, Rojava yetkililerinden Nobahar Mustafa ve Sinam Mohammed ile konuştu. Şunları söylediler:
  • ·         Rusya, YPG’yi zayıflatmayı ve Afrin’i “rejim”e devretmeyi hedefliyor.
  • ·      Rusya ile halen görüşme halindeyiz. Onlar, “eğer Afrin’i rejime teslim edeseniz, o sizi koruyacaktır” dediler. Reddettik. Menag hava üssünü ve bazı kontrol noktalarını terk etmeyi teklif ettik, ancak onlar reddetti.
  • ·         Soçi’den çekilebiliriz.
  • ·   Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır ile yeni ittifaklar kurulacak.
  • ·    Rojava kuvvetleri komutanı General Mazlum ve İlham Ahmed, Birleşik Devletler’in Türk saldırılarını durdurmasını istemek üzere Brett McGurk ile görüştüler. Bu, Birleşik Devletler’in ne denli güvenilir bir müttefik olduğu göstermesi açısından bir testtir.

Kürtlerle yapılan görüşmeler başarısız olunca, görüşmeci taraflardan Suriye ve Rusya Türkiye ile bir anlaşma yaptı. Türkiye, İdlib’de bir gerilimi düşürme bölgesi oluşturulmasını kabul etmiş, ancak, El-Kaide hakimiyetindeki bölgede söz verilen gözetleme noktalarının kurulmasında bir türlü ilerleme kaydetmemişti. Türkiye El-Kaide’ye destek vermişti, onunla doğrudan çatışması çıkarlarına aykırı. Birçok El-Kaide savaşçısının aileleri ve dostları Türkiye’de yaşadığından, Türkiye’nin kendisi saldırıya çok fazla açık halde.

Yeni anlaşma, Türkiye’nin Afrin üzerindeki kontrolüne karşılık Suriye’ye İdlib’in büyük bir bölümü üzerinde kontrol imkanı veriyor (eğer Türkler gerçekten bölgeyi alabilirse). Türkiye’nin harekata başlamasına paralel olarak, Suriye ordusu İdlib’in doğusundaki Abu Duhur hava üssünü aldı ve şu an kapalı olan kazanda, El-Kaide ve IŞİD’den geriye ne kaldıysa bertaraf edecek. Daha sonra da İdlib Valiliğine doğru ilerleyecektir.



Türkiye’nin Afrin’i ele geçirmesi Suriye için kötü. Suriye yönetimi, Rusların kendi adlarına yaptıkları anlaşmadan açıkçası memnuniyet duymuyorlar. Türkiye’nin güvenilmez Devlet Başkanı Erdoğan ile yapılan herhangi bir anlaşma, muhtemelen çok uzun süreli olmayacaktır. Ancak, daha da kötü olan, kuzey-doğu’nun kalıcı bir işgalinde Birleşik Devletler ile müttefik Kürtlere sahip olmak.

Suriye yönetimi, harekat hakkında daha önce bilgilendirildiğine dair Türk iddialarını reddetti ve harekatı resmi olarak kınadı. Buna karşı yapabileceği çok fazla bir şey yok. Ordusu tükenmiş ve başka bir yerde bağlanmış durumda. Ne Rusya, ne de İran Türkiye’yle açık bir çatışmaya da destek vermeyecektir.

Türk mediası tümüyle “savaş modu”nda:

Bu sabahki Türk gazeteleri:

  • ·         Hürriyet: Jetlerimiz Afrin’i Vurdu. Türkiye Tek Yürek
  • ·         Sabah: İnlerinde Vurduk
  • ·         Habertürk: Teröre Demir Yumruk, Sivile Zeytin Dalı
  • ·         Sözcü: ABD’ye Rağmen, Rusya’ya Rağmen “Vururuz” Dedik. Hainleri Vurduk.


Türkiye, Afrin’e karşı oldukça büyük bir operasyon başlattı. Hava güçleri bölgeyi bombalıyor. Şimdi de, en modern tanklarını gönderiyor. Türkiye’nin desteklediği ve kontrol ettiği El-Kaide- “Özgür Suriye Ordusu”, kesin olarak en çok kan kaybedecek cephe hattı piyadeleri  olacaklardır. Afrin dağlık bir bölge ve bu nedenle uçuşlar zor olacak. İki Türk tankı şimdiden tahrip edildi. Kürtler iyi hazırlanmışlar ve iyi silahlandırılmışlar. Her iki tarafın da birçok kaybı olacaktır.

Bu arada, Suriye ordusu ve müttefikleri İdlib’i ele geçirmeye zaman bulacaklardır.

Birleşik Devletler güç durumda kaldı. Şunun şurasında geçen hafta duyurulan Suriye stratejisinin, daha şimdiden kolu kanadı kırıldı. ABD Merkez Komutanlığı, doğudaki Kürtlerle ittifak yaparken Afrin’deki Kürtlerle ilgili herhangi bir sorumluluk almayı reddetti. Halbuki bunlar aynı topluluğa ait insanlar. Afrin’deki Kürt askeri komutanı daha önce Kobani’de savaşmıştı. Şu anda, ABD tanker uçakları, doğudaki Kürtlerle olan ABD ittifakını desteklemek için İncirlik'ten kalkarken, Türk uçakları da Suriye’nin doğusundaki Kürtleri bombalamak için ABD’nin kurduğu yine İncirlik hava üssü’nden havalanıyorlar.

Arap grubu Jaysh al Thuwar (Devrim Ordusu- IŞIK), doğu’da ABD’nin desteklediği SDF üzerindeki Kürt komutasını gizlemek için kullanılan Arap örtüsünün parçasıydı. Şimdi ise, taraf değiştirdi ve Türk himayesine döndü. (GÜNCELLEME: Bu şu anda reddedildi. /son güncelleme) SDF’nin birçok unsuru taraf değiştirecek. Onları eğiten ABD kuvvetlerine karşı “içeriden saldırılar” bekleyebiliriz.

Kürt komuta kademesi Afrin’e olan Türk saldırısından Rusya’yı sorumlu tutuyor. Ancak bu gülünç…Suriye ve Ruslar, savaş boyunca Kürtleri desteklemişlerdi. Tekfirilere karşı savaşmaları için Kürtlere ilk olarak silah ve mühimmat veren onlardı. Taraf değiştiren ve ABD işgalini davet eden Kürtler olmuştu. Suudi desteğini isteyebileceklerini ilan eden yine Kürtlerdi.

Sadece birkaç ay önce, Irak’taki Kürt projesi berbat bir şekilde başarısız oldu. Irak yönetimi, Kürtlerin on yıldan fazla zamanda elde ettiği tüm kazanımları geri aldı ve ABD, Kürt “müttefikleri”ne yardım etmek için hiçbir şey yapmadı. Niçin Suriye’deki Kürtler, altından kalkamayacakları sınırsız isteklerinin farklı bir sonucu olacağına inanıyorlar ?

Posted by b on January 21, 2018 at 07:44 AM | 

ÇEVİRİ: IŞIK

23 Ocak 2018 Salı

Gelişmeler ve Çelişmeler

Afrin’e harekat havadan ve karadan başladı.

Türk Savaş uçakları Afrin’deki PKK ve IŞİD hedeflerini vurdu.

Ne Rusya engel oldu, ne de ABD…

Türkmen ağırlıklı ÖSO grupları da (TSK adına) karadan Afrin’e girmeye başladı.

Çok güzel…

Fakat asıl soru şu: Bundan sonra ne olacak?

Afrin’e Türkiye adına girecek olan ÖSO (Türkiye’nin desteklediği yeşil siyah bayraklı Özgür Suriye Ordusu), ABD’ye heyet gönderip, “PYD yerine bizi destekleyin, İran’a karşı çarpışalım” teklifi yapıyor.

Haberin kaynağı, Reuters Washington bürosu, ÖSO heyetinden Mustafa Seyyari’nin CIA’nın Trump’ın emriyle kestiği yardım programının yeniden başlatılmasını istediğini yazdı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen günlerdeki “Terörist Esed ve Suriye’de ABD ile birlikte çalışmak istiyoruz” söyleminin arka planında bu mu var?

Peki binlerce yabancı teröristin fink attığı İdlib ne olacak?

Astana ittifakından İran buna ne diyecek?

Dikkat çekici biçimde suskun son günlerde Tahran.

Anlamaya çalışıyor sanırım olan biteni.

Rusya da tedirgin.

Geçen hafta Hmeymim üssüne yapılan bombalı dron saldırısında, hem El Nusra, hem ABD ve hem de ÖSO parmağı olduğunu ima etti Moskova.

Bu olay, ÖSO’nun ABD ile çalışma konusunda bir iyi niyet gösterisi miydi?

Bölgenin kompetan uzmanı Suriyeli gazeteci Hüsnü Mahalli de bazı sorular soruyor:

“İdlib ve çevresinde 80-90 bin Nusracı terörist var ve bunlar arasında çok sayıda Çeçen, Uygur, Özbek ve benzeri bölgelerden gelen terörist var.

Üstelik aklınıza gelen her türlü ağır silahları var.

Dron ve kimyasal silahlar dâhil.

Ayrıca Cerablus’tan Azez’e kadar uzanan bölgede Türk ordusu ile işbirliği yapan on binlerce ‘ılımlı’ terörist zaman zaman Nusra’ya destek veriyor. Ortak ideolojik nedenlerle.

Şimdi diyelim ki Suriye devleti İdlib’i ne pahasına olursa olsun kurtarmaya çalıştı ve bu iş çok büyüdü.

Bu durumda Türkiye kimden yana tavır alacak?

Nusra ve müttefiklerinden mi yoksa Ankara’nın yeni dostu Rusya’nın desteklediği Esad’tan yana mı?

Türkiye’ye 20 kilometre uzaklıkta İdlib’ten kaçmak zorunda kalabilecek on binlerce yabancı terörist nereye gidecek?”

ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, şu üç şart yerine gelmeden Suriye’den çekilmeyeceklerini açıkladı:

1-IŞİD’in bitirilmesi
2-Esad’ın gitmesi
3-Suriye’den kaçanların geri dönmesi


Şimdi hangi birinden başlayalım ki…

1-IŞİD’i kuran zaten ABD, tam tersine Suriye’de IŞİD’i koruyor. Deyrezor’da korudu, Palmira’dan Musul’a taşıdı. En son Rakka’dan çıkardı BBC bunu haber de yaptı. El Tanf üssünde terörist eğitimi yapıyor ABD askerleri. İdlib ve Fırat’ın doğusundaki PYD bölgesine de IŞİD’lileri taşıyıp, destek gücü yaptılar.

2-Esad’ın gitmesi mümkün değil. Rusya ve İran’ın desteğiyle, hem askeri olarak mümkün değil, hem siyasi olarak. Bir de, Esad giderse yerine El Kaideci, İhvancı, IŞİD’çi, Nusracı bilumum teröristler gelecek. Tekfirci, Selefi, Vahabi ülkesi olacak koca ve kadim Suriye.

3-Suriye’den kaçanların geri dönmesi ancak Esad terörü temizledikçe oluyor. Yani Suriye’den kaçanların geri dönmesi için Selefi teröristler ve PYD’nin temizlenmesi lazım. Yani ABD giderse, teröristler desteklerini yitirecek ve Suriye’den kaçanlar geri dönecek.

T-Rex’in derdi İran aslında. ÖSO ile görüşmeler de bundan, Türkiye ile pazarlık da bu minvalde. Geçen yazımda vurguladığım gibi federal Suriye peşindeler. Daha açığı bölünmüş bir Suriye.

RUSYA’DAN ÜSTÜ KAPALI UYARI

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, dünkü açıklamasında, Rus askerlerin Afrin’den çekildiklerine yönelik haberleri yalanladı.

Lavrov, Rusya, Türkiye ve İran’ın şu anki öncelikli vazifesinin İdlib’deki gerilimi azaltma bölgesinin işlevlerinin sağlanması olduğunu söyledi.

ABD’nin Fetih El Şam yani eski El Nusra’ya karşı savaşmadığını vurgulayan Lavrov, Waşington’un Fırat’ın doğusunda kalıcı PYD yerleşim birimlerinin kurulması için çalıştığını söyledi.

Afrin sorunu Türkiye açısından çözülmüş gibi gözükse de, devamındaki Münbiç ve İdlib’deki karmaşa başımızı ağrıtacak.

Bunun tek çaresi, Astana çerçevesinde Suriye, Rusya ve İran ile birlikte hareket edip, Suriye’den hem terörü, hem terörün sponsoru ABD’yi çıkartmaktır.

Federal bir Suriye’nin kabul edilemez olduğu bir an evvel açıklanmalı ve ABD üsleri kapatılmalıdır.

İhvancı Sünni devlet ve ordu kurma hesapları, önünde sonunda Astana’nın dağılmasına ve ABD-PKK oluşumunun Suriye’de kalıcı hale gelmesine yol açacak.

Afrin Harekatı’nın adı “Zeytin Dalı” imiş.

Bu zeytin dalının ABD'ye değil, Esad’a uzatıldığını düşünmek isterim.

Tek yol Batı Asya Birliği’dir.
Çözüm Avrasya’dadır.

Hüseyin VODİNALI
aydinlik.com.tr, 20.01.2018 

Savaş Nedir?

Savaş hiçbir hal ve şartta kendiliğinden oluşan, birdenbire ortaya çıkan bir eylem değildir. Savaş bir sorun sahası üzerindeki siyasetin devamıdır. Savaşta sadece kullanılan vasıtalar değişir. Diğer bir ifadeyle savaş, siyasetin başka vasıtalarla sürdürülmesidir. Politik hedef amaç, savaş ise araçtır. Bu nedenle yürütülen savaş eylemleri politik hedefe hizmet etmeli, ona uygun olmalıdır.

MİLLET-ORDU-HÜKÜMET DENGESİ

Savaş sadece askerlerin çatışması değildir. Millet, ordu ve hükümet sürecin içindedir. Milletin ezici bir çoğunluğunun haklı ve meşru gördüğü bir savaş daha kolay verilir. Aynı zamanda milletin tarihten gelen karakteri de bir faktördür. Örneğin, Türkler savaşçı bir millet olarak tanınır. Milletin ruh hali ve sosyogenetik kodları büyük ölçüde savaşan orduya da yansır. Ordu yaptığı plana göre savaşır ama değişen koşullar ve beklenmeyen durumlara karşı savaşma yeteneğini sürdürmesi cephedeki üst düzey komutanların cesareti ve yeteneğine doğrudan bağlıdır. Hükümet politik süreci yönetir. Başlangıçtaki politik hedef değiştiği takdirde, ordunun yeni ve başka bir askeri eylem içinde olacağını bilmek zorundadır. Savaş kuramı (teorisi), bir anlamda “millet-ordu-hükümet” üçgeninin denge noktasında buluşmanın önemini vurgular.

DÜŞMANIN HARBE DEVAM AZİM VE İRADESİ

Savaşı gerçekte fiziki güç kullanarak düşmana kendi irademizi kabul ettirmek için yaparız. Bunun en güvenli yolu düşmanın silahlarını elinden almaktır. Savaş kuramına göre harbin asıl hedefi, düşmanı silahtan arındırmaktır. En azından düşmanın içine bu duruma düşeceği yönünde korku salmaktır. 

Günümüzde büyük cephe savaşları pek muhtemel olmadığından düşmanın harbe devam azim ve iradesinin kırılması hayati önem arz eder. Elinde silah olmasına rağmen, düşman iradesinin kırıldığı sayısız örnek vardır. Unutmayalım ki irade hiçbir zaman gücünü mantıktan almaz! Çok çeşitli faktörlere bağlıdır. Askeri kuvvetler gibi bir ölçüme de tabii tutulamaz! 

Savaşa devam gücü, irade ve kaynakların çarpımına eşittir. Yani kaynakların olma durumunda bile irade yoksa bu teslimiyet anlamına gelir. Düşmanın savaş gücünü yok etmek için düşmanın askeri kuvvetleri yanında, moral gücünü de imha etmek zorunludur. Çünkü fiziki ve moral kuvvetler birbirleriyle ayrılmaz şekilde bütünleşmiştir. Ruhun bedensel güç üzerinde yadsınamaz itici bir etkisi vardır.

İYİ NİYET-CESARET

Harpte iyi niyet büyük hatalara neden olur. Fiziki kuvveti bütün unsurlarıyla tereddüt etmeden kullananlar harbi kazanmaya daha yakındır. Neticede savaş bir kuvvet kullanma eylemidir ve bu alanda hiçbir sınır yoktur. Sınır koyan kendi zaferini baltalar! Taraflardan biri savaş kararı verdiğinde, diğer taraf başka seçeneklerle sonuç almayı düşünürse, çok büyük ihtimalle mağlup olacaktır. 

İki taraf da silahlanmış halde ise bir anlaşma olmadığı takdirde sükûnetin nedeni tarafların harekete geçmek için daha uygun bir zamanı beklemeleridir. Biri için olumlu olan zaman, kaçınılmaz olarak diğeri için olumsuz olacaktır. Harekâtı başlatan tarafın duraklaması harbin iyi yönetilemediğini gösterir.

Bir muharebede çeşitli tehlikeler, bedensel güçlükler ve acılarla karşı karşıya kalınır. Bu nedenle muharip bir kişi için en önemli özellik cesarettir. Bu olmadığı takdirde diğer özellikler de anlamını yitirir. Vücut ve ruh ya doğuştan ya da eğitimle muharip bir yapı içinde olmalıdır. Akıl hem cesaret duygusunu uyandırır hem de onu besler ve destekler. Çünkü mermi sağanağında düşüncelerden çok duygular insana hâkim olur. Savaşta belirsizliklerin oranı her hal ve şartta yapılan planın çok üzerindedir. Şans ve tesadüfler, hiçbir insani faaliyette olmadığı kadar savaşın doğal bir parçasıdır. Savaş bir sis bulutu içinde devam eder. Bu nedenle sezgileriyle gerçekliği yakalayıp duruma hızla uyum sağlayan ince zekâya sahip komutanlar belirleyici olur. Tehlikeler, bedensel zorluklar, belirsizlikler ve tesadüfler ortamında rota çizebilen muhariplere ihtiyaç vardır.

Bu nedenle görünürde savaşta her şey çok basit ama onu icra etmek son kerte zordur. Üstün akıl kapasitesine sahip olmayanlar savaş harekâtını başarı ile yönetemez!

Soner POLAT
Aydınlık Gazetesi, 19.01.2018 

Dünyanın Bütün Generalleri

Ünlü İngiliz savaş tarihçisi Sir Charles Oman (1860-1946), “Ortaçağda Savaş Sanatı, 378-1515” adlı eserinin önsözünde, savaşların pek çok konuyla ilişkili, dolayısıyla “karmaşık” olduğunu belirtir ve herhangi bir dönemin “savaş sanatı”nı anlayabilmek için o dönemin toplumsal ve siyasî tarihinin ana hatlarıyla bilinmesi gerektiğini vurgular. Bütün savaşlar, askerî zaferler ve yenilgiler dönemin toplumsal ve siyasî tarihinin sonuçlarıdır. Dolayısıyla askerî bir olayın (yenilgi ya da zafer) sebeplerini anlamak için geriye doğru bakarız ve olaya sebebiyet veren siyasetlerin zayıf ya da güçlü yanlarını, orduları harekete geçiren iradenin belirlediği hedeflerin ne kadar gerçekçi olduğunu bulmaya çalışırız. Bunu yaptığımız zaman, yanlış ya da tutarsız siyasetten doğru bir askeri stratejinin çıkmadığını görürüz.

Ortaçağ devletlerinin kralları aynı zamanda birer generaldiler. Bunlar at üstünde uzun mesafe katederler, ordularının başında elde kılıç savaşırlardı. Napoleon Bonaparte imparator/general’in son örneklerinden biriydi. Milleti ordulaştırmış ve Le Grand Armée’nin başında Moskova’ya kadar gitmiş, Avrupa feodalizmini altüst ederek kapitalist gelişmenin yolunu açtığını -doğal olarak- idrak etmeden ölmüştür. Onun bile arkasında Talleyrand gibi bir diplomasi dehası vardı.

Churchill, “Savaş askerlere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir” sözüyle orduların arkasında yer alan siyaset ve diplomasinin önemini vurgulamıştır. II. Dünya Savaşı’nda Molotov ve Ribbentrop gibi dışişleri bakanları öne çıkmıştır. Diplomatlar müzakere etmişler, generaller sadece savaşmışlardır.

Günümüzde bu eğilimin tersine döndüğü görülüyor. Vekâleten yürütülen savaşlarda diplomatlar ortadan kayboluyor, generaller öne çıkıyor. Bu eğilimi ilk kez Avrupa’daki NATO Komutanı Breedlove’ın Rusya’ya karşı neredeyse “Lan ben sizin geçmişinizi...” tadında sorumsuz demeçlerinde fark ettim. “Binlerce NATO birliğinin ani saldırısını (influx/istila) mümkün kılacak şekilde karargâh mıntıkalarında gerekli lojistik imkânları yaratmak”tan söz ediyordu (22.08.2014 tarihli Times’tan akt. Chossudovsky.). Savaş ilanı gibi... Sivillerden hiç ses çıkmadı.

Trump’ın kabinesinde çok sayıda emekli generalin bulunması rastlantı olamaz. Askerî üniforma giyen Şi Cinping dört bin askerî birliğe aynı anda hitap ederek, “Savaşa ve ölmeye hazır olun!” dedi. Rusya’nın yaptığı dehşet askerî tatbikatların videosunu YouTube’dan izlemek mümkün.

Bölgemizdeki askerî durumu ABD, Rus ve Türk Genelkurmay Başkanları müzakere ediyor mesela. Türkiye’nin en kritik anda ABD’ye ve Rusya’ya göndereceği diplomat yok mu ki Genelkurmay Başkanı’nı gönderiyor? Ne konuştuklarını ancak cephedeki duruma bakarak anlamaya çalışıyoruz: uçaklarımız kaç kilometre girip atış yapıyor? Şahsen ben ÖSO ordusunun (25. 000 kişi?) Astana sürecini nasıl etkileyeceğini merak ediyorum.

Günümüzde uluslararası hukuk politikacıların cümlelerini süslemek için kullanılıyor ve Güvenlik Konseyi’nin kilidini açacak bir anlayışın gelişmesi zor görünüyor. Dünyanın bütün generallerini sorumsuz politikacılardan, kapitalist tekellerden, emperyal ideologlardan, rahiplerden ve imamlardan uzak bir yerde bir araya getirmek mümkün olsaydı, yaşamakta olduğumuz ortaçağ ortamına insanlık açısından daha uygun çözümler bulunabilirdi. Zira, öyle görünüyor ki Churchill’in söylediğinin aksine günümüzde savaşlar sivillere bırakılmayacak kadar ciddi bir iş haline geldi. Askerler baskı altında olmadıkları zaman sistematik ve analitik düşünebilen insanlardır. Ayrıca şimdiki silahların ne kadar yıkıcı olabileceğini en iyi bilenler de onlar.

Neyse... Hayal kurmanın sonu yok! Milletçe ikinci kez emperyalizmin ateşiyle sınanacağız.

Yavuz ALOGAN
Aydınlık Gazetesi, 23.1.2018 

19 Ocak 2018 Cuma

11 Yılda Hrant Dink Cinayetinde Nereden Nereye Gelindi?



Hrant Dink’in uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetmesinin üzerinden 11 yıl geçmesine rağmen, cinayete ilişkin yargılama sürüyor. Bu süreçte yapısı, hakimleri ve savcıları defalarca değişen davada yıllar sonra cinayetin tetikçisi, azmettiricisi, polisler ve jandarma görevlileri aynı mahkemede buluştu. Davada sanık sayısı 85’e ulaştı.

Hrant Dink’i, 19 Ocak 2007’de Şişli’deki Agos gazetesinin önünde öldüren 17 yaşındaki Ogün Samast, 20 Ocak 2007’de Samsun Otogarında yakalandı. 

Cinayete ilişkin ilk iddianame, Balyoz ve Ergenekon soruşturmalarında da özel yetkili savcı olarak görev alan ve FETÖ soruşturmaları kapsamında meslekten ihraç edilen dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili, bugünün firari sanığı Fikret Seçen ile dönemin özel yetkili İstanbul cumhuriyet savcısıyken kendi isteğiyle düz savcılığa geçen Selim Berna Altay tarafından hazırlandı. 

İddianamede, tetikçi Samast, cinayetin azmettiricisi Yasin Hayal ve ‘büyük abi’ lakaplı polis muhbiri Erhan Tuncel’in de aralarında bulunduğu 12’si tutuklu 18 sanık yer aldı. İlk yargılama özel yetkili İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince 2 Temmuz 2007’de başladı. İlerleyen tarihlerde Yasin Hayal’in eniştesi Coşkun İğci ile Osman Hayal hakkında düzenlenen ek iddianamenin ana davayla birleştirilmesiyle sanık sayısı 20 oldu.

ERGENEKON İRTİBATI ARADILAR

Özel yetkili mahkeme, Dink ailesi avukatlarının ‘Hrant Dink’in öldürülmesinin arkasındaki örgütlü yapının ortaya çıkarılabilmesi talepleri’ üzerine Ergenekon davası sanıklarıyla bu davada yargılanan sanıklar arasında irtibat olup olmadığı üzerinde durdu. Ergenekon davası sanıklarına ait telefon numaraları, HTS raporları ve dijital kayıtları delil olarak davaya bakan özel yetkili 13. Ağır Ceza Mahkemesinden istendi.

Mahkeme Ogün Samast hakkındaki dosyayı da ayırarak, Çocuk Mahkemesine gönderdi. Bir süre sonra mahkeme heyetinde değişiklik oldu. Mahkeme başkanı Erkan Canak, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) 4 Aralık 2010’daki kararıyla Sakarya’da görevlendirildi. Canak’ın yerine de aynı mahkemenin üye hakimi Rüstem Eryılmaz başkanlığa getirildi.

Hakkındaki dosya ayrılan Ogün Samast 25 Temmuz 2011’de İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince ‘’tasarlayarak öldürmek’’ ve ‘’ruhsatsız silah taşımak’’ suçlarından 22 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesi kararı onadı.

Davanın 20. duruşmasında esas hakkındaki mütalaasını açıklayan dönemin duruşma savcısı, bugünün FETÖ tutuklusu Hikmet Usta, Dink cinayetinin “Erhan Tuncel ve Yasin Hayal yönetiminde, ‘Ergenekon’ terör örgütünün Trabzon’da faaliyet gösteren bir hücre yapılanması tarafından işlenmiş olduğu değerlendirilmektedir” görüşünü savundu.

‘ÖRGÜT YOK’ KARARI

Mahkeme heyeti kararını 17 Ocak 2012’de açıkladı. Yasin Hayal, “Hrant Dink’i tasarlayarak öldürmeye azmettirmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılırken, “silahlı terör örgütü yöneticisi olmak” suçundan beraatına karar verildi. Erhan Tuncel, “patlayıcı madde imal etmek ve kullanmak” suçlarından 10 yıl 6 ay hapis cezası aldı. “Silahlı terör örgütü yöneticiliği” ve “tasarlayarak öldürmeye azmettirme” suçlarından beraat ederek, tahliye edildi. Diğer sanıklar da örgüt suçundan beraat etti.

FETÖ’cü savcı Hikmet Usta, yerel mahkemenin kararına itiraz ederek, ‘sanıklar Erhan Tuncel ve Yasin Hayal’in Ergenekon soruşturmalarında yakalanan ve haklarında dava açılan sanıklarla amaç birliği içinde bulunduğunu’ iddia etti. 

Usta, “Ana yapı Ergenekon ile Trabzon’daki hücresel yapının aynı suç işleme DNA ve gen özelliklerine sahip olduğunun anlaşıldığını” öne sürdü. 

Karara yönelik eleştiriler üzerine açıklama yapan Mahkeme Başkanı Rüstem Eryılmaz, “Verdiğimiz karar, ‘örgüt yoktur’ anlamına gelmez. Verdiğimiz karardan rahatsız değiliz. Sadece tatmin edici olmadığını belirttim. Elbette bu cinayeti basite indirgeyemeyiz” ifadelerini kullandı.

Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, yerel mahkemenin kararının, “sanıkların atılı suçları, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlediği” gerekçesiyle bozulmasını istedi. Dosyanın temyiz incelemesini yapan dönemin Yargıtay 9. Ceza Dairesi (FETÖ’nün hakimiyetinde olduğundan daha sonra kapatıldı) “örgüt” yönünden verilen beraat kararlarını bozdu. Sanıkların “silahlı terör örgütü” değil, “suç işlemek amacıyla oluşturulan örgüt üyesi” oldukları gerekçesiyle yargılanmalarına karar verdi.

Yargıtay’ın bozma kararının ardından dava 17 Eylül 2013’te yeniden görülmeye başlandı.

HSYK kararnamesiyle görev yeri değiştirilen başkan Rüstem Eryılmaz’ın yerine Hadi Çağdır getirildi. Tahliye edilen Erhan Tuncel de yeniden tutuklandı. 

17/25 Aralık 2013 soruşturmalarından sonra özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasıyla İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti gider ayak Erhan Tuncel’i tahliye etti. 

Mahkemenin kapatılması nedeniyle Dink cinayeti dava dosyası İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Heyet, Yargıtay’ın bozma kararına uyulmasına hükmetti, Samast’ın Çocuk Mahkemesinde yargılandığı dosyayı da ana davayla birleştirildi.

KAMU GÖREVLİLERİNE İLK DAVA

Savcı Doğan’dan sonra dosyayı devralan terör savcılarından eski İstihbarat Şube Müdürü Gökalp Kökçü ise Cerrah, Akyürek ve Yılmazer’in yanı sıra, eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, eski İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler ve eski emniyet müdürü Coşgun Çakar’ın da aralarında bulunduğu 26 kamu görevlisi hakkında, “tasarlayarak kasten öldürmek, silahlı örgüt kurmak ve üye olmak, resmi belgede sahtecilik, resmi belgeyi yok etme, görevi kötüye kullanma ve kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi” gibi suçlardan iddianame hazırladı. 

İddianamede, Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının başlatılması amacıyla Dink cinayetinin bir ‘araç suç’ niteliğinde olduğu vurgulandı. Buna göre, Ergenekon soruşturması döneminde İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer tarafından C-2 Büro Amirliği içinde 2006 yılında ‘gizli ve illegal’ bir C-5 Bürosu kuruldu. Delillerle başlatılan soruşturmaların söz konusu büroda organize edildiği belirtildi. Savcı Kökçü, cinayetle ilgili soruşturulan Ergenekon sanıkları hakkında ise takipsizlik kararı verdi. Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer soruşturma kapsamında tutuklandı.

CİNAYETİN 9. YILINDA JANDARMAYA DAVA

Cinayetten 9 yıl sonra, soruşturma dönemin jandarma görevlilerine uzandı. Geçen yıl Nisan ayında Fetullah Gülen, eski savcı Zekeriya Öz ve meslekten ihraç edilen Tuğgeneral Hamza Celepoğlu’nun da aralarında bulunduğu 50 şüpheli hakkında iddianame hazırlandı.

İddianamede, Trabzon Jandarma İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlileri ile İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlisi şüphelilerin kontak kurarak, cinayetin planlanması ve icrası noktasında müşterek hareket ettikleri iddia edildi. Cinayette aktif rol alan bir kısım şüpheli muvazzaf askerin, darbe girişimine de katıldıkları tespit edildi. Dosya ana davayla birleştirildi.

Ayrıca Trabzon´da yargılaması süren dönemin Trabzon İl Jandarma Komutanı Albay Ali Öz ve 8 jandarma görevlisinin dosyası da Eylül 2017’de ana dava eklenince dosyada sanık sayısı 85’e ulaştı.

DOSYA FETÖ'CÜLERDEN ALINDI

Bu sırada Dink cinayetinde kamu görevlilerin sorumluluğunu soruşturan savcı Muammer Akkaş’tan (FETÖ firarisi) alınan dosya terör bürosu savcılarından Yusuf Hakkı Doğan’a verildi. 

Savcı Doğan bu süreçte, cinayetten yaklaşık 8 yıl sonra yargılama yolu açılan, eski İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek, eski İstihbarat C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer ve eski İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın da aralarında bulunduğu şüpheli kamu görevlilerinin ifadelerini aldı. 

Savcılıkça 9 Aralık 2014’te tanık olarak ifadesi alınan Ogün Samast da “Bu cinayeti bana işlettirdiler. Yasin, suçu üzerine alıyor” diyerek Akyürek ve Yılmazer ile dosyada adı geçen diğer kişilerin ilişkilerinin araştırılmasıyla gerçeğin ortaya çıkacağını söyledi.

Aydınlık İstihbarat Servisi / 19.01.2018

Doğu Perinçek'ten Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çağrı:"Ya Suriye ile işbirliğine gidiniz ya da istifa ediniz"



Doğu Perinçek, Ankara’da Vatan Partisi Genel Merkezinde bir basın toplantısı düzenledi ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a çağrıda bulundu. Perinçek şunları belirtti:

Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı Faysal Mikdat dün (18 Ocak 2018) Devlet Televizyonundan şu açıklamada bulundu:

“Eğer Türk savaş uçakları bir saldırıya girişirse, Suriye hava savunması herhangi bir Türk uçağını yok etmeye hazırdır.”

Bilindiği gibi Suriye’nin Lazkiye kentinde Rusya’nın konuşlandırdığı S-400 hava savunma bataryaları bulunmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Suriye Hükümetinin “Türk uçaklarını düşürürüz” açıklamasına şu yanıtı verdi: “Bu operasyon, terör örgütlerine karşı yapılan, Türkiye için tehdit oluşturan bir oluşumun engellenmesi içindir. Burada bizim Suriye’nin toprak bütünlüğünü hedef alma amacımız yok.”


DİRETMENİN ANLAMI NEDİR


Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü hedef almıyor. Güzel!

Türkiye, güvenliğini tehdit eden PYD/PKK terör örgütüne karşı harekâtta bulunacaktır. Bu da güzel!

Bu koşullarda Tayyip Erdoğan yönetiminin Suriye ile işbirliği yoluna gitmemekte diretmesinin anlamı nedir?


SURİYE PYD’Yİ BOMBALARKEN

TÜRK UÇAKLARINI SURİYE’NİN HEDEFİ HALİNE GETİRMENİN ANLAMI NEDİR

Harekâtın yapılacağı toprak, Suriye toprağıdır.

Harekât, Suriye’yi de hedef alan PYD/PKK terör örgütüne karşıdır.

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat, PYD terör örgütünün “vatan haini” olduğunu ilan etmiştir.

Suriye Ordusu, PYD’ye karşı bombardımana başlamıştır.

Bu koşullarda Suriye ile işbirliği yapmak varken, Türk uçaklarını Suriye’nin hedefi haline getirmenin anlamı nedir?


ABD TEHDİDİNE KARŞI BİRLEŞMEK VARKEN

SURİYE DOSTLUĞUNU REDDETMENİN ANLAMI NEDİR

Türk Ordusu, ABD uçaklarıyla korunan, ABD’nin verdiği 4900 TIR silahla donatılmış PYD terör örgütünü tasfiye etmek için harekâta geçiyor.

Karşıda ABD gibi dünya ölçeğinde ciddî bir güç var.

Türkiye, Harekât hedefini Afrin’in ötesinde Menbiç’teki ve Fırat’ın doğusundaki terör örgütlerini temizleme olarak açıklamıştır. Harekât yapılacak Kuzey Suriye coğrafyasında aynı zamanda ABD üsleri ve birlikleri bulunmaktadır.

Türkiye’nin ABD ile cephe cepheye geldiği bu kritik koşullarda, Tayyip Erdoğan yönetiminin Suriye dostluğunu elinin tersiyle itmesinin anlamı nedir?

ABD cephesi yanında bir de Suriye’ye karşı cephe açmanın mantığı nedir?


RUSYA İRAN VE IRAK’IN GÜVENİNİ SARSMANIN ANLAMI NEDİR


ABD gibi büyük güçlere karşı mücadele, kibirli laflarla değil, Milletimizin ve Ordumuzun öz gücüne dayanmak yanında, güçlü ittifaklarla başarıya ulaştırılır.

Tayyip Erdoğan yönetimi, Suriye’yi karşıya almanın ötesinde, Rusya’nın, İran’ın ve Irak’ın güvenini sarsarak, Türkiye’yi yalnızlaştırmaktadır.

ABD ve İsrail’in Irak’ın kuzeyindeki sözde Kürdistan girişimini bozguna uğratan bölge ittifakını bozmanın anlamı nedir?


ABD VE İSRAİL’İ SEVİNDİRMENİN ANLAMI NEDİR


ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesi üzerine, ABD ve İsrail’e karşı bölge ölçeğinde ve dünya ölçeğinde çok geniş bir işbirliği oluşmuşken, şimdi Tayyip Erdoğan yönetimi, İslam ülkelerini ve bütün dünyayı karşıya itmektedir?

ABD ve İsrail’i sevindirmenin anlamı nedir?


HAKLI HAREKATI HAKSIZ DURUMA DÜŞÜRME ÇABASI NEDİR


Tayyip Erdoğan yönetimi, bu tavrıyla Türkiye’nin haklı harekâtını bir çok ülkenin gözünde haksız duruma düşürür.

Haklı olan askerî harekâtı, haksız duruma düşürme çabasının anlamı nedir?


MOSKOVA’YA YOLLANAN

DEVLET GÖREVLİLERİNİ ZAYIF DÜŞÜRMENİN ANLAMI NEDİR

Moskova’ya uçakla gönderilen Genelkurmay Başkanı ve diğer devlet görevlileri, Tayyip Erdoğan yönetiminin Suriye ile işbirliğini reddeden tavrı nedeniyle Rusya hükümeti önünde zayıf konuma düşürülmektedir. Bu tavrın yararı nedir, anlamı nedir?


SAVAŞ KOŞULLARINDA İÇ CEPHEYİ SARSMANIN ANLAMI NEDİR


Tayyip Erdoğan yönetimi, Türkiye’nin geleceğiyle oynayan tutumuyla Türk milleti içinde güvensizlik yaratmaktadır.

Türkiye’nin iç cephesini sarsmanın anlamı nedir?


DEVLET KURALLARINI TERK ETMENİN ANLAMI NEDİR


Askerî Harekâtımızın mümkün olduğu kadar az kayıpla ve en büyük başarıyla sonuçlandırması için en etkin siyaset, Suriye ile askerî harekât dahil her alanda işbirliğidir.

Oysa Tayyip Erdoğan yönetimi bırakalım işbirliğini, Suriye’ye haber vermek, Suriye’den davet istemek gibi devlet kurallarının gereği olan yöntemleri bile kenara iterek dostları kaybetmekte, düşmanları sevindirmektedir.


DEVLET AKLI NEREDE KURMAYLIK NEREDE


Tayyip Erdoğan yönetiminin Suriye’ye karşı tavrını akılla, hesapla, kurmaylıkla, savaş yönetme yeteneğiyle, devlet adamlığıyla, Türk askerlik ve devlet yönetme geleneğiyle açıklama olanağı bulunmuyor.

Bırakalım devlet yöneticiliğini bugün Türkiye’de ilkokul birinci sınıf öğrencilerini toplasanız ve sorsanız, tek bir çocuk bile Suriye ile işbirliğini reddeden tutumu doğru bulmayacaktır.


SURİYE’YE KARŞI KİBİRİN BEDELİNİ MEHMETÇİĞE ÖDETMENİN SORUMLULUĞU


Nitekim bu tavır, hemen etkisini göstermiştir. Tayyip Erdoğan’ın Suriye ile kapışmaya girmesi üzerine, ABD yelkenleri indirmişken birden yeniden cesaret bulmuştur. ABD Sözcüsü, Heather Nauert dün saat 23.00’te, “Türkiye’nin Afrin’i işgal etmekten ve şiddet kullanmaktan vazgeçmesini” ihtar etmiştir.


Tayyip Erdoğan Yönetimi, Suriye’ye karşı kibirli tavrını Türk Silahlı Kuvvetlerine ödetmek gibi ağır bir sorumluluk içindedir.



CUMHURBAŞKANI TAYYİP ERDOĞAN DERHAL SURİYE İLE İŞBİRLİĞİNE YÖNELMELİ


Türkiye, haklı bir harekât kararı vermiştir.

Bu haklı harekâtın en az kayıpla, en hızlı biçimde, en büyük başarıya ulaşması, Türkiye’nin geleceği açısından hayatî önemdedir. Suriye ile işbirliği bu açıdan vazgeçilmez değerdedir ve kibire feda edilemez.

Türkiye’nin vatan savaşını başarıya götürecek birikim ve yetenekte bir yönetime ihtiyacı vardır.

Hiç kimse, hele devlet yöneticileri, Türk Ordusunu gereksiz tehditlerle karşı karşıya bırakan uygulamalarda diretemez.

Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, zaman yitirmeden, derhal Suriye ile işbirliğine gitmelidir.

Eğer işbirliğine yönelmiyorsa, Cumhurbaşkanlığından istifa etmelidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Türk milleti önünde derhal karar vermeye çağırıyoruz: Ya Suriye ile işbirliğine gidiniz, ya da istifa ediniz!

19.01.2018
Vatan Partisi Basın Açıklaması