28 Ağustos 2017 Pazartesi

Halkevleri, ABD Üssünün Bekçiliğine mi Soyundu?

Geçtiğimiz günlerde Halkevleri grubuna bağlı sendika.org sitesinde Ali Ergin Demirhan’ın kaleme aldığı bir yazıda PKK’nın ABD üslerine bekçilik yapması savunuldu.

Üstelik bunu yaparken Küba Devrimi’ni ve Fidel Castro’yu “Amerikan üssüne bekçilik yapan devrimciler” olarak örnek verecek kadar arsızlaştı. Fidel Castro’nun hatırasına ve Küba Devrimi’nin direniş tarihine yapılan bu saygısızlık geniş çevrelerde tepki uyandırdı.


Demirhan, yazısında Fidel’in sırf ABD ile ters düşmemek adına iyi geçindiği ve bu yüzden sosyalizm sözcüğünü dahi kullanmadığı, hatta özel mülkiyet hakkını koruyacağı yönünde ABD’ye sözler verdiği gibi birçok temelsiz iddiada bulunuyor. Fakat başka yalanları var ki okuyanın bile yüzünü kızartacak cinsten: Fidel ABD işgali altındaki Küba toprağı Guantanamo’nun bekçiliğini yapmış! İktidar geldikten sonra ABD’yle iyi geçinmek için de oraya dokundurtmamış! Hatta Fidel CIA’dan silah ve para yardımı almış! Miami’deki karşı devrimcilerin bile edemeyeceği türden iftiralar bunlar. Sendika.org yazarı böyle alçakça yalanları PKK’lıların ABD ile kurmuş oldukları askeri ve siyasi ilişkiyi meşrulaştırmak için söylediğini ifade etmekten çekinmiyor. Zaten daha sonra attığı tivitte “Bu yazı provokatif bir başlangıçtı” sözleriyle de amacını ortaya koyuyor.


Guantanamo 1898’den beri ABD işgali altında. ABD mandasına girilen ve 1936’da mandadan çıkılan zamanlarda yapılan anlaşmalarla ABD, Guantanamo’yu elde etmişti. Küba devrim önderliği her aşamada ve hatta BM dahil tüm uluslararası mercilerde ABD’nin buradaki varlığını tanımadıklarını dile getirmişler, bu işgalin son bulması için çaba sarf etmişlerdir. Yani Fidel’in ABD üssüne dokunmadığı yalanını ortaya atarak Kuzey Suriye’deki kendi “bekçiliklerini” aklama çabaları nafile.


Demirhan’ın yalanları Küba devriminin itibarına saldırmaktan öte ABD’nin varlığını meşrulaştırmanın, Türkiye’ye ve Suriye’ye karşı düşmanlığın esasını oluşturuyor. Kübalı devrimciler bekçilik yaptı iftirasıyla, aklınca, kendi bekçiliğini meşrulaştırıyor. Fidel'in de CIA’dan silah ve para aldı yalanını atarak PYD\PKK’nın, ABD’nin kara gücü olmasını göklere çıkarıyor. Batista’ya karşı ABD ile anlaştı diyerek AKP’ye karşı ABD’yle ve batılı emperyalistlerle ittifakını aklamaya çalışıyor.


Emperyalist saldırıların asıl hedefi


Bölücülüğü o kadar içselleştirmiş ki kurbanlar arasında bile ayrım yapıyor: Ona göre IŞİD sadece Alevi ve Kürtlere saldırıyormuş. ABD bölgede şu anda “kurtarıcı” rolü oynadığı için IŞİD’e karşı savaşan PKK’nın ondan yardım alması gayet doğal karşılamak gerekiyormuş. Sanki bu canavarı ABD yaratmamış ve bu ittifakları adım adım kurmamış.


Demirhan’ın da yazdığı Kürdistan-Post adlı sitede İsmail Beşikçi Kürt devletine giden yolda IŞİD ve benzeri yapıların rolünü şöyle özetliyor: “Bu yeni süreç Haziran 2014’de, İŞİD’in Musul’u ele geçirmesiyle, Kürdistan’a saldırmasıyla güç kazandı. İŞİD saldırıları, Kürdlerin toparlanmalarını sağlamış, Kürdlerde milli duyguların gelişmesini getirmiştir. Bu gidişle Haşdi Şabi de Kürdleri, devlet sahibi yapacaktır.”


Sendika.org’taki  yazıda ABD- PKK ittifakı “emperyalist sistem içindeki rekabet ve çelişkilerden istifade ederek ulusal kurtuluş mücadelesi vermenin taktiği” olarak formüle edilmiş. Oysa bu sadece ABD’nin taşeronluğunu yaparak onun bölgedeki varlığını sağlamlaştırmanın ve Türkiye’yi, Suriye’yi bölmenin taktiği. ABD’nin askeri varlığını Suriye’ye taşımasının “cihatçı istilasına karşı savaşan Kürtlere destek” için olmadığını bilmek için kahin olmaya gerek yok. Yoksa ABD kuvvetleri Suriye ordusunu vurduğunda şaşırmış gibi yapmak da taktiğin aynı taktiğin bir parçası mı?


Buna göre şu soruları sormak gerekiyor. Hangi süreç kıldan çizgi üzerinde yürüyor? PKK\PYD kuvvetlerinin omuzlarına taktıkları, sancaklarına çektikleri ABD bayrakları altında conilerle nöbet tuttukları süreç mi? ABD talimatıyla Kuzey Suriye’de IŞİD’le köşekapmaca oynadıkları süreç mi? Suriye yönetiminden gasp ederek ABD’ye üs sağladıkları, yeni üsler için söz verdikleri süreç mi? ABD’den aldıkları silahların namlularını Türk askerine doğrulttukları süreç mi?


Ortalıkta ne kıldan bir çizgi var ne de üzerinde yürütülen “siyaset”. Ortalıkta arsız yalanlar ve çarpıtmalarla Kuzey Suriye’deki terör faaliyetlerini ve ABD varlığını meşrulaştırmaya çalışanlar var. Ortalıkta bölge ülkelerine esip gürlerken, gün aşırı Türkiye düşmanlığı yaparken emperyalizme tek laf etmemiş paralı askerler var. Ortalıkta “laik, sosyalizan ve kadın özgürlükçü” gibi kavramlarla lafebeliği yaparak PYD\PKK bölücülüğüne destek koparmaya çalışanlar var.


Sendika.org direktörü Demirhan çocuk kandırır gibi, Rojava’ya Türkiye, Suriye, İran, Irak destek versin yoksa hepten ABD emperyalizminin tarafına geçer diye aba altından PKK sopası gösteriyor. Türk milletini bu boş yalanlarla kandıramaz ama sormak lazım: Demirhan, kimin sopasını kime gösteriyorsun? “Kendini patlatan Kürt gençleri” diye yücelttiğin kan senin değil nasılsa. Sen siyaset yapacaksın diye bu  milletin kanı aksın öyle mi?


Atatürk’ün Halkevleri bölücülük ve Emperyalizme peşkeş çekiliyor


Sendika.org’un uzun süredir Halkevleri’nin yönetimini elinde tutan bir gruba ait olduğu biliniyor. Ali Ergin Demirhan, sendika.org sitesinin editörlüğünü de yapıyor.  Yani görüşleri hem Halkevleri grubunu hem de yönettiği siteyi bağlıyor. Dahası o grubun sözcülüğünü yapıyor.


Demirhan’ın, Barzanici Kürdistan-Post’a yazdığı “Gezi’den Kobane’ye: Bakmışsın yeni bir süreç başlamış” makalede de benzer bir çizgi savunuluyor. Yazıda açıkça PKK ile kendisini içinde saydığı “muhalefet” kesimlerinin ittifakı savunuluyor. PKK’ya üstü örtülü biçimde bu ittifakın askeri gücü rolü biçiliyor. Demirhan, PKK’nın “Kemalist ve militarist” ilan ettiği Gezi’yi Kobani’yle bir tutuyor. Ne yazık ki Kürdistan-Post Demirhan’ın masallarını boşa çıkarıyor. Nurettin Yıldırım imzalı bir yazının başlığı şöyle “Türkler Kürtleri Yok Etmek İçin Kardeşlik Yalanını Kullanır”!


Halkevleri grubunun en kıdemlisi Yeni Özgür Politika yazarı Ferda Koç’un da “Rojova devrimi” savunusu üzerine kurduğu sayısız yazısı bulunuyor. Sadece Koç, çırağı Ali Ergin Demirhan kadar pervasız değil. O doğrudan ABD üssünün bekçiliğini yapmayı savunmuyor. Ama Rojova’yı savunmak için orada kurulan sayısız ABD üssü ve tonlarca ABD silahına ihtiyaç olduğunu gayet iyi biliyor.


Halkevleri Başkanı Oya hanımın koşa koşa neden “Adalet” yürüyüşüne gittiği şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bu grubun misyonu Halkevleri’nin aydınlanmacı adını kullanarak sol, cumhuriyetçi çevrelerde Kürt meselesi üzerinden emperyalizme eklemlenme yaratmak. Ali Ergin Demirhan bu durumu “emperyalistler arası rekabet koşullarından faydalanarak siyaset yapmak” olarak açıklıyor.


Hep beraber Türkiye düşmanlığını AKP karşıtlığının arkasına gizlenerek yapıyorlar. Türkiye düşmanlarıyla ittifak kurmanın doğal olduğunu söylemek, dünyanın en vahşi, açık işgal gücünü bölgede kurtarıcı olarak karşılamak sadece ülkemize değil tüm bölge halklarına ihanettir.


Ama önce şunu sormak lazım: Atatürk’ün kurduğu Halkevleri nasıl oldu da bir hıyanet şebekesinin eline geçti? Halkevleri’nin 12 Eylülde el koyulan onca malı ve mülkünü elde eden bu grubun, cumhuriyetin yağmasıyla elde ettiği imkanları bölücülük yapmak için kullanmasına kim izin veriyor?


Fırat Keskin 
Öncü Gençlik Ankara
28.08.2017

Yalan Makinesi!


Maalesef, insanların medya ile uyutulduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu nedenle iyi ile kötü birbirine karışmış görünüyor. Kitle iletişim araçlarını denetim altında tutanlar istemedikleri bir gelişmeyi kısa süre içinde gündemden düşürürken, istedikleri bir gündemi süre sınırı olmaksızın dayatıyor. Öyle bir ortam yaratılıyor ki uluslararası hukukun bariz ihlali olan konularda bile insanlık yeterli tepkiyi gösteremiyor… Ülkeler arasında yalan dünyasının açık ara şampiyonu ABD ve güdümündeki CNN, Washington Post gibi anlı şanlı basın kuruluşları!

YALANIN KISA TARİHİ

ABD’nin güttüğü NATO’nun hukuk dışı olarak Sırbistan ve Karadağ’a bomba yağdırmasını herkes viskilerini yudumlayarak televizyondan izledi. BM Güvenlik Konseyi’nin bu yönde aldığı bir karar yoktu. NATO, herhalde BM’nin 51’inci maddesi olan “nefsi müdafaa” ile bu eylemi savunamazdı! 24 Mart 1999 günü başlayan bombardıman tam 78 gün sürdü. Taş üstünde taş kalmadı!Sürekli gülümseyen Bill Clinton, gerçekte bir cehennem meleğiydi.

Afganistan’ı kan gölüne çeviren sürecin önünü açan ikiz kulelerin vurulması hâlâ tartışılıyor. Birçok araştırmaya göre, Amerikan halkının yüzde 80’i devletin yaptığı açıklamayı inandırıcı bulmuyor!

Irak’a yapılan müdahale tartışmasız olarak gelmiş geçmiş en büyük yalan Oskarı’nı bileğinin hakkı ile aldı. Hile, tezgâh ve dalaverede ABD yöneticileri ile tanınmış küresel medya organları müthiş bir yarışa girdi. İngiltere,devlet adamları ve basını ile büyük gayret gösterdi ama ancak ikinci olabildi!George W. Bush-TonyBlair ikilisi harikalar (!) yarattı! Gerçi İngiliz basını bazen Blair’i Bush’un sevimli köpeği olarak resmetti ama Irak çoktan cehenneme dönmüştü. Bush’un ödülü ise fırlatılan ayakkabı oldu! Bu ikili,  milyonlarca Müslüman’ın katili olarak isimlerini tarih sahnesine gururla (!) yazdırdı. Frank Sinatra’nın Türkçeye, “İki Yabancı” olarak geçen ünlü şarkısının güftesi bu ikili için “İki Yalancı” olarak yeniden yazılmalı! Yalanın vahşetle buluştuğu bu kirli oyunda, “Irak’ta kitle imha silahı yok!” diyen BM uzmanı da tesadüfen (!) ölü bulundu!

Libya tezgâhı çok ustaca hazırlandı. Önce Rusya ile Çin’in gazozuna çaktırmadan uyku ilacı (!) atıldı. BM Güvenlik Konseyi, Libya üzerinde “uçuşa yasak bölge” ilan etti. Ama kurnaz NATO bunu Libya’yı “bombalama hakkı” olarak yorumladı! Hâlbuki hiçbir belgede NATO’nun “N”si bile yoktu! Hukuk guguk oldu! ABD, Fransa ve İtalya’nın özel hedef ve çıkarları vardı. Kaddafi karşıtlarının ve cihatçıların önünü ardına kadar açmak istiyorlardı. Hava harekâtı bunu sağladı.Türkiye oyuna geldi. Hukuk dışı NATO harekâtına katıldı; ödül olarak Libya’dan kovuldu! Sonunda Kaddafi öldürüldü. Hillary Clinton, Büyük İskender’e özendi ve şunu söyledi: “Geldik, Gördük, O (Kaddafi) Öldü!” Bugünlerde Libya bir hayalet ülke!

Obama Suriye’yi işgal için çıkış yolu aradı.Ancak İngiliz Parlamentosu’nundik duruşu ve Rusya’nın kararlı tavrı buna izin vermedi. Çıkış yolu arayan Obama ve Hillary, bu görevi gayrı meşru çocukları olan IŞİD’edevretti. Eski Savunma İstihbarat (DIA) Başkanı ve Trump’ın ilk Ulusal Güvenlik Danışmanı Korg. Michael Flynn bu yalın gerçeği hem de televizyonda ifşa etti. DIA olarak “bu girişime karşı çıktıklarını ama süreci durduramadıklarını” söyledi! Başı dertten kurtulmuyor… Yağmur gibi geliyorlar… ABD Derin Devleti (Establishment) ölünceye kadar peşini bırakmayacak!

Ukrayna jeopolitik olarak Rusya’nın yumuşak karnıydı. Ukrayna’nın düşmesi Rusya’yı Avrupa’dan koparıp Asya’nın steplerine itecekti. Bu nedenle Batı sürekli olarak bu ülkede bir renkli devrim aradı. Yalan makinesinin çarkları Ukrayna için dönmeye başladı! Son numara, seçimle gelen hükümetin gönderilmesi ve yerine Neo Nazi bir rejimingetirilmesi oldu. Basının küresel yıldızları siyahı beyaz olarak yutturmak için elinden geleni yaptı. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Rusya Kırım’ı ilhak ederek ve Ukrayna’yı fiilen ikiye bölerek karşılık verdi. Böylece ikinci soğuk savaş Ukrayna odaklı olarak başlamış oldu.

YATSIDAN SONRA DA YANAR MI?

Hâlâ aynı nakarat: “Söz vermişlerdi; PYD Menbiç’ten çekilecekti!” Dua edelim!  Sülün Osman’a özenerek, “15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nü” taksitle satmadılar…

Amiral Soner Polat
spolat102@outlook.com
ulusal.com.tr

28.08.2017

Boş Tartışmalardan Ülkeyi Kurtarmalıyız


Suriye’nin kuzeyine, Amerika, 80 bin kişiyi ağır silahlarla donatacak teçhizat getirdi.


Amerikalı ve İngilizler PYD/PKK’yı eğitip donatıyor. İstihbarat veriyor. Lojistik yapıyor.

Barzani, Amerika ve İsrail’i ile anlaşmalı, 25 Eylül’de Bağımsız Kürdistan Referandumu yapacaklar.

Güney doğu illerimizde, PKK, Batının desteği ile hendeklerden çıkarılmaya çalışılıyor.

Amerika’nın, Suriye’de, hazırlamaya çalıştığı ordunun, hazırlıkları bitene dek, maşaları PKK ve FETO ile saldırıyor.

Özetle, ülkemiz çok büyük ve çok yönlü bir güvenlik sorunu ile karşı karşıya iken, ülkenin en büyük muhalefet partisi ve iktidarı, içi boş, gerçeklerden uzak, ülke insanının karnını doyurmayacak konular üzerinde, tartışma yürütüyorlar.

Etrafımızdan silah sesleri gelirken, Adaletin de atletin de tartışılacağı zaman değildir.

İktidarın sözcüleri, komşudaki meşru yönetime Katil Esed diyor. Muhalefet de, Katil Esad diyor.

Türk ordusu kendisine yapılan büyük saldırılara rağmen, güvenliğimizi sınırların ötesinden başlatmak için, Fırat Kalkanı Harekatını yapıyor. Muhalefet Suriye Bataklığına girmeyelim diyor.

Türk halkı güvenlik diyor. Muhalefet, Bataklık diyor.
Çözüm adına söylenen tek şey; Amerika ne diyorsa o tekrarlanıyor.

Suriye’den ülkemize Amerika tarafından silah doğrultulmuş, muhalefetin söylediği tek şey; Suriye Bataklığı…

Muhalefet, bölge ülkelerinin, bölgeye saldıran Amerika için, bir araya gelerek, ABD’yi bölgeden çıkarmak adına tek söz etmiyor. Amerika ve AB bölge için ne derse o doğrudur, diyor.

Ülkenin içi ve dışı yangın yerine dönmüş, muhalefet tarafından önerilen tek şey; seyredelim…

Varsa yoksa sen eskiden şunu şunu yapmıştın. Doğru bir şey yapsan da ben sana inanmam. İyi de söz konusu olan Türkiye…

Çık, kendi güvenlik anlayışın hakkında, kendi doğrularını söyle. ABD ve AB’nin siyasetlerini tekrar etme…
Muhalefet partisine bir hususu hatırlatmak vatandaşlık görevimizdir. Yükselen anti emperyalist bilinç böyle yükselmeye devam eder ve yoksulları da içine alırsa, sizin için sandık çok zorlaşır.

Ülke yararına muhalefet yapmaya mecbursunuz. Varlığınızı sürdürmek için bile buna mecbursunuz.

Yıllarca iktidarın Açılım Sürecine açık çek veren Muhalefet, PKK hendeklere gömülünce, iktidar oylarının nasıl da yükseldiğini niçin göremez? Niçin anlayamaz? Siyasetin temel belirleyicisinin ülke savunması olduğunu, muhalefet nasıl olur da bilmez. Ya da bilmezden gelir.

Ülkenin en büyük muhalefetinin, HDP(PKK) ile alabileceği hiçbir yol yoktur.

Ülkemize tehdidin büyüğü Amerika ve onun maşalarından gelirken, muhalefet partisinin HDP ile işbirliği yapması, ona hiçbir fayda sağlamayacaktır.

Ülkenin muhalefet partisi, ülkeye yönelmiş tehditlere karşı muhalefet görevini yapmalıdır.

Bağımsız Kürdistan’a Referandumuna karşı çıkmalı, bu konuda büyük zaafı olan iktidara buradan bastırmalıdır.

ABD’nin dolaylı veya doğrudan ülkemizi bombalamaya başlamasından sonra yapılacak muhalefet kimsenin işine yaramaz. Muhalefetin de…

Bülent Esinoğlu
ulusal.com.tr

27.08.2017

Suriye'li Kız "Maram Susli"nin Makalesi: "Suriye’de Bir Kürt Yerleşim Bölgesi Niçin Çok Kötü Bir Fikir?"



Aşağıdaki hususlar, niçin PYD/YPG’nin federal otonomi talep etmesinin ve Suriye toprağını ilhak etmeye teşebbüs etmesinin hukuk dışı, demokratik olmayan bir tavır olduğunu ve kırıma yol açabileceğini ortaya koyan birkaç basit nedendir:

1. Kürtler, PYD/YPG’nin ilhak etmeye kalkıştığı bölgede çoğunluğu oluşturmamaktadır.

Kürt Milliyetçi Partisi (PYD) ve onun askeri kanadı YPG’nin federal bir Kürt devleti ilan ettiği Haseke bölgesinde bir Kürt çoğunluğu yoktur. Haseke Valiliği, Süryani Hıristiyanların, Ermenilerin, Türkmenlerin, Kürtlerin ve Bedevi Arapların bir mozayiğidir. Haseke’nin 1,5 milyon olan nüfusunun, sadece % 40’ı etnik olarak Kürttür. Hatta, Haseke Valiliği’nin merkez ilçe gibi kısımlarında Kürtler % 15’den daha azdır!  Bölgedeki diğer büyük azınlıklar olan Araplar ve Süryani Hristiyanlar çoğunluğu oluştururlar. Çok çeşitli etnik grupların olduğu küçük bir alanın belirli bir etnik azınlığa ait olduğunu iddia etmek, bir baskı yöntemidir.

Haseke’deki Kürt topluluğu’nun sayısı, Türkiye’den gayri yasal yollarla göç eden Kürtlerle ciddi ölçüde artış göstermiştir. Suriye’ye olan Kürt göçü 1920’lerde başlamış ve Türkiye’ye karşı  çok sayıda başarısız Kürt ayaklanmasından sonra dalgalar halinde olmuştur. Yüzyıl boyunca da devam etmiştir. 2011 yılında Suriye’deki Kürtlerin sayısı 1.6-2.3 milyona ulaşmıştır. Ancak bunların 420 bini, bugünkü karışıklık nedeniyle, Suriye’yi terk ederek Irak ve Türkiye’ye gitmişlerdir. Suriye’li Kürtlerin bir kısmı, yüzyıllardır, Humus ve Şam şehirlerinde yaşamakta ve Suriye toplumu içinde bir hayli asimile olmuş durumdadır. Oysa, çoğunlukla kuzey Suriye’de yerleşik olan ve 1945 yılından önce Suriye’de ikamet ettiklerini kanıtlayamayan yasa dışı Kürt göçmenler, Suriye’li vatandaşların haklarına sahip olamayınca, baskıdan yakınmışlardır. Suriye yasaları, sadece, baba tarafından soyu Suriye’ye dayanan ve Suriye’de doğmuş olanlara Suriye vatandaşı olma hakkını vermektedir. Suriye’de ne kadar zamandır oturuyor olursa olsun, ister Somali’li, ister Irak’lı ya da Filistin’li, hiçbir göçmene Suriye vatandaşlığı verilmemektedir. Buna rağmen, 2011 yılında, Suriye Başkanı 150 bin Kürt’e Suriye vatandaşlığı vermiştir. Bu bile YPG’yi, mantığa uygun olarak Suriye vatandaşlığına kabul edilmeyen, yasa dışı yollardan Suriye’ye girmiş olan Kürt göçmenleri, Suriye topraklarını ilhak etmek amacıyla kullanmaktan alıkoymamıştır. Federalizmi destekleyen bunlar, küçük bir azınlığın isteğini (ki bu, Suriye’den köken almamaktadır) tüm Haseke halkına ve Suriye’nin tamamına dayatmaktadır.

2. Federalizmi, Suriyelilerin çoğunluğuna dayatmak demokratik değildir.

PYD, diğer Suriye’li gruplara, tek taraflı Federalizm ilanından önce danışmak zahmetinde bulunmadı. PYD’nin şu anda otonom bir Kürt devleti talebinde bulunduğu Haseke’de ikamet eden diğer etnisiteler, Federalizmi açık bir şekilde reddetmektedir. Haseke’deki Suriye’li ve Arap aşiretleri ve Süryani Demokratik Örgütü (ADO) PYD’nin federalizm deklarasyonunu reddetti. Cenevre’de, hem Suriye hükümeti, hem de muhalefet PYD’nin federalizm deklarasyonunu reddetti. Ayrıca, PYD  Suriye’deki Kürtlerin tümünü temsil etmemektedir. Suriye ulusal koalisyonunun Kürt grubu, PYD’nin federalizm deklarasyonunu kınadı. Suriye Kürtleri’nin çoğu Haseke’de yaşamamaktadır ve birçoğu buranın dışında çalışmaktadır. Binlerce Kürt ISIS’a katılmıştır ve “Kürt” değil bir “İslam Devleti” için savaşmaktadır.

Federalizm’in tek taraflı ilanı, federalizm ancak bir anayasa değişikliği ve Referandum ile mümkün olabileceğinden, yasal değildir. Federalizmin, %90-93’ü Kürt olmayan Suriye halkının çoğunluğu tarafından fazla destek bulması olası değildir. Bunu bilen PYD, Haseke’de oturanların, tüm ülkede düzenlenecek yaklaşan Parlamento  seçimlerinde oy kullanmalarını yasaklamıştır. Bu durum, Haseke halkı’nın iradesinin daha şimdiden PYD tarafından ezildiğini göstermektedir. Suriye toplumunun pek çok bölümü tarafından reddedilen federalizmi tartışmaya devam etmek demokratik değildir. Ve bizler ironik olarak, ABD’nin Suriye’deki rejimi değiştirme macerasının, Ortadoğu’ya demokrasi getirmek amacıyla olduğunu konuşuyoruz!

3. Federalizm, Süryani Hıristiyan ve diğer azınlıklar için etnik temizlik riski oluşturabilir.

Kürt topluluğu PYD’nin ilhak etmeye çalıştığı alanda çoğunluğu oluşturmadığından, geçtiğimiz birkaç yılda, PYD/YPG’nin, demografik bir değişim gerçekleştirmek amacıyla Kürt olmayan azınlıklar üzerinde etnik bir temizlik yürüttüğü açıklığa kavuşmuştur. Kürtlerin bölgedeki etnomerkezci iddialarına esas tehdidi, diğer büyük azınlıklar, Araplar ve Süryani Hıristiyanlar oluşturmaktadır.

PYD lideri Salih Müslim, şimdi Rojava olarak adlandırdığı yerde yaşayan Suriye’li Araplara karşı, etnik bir temizlik kampanyası yürütme niyetini açıkça ilan etti. Serek TV ile yaptığı mülakatta, Müslim, “Kürt bölgesine getirilmiş olan bu Araplar bir gün bölgeden çıkarılacaklardır” dedi. Bu ifadeyi kullandığı mülakattan iki yıl sonra, YPG, Haseke çevresindeki köyleri demografik değişimi sağlayabilmek amacıyla yakmaya başladı. Şimdiye kadar 10 bin Arap köylüsünün Haseke’den temizlendiği biliniyor. Kürt yayılmacılar, ayrık topluluğu Haseke ve Rakka merkezine bağlamaya çalıştığından, Tel Abyad çevresindeki köyler bundan en fazla acı çekti: Aralık ayında, Resulayn şehri yakınındaki Tel Tiab’ı terk eden Muhammed Salih, “ YPG, köyümüzü yaktı ve evlerimizi talan etti” diyor.

YPG, Süryani Hıristiyan azınlık aleyhine bir yıldırma, cinayet, mal ve mülke el koyma kampanyası da başlattı. YPG ve PYD, bir IŞİD saldırısından sonra köylerinden kaçan bu insanların malını mülküne el koyma ve talan etmeyi, bu Süryani köylerine Kürtleri yerleştirmek umuduyla, resmi bir politika haline getirdi. Haseke’nin Habur bölgesinde oturan Süryaniler, köylerini IŞİD saldırılarına karşı savunabilmek amacıyla, “Habur Savunma Muhafızları” adıyla bir milis gücü oluşturdular. “Habur Savunma Muhafızları” konsey liderleri, IŞİD saldırısından sonra boşaltılan Süryani köylerini yağmalayan Kürt YPG milis güçlerinin bu eylemini protesto ettiler. Akabinde, YPG “Habur Savunma Muhafızları” lideri David Jindo’yu öldürdü ve Elyas Nasser’i öldürme girişiminde bulundu. YPG, önce, süikastten IŞİD’i sorumlu tuttu; ancak, süikastten sağ kurtulan Elyas Nasser, hastanedeki yatağından olaya YPG’nin katılımını ifşa edebildi. Çünkü YPG bu süikastlerle, “Habur Savunma Muhafızları”nı, silahlarını bırakmaya ve YPG’nin himayesini kabul etmeye zorlamak istiyordu. Sonradan, Habur’da oturan Süryanilerin çoğu Kamışlı Şehri’nin Suriye Ordusu’nun kontrolünde olan bölgelerine kaçarak köylerine dönememişlerdir.

Kamışlı’daki Süryani Hıristiyan topluluğu da YPG Kürt milislerinin tacizine uğramıştır. YPG, bir Süryani kontrol noktasına saldırıda bulunarak, Süryani milis Sootoro’yu öldürmüş ve diğer üç milisin yaralanmasına neden olmuştur. Bu kontrol noktası, 20 Aralık 2016’da, 3 Süryani restoranın bombalandığı ve 14 Süryani sivilin öldüğü bir saldırıdan sonra kurulmuştu. Süryaniler, Süryani liderleri öldürmek ve Süryanilerin gelecekte Kamışlı üzerinde herhangi bir iddiada bulunmalarını önlemek amacıyla, bu bombalama eylemlerinin arkasında YPG’nin olduğundan şüphelenmektedirler.

Özellikle, diğer etnik grupların onların federalizm planlarıyla hemfikir olmaması nedeniyle Kürt yayılmacılarının desteklediği ve her geçen gün daha fazla yayılmakta olan etnik temizlik kampanyalarının işaretlerini görmezden gelmek budalalık olurdu. Türkler ve Kürtler tarafından yürütülen Süryani soykırımının üzerinden sadece 90 yıl geçti. Tarihin tekerrürüne izin vermemek gerekir. Süryaniler, o tarihten bu yana, Suriye Devleti’nde güven ve istikrar içinde yaşamaktan hoşnutlar. Süryanileri federalizmi kabul etmeye  zorlamak, onların güvenliğini sağlamayacaktır. Irak’ta federal bir Kürt devletinin kurulması, Süryani köylerini, Kürt silahlı gruplarının her biri tarafından yapılan saldırılardan korumamıştır. Haseke’deki Süryani ve Araplara karşı uygulanan etnik temizlik hareketi şimdiden başlamıştır ve giderek tırmanmaktadır.

4. Haseke’nin kaynakları tüm Suriyeliler arasında paylaşılmaktadır.

Kürtler, Suriye’nin toplam nüfusunun sadece % 7-10’unu oluştururken, PYD Suriye topraklarının % 20’sini talep etmektedir. Dahası, YPG’nin ilhak etmek istediği Haseke bölgesinde sadece 1,5 milyon kişi vardır. Suriye’nin tarım ve petrol varlığının çoğu Haseke’de bulunmaktadır ve Suriye’nin 23 milyon nüfusu tarafından paylaşılmaktadır. Haseke Eyaleti, Suriye’deki buğdayın % 34’ünü ve petrolün çoğunu üretmektedir. Suriye halkı bundan mahrum iken, petrol pompa istasyonları, şimdi, IŞİD ve YPG Kürtleri tarafından savaşlarını finanse etmek amacıyla kullanılmaya başlanmıştır.

Suriye’nin açlık çeken halkıyla ilgili çok sayıda başlık varken, Suriye’nin nasıl federalize edileceğini konuşmak, bu açlığı gelecek kuşaklar için “yasal” olarak “yerleşik” hale getirebilir. Buna karşılık, Federalizm destekçileri, 23 milyon tarafından paylaşılan kaynakların 1,5 milyon kişiye verilmesinin nasıl barışa yol açacağından söz etmelidirler.

5. Suriye’de bir Kürt Bölgesi Küresel Güvenliğe bir Tehdit oluşturacaktır.

Suriye halkının çoğunluğu ve Suriye yönetimi Kürtlerin ilhak iddialarının karşısında olduğuna göre, PYD’nin yasal yöntemlerle federalizme erişmesi mümkün olamayacaktır. PYD ve YPG’nin federalizmi elde edebileceği tek yol, ancak, kaba kuvvet kullanmaktır. Bu kaba kuvvet, ABD hava kuvvetleri ve uluslararası yasalara aykırı olarak özel kuvvetlerin istilası ile desteklenebilir. Zaten PYD’nin başı Salih İslam daha önce, eğer Rakka’yı IŞİD’den geri almaya teşebbüs ederlerse Suriye birliklerine saldıracakları tehdidinde bulunmuştu. Suriye’de kurulacak bir Kürt devleti, Irak Kürdistan’ında olduğu gibi, bölgede ABD hegemonyasını sağlamlaştırır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KGR) gibi, YPG’de şimdiden Suriye topraklarında bir ABD üssü kurulması için gayret etmektedir. Uzun süredir Suriye’nin bir müttefiği olan Rusya, sonuç olarak, daha çok izole olacaktır. Bu durum da, dünyadaki güç dengesinin, bir kez daha tek tarafa eğilmesine neden olacaktır.

Tüm Suriye’ye komşu ülkeler de, Suriye’de etnik merkezli bir Kürt devleti kurulmasına karşıdır. YPG, Türkiye’de faaliyet gösteren ve Birleşmiş Milletler tarafından terörist bir organizasyon olarak tanımlanan PKK ile bağlantılıdır. Türkiye, YPG’nin federalizm taleplerinin PKK’yı güçlendireceğini görecektir. Sonuç olarak, Türkiye’nin Suriye’ye girmesi en azından bölgesel bir savaşa neden olabilir. Bu bölgesel savaş, İran, Suriye, Hizbullah ve İsrail’i içine alabilir.

İsrail, Şii İran’a rakip Sünni-İranien bir Kürdistan’ın kurulmasını istiyor. Böyle bir Sünni devletin, İran’ın Suriye’ye girişini durduracağını ve aynı zamanda İsrail’in yayılmasına karşı Lübnan’ın direncini kıracağını umuyor. Bu, tüm ana hatlarıyla, 1982’de yayınlanan İsrail’in Yinon Plan’ında mevcuttur. İsrail, bölgede, ABD etki ve hegemonyasının bir uzantısıdır. İsrail lobisi ABD politikaları üzerinde çok etkilidir. İsrail’in bölgede güçlenmesi, ABD’nin bölge üzerindeki etkisini güçlendirecek, Rusya’nın etkisini tekrar daraltacak ve nükleer gücü bir köşeye atacaktır. Batı’nın Kürt yayılmacılığını desteklemesinin nedeni konusunda anlam karmaşası yaşayan gazeteciler, bu noktayı göz önüne almalıdırlar.


Son olarak, Suriye’de ortaya çıkan bir Kürt bölgesi son derece etnikkökenci şovenizme dayanır. Tam olarak İspanyol, beyaz ya da siyah etnik kökenlere göre ayrıştırılmış bir “Birleşik Devletler” devleti önermek acayip olurdu ve ırkçılık gözüyle bakılırdı. Oysa, etnik kökenlerin “bölmek” ve “fethetmek” amacıyla kullanılması, emperyalizmin en eski ve en utanmazca tavrıdır. Suriye, sadece tek bir azınlık için değil,  bütün Suriyeliler için ayakta kalmalıdır. Buna karşı çıkan sesler caydırılmalıdır. Suriye Anayasası, etnik kökene ve dine dayanan partilere karşı koymaya devam etmelidir. Suriye Anayasası’nda bir değişiklik olacaksa, “Arap” kelimesi “Suriye Arap Cumhuriyeti” isminden çıkarılmalıdır. Suriyelilerin çok büyük bir çoğunluğunun “Arap” dilini konuşuyor olmasına rağmen, tarihsel olarak “Arap” kökenli değildirler. Suriye bayrağı altında, Suriye topluluğunun bütün kesimlerine eşit olarak davranılmalıdır.

By Maram Susli
Global Research, April 07, 2016

ÇEVİRİ: IŞIK

The original source of this article is Global Independent Analytics
Copyright © Maram Susli, Global Independent Analytics, 2016

24 Ağustos 2017 Perşembe

Dünden Bugüne Nasıl Gelindi: Henri BARKEY'den İtiraf


Türk Ordusu’nu Kafesledik

 “AKP ile anlaşarak TSK’yı kafesledik”
CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey’in, 2003’te 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden 25 gün sonra 26 Mart’ta Utah Üniversitesi’nde verdiği “Felaket ile Flört: Türkiye, Irak ve ABD” adlı konferansta, AKP lideriyle anlaşarak “Türk Ordusu’nu çok sıkı bir kafese kapattıklarını” söylediği ortaya çıktı. Barkey, AKP’nin, AB reformlarında ısrarlı tutumu ve ABD’nin Türkiye’ye gün vermesi için AB’ye baskı yapmasının “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kafesleme” planı olduğunu ifade ediyor.
Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesini hiç istemedik!
Henri Barkey, Kuzey cephesinin açılmasına neden olacak 1 Mart tezkeresinin aslında Kuzey Irak’a girmekte ısrarlı olan Türk Ordusu’na karşı düşünülen bir önlem olduğunu da şöyle itiraf ediyor. “1 Mart tezkeresinin geçmemesinin tüm suçu Türk Ordusu’nda. Çünkü, İslamcı hükümet ile Türk Ordusu arasında çekişme vardı. Problemin önemli bir parçası Türk Ordusu’nun Amerika Birleşik Devletleri’ne güvenmemesiydi. Halbuki biz ’Bağımsız Kürdistanı’ desteklemiyorduk. İnanmadığımızı söylüyorduk. O yüzden bu konuşmanın adını ’Felaketle Flört’ koydum. Türk Ordusu, ABD’den bağımsız olarak Kuzey Irak’a girmek istiyordu. Ne olursa olsun! ABD’nin ise en son istediği şey buydu. Çünkü, Iraklı Kürtlerle Türk Ordusu arasında gerilim olacaktı. Zaten Kuzey cephesi bu tür sorunların ortaya çıkmaması için düşünülmüştü.”
Askerleri, “güç” olarak görmek istemiyorlardı
AKP’nin değişim söylemine inandığını belirten Barkey, iktidar partisini, “Askeri, güç olarak görmek istemeyen, sivilleşmeden yana ve merkez sağ olmak isteyen bir parti” olarak tanımlıyor. Barkey, 2002’de iktidara gelen AKP hükümeti ve lideriyle “Türk Ordusu’nu sıkı bir kafese kapatma” temaslarını ise şöyle anlatmış:
“İlk kez bir İslami parti tek başına iktidara geldi. O güne kadar Türkler, AB’ye temkinli yaklaşıyordu. İlk kez ‘AB’ye girmek ve demokrasi istediklerini’ söylediler. İlk kez bir Türk hükümeti, ‘AB’ye girmek istiyoruz, onların kriterleri bizim için ölçü olur’ diyor. Bir İslamcı liderin rönesans terimini kullanması bana çok belirleyici geldi. Çünkü, AB’ye katılarak adaylık sürecinin Türkiye’yi daha fazla demokrat yapacağına inanıyorlar. Bu demokratikleşme süreci içinde biz orduyu çok sıkı bir kafese kapattık. Bundan sonra asker, eskiden olduğu gibi her 10 yılda bir müdahale edemeyecek. Keyfince hükümetleri değiştiremeyecek. AB’ye adaylık süreci Türkiye’yi daha demokratik bir ülke haline getirecek. Bu süreç Türk Ordusu’nun tutumuyla darbe yedi. Şunu söylemeliyim ki; Kuzey Irak’ta bir çatışma bu süreci zaafa uğratır ve geriletebilir. Eğer; biz bu Saddam’ı umut ettiğimiz kadar çabuk devirirsek, Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’a girmesini engelleyebilirsek, 1 Mart tezkeresi 1 yıl içinde unutulur. Türk hükümeti de reformlar yolunda devam ederse ilişkilerimiz iyileşmeye devam eder. Gelecek için umutluyuz. Türk Ordusu, Kuzey Irak’a girmelerinin hakları olduğunu söylüyordu. Ancak Başkan Bush, Türklere ‘giremezsiniz’ dedi.” 
Kaynak: YENİÇAĞ GAZETESİ/14.06.2012
Haber : Salim Yavaşoğlu

İktidar Yolları

İtiraf etmeliyiz ki Türkiye gibi ülkelerde iktisadi sistemi değiştirmeden siyasi iktidarı değiştirmek emperyalizm için daima ekmek arası köfte gibi kolay olmuştur. Bu kolaylığı sağlayan, işçi sınıfını denetim altında tutan güçlü, zengin ve sistemden yana sendikaların varlığı; neo-liberalizmin şahane hayat yanılsamasına kapılıp bir umuttan diğerine sürüklenen orta sınıfların zihinsel uyuşukluğu; ve elbette, sadece sistemi savunan partilere yol veren, diğerlerinin önünü kesen siyasi partiler kanunudur.

Böyle bir ülkede mevcut siyasi partileri ele geçirerek yönlendirmek ya da yepyeni umutlarla yeni bir parti imal etmek emperyalizm için çocuk oyuncağıdır. İstenmeyen bir liderin itibarı bir iki ayak oyunuyla yerle bir edilirken itinayla seçilip namluya sürülmüş yeni lider bir kurtarıcı gibi parlatılarak ateşlenip ekibiyle birlikte partinin başına geçirilir ya da bütün siyasi döküntülerin ve heveskârların, sadakati sınanmış bir lider adayının etrafında toplanmalarıyla yepyeni bir parti kurularak seçmenin “umudu yeşertilir.”

KAPSAYICI KUCAKLAYICI RENGÂRENK

Ve siyaset sahnesinde bazen öyle bir laf edilir ki binlerce sayfalık açıklamalı parti programından daha etkili olur. Kuruluş aşamasındaki merkez partinin sözcülerinden Prof. Ümit Özdağ’ın “Batı bloğundan kopmayacağız ve herkesin yaşam tarzını güvence altına alacağız” sözlerinin mesaj değeri çok büyük.

Yani diyor ki; neo-liberal iktisat politikalarını aynen sürdüreceğiz, Kuzey Atlantik İttifakı’nda kalarak Rusya’ya ve Çin’e karşı emperyalist koalisyonun parçası olacağız, şeyhlere, dervişlere, tarikatlara ve cemaatlere dokunmayacağız. Ve tabiî “bomba” isimler; milletvekili olmak isteyen artistler, emeklilik dönemini “siyasete atılarak” geçirmeye niyetli generaller, unutulmaya katlanamayan eski politikacılar, para kazanmaktan sıkılmış işadamları....

Her ne zaman çatı kubbe çardak tonoz kiriş gibi mimari terimlerle “kadınlara, çocuklara, çevreye duyarlı, herkesi kapsayıp kucaklayan” bir parti girişimi işitsem, ÖDP kurucusu olmanın gecikmiş sendromlardan mıdır nedir, bir tür “post-travmatik stres bozukluğu” yaşıyorum. Bu nasıl da yaygın ve klişeleşmiş bir söylemdir. İnsan araya biraz farklı bir renk, bir motif katar da monotonluğu bozar. Aynı söylemlerle hem solcu, hem sağcı, hem merkezci, hem mukaddesatçı, hem muhafazakâr parti nasıl kurulabiliyor, hayret ediyorum!

Şu CHP’nin çeşitliliğine bakın mesela.... Adalet çanağı doldu, neredeyse taşmak üzere, herkesi kapsıyor, kucaklıyor: Kürtlerin bile asabını bozmaya başlayan mağdur ve mahzun HDP’liler, FETÖ mağdurları, gökkuşağı gibi rengârenk neşeli sosyalistler, Dersimli Kemal’in laf kalabalığı içinde telaşla altı ok ve Kemalizm arayan ve bulamadığında bozulan ama gidecek başka yeri de olmayan iyi niyetli CHP’liler... Öylesine gevşek ve ilkesiz bir çanak ki savaş ağası Cemil Bayık bile “asgari programda cephe kuralım” diyebiliyor.

SEYİRLİK DEMOKRASİ

Demek ki emperyalizm AKP sonrası siyaseti şekillendiriyor. Tam ortada milliyetçi muhafazakâr fakat aynı zamanda Atlantik sistemine bağlı anaç bir merkez parti; onun solunda dini ve etnik bölünmeye sıcak bakan, Atlantik sistemine bağlı olmanın yanı sıra Avrupa değerlerini de özümsemiş “çağdaş” bir parti; ve nihayet kenarlarda garnitür olarak çeşitli sağcı, solcu, ırkçı, şeriatçı partiler.

İktidar için hazırlanan partilerin hiçbirinden, laik ve bilimsel eğitim, tarikatların ve cemaatlerin kapatılması, Cumhuriyet’in Devrim Kanunları’nın uygulanması, özelleştirilen iktisadi değerlerin kamulaştırılması, planlı ekonomi, iktisadi ve toplumsal kalkınma, tam bağımsızlık gibi talepler işitiyor musunuz? İşitemezsiniz, çünkü emperyal efendiler böyle şeylere çok kızarlar; gâvur gazeteleri, “Dişi Kurt” ve “Gandhi” benzetmelerini bırakıp, sizi darbecilikle, faşistlikle suçlarlar.

Denetleyemeyecekleri kitle hareketlerinden, devrim benzeri ayaklanmalardan korkuyorlar. Mevcut potansiyeli, kendi çıkarlarına göre “dizayn ettikleri” ve denetim altında tuttukları ya da yeni icat ettikleri siyasi partilerin arkasında toplayarak sisteme geri dönüştürmeye çalışıyorlar: siyasi atıkları geri dönüştürme süreci!

Korkarım sonunda demokrasinin “seyirlik” olduğunu, siyasi partilerin sıradan yurttaşın hayatına temas etmediğini, seçmenin ihtiyaç duyulduğunda oy vermekten başka bir işe yaramadığını, üstelik halkın ideolojik ve etnik olarak bölündüğünü, altta kalanın perişan olduğunu üste çıkanın zengin olduğunu, herkes için güvenlik ve refah ihtimalinin tamamen ortadan kalktığını gören kitleler bu oyundan bıkıp kendi başlarının çaresine bakacaklar. Ve nihayet birileri çıkıp işbirlikçilerin siyaset tiyatrosunu, temel sorunların üstünden atlayıp rol kapmak için itişen siyasetçilerin ve metal yorgunu gerici partilerin kafasında parçalayacak.

Seyirlik gösterilerle, esrarengiz olaylarla, FETÖ’nün derin muammasıyla oyalanıyor musunuz? Umutlarınız yeşeriyor mu? Sahi n’olacak acaba, Sayın Kılıçdaroğlu’nu tutuklayacaklar mı, yoksa kazığa mı oturtacaklar? Ne dersiniz?

Yavuz ALOGAN
Aydınlık/19.08.2017

21 Ağustos 2017 Pazartesi

Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar el Essad: "Terörle Kazanamadıklarını Siyasi Yollarla Alamayacaklar"


ŞAMCumhurbaşkanı Beşşar el Esad; Suriye’nin tarih boyunca önemli bir hedef olduğunu belirtirken, bu hedefi kontrol edenin de Ortadoğu’da kararları kontrol ettiğini ve böylece dünya genelinde önemli ve etkin bir söz sahibi olduğunun altını çizdi.
Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanlığı Konferansının açılışında konuşan el Esad; bu konferansın bilgi, düşünce ve deneyim alış verişi açısından büyük bir önem teşkil ettiğini ifade etti. El Esad konferansın aynı zamanda devletin geleceğe ilişkin tutum ve politikalarının tartışılıp geliştirilmesi, geliştirici öneri ve düşüncelerin öne sürülmesi ve Dışişleri Bakanlığının görev ve sorumluluklarında daha başarılı ve etkin olmasına fırsat teşkil ettiğine vurgu yaptı.
Konferansın özellikle Suriye’de olmak üzere bölge ve tüm dünyadaki hızlı gelişmeler gölgesinde geldiğine dikkat çeken el Esad; dolayısıyla fırsatın değerlendirilmesinin önemine işaret etti.
Cumhurbaşkanı el Esad; batının günümüzde var olma çatışması yaşadığına dikkat çekerken, batılı devletlerin uluslararası kararlarda kendilerine ortak istemediklerini belirtti.
ABD’deki derin rejime işaret eden el Esad; bu rejimin idare ve yönetimde başkanı ortak etmeyip sadece belli sınırlar içinde hareket etmesine izin verdiğini ifade etti.
Batılı devletlerin Suriye ve halkını hedef alan planlarının çökertildiğinden söz etmenin zafer kazandığımız anlamına gelmediğine dikkat çeken el Esad; zafer belirtileri olmasına rağmen zaferin farklı bir şey olduğunu, çatışmanın da hala devam ettiğini vurguladı.
Tutum ya da yön değiştirmenin politika değiştirme anlamına gelmediğine dikkat çeken el Esad; batılı devletlerin de tıpkı yılan gibi her daim duruma göre derisini değiştirdiğini kaydetti.
Cumhurbaşkanı el Esad; Suriye ve halkının bu savaşta kuşkusuz pahalı bir bedel ödediklerine dikkat çekerken, her şeye rağmen Suriye ve halkına karşı dayatılan bu savaşta mücadele etme ve vatanı savunma bedelinin hiç kuşkusuz teslim olma bedelinden çok daha az olduğunun altını çizdi. El Esad Suriye’nin büyük fedakarlıklarla verdiği bu mücadelede, kendisine ve halkına karşı dayatılan savaşta Batılıların planlarını çökertmeyi başardığını ifade etti.
Suriye ve halkına yönelik bu savaşta yürütülen medya hamleleri, psikolojik savaş ve gerçekleri çarpıtma çabalarının Suriye’nin terörle mücadelesini hiçbir şekilde etkilemediğini belirten el Esad; devleti ya da Suriye halkını da korkutamadığını söyledi.
Cumhurbaşkanı el Esad; Suriye’nin ilk günden beri teröre karşı mücadele ettiğini ve bu yönde kararlılığını sürdüreceğinin altını çizerken vatan topraklarının istisnasız her karışının terörden kurtarılacağını vurguladı. Terörle mücadelenin herhangi bir adım ya da çalışmanın temel hedefi olduğuna dikkat çeken el Esad; terörü yok etmeden adımlarda başarılı olmanın mümkün olmadığını kaydetti.
Cumhurbaşkanı el Esad; belli başlı devletler ve taraflarca öne sürülen bir kısım girişim ve önerilerin kötü niyetli olduğunun bilinmesine rağmen Suriye’nin baştan beri krizin çözümü konusunda öne sürülen tüm adım ve girişimlere tam bir esneklik ve olumlulukla yaklaştığını belirtti.
Suriye’de bu savaş süresince öne sürülen mezhepsel söylemlerin geçici olduğuna işaret eden el Esad; “Suriye halkı gerçekten ırkçı ve mezhepçi olsaydı bu denli uzun ve başarılı bir mücadele veremezdi. Bu durumda Suriye çoktan terör örgütleri ve efendilerinin pençesine düşmüş olurdu. Batılı medyada iddia edildiği ve insanları kandırmaya çalıştıkları gibi Suriye’de gerçekten halk savaşı olsaydı, durum bundan çok daha farklı ve vahim olurdu..” dedi.
Türkiye rejimi konusunda ise el Esad; Recep Tayip Erdoğan’ın teröre desteğinin deşifre edilmesi ardından siyasi dilenci rolünü oynadığını belirtti. El Esad Suriye’nin Türkiye rejimini ne çözümde ortak ne de garantör görmediğini, ona hiçbir şekilde güvenmediğinin altını çizdi.
Teröre karşı savaş devam ettikçe Suriye’nin parçalanması ya da herhangi bir emri vaki durum düşüncesinin kesinlikle ve hiçbir şekilde kabul edilemez olduğunun altını çizen el Esad; Suriye’nin toprak bütünlüğünün hiçbir şekilde tartışma konusu olmasının mümkün olmadığını vurguladı.
Cumhurbaşkanı el Esad; gerilimi azaltma bölgelerinden amacın kanların akıtılmasına son verme, insani yardımların ulaştırılması, silahlıların çıkmalarına ya da teslim olmalarına olanak vermek olduğunu, bölünme ya da benzeri hiçbir amaç taşımadığının altını çizdi.
Ordu birliklerimizin muhtelif bölgelerde teröre karşı sağladıkları başarılara işaret eden el Esad; teröristleri yok edip toprağı ve vatandaşları terörden kurtarmaya başarıyla devam ettiklerine dikakt çekti. El Esad Suriye ordusunun dost ve müttefiklerle teröre karşı sağladığı başarıların tüm dünya savaşlarının tarihinde bir örnek teşkil ettiğini ifade etti.
Cumhurbaşkanı el Esad önümüzdeki süreç içinde müttefiklerle işbirliği içinde teröre karşı savaşın azimle devam edeceğini, buna eş zamanlı olarak başarısını kanıtlayan ulusal uzlaşma çabalarının da devam edeceğini belirtti. El Esad tüm bunlara eş zamanlı olarak dışarı ile temasların sürdürüleceğini, ekonomi ve ticari fırsatların da pekiştirileceğini ifade etti.
Suriye ekonomisinin iyileşmeye başladığına dikkat çeken el Esad; bu süreçteki ilerlemenin yavaş olmasına rağmen sağlam ve metin olduğunu kaydetti.
Suriye’nin düşünüldüğü gibi dışarıdan kopmuş olmadığına dikkat çeken el Esad; fakat bir kısım tarafların böyle düşünerek kendilerini tatmin ettiklerini söyledi.
Cumhurbaşkanı el Esad; Suriye’de çözüm için uğraştıklarını iddia eden bir kısım devletlerin, terör örgütleri ile tam ve kuşkuya yer bırakmayacak şekilde her türlü ilişkilerini kesmeden, Suriye’de büyükelçiliklerini yeniden açma olanağının mümkün olmayacağını vurguladı. El Esad söz konusu devletlerle bu koşul haricinde herhangi bir siyasi, askeri, güvenlik ya da hiçbir işbirliğinin de olmayacağının altını çizdi.
Cumhurbaşkanı el Esad, Suriye ve halkına düşman taraflar ya da edatlarının savaş ve terörle elde edemediklerini siyasi yollarla elde etmelerine kesinlikle izin verilmeyeceğinin altını çizdi.
El Esad Suriye ve geleceğini sağlam bir şekilde yapılandırma yönünde çabaların yoğunlaştırılması ve pekiştirilmesi gereğine vurgu yaptı.

Özellikle bu süreç içinde Suriye ve geleceğinin mutlak bir şekilde ve yüzde yüz olarak, Suriye ve Suriyelileri ilgilendirdiğinin altını çizen el Esad; Suriye’nin toprak bütünlüğünün hiçbir şekilde tartışma konusu olamayacağına da bir kez daha vurgu yaptı.

20.08.2017