15 Kasım 2014 Cumartesi

CONİYE ÇUVAL KİMLERİ RAHATSIZ ETTİ ?




 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Türkiye Gençlik Birliği (TGB) üyesi gençler önceki gün Sarayburnu’nda demirleyen ABD savaş gemisinden Eminönü’ye çıkan 3 askerin başına çuval geçirdi.

TGB’liler benzer bir eylemi 2011 yılında Bodrum’da da gerçekleştirmişlerdi. Orada da yakaladıkları ABD askerlerinin kafasına çuval geçirmişlerdi.

Neden çuval? ABD 4 Temmuz 2003′te Irak’ın Süleymaniye kentinde 11 subayımızı esir alıp kafasına çuval geçirdiği için. Bu tarihten evvel de bu topraklarda ABD askerleri protesto edilir ama kafasına çuval geçirilmezdi. Yani ABD başlatmış oldu.

Nitekim ben de üniversite yıllarımda Dolmabahçe açıklarındaki bir savaş gemisinden karaya çıkan ABD askerlerini protesto etmiş, yumurta atmıştım. O zamanlar çuval yoktu…

Yani çuval da yumurta da sembolik anlamları olan araçlardır. Derdimiz ABD askerini yaralamak olsa örneğin, yumurta yerine taş atardık!

CONİYE KALKAN OLANLAR

Bazılarınıza “gereksiz” gelecek bu girişi, TGB’nin anlamlı eylemine gelen kimi tepkilere yanıt vermek için yazdım.

Zira TGB’nin eylemi Türkiye genelinde büyük coşku yarattıysa da, küçük ama tatsız eleştiriler de aldı.

Hatta eleştiri bile denmez. Çünkü “dudak bükenden”, “ayıp ettiniz”e kadar varan bir ‘coniye kalkan olma’ cephesi oluştu önceki gün sosyal medyada…

Kimisi “20 kişinin 3 kişiye çullanması devrmci eylem midir?” diyerek kafa bulandırmaya çalıştı…

Kimisi “gariban bir çocuğu korkutmak bize yakışmaz” diyerek aklınca eylemi küçümsemeye çalıştı…

Hatta “Şu TGB’lilere bakın. Deniz Gezmiş‘i taklit ediyorlar akılları sıra ama Deniz savunmasız gençlere asla saldırmazdı” diye yazan 68′li bile vardı…

ABD TELAŞINA ORTAK OLANLAR

Önce sonuncuyu düzeltelim. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Dolmabahçe’de denize döktüğü 6-7 Amerikalı asker de neticede savunmasızdı. Karaya çıkarlarken yanlarında silah yoktu.

Deniz Gezmiş ve 68′liler o gün neden o askerleri denize döktüyse, bugün de Çağdaş Cengiz ve arkadaşları 3 ABD’li askerin kafasına çuvalı o nedenle geçirdi.

Her iki eylemin de sembolik anlamı vardı. Birinde ABD’li askerler Kurtuluş Savaşı’na gönderme yapılarak “denize dökülmüş”, boğaza atılmıştı. Diğerinde de ABD’li askerlerin, tıpkı kendilerinin yaptığı gibi kafalarına çuval geçirilmişti.

TGB’nin derdi 3 ABD askerine fiziksel zarar vermek değil elbette, sembolik olarak çuvalla ABD emperyalizmine Ortadoğu politikaları nedeniyle mesaj vermek!

Nitekim ABD o mesajı aldı. ABD Büyükleçiliği’nden Pentagon’a kadar ABD yetkilileri telaşla açıklamalar yaptı. Hatta ABD Türk askerlerine çuval geçirdiğinde “ne notası, müzik notası mı” diyerek Washington’a sessiz kalan AKP’nin yönettiği Dışişleri Bakanlığı da, TGB’in eylemine tepki gösterdi!

ABD’nin ve taşeronlarının bu telaşına “ama savunmasızlardı” diyerek ortak olmak ve son tahlilde coniye kalkan olmak, bir 68′liye hiç yakışmamıştır ve Deniz Gezmiş‘in devrimciliğinin hatırasına büyük saygısızlıktır!

ÇOCUK DENİLEN ÇOCUK ÖLDÜRÜYOR!

Gelelim ABD askeri için “gariban, çocuk” diyenlere…

Rockefeller‘in yeğeni bahriye çavuşu olmayacağına göre, o asker mutlaka sıradan bir Amerikalıdır. Zaten konu onun sınıfsal konumu, adı, sanı değildir.

O gün ABD savaş gemisinden karaya çıktığı için seçilmiştir ve varlığı TGB için semboliktir.

Bu gerçeği eğip büküp “çocuğu korkuttular” diye ağlayanlar, Ortadoğu’da öldürülen halkların son tahlilde o “çocukların” kurşunlarıyla can verdiği gerçeğini bilmezler mi?

20-22 yaşındaki ABD askerine “korkutulan çocuk” muamelesi yapmak, Ortadoğu’da ölen gerçek çocuklara yapılan vicdansızlıktır!

AMERİKANCILAR DAHA ÇOK AĞLAYACAK

Bakınız bu bir nevi Stockholm sendromudur, celladına aşık olma durumudur. ABD askerleri milyonları katlederken, emperyalizme mesaj vermek adına yapılmış bir çuval eylemini “savunmasız çocuğa saldırmak” diye yorumlayanlar, kötü niyetli değillerse, cellatlarına aşık olmuşlardır!

Zira gerçek çırılçıplak ortadadır: TGB’liler ABD askerine fiziksel bir zarar vermek için değil, onun şahsında sembolik çuval eylemiyle Washington’a bir mesaj vermek derdindeler. O mesaj da görüldüğü gibi alınmıştır.

Tabi bitirirken şunu da belirtelim: Çuval eylemi semboliktir ama ABD’nin bölgemizi ve ülkemizi hedef alan politikası sürdüğü müddetçe daha sert eylemler de zorunlu hale gelecektir!

Amerikancılar asıl o zaman ağlaşsın!

Mehmet Ali Güller

Aydınlık Gazetesi

14 Kasım 2014

ARŞİVDEN; 2005 YILINDA, "MİLAS ANADOLU LİSESİ ÖĞRENCİSİ ÇAĞDAŞ CENGİZ GÖZALTINA ALINDI"



 
 
 
 
 
 
 
Nâzım şiiri okudu, gözaltına alındı

Milas Anadolu Lisesi tarafından düzenlenen şiir gecesinde sunuculuk yapan bir öğrenci, şair Nâzım Hikmet’in şiirini okuduğu gerekçesiyle bir süre gözaltına alındı.

Milas Anadolu Lisesi öğrencileri tarafından düzenlenen Şiir Gecesi’nde Nâzım Hikmet Şiiri sorun oldu. Okul yönetimi tarafından görevlendirilen 2 sunucudan birisi olan 17 yaşındaki Ç.C, programın öğrenciler tarafından hazırlanmasına karşın kendi istedikleri şiirleri okuyamadıklarını belirterek, “Bizim şiirlerimiz bu kadar değil, susturulduk. Onların şairlerinden şiirler okuyabildik. Ama yine de size bir tane okuyacağım”

diyerek, Nâzım Hikmet’in “Vatan Haini” adlı şiirini okudu.

KAYMAKAMIN TALİMATI

Bu sözlerin üzerine Milas Kaymakamı Hulusi Doğan, şiirin bitmesini bekledi. Doğan, salonu terk etmek üzereyken korumalarına polis görevlilerinin çağırılması talimatını vererek, Ç.C adlı öğrencinin Emniyet Müdürlüğü’nde ifadesi alınması talimatı verdi.

Emniyet görevlileri tarafından Milas Emniyet Müdürlüğü’ne getirilen öğrencinin, ilk olarak sağlık raporu alındı. Ç.C adlı öğrencinin, ifadesinin alınmasından sonra Nöbetçi Savcı tarafından verilen talimatlar doğrultusunda serbest bırakıldığı öğrenildi.

VALİ AKSOY’DAN İDDİALARA YALANLAMA

NTV’ye konuşan Muğla Valisi Hüseyin Aksoy, öğrencinin Milas Kaymakamı Hulusi Doğan’ın talimatıyla gözaltına alındığı iddialarını yalanladı.

Ç.C’nin geceye katılan bazı öğrenci velilerinin şikayeti üzerine savcılığa çağrıldığını ifade eden Vali Aksoy, şiir okuduğu için birinin ifadesinin alınmasını yanlış bulduğunu da söyledi. Aksoy “Şayet gerekli bir durum varsa, olay okul disiplin kurulunda halledilmeliydi” dedi.

AVUKATTAN TEPKİ

Konuyla ilgili açıklama yapan Milas Kaymakamı Hulusi Doğan, “Anadolu Lisesi tarafından düzenlenen şiir dinletisinde bir öğrencimiz okulun belirlediği program dışı bir şiir okudu. Okunan bu şiirin siyasi içerikli olması nedeni ile şiirin yasaklı olup olmadığının öğrenilmesi amacı ile öğrencinin ifadesine başvuruldu. Savcılık tarafından ifadesi alınan öğrenci daha sonra gece serbest bırakıldı” dedi.

Nâzım Hikmet Ran’a ait şiiri okuduğu için kısa süreli göz altına alınan Ç.C adlı öğrencinin avukatı Levent Anıl, “Öğrencimizin okuduğu şiirden değil, kafalarının örümceklenmesinden korksunlar. Şiirin vermek istediği mesajı alsınlar. Müvekkilim gecede sunucu kimliğinde olduğu için o anda gecenin formatına uyarak bir şiir okumuştur”’ dedi.

Yüksel Savaş
NTV-MSNBC
Güncelleme: 12:24 ET 29 Mayıs 2005 Pazar

Şiir okuyan genç kendini savundu

Milas Anadolu Lisesi’nde gerçekleştirilen şiir dinletisinde Nazım Hikmet’in şiirini okuduğu için gözaltına alınan son sınıf öğrencisi Çağdaş Cengiz yaşadıklarına anlam veremiyor.

Çağdaş Cengiz on yedi yaşında Milas Anadolu Lisesi son sınıf öğrencisi. Öğretmenlerinin çok başarılı bir öğrenci olduğunu söylediği Cengiz derslerindeki başarısının yanı sıra sosyal aktivitelerde de ilk sıralarda yer alıyor.

Tiyatro topluluğunda olan Çağdaş Cengiz’in şiire de merakı var. En son okullarının yıl sonu etkinliği kapsamında arkadaşlarıyla bir şiir dinletisi hazırlayan Cengiz, etkinliğin sunuculuğunu da üstlendi. Dinletide okumak istedikleri şiirlere izin verilmemesi üzerine, etkinliğin sonunda Nazım Hikmet’in ‘Vatan Haini’ şiirini okudu.

Salondakilerden alkış alan şiirin protokoldekileri rahatsız ettiği önü sürüldü. Bunun üzerine Çağdaş Cengiz, Kaymakam Hulusi Doğan’ın talimatıyla gözaltına alındı.

Üç saat gözaltında kalan Cengiz, “O an içimden o şiiri okumak geldi, başka bir amacım yoktu. Şiirlerimizin bir kısmı sadece Nazım Hikmet’in adı geçtiği için iptal edildi. İnsanların sakıncalı dediği şiirler sevgiyi, barışı anlatan şiirlerdi, sakıncalı değildi. Şairin isminden dolayı şiirin yasaklanmasına anlam veremiyorum” dedi.

Cengiz ailesinin tek çocuğu olan Çağdaş Cengiz ailesinden de destek gördüğünü söyledi. Cengiz,

 “Ben rahatım. Doğru olduğuna inandığım şeyleri yaptım. Ailem de beni her zaman destekledi. Beni bu ülkeyi sevmem, Cumhuriyeti yaşatmam için bu şekilde yetiştirdiler. Atatürk sevgisi, Cumhuriyet sevgisi ve Nazım sevgisiyle yetiştirildim.” dedi.

 
NTV-MSNBC
Güncelleme: 19:58 29 Mayıs 2005 Pazar


                                                    VE BUGÜN
 
 



YILMAZ ÖZDİL ÇAĞDAŞ CENGİZ'İ YAZDI


 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Gene böyle bi kasım ayında, Milas’ta dünyaya gelmişti. Sakarya ilkokulunu bitirdi, Anadolu lisesini kazandı. İlk okuduğu roman, babasının 13’üncü doğumgününde hediye ettiği Gorki’nin eseri Ana’ydı. Steinbeck’ten Fareler ve İnsanlar’ı, Gazap Üzümleri’ni okudu. Harıl harıl kütüphane kurcalarken, istiklal harbi’ne, cumhuriyet devrimleri’ne yöneldi. Atatürk’ün Bursa Nutku’nu okuduğu an, hayatının dönüm noktası oldu, çok etkilenmişti.

Gitti okula, koridordaki panoda ne varsa indirdi, Bursa Nutku’nu yapıştırdı. Okul karıştı tabii… Müdür panoyu söktü, Bursa Nutku yoktur, Atatürk’e ait değildir, uydurmadır dedi. Öyle mi? Bu sefer, Bursa Nutku’nun tarihçesini kağıtlara yazdı, sınıfları tek tek dolaştı, sıraların üstüne bıraktı.

Müzik grubunda solistti, okul tiyatrosunda rol alıyordu, edebiyat kolundaydı, yılsonu etkinliği için şiir dinletisi hazırlamışlardı. Öğretmenlerden oluşan denetim kurulu, çocukların seçtiği şiirleri “siyasi” buldu, şairleri değiştirtti, Melih Cevdet Anday, Attila İlhan, reddedilmişti. 2005 senesi, bizimki henüz 17 yaşındaydı… Sunucuydu. Çıktı kürsüye… Öğretmenler tarafından onaylanan sunum metninin son cümlesi “bu güzel mayıs akşamında şiirlerimizle gönlünüzü açmak istedik” diye bitiyordu. Bizimki orada bitirmedi… “Gönlünüzü açmak istedik ama, tam olarak açtırmadılar gönlümüzü, şiirlerimizi engellediler” dedi… Ve, Nazım Hikmet’in “Vatan Haini” şiirini okumaya başladı.

“Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi, Hikmet / Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala / bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla / bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson’un, 66 santimetrekarede gülüyor, ağzı kulaklarında / Amerikan amirali Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira / Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi, Hikmet / Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala…”

“Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim / vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan / vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan / vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa / yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan / vatan, tırnaklarıysa ağalarınızın / vatan, mızraklı ilmühalse / vatan, polis copuysa / ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan / vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa / vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan / ben vatan hainiyim / yazın üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla / Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala!”

Bitti şiir…

Salonda çıt çıkmıyordu.

Önce bir anne, sonra bir baba, sonra bir başka öğrenci velisi derken, bütün salon ayağa kalktı, gözyaşlarıyla alkışladılar 17 yaşındaki

yürekli öğrenciyi.

Protokol ise, buz kesmişti.

Emrivaki şiirle, ters yumruk almış kroke vaziyetteki boksör gibi olmuşlardı.

En ön sırada oturan kaymakam, öfkeyle ayağa kalktı, “alın bu terbiyesizi” dedi, yürüdü, gitti. Aldılar hemen, gözaltına… 17 yaşındaki lise son öğrencisini, karakola götürdüler. Anneciği salondaydı, fenalaştı, hastaneye kaldırdılar, babası hastaneye mi koşşun, polis arabasına bindirilen oğluna mı yetişşin, şaşırmıştı.

Haber, manşetlerde patladı.

Hürriyet’ten Sabah’a Milliyet’ten Zaman’a Cumhuriyet’ten Yeni Şafak’a, bütün gazeteler, Milas Anadolu Lisesi’ndeki yürekli öğrenciyi yazdı.

AKP’nin iktidardaki ilk dönemiydi, henüz gerçek yüzünü göstermemişti, AB kriterlerini savunan “özgürlükler partisi” ayağına yatıyordu. Bu nedenle… Tayyip Erdoğan, Milas’taki öğrenciyi “fırsat” olarak değerlendirdi, sahiplendi, hatta o öğrenciyi kendisine benzetti. “Ben de aynen o genç gibi şiir okumuştum, benim başıma da benzer şeyler gelmişti, benim şiirime nasıl baktıysanız, ona da öyle bakın” dedi. Yani, bi tek AKP gençlik kollarına davet etmediği kalmıştı!

Seneler akıp geçti.

Dün…

Tayyip Erdoğan’ın “tıpkı benim gibi” diyerek, kendine pay çıkardığı o yürekli öğrenci, 11 arkadaşıyla birlikte Amerikan askerlerinin kafasına çuval geçirdi!

Çağdaş Cengiz… Pentagon’un “eşkıyalar” dediği, AKP dışişleri sözcüsünün “kınıyoruz” dediği, yalaka medyanın “teröristler” dediği TGB’nin başkanı.

Bizim oralı, tipik Ege çocuğudur.

En çetrefil durumlarda bile, hayata gülümseyerek bakar. Gazetelerde yayınlanan gözaltı fotoğraflarına baktım mesela…

Gülümseyerek selfie yapmış iyi mi!

Çocukken de böyleydi bu.

Kocaman delikanlı oldu, kahkahalarla vatan hainliğine devam ediyor hala.

SÖZCÜ /YILMAZ ÖZDİL /  14.11.2014

11 Kasım 2014 Salı

İşçi Partisi’nden Pamukoğlu’na yanıt: 16 yıllık yalana neden sarıldın


 
 
 
 
 
 
 
 
Osman Pamukoğlu’nun, İşçi Partisi Lideri Perinçek’e karşı 1998’de kurulan tertipte kullanılan yalanları tekrar gündeme getirmesi tepki çekti. İP’den yapılan açıklamada, ‘Gladyo’ya neden alet oluyorsun?’ diye soruldu
Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanı Osman Pamukoğlu’nun, 1 Kasım’da partisinin sitesinde yayımlanan ve Doğu Perinçek hakkında asılsız iddialar içeren yazısına İşçi Partisi’nden açıklama geldi. İşçi Partisi Genel Merkezi’nden yapılan açıklamada, Pamukoğlu’nun Perinçek  ile ilgili “1998 yılında PKK’ya silah ve para yardımı yapmakla suçlanıp hakkında dava açılmadı mı? Aynı tarihte Terörle mücadele yasası çerçevesinde 14 ay hapis cezası alıp yatmadı mı?” ifadelerinin gerçek dışı olduğu kaydedilerek, “Ergenekon davası savcılarından sonra Pamukoğlu da, Ankara DGM kararıyla mahkûm edilmiş bir iftirayı on altı yıl sonra yeniden dillendirmiştir. En yakın zamanda hukuki işlem başlatılacaktır” denildi.
‘1998 TERTİBİ’NİN İÇ YÜZÜ
 
  Açıklamada şöyle denildi: “1998 yılında Tuncay Güney ve Sami Demirkıran, Gladyo’nun emriyle, sahte mühür yaparak İP Genel Başkanı Doğu Perinçek’e karşı bir tertip düzenliyorlar. İki adet sahte mektup hazırlanıyor. Bu mektuplardan biri, PKK Garzan Eyaleti adına, diğeri PKK’nın yan örgütü ERNK adına yazılmış, imzalanmış ve mühürlenmiş. Tıpkı Ergenekon davasında olduğu gibi, yine Tuncay Güney kullanılarak Doğu Perinçek 24 Eylül 1998 günü gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. Yargılama sonunda, Ankara 1 No’lu DGM, Adli Ekspertiz ve Bilirkişi raporları mektupların sahte olduğunu saptıyor ve Perinçek’in aklanmasına karar veriyor. Bunun üzerine sahte mektupları Savcılığa getiren PKK itirafçısı Sami Demirkıran hakkında şikâyette bulunuyoruz. Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesi Demirkıran’ı iftira suçundan teşdiden 1 yıl 3 ay hapse mahkûm ediyor ve hüküm kesinleşiyor.”
YALANLARINIZIN ARKASINDA MISINIZ?
Açıklamanın devamında, “Osman Pamukoğlu’na soruyoruz. Bütün belgeler ve bilgiler ortadayken neden bu iftiralara başvuruyorsunuz? Ergenekon Davası sürecinde de mahkeme salonlarında çürüttüğümüz “1998 Tertibi” ile ilgili düzmece iddiaları ısrarla gündeme getirerek neden Gladyo’ya alet oluyorsunuz? Hala bu yalanlarınızın arkasında mısınız?” denildi.
 
 
 

OSMAN PAMUKOĞLU'NA BİR "AMİRAL"DEN YANIT: "Osman Pamukoğlu komutanıma cevabımdır!"

Osman Pamukoğlu komutanıma cevabımdır!

Kitaplarını büyük bir beğeni ile okuduğum, televizyon programlarını nefesimi tutarak izlediğim ve siyasi faaliyetlerini ilgi ile takip etmeye çalıştığım Komutanımın Sözcü gazetesinin internet sitesinde yayımlanan sözleri büyük bir şaşkınlık yarattı. Hep birlikte kısa bir bölümüne göz atalım.

1998 yılında PKK’ya silah ve para yardımı yapmakla suçlanıp (Doğu Perinçek) hakkında dava açılmadı mı? Aynı tarihte terörle mücadele yasası çerçevesinde 14 ay hapis cezası alıp yatmadı mı? 2014 yerel seçimleri arifesinde gazetelerde boy boy İP ilanları çıktı, başlık: “132 general ve subay yerel seçimlerde İP’i destekliyor. ”Kimliklerini siyasi malzeme yaptıran onların da aklına şaşayım!”
Ben de naçizane, 18 yıl hükümle Silivri zindanlarında vatan görevine devam ederken, İP’i destekleyen ilana imza veren aklına şaştığınız askerlerden birisiyim. İP mensubu olmadığımı da bu vesile ile vurgulayarak cevap hakkımı kullanmak istiyorum.

Komutanım, belki siz farkında değilsiniz ama emperyalizm, iç ve dış destekçileri ile Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinden Türkiye’ye karşı, tarihin bile tanıklık etmediği kirli ve çirkin bir operasyon başlattı. Hedef Türkiye’yi savunan sözde değil özde direnç noktalarının çökertilmesiydi. Bu operasyon Ergenekon, Balyoz ve diğer isimli davalar ile sürdürüldü. Eğer cezaevi listelerini inceleseydiniz, emperyalizmin en büyük tehdit olarak, Deniz Kuvvetleri ağırlıklı olarak TSK’yı ve İşçi Partisi’ni gördüğünü hemen anlardınız. Çünkü rakamlar asla yanılmaz! Bu iki kurumun A takımına saldırıldı!


Bundan şu sonucu çıkarabilir miyiz? Emperyalizm pragmatiktir. Diğer bir ifade ile aklını çıkarları için kurnazca kullanır. Önündeki gerçek engellere yönelir; sanal tehditlerle asla uğraşmaz ve bu tür sözde karşı çıkanlara karşı sadece laf kalabalığı yapar. Çok iyi bilir ki kaynaklar sınırlıdır ve mutlaka gerçek hedefler üzerine odaklanılmalıdır. Batı, hem küresel stratejik çıkarlarını genişletmek hem de Türkiye’deki Cumhuriyet rejimini çökertmek için mutlaka TSK ve İşçi Partisi’nin etkisizleştirilmesi, geri kalanların da susturulmasını ön koşul olarak belirlemiş ve tüm uğursuz plânlarını bu yönde geliştirmiştir.

Zararsız, farkında olmadan başkalarının yararına çalışan, suya sabuna dokunmayan veya incir çekirdeğini doldurmayan işlerle uğraşanlar asla hedef olmazlar. Deniz Kuvvetlerinin tutuklanan bir mensubu olarak bu durumdan gizli bir gurur duyduğumu açıkça ifade etmeliyim.
Bu karanlık süreci zatıâliniz ve partiniz HEPAR huzur içinde balkondan, “ne olacak şu memleketin hali” sohbetleri ile seyretti. Kimse sizi ve partinizi bir engel olarak görüp peşinize takılmadı! Komutanım, düşmanlarımızın sizi fazla ciddiye almadığını söylersek, haksızlık mı etmiş oluruz! Bizler, kendi ülkelerinde esir düşen subaylar olarak, sizlerin ne desteğini gördük ne de bir siyasi parti olarak durumu analiz eden değerlendirmelerinize tanık olduk. Açıkçası içimizden şu da geçmedi değil: “İşin içine emperyalizm girdiği ve pabucun pahalı olduğunu gördükleri için ‘PKK’yı asarız, keseriz!’ söz savaşları ile durumu idare ediyorlar…

Komutanım, “PKK’ya yönelik karşı tedbirlerinizi ve iktidarınızda uygulayacağınız önlemlerinizi” inanın çok değerli buluyorum. Ama üzülerek söylemeliyim ki resmi biraz genişletmeniz gerekiyor. Emperyalizme cepheden karşı çıkmadan PKK ile etkili bir savaş yürütemezsiniz. PKK’yı üzerimize salan emperyalizmdir ve bu ana cephede başarı kazanmadan kesin bir sonuç alamazsınız! Batı başkentlerini devreden çıkarabilirseniz, PKK tükürükle boğulur ve sizin tedbirlerinize de gerek kalmaz. Atatürk’ün “iç siyaset dış siyasetten ayrılamaz!” sözlerini bilmem hatırlatmaya gerek var mı?
Ergenekon salgınının daha ilk günlerinde, kimse ne olduğunu anlamamışken, ortalık toz dumanken Doğu Perinçek, yüksek bir öngörü ile “Bu davanın hedefi TSK’dır!” demişti. Devletin yapamadığını yapıp, emperyalizm kaynaklı Ermeni yalanlarını hem de kendi mahkemelerinde mahkûm ettirmişti. İşçi Partisi, sırtına saplanan hançerden kan damlarken, demir parmaklıkların ardına sıkıştırılmışken, tertip davalardan, bölünme anayasasına, TC’nin kaldırılmasından, ulusal bayramlarımızın yasaklanmasına kadar her milli meselede göğsünü siper ederek yiğitçe ve fedakârca mücadele etti. Beni lütfen mazur görünüz efendim, belki de esir tutulduğum için fark edemedim ama kan gövdeyi götürürken, siz ve HEPAR nerelerdeydiniz?

Komutanım, yazımın ikinci paragrafının başında yer alan Doğu Perinçek ile ilgili iki soru cümleniz, bence sizin gibi bir değere hiç yakışmadığı gibi, korkarım siyasi yaşantınıza büyük bir darbe vuracak gibi görünüyor! Hatırlayın, Kilise Galileo Galilei’yi mahkûm etti ama dünya hâlâ güneşin etrafında dönüyordu. Gerçek anlaşılınca, Kilise öylesine büyük bir itibar kaybına uğradı ki bugün bile bu utancı üzerinden atamıyor. Umarım, sizin gibi iyi niyetli bir vatansever için bu süreç en az kayıpla atlatılır.
Komutanım, “az oy aldı, çok oy aldı” konusuna gelince, bu argümanı Meclis’teki partiler belki kullanabilir ama merak ediyorum, siz ne kadar oy aldınız? Haddim olmayarak ve affınıza sığınarak ünlü düşünür Samir Amin’in şu sözlerinin altını çizmek istiyorum: ”Tüm değişimler, radikaller bile, seçimler anlamında söylersek, azınlık gibi görünen kitlelerin verdikleri mücadele sonucu ortaya çıkmıştır. Bu tür azınlıkların inisiyatifi olmazsa -ki toplumu harekete geçiren bu güçtür- herhangi bir değişimin gerçekleşmesi mümkün değildir.” İzin verirseniz, buna ben de naçizane bir ilave yapayım: “Hakikat, arınmış bir avuç insanın elinde yükselir!”

Bu talihsiz açıklamalarınızın, partinizin kurmay heyetinin size bir takım yanlış bilgiler vermesinden kaynaklanmış olabileceğini düşünüyorum. Yaşanılan kritik süreçte bir takım odakların gözüne girmek ve aferin almak için bu kulvara girmiş olduğunuza asla inanmıyorum. Ama hatanın ve de zararın neresinden dönülürse kârdır. Emperyalizmin topyekûn saldırıya geçtiği bir dönemde, yurtseverler kavga değil, dayanışma içinde olmalıdır.
Kimliklerimizi siyasi malzeme yaptırdığımızı öne sürerek bizleri eleştiriyorsunuz. Komutanım, sizin hem de bir siyasi partinin başkanı olarak yaptığınız faaliyetler kimliğinizi siyasi malzeme yapmıyor da haksız, hukuksuz ve siyasi nedenlerle emekli edilen, daha doğrusu tasfiye edilen bizlerin inandığımız bir konuda görüş belirtmesi mi siyasi malzeme oluyor! Bizler siyasi bir dava ile esir alındığımızda, İşçi Partisi dışında hiçbir siyasi partinin bu konuda siyasi bir mücadele verdiğini görmedik. Aristo’nun, doğası itibarıyla insan siyasi bir hayvandır! (Human being, by nature, is a political animal.) gibi derin mevzulara girip konuyu dağıtmak istemiyorum…

Komutanım, yine aklıma şaşacaksınız ama İP önüme bugün de benzer bir ilan getirirse, sizin partiniz de dâhil mevcut diğer siyasi partilerin durumunu bildiğimden, hiç düşünmeden imzamı yine basarım. Bundan da onur duyarım! Ama bu davranışım, ne sizi sevmeme ne de sizinle vatanın bütünlüğü için dayanışma içine girmeme engel olur. Ne olur, bu topraklar için her şeyini feda onurlu insanlarımızı karalamayalım! Bu vesile ile en derin saygılarını arz eder; her türlü faaliyetinizde engin başarılar dilerim.
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr
10.11.2014

Dersimci Davutoğlu ve Dersimli Kılıçdaroğlu bilmiyorsanız, okuyun!


Ayrılıkçı, mezhepçi ve Atatürk Cumhuriyetinin düşmanı, bölücü-gerici zihniyet son günlerde iyice gemi azıya almış görünüyor.

Laik Cumhuriyete, ulus devlete ve üniter yapımıza, isyan eden, silah çeken, çetecilik, eşkiyalık ve kanun tanımazlık yapanları hiç utanmadan ve de sıkılmadan “mağdur ve mazlum” gibi göstermeye çalışıyorlar. Bunlar yarın bölücü-kanlı PKK’lıları da mağdur ilan ederse hiç şaşırmayın.

Halbuki genç Cumhuriyet, mezhep, köken ayırmadan kendisine karşı isyan eden, silah çeken, düşmanla işbirliği yapan, eşkıya-derebeyi ve çetecilerle hakettikleri biçimde mücadele ederek, nefsi müdafaadan başka bir şey yapmış değildir.

Yani “Seyit Rıza” denilen derebeyini “Alevi” inancı nedeniyle değil, bölgeye karakol, yol hastane yapımına mani olarak, karakol basıp, silahlı isyanla Cumhuriyete karşı kalkıştığı için bertaraf etmek zorunda kalmıştır.

Aynı şekilde, “Çerkez Ethem” Çerkez kökenli olduğu için değil, Cumhuriyete ve TBMM’ye karşı isyan ettiği, vatanımızı işgal eden Yunan’la işbirliği yaptığı ve onlara sığındığı için hain ilan edildi.

Şeyh Sait ile “Sûnni-Nakşi” inancı nedeniyle değil, laik-milli Cumhuriyete yabancı devletlerin desteği ve kışkırtmalarıyla isyan ettiği ve silah çektiği için mücadele etmiş ve cezalandırmıştır.

Bugün, Dersim kışkırtması yapan iktidarın, nasıl mezhepçi ve ayrımcı militan siyasal İslamcı politikalar izlediğini artık dünya alem biliyor ve görüyor.

Dersimi kaşıyarak ve gerçekleri çarpıtarak, laik Cumhuriyet sayesinde eşit yurttaş statüsüne kavuşan ve Ebu-Suud kafasının zulmünden kurtulan Alevi-Bektaşi yurttaşlarımızı, akıllarınca Atatürk Cumhuriyetine karşı kışkırtmaya çalışıyorlar.

Alevi-Bektaşi inancına sahip sayılarının 15 milyonu aşkın olduğu bilinen yurttaşlarımızın, ezici bir çoğunluğu; Horasan erenlerinden-Oğuz-Türkmen kökenli özbe öz Türk evlatları olarak, Laik Cumhuriyete gönülden bağlıdırlar ve Atatürk’e minnet ve saygıyla doludurlar.

Onlar, gerici-yobaz takımıyla da, bölücü-ayrılıkçı zihniyetle de asla bir ve beraber olmazlar, olmadılar ve olmayacaklar.

Yeni Osmanlıcı ve taze Dersimci Ahmet Davutoğlu da, onun “Dersim-Kerbela” benzetmesine ve çarpıtmasına sükut ederek, sesini çıkarmayan Dersimli Kemal Kılıçdaroğlu da bunu bilsinler, bilmiyorlarsa bu yazımızı dikkatle okusunlar.

Okusunlar da, Anadoluyu vatan yapan Horasan ereni binlerce Oğuz Türkmen evladını 7’den 70’e kuyulara doldurarak soykırım uygulayan, Yavuz Selim’in, Ebu-Suud’un, Kuyucu Murat’ın ve Kürt derebeyi İdrisi Bitlisi’nin yaptığı, kanlı Alevi-Bektaşi katliamı ve zalimlikleriyle yüzleşsinler.

Sonuç olarak iyi bilinsin ki, Alevi-Bektaşi inanç ve kültürüne sahip özbe öz Türk ve Türkmen kökenli olan milyonlarca yurttaşımız, bugün; onbinlerce Oğuz-Türkmen çocuğunu gaddarca katleden, bunun yanısıra kendi öz kardeşlerini, yeğenlerini, babasını ve hatta dedesini dahi iktidar hırsıyla öldürten Yavuz Selim’i bu kıyım ve zulümlerinden dolayı Hz. Hüseyin’i katleden “Yezid” gibi algılarlar. Bu nedenle Yavuz’u ve onun yobaz maşası Ebu-Suudları öven ve baş tacı yapan bugünkü iktidar zihniyetinin Dersim yalanlarına, kışkırtmalarına hiçbir biçimde itibar etmezler.

Dersim yaygarası ve istismarını bırakın da, kanlı zalimlerin, 40 bin Alevi-Bektaşi Oğuz-Türkmen evladını sırf inançları ve mezhepleri nedeniyle katleden, kuyucu Murat’ların Ebu-Suud’ların, Kürt derebeyi İdrisi Bitlisi’lerin yaptığı Alevi-Bektaşi soykırımından bahsedin bakalım.
 
Ufuk SÖYLEMEZ / Aydınlık- 11.11.2014

10 Kasım 2014 Pazartesi

9 Kasım 2014 Pazar

ROJAVA'DA GERÇEKTEN DEVRİM Mİ OLUYOR ?


 
 
 
 
 
 
 
 
Suriye ve Suriye’deki gelişmeler, bölge ve dünya gündemini belirlemeye devam ediyor. Yaklaşık dört yıldır gerici ve Emperyalist saldırı ile karşı karşıya kalan Suriye halkı, yoğun saldırılar karşısında direnmesini ağır bedeller pahasına sürdürüyor. Suriye direndikçe, saldırgan güçlerin tüm dengesi bozuluyor ve her gün yeni yöntemlere ve ittifakları deneyerek, bölgede etkinlik sağlamaya çalışıyorlar.

80 değişik ülkeden Suriye topraklarına taşınan gerici, cihatçı güçlerin 4 yıldır katliamlarla sürdürdükleri saldırılar sonuçsuz kalınca, bu kez Kürtler üzerinden yeni tezgâhlar sahnelenmeye başlandı. Bölgede yaşayan ağırlıklı olarak göçmen olan Kürt halkı kullanılarak, emperyalist gerici güçlerin, insani yardım adı altında bölgeye girişlerinin kapısı aralanmaya çalışıyor.

IŞID adıyla bilinen selefi terör örgütü yaklaşık iki yıldır Suriye’nin değişik kentlerinde ve Irak’ta kanlı saldırılarda bulunarak, halkın direnme gücünü kırmaya ve ele geçirdiği bölgelerde Hilafet kurmaya yönelmiştir. IŞID Suriye coğrafyasına girdiği ilk gün Rakka kentinin yarısını ele geçirdikten sonra Suriye ordusu tarafından durdurulabilmişti. Küçük bir ordu donanımıyla, eğitimli ve sert savaş karakterine sahip olan IŞID, sıkıştığı her noktada intihar eylemlerine başvurarak kısa sürede bölgede etkili olmayı başardı. Ölmeyi ve öldürmeyi bilen, gözü dönmüş, ruh hastalarından oluşan bu katliam çetesinin selefi islam anlayışı, İslami kesimde sempati görmeye başlamasıyla, hızla genişledi.

Suriye’de Sıkışan ve ilerleyemeyen IŞID, çare olarak savaşı genişletmeye ve yaygınlaştırmaya, başka bölgesel dinamiklerin de sürece çekerek bölgede etkinliğini sürdürme yöntemine yöneldi. Savaşın dar alana sıkışması ve Suriye ordu birliklerinin sürekli saldırıları karşısında IŞID’ın savaş cephesini genişletme dışında başkaca var olma zemini ortadan kalkmıştı. IŞID’ın Irak’a saldırı gerekçesi budur. Kürtlere yönelmesinin gerekçesi budur. Yakın bir süreçte başka ülkelere ve Türkiye’ye de saldırıda bulunmasının gerekçesi bu olacaktır. IŞID var olmak için savaş cephesini genişletmek zorundadır. Bölgedeki diğer dinamikleri harekete geçirmek zorundadır. Aksi durumda sınırlı sayıda olan gücü ile ayakta kalması ve varlığını sürdürmesi olanaklı değildi. Ne kadar katliam yaparsa yapsın, ne kadar dehşet saçarsa saçsın, kalıcı olma ve yaşama şansı yoktur…

Yaklaşık 2 yıldır, Suriye de her türlü katliam saldırılarına rağmen Rakka ötesine ilerleyememiş, Suriye ordusu ağır kayıplar pahasını IŞID’ı durdurmayı ve belli bir alanda sıkıştırmayı başarmıştır.

 Ayn Al Arap / Kobani saldırısına böylesi bir süreçte yönelen IŞID, bölge halkının direnişiyle karşılaşmış ve kendisine İdlip- Bab Al Hawa yolunu açacak alana girememiştir.

SURİYE'DE KÜRTLER VE KÜRT GERÇEKLİĞİ

IŞID’ın ağırlıkla Kürtlerin yaşadığı, Türkiye sınırının sıfır noktasında olan Ayn Al Arap / Kobani ’ye saldırması ile Suriye’de yaşayan Kürtler sorunu bir kez daha gündeme geldi. Suriye’de yaşanan sürecin yarattığı yönetim boşluğundan yararlanmayı düşünen bazı Kürt grupları, Suriye ordusundan aldıkları silahlarla bağımsız bölgeler ilan etme yönelimine girdiler. Özellikle Türkiye sınırına yakın köy ve kasabalarda mevzilenmiş olan bu güçlerin bölgedeki etkinliklerini artırmaya dönük ittifaklara yönelmesi konunun daha bir detaylı ele alınmasını zorunlu hale getirdi.

Ağırlıkla Türkiye’den göçen Kürtlerin oluşturduğu PYD’nin, ÖSO ile ittifaka yönelmesi sorunu daha yakıcı bir hale getirmiş ve bölge saflaşmasında ki yerini tartışılır kılmıştır. Emperyalizmin ve gerici Arap ülkelerinin maşası durumunda olan ve Suriye halkına karşı 4 yıllık süreçte ciddi katliamlar yapmış ÖSO’nun Kürt örgütlerince bağımsızlık amacını gerçeklemede, ittifak güç olarak görülmesi tam bir çelişkidir.

Böylesi ittifaklarla Suriye’de hiçbir sonuç alınamaz. Suriye’yi bir parça tanıyan, Suriye Kürtlerini bilen herkes, Suriye Kürtlerinin bu oyuna gelmeyeceğini bilir. Bölgede yaşayan diğer Kürtlerden farklı olarak Suriye Kürtleri şehirlidir. Suriyeli Kürt nüfusun ağırlıklı kısmı büyük şehirlerde yerleşik yaşarlar ve sisteme bütünleşmiş durumdadırlar.

SURİYE DE KÜRTLER NEREDE VE NASIL YAŞARLAR

Suriye’de yaşayan Kürtleri konusunda değişik iddialar vardır. Suriye nüfusunun 23 milyon olduğunu düşünürsek bu oranın % 6-7’sini Kürtler oluşturmaktadır. Yaklaşık olarak 1 milyon 300 bin olarak kabul edilen Kürt nüfus Suriye’de Araplardan sonra ikinci büyük kesimi oluşturmaktadır.

Suriye’deki Kürt nüfusu bütünleşik bir coğrafyada yaşamamaktadır. Suriye’de Kürt nüfusu ağırlıklı olarak birbirleriyle toprak bağlantısı olmayan 3 bölge ile büyük şehirlerde yaşamaktadır. Suriye’deki Kürt nüfusunun Afrin civarındaki yüzde 30’u, Ayn al-Arap (Kobani) bölgesinde yüzde 10’u, Cezire de denilen Kamışlı bölgesinde de yüzde 40’ının yaşadığı bilinmektedir.

Ancak Suriye Kürtlerin bir kısmı, yaklaşık olarak 150 bin- 200 bin kadarı,  Suriye’nin yerlisi olmayıp çoğunlukla Türkiye ve Irak’tan gelenlerden oluşmaktadır. Özellikle Kamışlı bölgesinin büyük kısmı sonradan Suriye’ye göç eden Kürtlerden oluşmaktadır. Suriye’deki Kürtler yoğun olarak Haseki, Ayn Al Arap/ Kobani, Afrin ve Halep merkezinde oturmaktadırlar.

Haseki Kürt nüfusun en yoğun yaşadığı kenttir. Nüfusu yaklaşık olarak 1 milyon 500 bin olduğu belirtilen Haseki Suriye’nin büyük kentlerinden birisidir. 4 ilçesi olan 16 nahiyesi olan Haseki’nin 1683 adet köyü bulunmaktadır.

Haseki bölgesi (yani Cezire), Osmanlı döneminde göçebelerin otlak alanları olarak kullanılmaktaydı. Bölge kışın Kürt aşiretlerinin yazın ise Arap aşiretlerinin otlaklarıydı. Milli, Halemban, Dekuri, Kiki, Tatar, Harp, Muammere, Karaçine aşiretlerinin oba kurduklarını bilinmektedir. Ayrıca Arap, Tay, Şammar, Şerabi, Beggare, Cura ve Cubur aşiretlerinin bölgede yaşadığını tarımla da uğraştıkları da bilinmektedir. Aşiretler arasındaki dengede Bedevi Arap aşiretlerinin daha üstün olduklarını Milli Kebir, Harp gibi aşiretlerin Şammar aşiret reislerine vergi verdiklerini belirtmektedir.

Arap aşiretlerinin büyük ölçüde geçmişte yaşadıkları bölgelerde bugün de yaşadıkları görülmektedir. Arap aşiretlerinden Şammar aşireti, Haseki vilayetinin kuzeydoğu ucunda yüzlerce köyde yaşamaktadır. Bölgede bulunan ikinci büyük Arap aşireti ise Tay aşiretidir. Bu aşiret Haseki merkezden Kamışlı merkezin çevresine çepeçevre yerleşmiş ve 200.000’e ulaşan bir nüfusu sahiptir. (Aşiretin 640’lı yıllarda ilk olarak İyad bin Ganem’in bu bölgeyi Bizans’tan ele geçirdiği dönemde geldiği ifade edilmektedir.) Bölgede bulunan üçüncü büyük aşiret ise Cubur aşiretidir. Advan aşireti ise Rasulayn’ın batısı ile güneyinde 12.000 civarında nüfusa sahip bulunan bir aşirettir. Harb aşiretinin ise  Resulayn’ın doğusunda 10.000 civarında nüfusu bulunmaktadır. Bölgede dağınık olarak yaşayan Şerabeyn aşiretinin tarihi ilk İslam fetihlerine kadar gitmektedir. Baggara aşiretinin ise 10.000 kadar nüfusu ile Resulayn çevresinde yaşadığı belirtilmektedir.

II. Abdülhamid döneminde bölgeye göçebe Kürt aşiretleri yerleşmeye başlamışlardır. Birinci dünya savaşı sonrasında Fransız mandasında Suriye devletinin kurulması ile aşiretlerin göçü yasaklanmışsa da, Türkiye’den aşiretlerin Suriye’ye göçü devam etmiştir. (Bu süreçten sonra Haco Ağa Heverkan aşiretinden 400 aile ile birlikte 1926’da Suriye’ye göç ederek bölgeye yerleştiği belirtilmektedir.) 1950’li yıllarında Suriye devleti göç edenlere karşı tedbir almış ve 1945 öncesinde Suriye’de yaşadığını ispat etmeyen 120.000 Kürt’ü, 1962 yılında vatandaşlıktan çıkarmıştır.

Suriye kimliksiz oldukları ifade edilen Kürtler, Suriye’nin yerleşik halkı olmayıp ağırlıkla Türkiye’den değişik nedenlerle göç edenlerdir. Vatandaşlık hakkı verilmeyen ve sayıları tahminen 200 bin olduğu ifade edilen bu kesimlere de 2011 de vatandaşlık hakkı verilmiştir. Haseki bölgesinin etnik dengesi yüzde 60-63 Arap,25-30 Kürt, sonrasında ise sırayla Süryaniler, Ermeniler ve Çeçenler gelmektedir.

Kürtlerin önemli bir kısmı da Halep ilinde ve bağlı ilçelerde yaşamaktadır. 5 milyona yakın nüfusu olan Halep Suriye’nin Şam kentinden sonra en büyük ilidir. Ayn AL Arap ve Afrin ilçesi Halep kentine bağlıdır.

Afrin ilçesi Halep kent merkezi dışında en fazla kürdün yaşadığı merkezdir. İlçe nüfusu 2004 sayımlarına göre 172.095 kişidir. Bunun yaklaşık 70.000’i Afrin merkezde yaşamaktadır. Nüfusun çoğunluğunu Kürtler oluşturmaktadır. Afrin kırsalında Sünni Araplar bulunmaktadır. İlçeye bağlı 300 köyde ise yaklaşık 200 bin insanın yaşadığı belirtilmektedir. Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu bölgede, Araplar, Çerkezler ve Türkmenlerde yaşamaktadır.

Halep kentinin bir diğer ilçesi olan Ayn Al Arap 120 adet köye sahiptir. Merkez nüfusu 80 bin olan ilçenin köylerde yaşayan nüfusunun ise 45 bin civarında olduğu belirtilmektedir. Ayn Al Arap’a bağlı üç ilçe ile birlikte toplam nüfusunun 192 bin civarında olduğu resmi kaynaklarca ifade edilmektedir. Ayn Al Arap da Kürtler çoğunlukta bulunurken diğer iki nahiyesinde Tay aşiretine mensup Araplar yaşamaktadır.

Suriye’de Kürt nüfusu büyükşehirler dışında yoğun olarak Suriye’nin kuzeyinde birbiri ile bağlantısı olmayan Afrin- Ayn-el Arap-Kobani ve Haseki bölgelerinde yaşamaktadırlar. Ancak bu bölgede Kürt nüfusun % 40-45 yaşarken geri kalan nüfus ise büyük şehirlerde dağınık olarak yaşamaktadır. Ayrıca, Kürtlerin yaşadığı diğer ülkelerden farklı olarak Kürtler Suriye’de daha şehirlidir.

Suriye ordusu Haseki, Afrin ve kamışlı merkezde halen bulunmakta ve bu bölgeleri gerici saldırılara karşı savunmaktadır. Bölgede yaşayan Kürtler saldırı sürecinin ilk günlerinde Suriye ordusu tarafından silahlandırılmış ve kendi yaşam alanlarını korumaları istenmiştir. Tıpkı Lazkiye’de yaşayan Alevilerin ve Ermenilerin olduğu gibi. Ya da Katana da yaşayan Hristiyanların ve Sünni bir kısım aşiretlerin silahlandırılması gibi Kürtlerde Suriye ordusu tarafından silahlandırılmıştır.

ROJAVA DEVRİM HAYALİ

Yukarıda tüm detayları bölgeyi bilmeyenler ve Suriye Kürtlerini tanımayanlar açısından anlattım. Suriye de Diyarbakır gibi ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı bir kent yoktur. Tarihsel olarak da yoktur, yaşam alanı olarak da yoktur. Birbiriyle coğrafi bağlantısı olmayan 3 ayrı bölgede yaşayan Kürt nüfusun önemli bir kısmı sistemle bütünleşmiş merkezi kentlere çok uzun süreler önce yerleşmiştir. Bölgede kalanlar ise Araplarla birlikte yaşamış ve ortak yaşam alanları yaratmayı başarmışlardır. Yüzlerce yıldır birlikte yaşayan halkların, milliyetçi reflekslerle birbirlerine kırdırılması girişiminde başarılı olunamayacaktır.

Ağırlıkla Türkiye’den göç eden Kürtlerin içinde yer aldığı PYD ve türevi örgütlerin, güdümlü siyasal tavırları Suriye halkında karşılık bulmayacak ve ABD, Barzani ve AKP iktidarıyla çıkılan yolda başarısız olunacaktır. Bilinmelidir ki Suriye’de Kürtlerle Kürt olmayanlar arasındaki doğal bir sınır yoktur. Kürt bölgesi ya da Arap bölgesi yoktur. Suriye halkı vardır.

Tek kurşun sıkmadan, hala pek çok yerinde Suriye ordusun bulunduğu coğrafyanın adını değiştirerek “ROJAVA” da devrim oldu demek, devrim kavramını bilmemekten öte, uydurmaktır. Devrilen olmadan, deviren olmadan “devrim” uydurmak, halkların birlikte yaşam iradesine müdahalede bulunmaktır. Suriye halklarını tanımamaktır. Suriye’nin yaşadığı tarihsel süreçten, fırsat yaratmaya ve devrim üretmeye çalışan milliyetçi refleksleri canlandırmaya çalışan hiçbir yaklaşım sonuç alamayacaktır. Suriye halkı tüm yaşayanlarıyla birlikte gerici ve emperyalist saldırılara karşı direnmekte ve adım adım zafere yürümektedir. Ülkenin %80’lik kısmını kontrol (14 kentten 13’ünü) eden Suriye ordu birlikleri ve sivil savunma birlikleri çok kısa sürede Türkiye sınırlarına dayanarak, saldırgan tüm güçlere tarihsel bir ders verecektir. Bir halk direniyorsa ve dört yıldır gerici ve emperyalist saldırılardan yılmadan devleti ve rejimi ile birlikte savaşıyorsa; bu halk kazanmış demektir. Başkaca her türden çaba beyhudedir.

Ömer Ödemiş
Odatv.com /09.11.2014