17 Ocak 2019 Perşembe

Joseph Nye: China, US not in 'cold war', but cooperative rivalry





Wang Xiaohui, editor-in-chief of China.org.cn, maked an exclusive interview with Political scientist Joseph S. Nye, on Jan. 10.

Joseph Nye, accepted as one of the most influential scholar in international relations and between American foreign policymaker’s, said these:

  • Some today are looking at China-U.S. relations through a Cold War lens, even labeling the two sides as "strategic adversaries.

  • Rather than focusing on the negative aspects of the two countries' current relationship, people should think cooperatively, as transnational challenges are impossible to resolve without cooperation. In the face of climate change, for example, No way can the U.S. solve that problem without working with China. No way can China solve that problem without working with the U.S. Noting the same is true when it comes to financial stability, dealing with pandemics, and other issues. So as we think about this, yes there will be tension, but there has to be cooperation.

  • ·     During the Cold War, there was almost no trade and no social relations. Today with China, we have obviously massive trade. And we have 370,000 Chinese students in the U.S. and millions of tourists going in both directions. This is not like the Cold War. And we should not use the language of cold war. I've called it a cooperative rivalry.

  • ·    China has been following a smart power strategy since the 17th CPC National Congress. The "economic miracle" of poverty eradication has far-reaching benefits.

  • ·     China has much to be proud of. If you look at what has happened in China, of raising hundreds of millions of people out of poverty, that's good for China. That's good for all of humanity.

  •      From 1978, when the reform and opening up policy was first adopted, to 2017, China has lifted 740 million people out of poverty, contributing more than 70 percent to global poverty alleviation work in the past 40 years.

  •    China should continue its effort in increasing its soft power, because China's hard power, economic and military, is growing. But if China can also increase its soft power of attractiveness, it makes that more acceptable to other countries.

  •     U.S. President Trump has damaged American soft power with his "America First" rhetoric, as well as his decision to drop out of the Paris climate accord and other international agreements. You can see this by public opinion polls. When you have a slogan like 'America First,' it makes everybody else feel second. So it may be a good slogan for American domestic opinion. It's a very bad slogan for international opinion. In contrast to Trump's "America First" policy, Chinese President Xi Jinping's concept of "building a community with a shared future for mankind" reflects a collaborative spirit required in today's global climate. President Xi's slogan is a way of illustrating that type of cooperation. It's something which is going to be essential for all mankind. I sometimes say that we have to learn not about power over others but power with others. The power with others.

  •    Source: China.org.cn




*Who is Joseph S. Nye ?

Joseph S. Nye is University Distinguished Service Professor and former dean of Harvard’s John F. Kennedy School of Government.


He has also worked in three government agencies. From 1977 to 1979, Nye served as Deputy to the Under Secretary of State for Security Assistance, Science and Technology and chaired the National Security Council Group on Nonproliferation of Nuclear Weapons. In recognition of his service, he received the highest Department of State commendation, the Distinguished Honor Award. In 1993 and 1994, he was chair of the National Intelligence Council, which coordinates intelligence estimates for the President. He was awarded the Intelligence Community’s Distinguished Service Medal. In 1994 and 1995, he served as Assistant Secretary of Defense for International Security Affairs, where he also won the Distinguished Service Medal with an Oak Leaf Cluster.

He serves on several non-profit boards: as co-chair (with Brent Scowcroft) of the Aspen Strategy Group, chair of the North American Group of the Trilateral Commission, a director of the Council on Foreign Relations, Chair of the Pacific Forum, and a trustee of the Center for Strategic and International Studies. He is also on advisory boards for TOTAL, Mitsubishi, and the Defense Department.

He has served as a director of the Institute for East-West Security Studies, a director of the International Institute for Strategic Studies, a member of the advisory committee of the Institute of International Economics, and the American representative on the United Nations Advisory Committee on Disarmament Affairs. He has been a trustee of Wells College and of Radcliffe College. He is the recipient of the Woodrow Wilson Award from Princeton University, the Charles Merriam Award from the American Political Science Association, and the Palmes Academiques from the French government.

İn 2014, he has been listed as the fifth most influential scholar in international relations and the most influential scholar on American foreign policymaker’s.

The top international-relations specialists in 2014

·         The scholars’ favorites

1- Alexander Wendt
2- Robert Keohane
3- James Fearon
4- John Mearsheimer
5- Joseph Nye
6- Robert Jervis
7- Martha Finnemore
8- Peter Katenstein

·         The policymakers’ favorites

1- Joseph Nye
2- Samuel Huntington
3- Henry Kissinger
4- Francis Fukuyama
5- Zbigniew Brzezinski
6- Robert Jervis
7- Thomas Schelling
8- Fareed Zakaria

He is the author of thirteen books and more than a hundred and fifty articles in professional and policy journals.




His most recent publications are The Powers to Lead (2008), Soft Power: The Means to Success in World Politics (2004), an anthology, Power in the Global Information Age (2004), a textbook Understanding International Conflict, The Power Game: A Washington Novel (2004), and in 2011 The Future of Power which The Economist called “rigorous and convincing”.



13 Ocak 2019 Pazar

Suriye, Araplar; Suriye'de Yeni Bir Dönem Başlıyor



Suriye’yi Arap Kucaklamasının Jeopolitiği

Suriye savaşında, Suriye, asla gerçek hedef olmadı. Suriye, şimdi açıkça ortaya çıktığı  gibi, İran ve Rusyaya karşı sadece bir savaş alanıydı ve hedef, bölgeyi Asya’nın içine doğru Suudi ve Amerikan yayılması amacıyla açık tutarak, Rusya ve İran’ın Ortadoğuda hem ekonomik hem de askeri olarak etki ve varlıklarını kesin olarak sonlandırmaktı. IŞİD, şimdilerde batı ana akım medyasında bile inanıldığı gibi, ABD tarafından sırf bu amaç için yaratılımıştır. Rusya ve İran, bu imal edilen ‘iç savaş’ın sınırlarını biliyordu ve bu nedenle, İran ve Rusya (İran Rusyadan epeyce erken katılmış olmakla birlikte) bunu engellemek amacıyla, şimdilerde oldukça başarıya ulaşmış görünen bir görevi gerçekleştirmek üzere olaya dahil oldular. Ve açıkcası Suriye, şimdi, kaotik 7 yıldan sonra yeniden ortaya çıkıyor. ABD birliklerini geri çekmeye karar verdi ve Arap devletleri, daha şimdiden, kürkçü dükkanına geri dönerek yavaş yavaş Suriyeyi kucaklamaya doğru ilerliyorlar ve tüm bunlar sadece tüm Suriye projesinin yenilgisini değil, aynı zamanda eski hasımlar arasında yeni bir rekabet türünün başlangıcını da işaret ediyor. Ancak bu kez, vekalet güçlerini ve silahları içeren bir savaş değil, Suriye’nin yeniden inşası üzerinden paranın tekrar hükmünü göstereceği bir savaş olacak.

ABD’nin Suriye’den çekilmesinin en önemli jeopolitik sonucu, Esad’ın evine gönderilmesine bel bağlayan Arap Devletleri’nin, şimdi, Suriye üzerinden İran ve Rusya’ya karşı savaşı daha uzun bir süre sürdüremeyeceklerini tam olarak kavramış olmalarıdır. Onların vekil milisleri zaten yenilgiyi kabul ettiler ve ABD’nin geri çekilmesi, İran’ı püskürtme meselesinin dolaylı ya da dolaysız herhangi bir askeri yöntemle desteklenemeyeceğine işaret ediyor; bu nedenle, Suriye ile kaybedilmiş olan bağların tekrar hızlı bir şekilde iyileştirilmesi gerekiyor. Arap devletleri’nin Suriye’yi adeta kucaklaması (Suriye’yi, 2019’da Arap Birliği’ne geri döndürme görüşmeleri bile söz konusu), bu devletlerin (BAE, Suudi Arabistan) yeni Suriye gerçeğini kabul ettikleri ve sadece uyum sağladıkları anlamına gelmiyor; iyi niyetleri işin görünen kısmı, dahası da var.

BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin Suriye oyununda kalmanın bir yolu olarak, ülkenin savaş sonrası yeniden yapılanması çabalarında sürekli bir rol üstlenmek emeliyle bir B planı uygulanmaktadır. BAE dışişleri bakanı Anwar Gargassh’ın söylediği gibi, “Suriye'deki Arapların rolü, İranlı ve Türkler’in bölgesel arzularına karşı daha gerekli hale geliyor” ve “BAE, bugün, Şam’daki varlığı ile bu rolü etkin kılmaya çabalıyor.” BAE’nin açıklamasından birkaç saat sonra, Bahreyn, Suriye ile “ilişkileri sürdürmek için çok istekli” olduklarını, “Arapların rolünü güçlendirmek istediklerini, Suriye’nin toprak bütünlüğünü, egemenliğini ve bağımsızlığını korumak için bu ilişkiyi tekrar canlandırmak ve işlerine bölgesel (Türkiye ve İran) müdahale riskini önlemek” istediklerini     söyleyerek, Şam'daki büyükelçiliğini yeniden açma niyetine işaret etti.

Suudi Arabistan doğrudan Suriye'ye yaklaşmasa da, ABD Başkanı, Suudilerin 100 milyon dolar vaadinde bulunarak Suriye yeniden inşasının faturasını ödemeyi kabul ettiklerini ifade etti. Bu bağlamda, Sudan devlet başkanı Ömer el-Beşir’in ziyareti, sadece Suriye’yi ziyaret eden ilk Arap lideri olması nedeniyle değil, aynı zamanda, Yemen’deki savaşta Suudi Arabistan’ın yakın bir müttefiği olan Beşir’in bölgedeki başlıca müttefiğine (Suudiler) danışmadan Suriye’yi ziyaret edemeyeceği düşünüldüğünde, Esad’a yeni bir dönemsel ilişkiye dair bir mesaj götürmekten başka bir amaca hizmet  ediyor olması açısından önemli.

Bu nedenle, (Sünni) Arap dünyasının Suriye’yi canı gönülden kucakladığına şüphe yok. Esad için, zamanında yönetiminin değişmez muhalifi olan ülkelerle uzlaşmak ille de olumsuz bir şey değil. Zaten, Arap dünyası ile uzlaşmaya dönük konuşmalarına, barışa yönelik resmi adımların duyurulmadığı daha Ekim 2018’de başlamıştı. Bir Kuveyt gazetesine verdiği röportajda, Esad, Arap devletleriyle ülkenin sivil savaşındaki düşmanlık yıllarından sonra ‘büyük mutabakat’tan söz etmişti. Ona göre, ülkenin yeniden yapılanmasında bir Arap rolü yaşamsal öneme sahip olabilir ve onlarla böyle bir yakınlaşma, Suriye’nin bölgesel çevredeki değişime uyum sağlamasına izin verecektir. Bu tutum, Esad'ın yakınlaşma ve Arap ülkelerinden fon kabul etme konusunda daha önce söylediklerinden tamamen farklı. O zamanlar, ülkenin onu yok etmek için çalışanlar tarafından yeniden inşa edilmemesi gerektiğini savunmuştu.

Bununla birlikte, İran için işler bu kadar kolay değil. Arap sermayesinin Suriye’ye girişi, kaçınılmaz olarak Suriye’nin, İran nüfuzunu açıkça etkisiz hale getirmeyi amaçlayan bu ülkelere daha fazla bel bağlaması anlamına gelecek. İran’ın açmazı, ağır ABD yaptırımlarıyla darbe yemiş olması, Suriye savaşında zaten milyarlar harcamış olması ve dolayısıyla Suriye’nin yeniden inşası için yeterli fonlara sahip olmaması. Hatta, Astana müttefiklerinin (iran, Türkiye ve Rusya) toplam finansal kapasitesi bile,  gereken 250- 400 milyar doların üzerindeki miktarı karşılamaya yeterli değil.

İran için diğer açmaz, o Arap devletleriyle olumlu ilişki kurmak istiyor olsa bile, BAE bakanının açıklamasının gösterdiği gibi, Arap devletlerinin farklı yollarla da olsa İran’a karşı ajandalarını hala sürdürüyor olmalarıdır. Bu ajandanın sürekliliği, Arap devletlerinin, potansiyel ABD çekilmesini güçlerini genişletmek ve ortaya çıkacak boşluğu hızla doldurmak için bir fırsat olarak değerlendirdiklerini gösteriyor. Aslında, yakınlaşma ve yeniden inşa fon haberlerinin ABD’nin çekilme haberleriyle aynı zamana rastlaması sadece bir tesadüf değil;  ABD aracılığıyla, bundan sonra Suriye’deki bölgesel oyunun bir parçası olarak kalmaları için Körfez Araplarına güvence vermek amacıyla bir Arap jandarma gücünün yerleştirildiği B planının bir parçası.

Müttefikleriyle olduğu kadar Suriye için de, zorlu konu, yeniden inşa sorununu Arap devletlerinin ülkenin siyasi yapıları üzerine çok fazla şey söylemelerine izin vermeden yönlendirmek olacaktır. Bu nedenle, ‘yeni işbirliği dönemi’ adı altında yeni bir jeopolitik satranç tahtası çizilmektedir. Suriye’de savaş bitmiş olabilir, ancak bölgesel rekabet henüz daha sona ermedi ve yeniden yapılandırmanın jeopolitiğini etkilemeye devam edecek.

04.01.2019-  Salman Rafi Sheikh 

Salman Rafi Sheikh, Pakistan’lı uluslararası ilişkiler araştırmacı analisti.

Çeviri: IŞIK

Makalenin Orijinali için Bakınız:

The Geo-politics of the ‘Arab Embrace’ of Syria



In the Syrian war, Syria was hardly the actual target ever. Syria, as it stands evidently exposed now, was only a battle-field against Iran and Russia, and the target was to end, once and for all, their influence and presence, both economic and military, in the Middle East to leave the region open for Saudi and American expansion further into Asia. ISIS, as is now believed even in the western mainstream media, was created for this very purpose by the US. Russia and Iran knew the contours of this manufactured ‘civil-war’, which is why they both got deeply involved in it, with Iran plunging fairly earlier than Russia, to defeat it, a task now fairly accomplished. Syria is now clearly resurging out of chaotic seven years. The US has decided to withdraw its troops, and the Arab states are already inching towards embracing Syria back to the fold—all of which not only signals the defeat of whole Syria-project, but also the beginning of a new sort of competition among the erstwhile rivals. Only this time, however, it would be a battle that wouldn’t involve proxy groups and arms, but money to regain influence through Syria re-construction.

The most important geo-political aftermath of US’ Syria withdrawal is that the Arab states, which were looking to ‘send Assad home’ have now fully realised that the war against Iran and Russia through Syria can no longer be fought militantly. Their proxy militias have already accepted defeat, and US withdrawal signals that the question of forcing an Iranian roll-back can’t be reinforced either by direct or indirect military means; hence, the speedy recovery of ‘lost-ties’ with Syria. That Arab states are simply embracing Syria—and there are even talks of having Syria back in the Arab League by 2019—doesn’t mean the Arab states—UAE, Saudi Arabia—have accepted the new Syrian reality and that they are only adapting; there is more to their good-will than meets the eye.

A plan B is being implemented on the hope that countries like UAE and Saudi Arabia have to play a substantive role in the post-war reconstruction efforts as a way to stay in the Syrian game. As the UAE’s minister for foreign affairs Anwar Gargash put it, “the Arab role in Syria is becoming more necessary against the regional Iranian and Turkish [ambitions]” and that “UAE today, through its presence in Damascus, seeks to activate this role.” A few hours after the UAE announcement, Bahrain signalled its intention to reopen its embassy in Damascus, saying that they are “anxious to continue relations” with Syria and want “to strengthen the Arab role and reactivate it to preserve the independence, sovereignty and territorial integrity of Syria and prevent the risk of regional [Turkish and Iranian] interference in its affairs”.

While Saudi Arabia hasn’t directly approached Syria, the US president said that the Saudis had agreed to foot the bill for Syrian reconstruction, pledging 100 million dollars. In the context, the visit of Sudan’s president, Omar al-Bashir, is significant not only because he is the first Arab leader to visit Syria, but also because Bashir, a close ally of Saudi Arabia in its war on Yemen, couldn’t have visited Syria without consulting its major regional ally (the Saudis), serving any purpose other than delivering a message to Assad about a ‘new era of cooperation.’

There is, therefore, no doubt that the (Sunni) Arab world is readily embracing Syria. For Assad, rapprochement with the countries that had been staunch opponents of his rule isn’t necessarily a negative thing. Assad had started talking about rapprochement with the Arab world as early as October 2018, when official steps towards reconciliation were yet to be announced. In an interview given to a Kuwaiti newspaper, Assad talked of ‘major understanding’ with Arab states after years of hostility over the country’s civil war. For him, an Arab role in the country’s reconstruction could be vital and that rapprochement with them would let Syria adapt the changing regional environment. This stance is completely different from what Assad had previously said about rapprochement and accepting funds from Arab countries. He had then argued that the country shouldn’t be rebuilt by those who worked to destroy it.

For Iran, however, things aren’t that straightforward. An inflow of Arab capital in Syria would inevitably imply increasing reliance of Syria on these countries, which are overtly seeking to roll-back Iranian influence. But the dilemma for Iran is that, having been hit by massive US sanctions and having already spent billions in the Syrian war, it doesn’t have enough funds to inject into Syrian reconstruction. Even the combined financial capacity of the Astana allies (Iran, Turkey and Russia) isn’t enough to meet the required amount of over US$ 250 to US$ 400 billion.

But another dilemma for Iran is that even if it wanted to engage positively with Arab states, the Arab states, as the UAE minister’s statement illustrates, are still pursuing their agenda vis-à-vis Iran, albeit through different means. The continuity of this agenda shows that the Arab states are taking potential US withdrawal as an opportunity to expand their power and quickly fill the vacuum. In fact, the fact that both rapprochement and the news of funds for reconstruction coincided with the news of US withdrawal isn’t just a coincidence; it is part of the plan B whereby the US is putting in an Arab constabulary force to make sure Gulf Arabs are part of the post-way Syria and stay in the regional game.

For Syria as well as its allies, the challenging question would be of navigating the re-construction dilemma without allowing the Arab states too much say in the political structures of the country. A new geo-political chessboard is thus being drawn in the name of ‘new era of co-operation’. As such, the war might be over in Syria, regional rivalry isn’t even remotely over yet, and that it will continue to inform the geo-politics of re-construction.

04.01.2019-  Salman Rafi Sheikh 

Salman Rafi Sheikh, research-analyst of International Relations and Pakistan’s foreign and domestic affairs, exclusively for the online magazine “


7 Ocak 2019 Pazartesi

Barzanicilerin PKK/PYD ile Rekabeti ve Sonuçları

ABD’nin Suriye’de askeri varlığını bitirmesi halinde PKK/PYD’nin varlığını sürdürmesi zordur. Örgütün uzun süre başarısızlığa mahkûm edilmesi yeniden toparlanmasını ve güçlenmesini neredeyse imkânsızlaştırır.

PKK/PYD ile Barzanici partiler arasında Kuzey Suriye üzerine amansız rekabet artarak sürüyor. PYD’den boşalacak alanlara girmek ve uzun vadede fiili durum yaratarak Kuzey Irak türü bir bölücülüğü ikame etmeyi uman I-KDP, Roj peşmergelerini koz olarak kullanıyor. Roj peşmergeleri hem sayı ve hem de askeri teçhizat bakımından YPG ile karşılaştırılamaz.

Zaten, PYD/YPG’de bunları bölgesinde istemiyor. Ancak, Barzanistancıların partisi ile peşmergeleri işe karıştırılırsa o zaman hava değişebilir! KDP peşmergeleri ve PKK/PYD’nin silahlı güçleri arasında fark yoktur; ikisi de Amerikancı ve ikisi de hain ve de bölücü.

ÖZERK YÖNETİM RÜYASI

Abdullah Öcalan 1990’lı yılların başında Bekaa’da verdiği derslerde “2000 yılına kadar bir parça vatan toprağına sahip olacağız” yönlü konuşmaları sıkça yapardı. Bu görüşleri yayın hayatına 1979 yılında illegal olarak başlayan ve ilk genel yayın yönetmenliğini Mazlum Doğan’ın yaptığı Serxwebun Dergisi’nde çarşaf çarşaf yayınlanırdı. Almanya’nın Düsseldorf kentinde yayın hayatını devam ettiren Serxwebun bölücü örgütün merkez yayın organıdır.

ABD emperyalizminin 2011 yılında Suriye’ye müdahalesinin ardından işgal edilen Kuzey Suriye’de, “Batı Kürdistan” olarak Rojava dedikleri oluşum PKK’yı derinden etkiledi. Nihayet ABD/İsrail bayrağı altında da olsa bir parça toprağa kavuşmuşlardı! Ayrıca, ismi cismi pek bilinmeyen PYD/YPG aniden alanda boy göstermeye başladı. Yarattığı IŞİD bahanesinin ardına sığınan Amerikan emperyalizmi hazır kuvvet olarak PKK’yı buldu. Gün geldi devran değişti ve PKK’nın güvendiği dağlara kar yağdı! ABD geri çekileceğini ilan edince örgüt çarpıldı ve donakaldı!

Öyle bir yere gelindi ki PKK/PYD dışındaki bölücü örgütler art arda açıklamalarda bulunarak, PKK/PYD’yi eleştiri yağmuruna tuttular. Düne kadar PYD/YPG övgücülüğünü kimseye bırakmayanlar ağız değiştirdi.

Basnews’te yer alan bir habere göre 10’un üzerinde Kürtçü parti ve örgütün yer aldığı Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi ENKS yetkilileri “ABD askerlerinin Suriye ve Rojava’dan çekilmesinin ardından Kürtlere ait özerk bir yönetimin kalmayacağını, çünkü YPG’nin Suriye ordusunun bir parçası haline geleceğini” belirtiyorlar. Suriye’nin kuzeyinde özerk bölge oluşmadı; işgalcilerin gölgesi altında PYD/YPG’nin kukla yönetimi oluşturuldu. Rojava dedikleri bölgeyi PKK/PYD değil ABD yönetti.

Irak’ta ki bölücüler Molla Mustafa Barzani döneminden beri her daim emperyalizme bel bağladılar ve ülkelerine ihanet ettiler. Son zamanlarda ön almaya çalışan Barzaniciler Suriye’de ABD askerlerinin Erbil’e taşınmalarından dolayı fazlaca umutlanıyorlar. PKK yerine I-KDP’nin önünün açılması önemli bir fırsat olarak görülüyor.

KDP-info’ya konuşan ENKS Diplomatik İlişkiler Sorumlusu Îbrahîm Biro “Ankara ve Moskova’da yaptıkları görüşmenin ardından Türkiye’nin Menbic’e gireceği ya da Suriye rejimine teslim edileceğini” söyledi. Biro sözlerine şöyle devam etti: “Bilindiği üzere YPG, Suriye rejimine çağrıda bulundu, demek ki Suriye ordusunun bir parçası olacak” ifadelerini kullandı. Son zamanlarda sıkça dile getirilen bu görüşün gerçeğe uygunluğu tartışılır. Suriye yönetimi PYD/YPG’nin tüm silahlarını teslim etmesini ve esas olarak örgütün lağvını istiyor.

Yine önemli gördüğümüz için KDP-İnfo’da yayınlanan haberden bir kesit daha veriyoruz. İbrahim Biro konuşmasında: “Türkiye’nin planına göre YPG’yi ilk aşamada Suriye’nin Arap bölgelerinden çıkarmayı hedeflediğini ve Suriye rejimi ile anlaşmaya varıldıktan sonra Rojava özerk yönetimi feshedilecek, YPG ve PKK Rojava’dan tamamen çıkarılacak. YPG savaş ve direnişten bahsediyor ancak Efrin’de olduğu gibi geri çekilecekler. Çünkü ne ABD ne de uluslararası koalisyon arkalarında değil” şeklinde konuştu.

BEŞAR ESAD DÜŞMANLIĞI

1998 yılında Kuzey Irak’a dönen I-KDP’nin ileri gelenlerinden Mesrur Barzani yaptığı son açıklamada Suriye yönetimini hedef aldı. Bir Amerikan misyoneri gibi konuşan Barzani Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a yönelik olarak ağır ithamlarda bulundu. Amerikan uşaklığı ikliminde büyüyen Barzani, Beşar Esad’a tıpkı Türkiye’de bazılarının dillerine pelesenk yaptıkları gibi “Esed” ve “Esed rejimi” diyerek kinini kusuyor.

Mesrur Barzani’nin bu hezeyanının bir sebebi var! Suriye medyasında Mesrur Barzani’nin Suriye’de teröristleri desteklediği ve Suriye’nin iç işlerine burnunu soktuğu, bu nedenle de teröristler listesine Mesrur Barzani’nin de eklendiği yazılmıştı. Bunun üzerine Kürdistan Bölgesi Güvenlik Konseyi, Suriye medyasında çıkan Mesrur Barzani hakkındaki haberleri sert bir dille eleştirerek, “Şoven, baskıcı ve Kürt karşıtı olan ve iktidarda kalması için teröristleri destekleyen bir rejimin terörden bahsetmesi kepazeliktir” denildi.

Suriye’nin bölünmesini açıktan açığa destekleyen ve bunu saklamayan Amerikancı ve İsrail’in Kuzey Irak’ta ki mutemetlerinden Mesrur Barzani’ye destek anlamında, Kürdistan Bölgesi Güvenlik Konseyi’nin yayınladığı bildiride: “Mesruru Barzani’nin Rojava’daki asil güçleri desteklemesi, Suriye rejimini en çok rahatsız ve sinirlendiren bir konudur.” denildi. Peki, kim bu “asil güçler?” Suriye rejimini rahatsız edenler tüm bölücüler değil midir ve bunların başında da PKK geliyorsa onunla aynı derecede Barzanistancılar da geliyor. Barzanistancılar, mazlum Suriye halkının yeminli düşmanları içinde yer alır.

PYD DİĞER KÜRTÇÜLERE BASKI UYGULUYOR

İster I-KDP olsun ister PKK olsun veya diğer bölücü örgütler tümü Türkiye düşmanlığında birleşirler. Hiç birinin programında, pratiklerinde birlik ve kardeşlik amacı yoktur. Suriye’de bulunan PYD ve diğer Kürtçü örgütler aynı siyasal çizgiye sahip olmasalar da ABD/İsrail dostluğunda birbirlerinden farkları yoktur. Hepsi sırtını ABD/İsrail’e dayamıştır.

ENKS yöneticileri her gün PKK/PYD üzerine açıklama yapmakta. ENKS bileşenlerinden Yekiti Partisi Siyasi Ofis Üyelerinden Abdullah Kedo geçenlerde yaptığı açıklamada PYD’lilerin diğer Kürtçü örgüt ve partilere baskı uyguladığını ve gençleri zorla silah altına aldığını söyledi. Bölgede büyük bir baskıya maruz kalan hakta da öfke büyümektedir.

PYD/YPG Kuzey Suriye’de halktan zorla haraç toplamakta, ahalinin evlerine girerek değerli eşyalarını gasp etmekte ve kendilerine bağlı kürtlerin dışındakilere aşırı baskı uygulamaktadır. İşi öyle bir kerteye getirdiler ki Yekiti Partisi’nin eski sekreteri İbrahim Biro’nun evine bile el koydular. Suriye Kürt Konseyi temsilcisi Fuat Aliko’nun evini basarak şiddet uyguladılar.

PKK, Türkiye’de de kurulduğundan bu yana hem Türk solu dedikleri örgütlere ve hem de diğer Kürtçü örgütlere saldırarak sayısız devrimciyi, ilericiyi katletmiştir. PYD/YPG’nin de aynı yolu izlemesi şaşırtıcı olmamıştır.

DERS ALMAK

PKK/PYD vakası bir kez daha göstermiştir ki; kendi halkına güvenmeden, birlikte yaşadığınız halklara sırt çevirerek ve emperyalizme dayanarak kurtuluş gerçekleşmez. Tarih tekerrürden ibaret değildir!

Türkiye’de, başta PKK/HDP olmak üzere Türkiye düşmanı örgütlerde ömür tüketenlere, destek verenlere sesleniyoruz; Şu veya bu nedenle oralarda olabilirsiniz. Zira o dönemin kendine özgü bazı haklı gerekçeleri de vardı! Ama artık tüm yaşananların ardından HDP vb partilerde kalmanın bir anlamı kalmamıştır. Tarihin gidişatının önüne takoz koyamazsınız! Rüzgâr ayrılıktan yana değil birlikten yana çok güçlü esiyor. Gelin el birliğiyle kardeşliği ilmek ilmek örelim.

PKK ve yan örgütlerinin deneyiminden çıkarılacak en büyük ders hiç kuşkusuz; ABD/İsrail haydut devletleri ölüme, birlik ve kardeşlik yaşama götürür tespitidir. ABD İsrail sizi uçuruma sürükler, Türkiye ise sizi bağrına basar.

MURAT İNCE
05.01.2019

Açıklama:

I-KDP: 


İran Kürdistan Demokrat Partisi (Kurdistan Democratic Party- Hizba Dêmokrata Kurdistanê-Îran )

İKDP, 1996 yılında Irak’ın kuzeyi Kürtler’in denetimine girince silahlı mücadeleyi bırakmıştı. Kürt liderler Celal Talabani ve Mesut Barzani tarafından bölgeye davet edilen İKDP, silahlı gücünü alarak Irak Kürt bölgesine yerleşmişti. 

Roj Peşmergeleri: Suriyeli Peşmergeler. Irak'ın Erbil ve Duhok kentindeki askeri kamplarda 2012 yılından bu yana eğitim gören Suriyeli Peşmergelerin sayısının yaklaşık 8 bin civarında olduğu biliniyor. IKBY (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde yer alıyor. Suriye'deki PYD/PKK tarafından eski IKBY Başkanı Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi'ne (KDP) yakın olmaları gerekçe gösterilerek ülkelerine sokulmayan Suriyeli Peşmergeler, DEAŞ saldırılarının başlamasıyla birlikte Musul vilayetiyle Irak-Suriye sınırı üzerindeki operasyonlara katılıyordu. Söz konusu Peşmergeler, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) bünyesindeki Suriye Kürt Ulusal Konseyinin (ENKS) silahlı gücü olarak da biliniyor. ABD'nin sayısı 8 bini bulan Roj Peşmergerlerini, TSK ile YPG arasında tampon yapmayı planladığı tahmin ediliyor.

Serxwebun: Bağımsızlık, istiklal

ENKS: Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi. Mesut Barzani’nin partisi KDP’nin desteğinde.