30 Haziran 2014 Pazartesi

EROL MANİSALI: Örtülü Koalisyon mu?

 
- Erdoğan’ın ABD ve AB desteği zayıflıyor, hatta yavaş yavaş yok olmaya doğru gidiyor. 

 - İhsanoğlu ise kazara seçilirse ABD ve AB’den destek artacak ve uzun
vadeye yayılacaktır.

 - Her ikisi de toplumda İslami düzenin ve yaşam tarzının iyice yerleşmesini istediklerine (hedef aldıklarına) göre durumlarını değerlendirmek gerekir.

- İkisi arasında “stratejik yaklaşımlarında ve hayata bakış açılarında” omurga yapısı aynıdır. Erdoğan 2003’ten bugüne kadar olan uygulamaları ile bunu, net bir biçimde ortaya koymuştur.

İhsanoğlu ise geçmişi ve aldığı görevler çerçevesinde İslami düzenin Arabi ağırlıklı yerleşmesi bakımından Erdoğan ile aynı çizgide bulunduğunu göstermiştir. Ayrıca 1980’li yıllarda kendisini doğrudan doğruya tanıma fırsatım olduğu için, bu özelliklerinin tanığıyım. 

 - Öyle anlaşılıyor ki CHP içindeki “bir grup” Kemal Bey’i ikna etme başarısını göstermişler. Kemal Bey, İhsanoğlu önerisiyle “Tayyiplerden birini seçmekten başka şansınız yok” seçeneklerini, AKP’ye (ve Erdoğan’a) alternatif olarak getirmiş oluyor. 

 Bir anlamda, Erdoğan’ın önüne kırmızı halı serilmiştir. Ancak önemli olan Türkiye’nin önüne serilen raylardır. Kemal Bey Türkiye’yi alternatifsizlik kapanına sokmuştur. Sunduğu şey biçimsel bir alternatif olabilir.
 
Stratejik baskıların sonuçları mı?

- İhsanoğlu’nun Erdoğan karşısında kazanma olasılığı zayıftır.

- Kılıçdaroğlu, İhsanoğlu’ndan daha fazla oy getirecek bir aday olanağı varken neden diğer yolu seçmiştir? 

 - Acaba “küresel stratejik hesaplar” ve baskılar mı Kemal Bey’i buna zorlamıştır? Yoksa kendisi, İhsanoğlu’nun Erdoğan karşısında en
şanslı aday olduğuna mı inandırılmıştır?”

 2011’de Bıçak Sırtı köşemde “Kürdistan için AKP-CHP koalisyonu gerekiyor” içerikli bir yazı yazmıştım. Okurlarım şaka yaptığımı sandılar. Acaba 2014’te bu noktaya mı gelindi? Batı da bu işi, tek başına AKP’nin (Erdoğan’ın) yürütemeyeceğine, yürütse bile Türkiye’nin iç dengelerinde ABD’nin (ve AB’nin) istemediği gelişmelerin
ortaya çıkacağına inanmış görünüyor.

Erdoğan ise bu hesaplar karşısında Meclis’ten alelacele “ek açılım ödünleri” geçirme yoluna girdi. 

 Bir tarafta Kemal Bey’in hiç beklenmeyen İhsanoğlu sürprizi; öte yanda Güneydoğu konusunda yeni hareketlenmeler “örtülü ve kavgalı bir Kemal Bey-Tayyip Bey koalisyonu” görünümü vermeye başladı. İhsanoğlu’nun Kemal Bey tarafından hiç beklenmedik bir biçimde ortaya çıkarılışı, “arkada, hiç tahmin edilmeyen” sürpriz gelişmelerin sinyallerini veriyor.

İhsanoğlu kazara kazanırsa, gelişmeler örtülü koalisyon çatısı altında yürütülecek. Erdoğan kazanırsa işler Güneydoğu’da biraz zorlanarak, iç sürtüşmelere yol açarak gidecek. 

 Ancak Erdoğan da kendi öngördüğü özel hesaplarını, otoriter bir düzen içinde sürdürmeye çalışacak. İşin
bu tarafı içerde de, Batı’da da yeni kurguların gündeme sokulmasına yol açıyor.

İhsanoğlu ise, “kim itti beni” dercesine birdenbire spotların altına
sürüklenivermiş bir figür.

  Öndeki kahramanlar Kemal Bey ve İhsanoğlu; ya arkadaki “isimsiz kahramanlar(!)” acaba kimler? 

 En hoşnut olanlar ise Kürdistan hesapları yapan milliyetçi Kürt liderler. Öyle ya hem Tayyip Bey, hem Kemal Bey açılımların derinleştirilmesi konusunda yarışa girmişler. 

 Kemal Bey’in hiç beklenmeyen adayı, hiç beklenmedik yeni gelişmeleri de getirecek gibi görünüyor. 

 Benim de kafamda beklenmedik bir adayım vardı; kim mi dersiniz, Sevgili Tarık Akan. Tayyip Bey karşısında şansı İhsan Bey’den kat kat yüksektir.
   
 
CUMHURİYET / 30 Haziran 2014 Pazartesi

24 Haziran 2014 Salı

MEHMET ALİ GÜLLER/ Erbil, Amman ve İstanbul toplantıları

mehmetaliguller
 
IŞİD'in Musul'u işgalinin ABD, AKP ve Barzani'yle ilişkili olduğunu belirten yazılar yazdık. Musul işgali şu koşullarda yaşanmıştı:
 
Irak'ın kuzeyinde 9 ay önce seçim olmuş, ancak henüz hükümet kurulamamıştı. Irak'ta 45 gün önce seçim olmuş, Başbakan Nuri el Maliki güçlenmiş ama henüz hükümet kurulamamıştı. Erdoğan ile Barzani, Maliki'ye karşı 50 yıllık "petrol kaçakçılığı" anlaşması yapmış ve bunu yasadışı yöntemlerle uygulamaya çalışıyordu. ABD, istemediği ama mecbur kaldığı Maliki'yi hizaya sokmak, burnunu sürtmek istiyordu.
 
Ve IŞİD'in Musul işgali geldi...
 
MALİKİ DÜŞMANLIĞINDA ORTAKLIK
 
İşgalle birlikte tüm aktörler, operasyonel kuvvetler, ABD'nin "taşeronlar koalisyonu" Irak Başbakanı Nuri el Maliki'yi hedef almaya başladı:
 
IŞİD Musul'u rahatça alsın diye güvenlik kuvvetlerine "Müdahale etmeyin" emri verdiler, IŞİD'in işgaline "devrim" dediler... Ama Maliki'yi mezhepçilikle suçladılar, Irak'ın iyi yönetilmediğini savundular, fırsattan yararlanıp Kerkük'ü işgal ettiler vs.
 
Hatta son olarak ABD Kongresi'nde, Cumhuriyetçiler ve Demokratlar, ancak Maliki'nin istifası halinde Irak'a yardım edilebileceğinde uzlaştılar!
 
Kaldı ki Los Angeles Times'ta yazdı: ABD Büyükelçisi Robert S. Beecroft ile Dışişleri Bakanlığı üst düzey yetkililerinden Brett McGurk, Maliki karşıtlarından Ahmet Çelebi ve Usame Nuceyfi ile görüştü. Yine Foxnews, Beyaz Saray yetkililerinin Maliki'yi istifa ettirmek için baskı yaptığını haber yaptı.
 
'ULUSAL GÜÇLER İTTİFAKI' ÇALIŞMASI
 
Gelin en iyisi ne anlatmak istediğimizi ortaya koyan bir haberi, daha doğrusu belgeyi inceleyelim.
 
IŞİD'in Musul'u işgalinden 15 gün önce, Irak El Kanun haber sitesi çok önemli bir operasyonu deşifre etti: Nuri el Maliki'nin yeniden başbakan seçilmesini önlemek için Erbil, Amman ve İstanbul'daki otellerde bazı gizli toplantılar yapılıyordu.
 
İlginçtir, tam da o günlerde Barzani, Maliki'nin yeniden başbakan olması halinde Irak'tan ayrılacakları tehdidini savuruyordu.
 
El Kanun'a göre Maliki'yi devirmeye çalışan bir lobi, Meclis'te "ulusal güçler ittifakı" adı altında muhalefeti birleştirmeye çalışıyordu.
 
Yine ilginçtir, benzer faaliyet daha önceki seçimde de yapılmış, hatta Ahmet Davutoğlu'nun da itiraf ettiği gibi Maliki karşıtı liste bizzat onun evinde düzenlenmişti!
 
Neyse, konuyu dağıtmayalım ve El Kanun'un haberine devam edelim.
 
MALİKİ KARŞITLARININ 4 HEDEFİ
 
Habere göre Maliki'yi devirme bloku, "ulusal güçler ittifakı"nın hedeflerini şöyle belirlemişti:
 
1) "Genel af yasası çıkarılması, BAAS'çıların temizlenmesi yasasının kaldırılması ve Tarık Haşimi ve Ahmed el-Ulvani gibi hakkında yargı kararı bulunan eski yetkililere yeniden görevler verilmesi.
 
2) "Kerkük'ün ve tartışmalı bölgelerin Kürdistan Bölgesi'ne bağlanması. Petrol kaçakçılığının sürdürülebilmesi için Irak merkezi hükümetinin, Kürdistan Bölgesi karşısında zayıf konumda tutulması.
 
3) "Birinci derecede Türkiye'nin lehine olacak şekilde Irak'taki ekonominin ve siyasetin kırılgan bir yapıda tutulması.
 
4) "Katar ve Suudi Arabistan'ın isteği doğrultusunda Irak'taki demografik gerçekliğe aykırı bir şekilde azınlıkların siyasi konumunun güçlendirilmesi." (YDH, 28 Mayıs 2014)
 
AKP'NİN ELİNDEKİ REHİNELER
 
IŞİD'in Musul'u işgal etmesinden sonra gelişen olaylarla, "Erbil, Amman ve İstanbul'da yapılan Maliki'yi devrime toplantılarının" hedefleri arasındaki benzerlikler ne kadar çarpıcı, değil mi?
 
Kerkük işgal edildi, kaçak petrol İsrail'e satıldı, Haşimi ortaya çıktı, Batı'da Irak'ın bölünmesi konuşuluyor vs.
 
Bağdat'ın somut istihbaratına dayanan El Kanun'un haberi ortaya koymaktadır ki, Musul işgalinin arkasında gerçekte ABD ve taşeronları var.
 
AKP'nin Suriye'de IŞİD'e verdiği destek ve Erdoğan'ın Barzani'yle petrol kaçakçılığı ortaklığı, Musul işgalindeki sorumluluğunun kanıtlarıdır.
 
Bu durumda IŞİD'in elindeki 95 yurttaşımız da gerçekte IŞİD'in değil, AKP'nin elinde rehindir!
 
AYDINLIK / Pazar, 22 Haziran 2014

MEHMET ALİ GÜLLER/ AKP'nin Musul taktikleri

mehmetaliguller
 
IŞİD önce 31 TIR şoförümüzü rehin aldı, 24 saat sonra da Musul Konsolosluğumuzu basarak, 49 yurttaşımızı rehin aldı. Hatta son olarak da 15 işçimizi...
 
Peki, tüm bu süreçte AKP Hükümeti nasıl bir kriz yönetimi izledi? Daha doğrusu Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve Hakan Fidan'dan oluşan Erdoğan rejimi nasıl bir çizgi izledi, hangi taktikleri üretti?
 
İnceleyelim:
 
IŞİD MASKELENDİ OPERASYON PERDELENDİ
 
1) Öncelikle IŞİD'e terörist denmekten kaçınıldı. Erdoğan, Davutoğlu ve bakanlık açıklamalarında "IŞİD mensupları" ifadesi kullanıldı.
 
Tepki çeken bu durum, AK Medya'da "ellerinde vatandaşlarımız varken terör örgütü diyemeyiz" diye maskelenmeye çalışıldı. IŞİD'in terör örgütü olmadığını kanıtlamaya çalışan TV programı bile yapıldı!
 
2) Ardından olayı neredeyse olmamış saymaya yöneldiler. Davutoğlu "Irak'ta kaos yok" derken, yardımcısı Naci Koru IŞİD'in elindeki yurttaşlarımızın "rehine" olmadığını açıkladı.
 
Nitekim Ak Medya'da da IŞİD kaynaklarına dayandırılarak "Türkler rehine değil misafirimiz" haberleri yapıldı.
 
3) Dahası Erdoğan Musul'da yaşananları "görmememizi, yazmamamızı, konuşmamamızı" istedi! Erdoğan'ın sözlerini emir sayan RTÜK, Musul baskını haberlerine yayın yasağı koydu!
 
4) Ardından Erdoğan rejimi, elindeki tüm medyayla topu Esad ve Maliki'ye atmaya yöneldi.
 
Esad'ı devirsin diye her türlü destek verdikleri IŞİD'in, Musul Konsolosluğumuzu basmasını Maliki'nin Irak'ı yönetememesine ve Esad'ın gizli desteğine bağlamaya çalıştılar! Hatta Maliki'nin IŞİD ve benzeri örgütler konusunda CIA'yı yanılttığını yazanlar bile oldu!
 
5) 31 TIR şoförümüz rehin alındıktan sonra bile Musul Konsolosluğu için harekete geçmeyen Davutoğlu, günler sonra Irak'ın en güneyindeki Basra Konsolosluğumuzu boşaltma kararı aldı!
 
6) Erdoğan rejimi, son olarak da El Nusra'yı terör örgütü listesinden çıkardı. Karar dünkü Resmi Gazete'de yayımlandı.
 
SUÇ ORTAKLIĞI BELGESİ
 
Peki, tüm bunlar ne anlama geliyor?
 
1) Yukarıda özetlediğimiz 6 maddelik Erdoğan taktikleri, aslında Erdoğan rejiminin IŞİD'in Musul baskınındaki rolünü ortaya koyuyor.
 
IŞİD, çok hedefli bir operasyonun aracı olarak Musul'da kullanıldı. Bunun en önemli kanıtı da Erdoğan'ın koruması altında yaşayan Tarık Haşimi'nin rolü ve Musul baskınını "devrim" olarak nitelemesidir. Diğer yandan Irak Başbakanı Nuri El Maliki'ye karşı darbede Haşimi'ye ortaklık yapanların açıklamaları da önemli bir kanıttır.
 
Hatta Vali Atil Nuceyfi'nin Musul baskını öncesinde güvenlik kuvvetlerine gönderdiği "müdahale etmeyin" genelgesi de önemli bir kanıttır. Nitekim Vali, anında Erbil'e kaçmıştır!
 
IŞİD'in Musul baskınıyla, KDP'nin Kerkük işgaline soyunması da AKP'nin içinde yer aldığı çok hedefli bir operasyonun sonucudur. Erdoğanların Bağdat'a ve Maliki'ye rağmen, Barzanilerle "petrol kaçakçılığına" soyunması, Musul operasyonuyla doğrudan ilgilidir.
 
Ve son tahlilde Erdoğan'ın eş başkanı olduğu ABD projesine göre Irak zaten üçe bölünmelidir! Erdoğan-Barzani ortaklığı ve IŞİD silahı bunun için vardır.
 
ERDOĞAN, CUMHURBAŞKANI OLAMAZ
 
2) Diğer yandan yukarıda özetlediğimiz 6 maddelik Erdoğan taktikleri, aynı zamanda Erdoğan'ın dar bir ekiple yönettiği Türk devletinin aciz durumda olduğunun bir göstergesidir.
12 yıl içinde Cumhuriyet'i ve Türk devletini yıkmışlardır. Kurumları en beceriksiz adamlara teslim etmişler ve devleti en sonunda terör örgütleriyle işbirliği yapar hale getirmişlerdir.
 
Türkiye, tüm komşularıyla düşman olmuş, terör ihraç eden bir ülke konumuna sürüklenmiştir.
 
Erdoğan'ın bir başbakan olarak ülkeyi getirdiği durum buyken, varın bir de onun cumhurbaşkanı olduğunu düşünün!
 
Türk milleti, sadece Türkiye'nin güvenliği için değil, bölgenin güvenliği için de Çankaya'yı Erdoğan'a ve benzerlerine kapatmalıdır!
 
AYDINLIK / Perşembe, 19 Haziran 2014

MEHMET ALİ GÜLLER/ Musul'u almak Diyarbakır'ı vermektir

mehmetaliguller
 
IŞİD'in Musul'u işgali, Musul fetihçilerinin iştahını açtı. AKP'den başlayarak kimi Sol Kemalist çevrelere kadar uzanan bir yelpazede yine "Musul'u almalıyız, Atatürk'ün vasiyetidir" fikirleri işlenmeye başladı.
 
Mustafa Kemal'in Cumhuriyet mirasına ve onu koruma vasiyetine değil de, Musul vasiyetine sahip çıkanlar kuşkusuz bizi şaşırtmıyor. Ama kimi Cumhuriyetçilerin, üstelik Özal'ı da referans göstererek "Musul'u almalıyız" demesi düşündürücüdür.
 
YALÇIN KÜÇÜK'ÜN TEZİ
 
AKP'nin "merkez" gazetesi Sabah da "Musul fetihçiliğine" soyunanlardan...
 
Ferhat Ünlü, dünkü "Ankara-Erbil ittifakı" başlıklı yazısını bu konuya ayırmış. Hem de Yalçın Küçük'ün "Musul'u almazsanız, Diyarbakır'ı verirsiniz" tezine sarılarak...
 
Yalçın Küçük bu tezini çok uzun bir zamandır savunuyor. Hatta Cemaat'in 2009'daki Abant toplantısını Erbil'de yapmasını da bu tezi doğrultusunda olumlu değerlendirmişti: "Eğer Musul'u almazsanız Diyarbakır'ı verirsiniz. Söylenenler, Musul ile Diyarbakır'ın birleşmesi yönünde bir ataktır. Fethullah Hoca taraftarlarının Erbil'de yapmış oldukları toplantı Musul'la Diyarbakır'ı birleştirmeye yöneliktir." (Odatv, 18 Şubat 2009)
 
'TÜRKİYE'Yİ KÜRTLERLE BÜYÜTME' YALANI
Ferhat Ünlü ise bu teze şu farkla sarılıyor: "Yalçın Küçük'ün Diyarbakır-Musul öngörüsü küçük ama önemli bir farkla gerçekleşti. Küçük, belki de eski devletin düşünsel kodlarını taşıdığı için Musul'un Kürtlere verilmemesi gerektiğini söylüyordu. Ama bugün Türkiye Musul'u alacaksa bunu ancak Kürtlerle yapabilir. Yani Türk-Kürt ittifakı tam anlamıyla gerçekleşirse Türkiye esneyerek büyür. Gerçekleşmezse Türkler de Kürtler de kaybeder."
 
Ünlü'nün bu söyledikleri, aslında Erdoğan'ın eşbaşkanlığında uygulanan ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin ana tezlerinden biridir: Ortadoğu haritası, Türk-Kürt ittifakı ile yeniden çizilecek!
 
AKP'nin Kürt Açılımı da, Suriye düşmanlığı da, Erbil'i Bağdat'tan koparmaya çalışması da hep bu nedenledir...
 
Ve bu nedenle de AKP sözcüleri uzunca bir süredir hep "Türkiye'yi Kürtlerle büyütmek" tezlerini işlemektedir.
 
IRAK VE SURİYE BÖLÜNEMEDİ
 
Bu tezler birkaç nedenle yanlıştır:
 
1) Bu tezin Yalçın Küçük versiyonu da, Özal versiyonu da, Erdoğan versiyonu da "Irak'ın bölüneceğini" esas almaktadır.
 
Ancak Irak (ve Suriye ile İran) bölünmemiştir, bölünmeyecektir. Hatta denilebilir ki Irak artık birlik yönünde ilerlemektedir. Dolayısıyla Yalçın Küçük'ün Musul'u Kürdo-Judaik'lere kaptırma endişesi gereksizleşmektedir.
 
2) "Türkiye'yi Kürtlerle büyütmek", ABD'nin "Türkiye himayesinde Kürdistan" planının bir başka adıdır.
 
Irak'ı işgal ederek kuzeyinde bir yapı kurmaya çalışan ABD, bu yapının ancak Türkiye tarafından himaye edildiği takdirde yaşayabileceğini saptamıştı.
 
3) "Türkiye'yi Kürtlerle büyütmek" pratikte Türk ve Kürt'ü, Fars ve Arap'la düşman yapmaktır! AKP iktidarında Türkiye'nin aynı anda hem İran'la, hem Irak'la ve hem de Suriye'yle düşman olması bu nedenledir.
 
Zira "Türkiye'yi Kürtlerle büyütmek" bu ülkelerdeki Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı coğrafyalara göz dikmektir.
 
4) Türkiye'de Kerkükçülük ve Musulculuk, gerçekte Türkçülük değildir. Nitekim AKP hükümetinin 12 yıllık iktidarı aynı zamanda Irak Türkmenlerinin unutulmasının tarihidir. Barzani, Erdoğan'la ortaklığına güvenerek Kerkük'ü işgal edebilmektedir.
 
MUSUL'U ALMAK TÜRKİYE'Yİ BÖLER
 
Bize göre ise Musul'u almak, Diyarbakır'ı vermektir!
 
Musul'u alan, daha doğrusu Erbil merkezli Kuzey Irak'la genişleyen bir Türkiye, hadi sürekli bölgede savaşmak zorunda kalacağı gerçeğini geçtik, ama bir süre sonra Diyarbakır merkezli olarak bölünecektir.
 
Irak, İran ve Suriye'deki Kürt çoğunluklu coğrafyaları Bağdat, Tahran ve Şam yönetimlerinden koparabilen bir Ankara, bu coğrafyalara gerçekte egemen olamayacaktır. Bu coğrafyalar, Diyarbakır merkezli olarak "Büyük Türkiye"den kopacaktır.
 
Bu durumda "Türkiye'yi Kürtlerle büyütme" hedefi de küçülmüş Türkiye ile sonuçlanacaktır!
O tehlikeyi gördüğümüz için de sık sık belirtiyoruz: Türkiye, İran, Irak ve Suriye'nin birliği, Kürt sorununa barış ve kardeşlik temelinde bir bölgesel çözüm getirecektir!
 
AYDINLIK / Pazartesi, 16 Haziran 2014

MEHMET ALİ GÜLLER/ Musul işgalinin sonuçları ne olur?

mehmetaliguller

Musul işgalinin 7 hedefi olduğunu yazmıştık dün. Ancak bu hedeflerin gerçekleşmeyeceğini de belirtmiştik.
 
Kuşkusuz sonuçları da olacak...
 
Bugün ABD'nin "taşeron koalisyonunun" IŞİD üzerinden yaptığı Musul hamlesinin Irak, Türkiye, bölge ve dünya dengeleri açısından sonuçlarını öngörmeye çalışacağız:
 
IRAK AÇISINDAN SONUÇLAR
 
IŞİD'in Musul'u işgali, merkezi yönetiminin güçlü olması gerektiği gerçeğini bir kez daha ortaya çıkardı. ABD'nin işgal rejimiyle ortaya çıkan özerk yapılı, zayıf merkezli Irak değişmeye ve yeniden bir milli devlet olmaya başlayacak.
 
Yani Irak'ın birliği gelişecek. Kaldı ki Nuri el Maliki "Irak'ın birliği" konusunda geride kalan 4 yılda önemli bir sınav verdi.
 
30 Nisan seçimlerinden de güçlenerek çıkan Maliki'nin "geniş tabanlı koalisyon hükümeti" kararı, bu birlik hedefini daha da pekiştirecektir.
 
Goran'ın, hatta KYB'nin bu hükümet içinde yer alma isteği, Barzani'yi yalnızlaştıracak ve "bağımsızlık" hedefini rafa kaldıracaktır.
 
Öte yandan IŞİD üzerinden hedeflenen Sünni-Şii eksenli bir çarpışma da gerçekleşmeyecektir. Nitekim Sünni aşiretler, IŞİD'e karşı Irak Ordusu'nu destekleme kararı almaya başladılar bile...
 
TÜRKİYE AÇISINDAN SONUÇLAR
 
AKP Hükümeti IŞİD'in Musul işgalinden sorumludur: hem ABD'nin "taşeron koalisyonunun" bir bileşeni olduğu için, hem de Suriye'de Esad'ı devirsin diye IŞİD'i desteklediği için...
 
IŞİD'in Musul'u işgali, ABD projesi içinde uygulanan dış politikamızın ne denli başarısız ve bölgeyi tehdit eder nitelikte olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Erdoğan rejimi, Türkiye'yi bölgede herkesle düşman yaptı.
 
Ancak yeni bir süreç başladı ve bunun Türkiye açısından ilk sonucu Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı, Ahmet Davutoğlu'nun Başbakan ve Hakan Fidan' ın Dışişleri Bakanı olamayacağıdır.
 
BÖLGE AÇISINDAN SONUÇLAR
 
ABD'nin Suriye'ye taşeronları aracılığıyla başlattığı savaş, bölgede bugüne kadar olmayan çok önemli bir gelişmeyi doğurmuştu. İlk defa İran, Irak ve Suriye yönetimleri bir hat oluşturmuştu!
 
Suriye'nin emperyalizme karşı direnişini de besleyen bu stratejik konumlanma, yeni süreçte daha da derinleşecektir. Hatta AKP Hükümeti'nden kurtulmayı başaracak bir Türkiye de bu hattın içine girecektir.
 
Bu durumun en önemli kazancı ise Kürt sorununa tüm halklar yararına getireceği bölgesel çözüm olacaktır!
 
ABD'nin taşeronlarından Suudi Arabistan ve Katar'ın bölgeye düşmanlık etkisi, yeni süreçte daha da zayıflayacak.
 
Öte yandan Mısır'da devrim rejiminin oturmaya başlamasıyla birlikte dengeler daha da bölge lehine kaymaya başlayacak.
 
İran'ın eli güçlenecek, İsrail'in eli zayıflayacak. El Fetih ile Hamas ortaklığını doğuran gelişmelerin çoğalması, Filistin konusunda yeni kazanımlar ortaya çıkaracak.
 
ABD AÇISINDAN SONUÇLAR
 
IŞİD'in Musul işgali, ABD açısından iki gerçeği ortaya çıkardı:
 
1) ABD'nin zayıflaması, hem NATO gibi silahlarını kullanamaz hale getiriyor, hem de AB gibi transatlantik ortaklarıyla ayrışmasını sağlıyor.
 
2) ABD ile Çin-Rusya bloku arasındaki dünya çapında kamplaşma daha da belirginleşiyor.
Özellikle son 2 yıldır, sorunlara müdahil olamayan bir ABD görüntüsü daha çok gözlenirken, Çin ve Rusya'nın sorunlu alanlarda daha aktif olduğu görülüyor. Bu tablo yeni süreçte pekişecek.
 
Bu durum ABD'deki "gerçekçiler" ile "müdahaleciler" arasındaki çarpışmayı daha da keskinleştirecek.
 
ABD STRATEJİK SAVUNMADA
 
Peki, sonuçlar neden ABD lehine olamıyor? "ABD'nin 'taşeron koalisyonu' 7 hedef için Musul hamlesi yaptı" diyorsak, bu hamleden neden ABD değil de bölge yararlanabiliyor?
 
Musul işgalinin ilk gününden beri dikkat çekiyoruz: Bu hamle, ABD'nin stratejik savunma içindeki bir taktik atağıdır; geri çekilmeyi engelleyebilmek içindir, mevzilerini koruyabilmek adınadır...
 
Dolayısıyla son tahlilde ABD savunmadadır, statükonun korunmasından yanadır ve adım adım güç erozyonuna uğramaktadır. Bu şartlarda kazanma şansı yoktur!

AYDINLIK / Pazar, 15 Haziran 2014

MEHMET ALİ GÜLLER/ Musul işgalinin 7 hedefi

mehmetaliguller
 
IŞİD'in Musul işgali, ABD'nin "taşeron koalisyonunun" geri çekilmeyi durdurabilmek adına yaptığı nafile hamlelerden biridir. Fakat çok bileşenlidir ve çok hedeflidir.
 
Önce bileşenleri, yani Ankara ve Erbil toplantıları da yapılan bu "taşeron koalisyonunun" parçalarını ortaya çıkaralım:
 
KOALİSYONUN BİLEŞENLERİ
 
1) Koalisyonun en önemli parçası AKP'dir, Erdoğan'dır.
Anımsarsınız, bu köşede Barrack Obama'nın West Point Harp Akademisi konuşmasını incelerken, Washington'un başta Türkiye olmak üzere dört ülkeye Suriye konusunda yardım yapacağını ilan ettiğine dikkat çekmiştik. Demek ki "eş başkan" görevi başındadır!
 
2) Irak'ın Sünni ayrılıkçıları.
Allawi, Haşimi ve Nuceyfi Erdoğanların Irak'taki en önemli ortaklarıdır. Nitekim Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bu isimlerin başında olduğu bir seçim listesini kendi evinde hazırladıklarını itiraf etmişti.
 
Bir diğer itiraf da dün Bülent Arınç'tan geldi. Arınç bir yanında Haşimi'nin, diğer yanında Nuceyfi'nin olduğu bir toplantıda, Irak seçimlerini ele aldıklarını anlattı.
 
Irak Meclis Başkanı olan Usame Nuceyfi'nin federalizmi savunduğunu ve yakın zamanda Türkiye'de AKP yetkilileriyle özel görüşmeler yaptığını anımsatalım. Kardeşi Musul Valisi Atil Nuceyfi'nin de IŞİD'in işgalindeki özel bir rol aldığını önemle belirtelim.
 
Haşimi ise zaten Irak'ta idamla yargılanmış ve kaçarak Erdoğan'a sığınmış biridir. İstanbul'da saklanan Haşimi, IŞİD'in Musul'u işgaline "devrim" demiştir!
 
3) Kürt örgütleri.
Musul hamlesinde KDP'nin başı çektiğini, PKK'nin ise pozisyonu gereği bu koalisyonun doğal parçası olduğunu belirtmeliyiz.
 
Talabani'nin partisi KYB'nin pozisyonu İran etkisi nedeniyle oynaklık gösteriyor. Son süreçte KYB bürolarına birçok intihar saldırısı düzenlenmesi de bu oynak tutumu nedeniyledir.
 
Diğer yandan Kuzey Irak seçimlerinde ikinci parti olan Goran Hareketi ise Maliki'nin kurmaya çalıştığı geniş tabanlı hükümet koalisyonunda yer almaya istekli göründüğü için konumu diğerlerinden farklıdır.
 
4) IŞİD ve benzeri örgütler.
Dün uzun uzun anlattığımız için üzerinde durmayacağız. Ancak ABD'nin bu tür örgütleri gerektiği zaman "terör örgütü listesine" bile dâhil ederek kullanabildiğini yeniden vurgulayalım!
 
Öte yandan Dışişleri Bakanlığı Konsolosluğumuzu işgal edenlerden "IŞİD mensupları" diye söz etmekte, Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç IŞİD'in Türkiye'yi hedef almadığını söylemekte ve hükümetin gazetesi Yeni Şafak "IŞİD bizimkileri rehin almadı, misafir ediyor" şeklinde haberler yapmaktadır! Önemlidir.
 
MUSUL HAMLESİNİN 7 HEDEFİ
 
Taşeron Koalisyonu'nun Musul işgali hamlesinin saptayabildiğimiz 7 hedefi vardır:
 
1) Suriye'de kaybeden ABD, Ukrayna cephesini açarak hamle üstünlüğü elde etmeye çalışmıştı ancak bunda da başarılı olamadı. Obama'nın son konuşmasından anlaşıldığına göre ABD yeniden Ortadoğu'da mevzi kazanmaya dönük hamleler yapacaktır. İşte IŞİD'in Musul hamlesi bunlardan biridir.
 
2) ABD açısından Suriye ile Irak içinde petrol bölgesi olan bir yayı sorunlu hale getirmek, yani Basra'dan Doğu Akdeniz'e uzanan İran, Irak, Suriye hattı içinde gedik açmak önemli bir jeopolitik kazanımdır.
 
3) Bu sorunlu bölgeye dayanarak Irak'ın Şii, Sünni ve Kürt bölgeleri olarak üçe bölünmesi kolaylaşacaktır.
 
4) Kerkük ve Musul'u bu hamleyle Bağdat'tan koparmak, "Türkiye himayesinde Kürdistan"ın önünü açacaktır. Böylece Erdoğan ile Barzani işbirliği, petrolden öteye geçecek, daha da ete kemiğe bürünecektir.
 
5) "Türkiye'yi Kürtlerle büyütme" adı altında Fars-Arap bloğuna karşı düşmanlık sürdürülecektir.
 
6) Türkiye Suriye'de Rojava'ya yani Suriye Kürdistanı'na razı edilecektir.
 
7) Washington için Maliki'nin ABD'den yardım istemek zorunda kalması önemli bir hedeftir. ABD, böylece "katlandığı" Maliki'yi bir parça hizaya sokabilecektir!
 
Ancak tüm bu hedeflerin gerçekleşme şansı yoktur. Dünya Atlantik merkezli değil, Asya merkezli dönmektedir ve ABD'nin bu hamleleri nihai sonucu değiştiremeyecektir.
 
AYDINLIK / Cumartesi, 14 Haziran 2014

MEHMET ALİ GÜLLER/ Hikmetyar’dan IŞİD’e

mehmetaliguller
 
Türk Konsolosluğu’nun basılmasından sonra Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan tüm açıklamalarda dikkat çeken bir ayrıntı vardı: Ahmet Davutoğlu’nun başında bulunduğu bakanlık, “IŞİD mensupları” diyor ve ısrarla “terörist” sıfatını kullanmıyordu.
 
AKP-IŞİD ilişkisi
 
Bu ayrıntı çok şey anlatıyor. En başta da, Suriye’de rejimi devirme operasyonunda AKP’nin terörist örgütlerle girdiği ilişkileri:
 
1) MİT TIR’ları IŞİD ve benzeri örgütlere silah yardımı götürüyordu. “Türkmenlere insani yardım” gerçek değildi. Zaten “insani yardım” olsa gizlenmez ve Kızılay’la ulaştırılırdı.
 
2) Konya-Adana hattında yakalanan roket parçaları, sarin gazı yapımında kullanılabilecek kimyasallar belgelidir.
 
3) Yaralanan IŞİD komutanlarının Hatay ve Kilis hastanelerinde tedavi edildiğinin fotoğrafları vardır.
 
4) Bosna’dan Afganistan’a kadar dünyanın pek çok yerinden IŞİD ve benzeri örgütler içerisinde Esad’a karşı savaşmak için gelen teröristler, AKP hükümetinin sağladığı imkânlarla Suriye’ye geçti. Ellerinde silahlarla sınırı geçip, sabah geri dönen teröristlerin görüntüleri internette bolca vardır.
 
5) ABD’li senatör Richard Black açık açık CIA’nın Libya’dan Türkiye’ye silah sevk ettiğini, MİT’in de bu silahları Türkiye’den Suriye’ye taşıdığını belirtmektedir. (Örneğin İskenderun Limanı’na terörist ve silah boşaltan Al Antisar gemisi). Black, her ay 250 İslamcı militanın CIA tarafından Türkiye’de eğitildiğini söylemektedir.
 
6) IŞİD, ele geçirdiği Suriye’nin Rakka şehrindeki petrolü, Türkiye’de satmaktadır.
 
IŞİD’in doğduğu şartlar
 
AKP-IŞİD ilişkisine dair daha pek çok kanıt var ancak yerimiz yok. Biz bu ilişkinin siyasi boyutuna odaklanalım:
 
1) IŞİD, 2006’da ABD’nin Irak’ı işgali koşullarında ortaya çıktı ve büyüdü.
 
2) IŞİD, Erdoğan hükümetinin Esad’ı devirme hedefinin bir parçası olarak Suriye’ye geçti ve büyüdü.
 
Son 1 yıldır ABD’den yükselen “cihatçı örgütlere silah gitmesin” lafları gerçekçi değildir. IŞİD ve benzeri cihatçı örgütler ABD’nin yarattığı siyasal iklimde ortaya çıkar, ABD’nin ihtiyaçları doğrultusunda iş yapar ve işi bitince de “terör örgütü” listesine alınarak postundan yararlanılır. ABD son olarak IŞİD’i AKP hükümetini Suriye’de PKK-PYD’ye mecbur etmenin bir aracı olarak kullanmaktadır.
 
CIA’nın SSCB’ye karşı Afganistan’da İslamcı Cihatçı yetiştirmesinden bu yana bu ilişki böyledir. Bu tür örgütler ABD’nin “ılımlı İslam” projesini uygulayabilmesinin de aracı yapılmıştır: Radikal İslam’ın panzehri, Ilımlı İslam olmuştur!
 
Erdoğan’ın kendisi de böyledir: ABD’nin Ilımlı İslam projesinin bir aracı olarak 2002’de iktidar yapılmıştır. Bu nedenle de çok övündüğü gibi “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı” olmuştur.
 
Böylece Hikmetyar’ın dizinin dibinde başlayan siyasi yolculuğu, Esad karşıtı cephede IŞİD’le buluşmasına kadar sürmüştür.
 
IŞİD hamlesi geri tepecek
 
Kimi AKP sözcülerinin bugün IŞİD hatta ABD karşıtı görüntülü açıklamaları aldatmacadır: IŞİD, projesini ABD’nin yaptığı, Erdoğan’ın liderliğine oturtulduğu, Şii hilal karşıtı Sünni eksen oluşturma hedefinin bir eseridir!
 
Ve Erdoğanların sürüldüğü “stratejik derinlikli” projelerin sonucu şudur: IŞİD Musul’u, Barzani de “IŞİD’e karşı savunacağım” bahanesiyle Kerkük’ü işgal etmiştir!
 
Stratejik hedef en başında olduğu gibi Irak’ı üçe bölmektir: 1) Bağdat’ı kapsayan, Basra merkezli Şii Arap bölgesi. 2) Musul’u kapsayan Felluce merkezli Sünni Arap bölgesi. 3) Kerkük’ü kapsayan Erbil merkezli Kürt bölgesi.
 
Ancak bu stratejik hedef Suriye’de Esad kayasına çarpmıştır. Bugünkü hamle, taktik bir hamledir: Kerkük-Musul petrolleri üzerinden Bağdat’ı sıkıştırma, Tahran-Bağdat-Şam eksenini bölme, Türkiye’yi Suriye’de Rojava’ya razı etme, Türkiye’yi Ortadoğu’da Fars ve Araplara karşı Kürtlerle zorunlu cephe kurmaya mecbur etme hamlesidir.
 
Ancak geri çekilme ve savunma içinde bir hamledir, başarı şansı yoktur. Hatta denilebilir ki bu zayıf hamlenin yenilgisi, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı, Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan ve Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı olma hayalini de noktalayacaktır!
 
AYDINLIK / Cuma, 13 Haziran 2014

MEHMET ALİ GÜLLER/ IŞİD'in Musul işgali ne anlama geliyor?

mehmetaliguller
 
Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü, önce Musul'u, ardından da Kerkük'ün güneyini aldı. Böylece "Cihatçı" örgüt, Suriye'deki Rakka'dan Irak'ın El Anbar ve Felluce hattına uzanan bölgenin hâkimi oldu. Örgütün bu hattın yukarısında, Gaziantep'ten Mardin'e uzanan dört sınır kapısını da kontrol ettiğini belirtelim.
 
Peki, bu tablo nasıl oluştu? IŞİD'in işgalleri ne anlama geliyor?
 
Önce olgulara bakalım:
 
IŞİD: Barzani bölgesine saldırmayız
 
1) IŞİD'in hem Suriye'de hem de Irak'ta yüklendiği bölgeler petrol bölgeleri!
 
Önce Musul, ardından da Kerkük'ün güneyini alan IŞİD'in hedefinde "cihat" yerine "Kerkük-Yumurtalık" hattı olduğu anlaşılıyor.
 
Ankara'nın Erbil'le, Bağdat'a rağmen 50 yıllık anlaşma yaptığı ve Irak petrolünü kaçak olarak satmaya çalıştığı bir süreçte bu hamlenin gelmesi önemli. Tabii şu olguyla birlikte...
 
2) Barzani'nin partisi KDP'nin Meclis Grup Başkanı Ümit Hoşnav, Musul'daki durumun Maliki'nin suçu olduğunu ve peşmergelerle IŞİD arasında bir çatışma istemediklerini açıkladı. Barzani'nin yayın organı Rudaw'a konuşan IŞİD sözcüsü de, Kürt bölgesine saldırı planları olmadığını açıkladı.
 
3) Bu arada Mesut Barzani'nin müsteşarı Kifah Mahmut, Bağdat'ın ABD'den yardım istemesini önerdi!
 
4) Bu noktada da ilginç bir tablo oluştu: Maliki uluslararası örgütlerden yardım istedi. Ancak Irak Meclis Başkanı Usame Nuceyfi, ABD'nin devreye girmesi gerektiğini savundu.
Şu notu da belirtelim: Nuceyfi Irak'ta federalizmi savunuyor ve Musul'dan hızla kaçan Vali de, Nuceyfi'nin kardeşi, Atil Nuceyfi'dir!
 
5) Bu arada Barzani ile IŞİD arasındaki saldırmazlık açıklamalarıyla birlikte şu ayrıntı da önem kazanıyor: Kerkük ve Tuzhurmatu'da Talabani'nin peşmergeleri var; Barzani'nin değil.
 
IŞİD'e karşı AKP-PKK birliği modeli
 
6) Bu arada PKK de "Güney Kürdistan"'ı savunmaya hazır olduklarını açıklayarak, arası bozuk olduğu KDP'ye el uzattı.
 
7) Türkiye'deki kimi Açılım sözcüleri de IŞİD'in Musul'u almasını fırsat bilerek, "IŞİD Suriye'de hem AKP hükümetinin hem de PKK-PYD'nin düşmanıdır; ortak düşmandır" özetli çıkışlar yaptılar.
 
Bu sözcüler, ABD'nin yeni Suriye planına oldukça uyumlular: Suriye'de cihatçı kılıklı IŞİD ve Nusra'ya karşı ABD-AKP-PKK cephesi oluşturulmaya çalışılıyor. Nusra'nın son olarak Ankara'nın terör örgütü listesine sokulması anlamlı.
 
Böylece ABD, IŞİD ve Nusra'yı çok maksatlı kullanmış olacak. Hatta Washington IŞİD'in Musul işgalini de, Irak Başbakanı Nuri El Maliki'yi biraz da hizaya sokabilmenin fırsatı olarak kullanmaya çalışacak.
 
Türkiye, Irak, Suriye ve İran ortaklığa mecbur
 
Kuşkusuz emperyalizmin projeleri üzerinden yürüyen bu tür işbirliği modelleri hem yıkılmaya, hem de bumerang etkisi görmeye mahkûmdur. AKP hükümeti sayesinde Türkiye de bunu yaşamıştır: Esad'ı devirsin diye MİT TIR'larıyla yardım gönderilen IŞİD şimdi Musul'da Türk TIR şoförlerini rehin almış oldu!
 
Bu, "stratejik derinlik" diye çıkılan Suriye macerasının önce "değerli yalnızlığa" şimdi de "çaresizliğe" dönüşmesidir.
 
Ancak Türk milleti açısından da derslerle doludur: Türkiye'nin, Irak'ın, Suriye'nin ve İran'ın siyasal birliği ile toprak bütünlüğü birbirine göbekten bağlıdır. Birinin aşınması, diğerini de etkiler. Birinin bölünmesi, diğerlerini de bölünmeye götürür.
 
Bu coğrafyada Türk, Fars, Arap ve Kürt halklarını barış içinde yaşatacak tek proje, emperyalizme karşı birlikte cephe kurma projesidir!
 
O cephenin önündeki en büyük engel ise sadece Türkiye için değil, Ortadoğu için de güvenlik sorunu olan AKP hükümetidir!
 
AYDINLIK / Perşembe, 12 Haziran 2014

23 Haziran 2014 Pazartesi

Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Erdoğan, Baykal, Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Gül, Ekmelettin ve Fethullah.


Belki de “Medine Dini” için “en doğrusu” diyebiliriz, içine işlemiş görünüyor. O dönemde “müslim” sözünü kullanmıyorduk, “Hacerli” tabir ediliyordu, Medine’de doğmakta olan bu dine karşı olan kadınlar, Peygamber’in kuzeni Hamza’nın cesedinin başına üşüştüler, kulaklarını kesip küpe yapmışlardı, yazmıştım, ve şimdi “Sözcü” yazıyor, ışid’ci teröristler öldürdükleri Şiilerin yüreklerini çıkarıp yiyorlar. Değişmiyor ve bu kadar değil, “Medine Anayasası” derler, var mı yok mu, bilmiyoruz, Batılı otoriteler “yok” yazıyorlar. Muhammedi dininin doğuş zamanında, Mekke ve Medine’yi ayrı kitaplara döken Profesör Watt “yok” yazanlar arasındadır. Öyle ki, biraz tehditle, biraz sıkıştırarak, zengin Hayber Yahudileri ile güya bir konvansiyon yapmışlar, “birlikte yönetim” vaat ediyorlar. Sonra teker teker hepsini yok ediyorlar; Deniz Baykal’a kurulan tuzak, Türkiye’yi birlikte yönetmek, “ben başbakan, sen Çankaya’da başkan” işte hepsi budur ve sanki Çengelköy Lokantası, Medine’den gelmedir. Erdoğan’ın iktidarı işte budur, temelinde tuzak var ve çöktüğünde, altından çıkma ihtimalini pek görmüyorum. Bu inceleme yazısını, çöküş sonrası için çıkarıyorum ve tutuyorum.

Şimdi üzerine hiç gidilmemesini ve bayraklarını savunma imkanı ellerinden koparılmış genç subayların titizlikle okumalarını ve yatak minderlerinin altında saklamalarını istiyorum. Bir gün mutlaka! Bu, inananların dilidir ve ayrıca benim kelamımdır. Hoş, kitap fuarı için gittiğim İzmir’de, Medineliler, İzmirlilere, hep “gavur” diyorlar ya, “Yahudi” kastediyorlar, bana hep “bu sözün de doğru çıktı” yollu çığırdılar ve umut ediyorum. Şimdi bunları, bu güvene de dayanarak, döküyorum.

BAYKAL HABER VERDİ

Geriye dönüp baktığımda, Deniz’e haksızlık yapmış olduğumuzu kabul ediyorum. Hem düşman haberler ve hem yakıştıramamaktan kaynaklanan bizim kızgınlığımız; veda ederken, 10 Mayıs 2010, “ama Pensilvanya’dan gelen mesajın samimiyetine inanıyorum” demişti. Bu acılı ve pek önemli saatte, Gülen’i aklına getirip samimi bulmasından çok rahatsız olmuştum, şimdi ifade ediyorum. Ancak bu araştırma için bütün metinleri tekrar ele aldığımda bundan hemen önceki ibarenin, “iktidarın samimiyetine inanmıyorum” sözünün, çok daha önemli olduğunu görebildim ki bize haber veriyordu. Sanki, bu işi kotaranın Erdoğan olduğunu biliyordu, emindi ve hatta, bizim, önceden “görmüş olduğuna” inanmamızı istiyordu. Şimdi “görmüştür”, diyebiliyorum; bu deyişimin, bir dönemin sonu olarak anlaşılmasını öneriyorum. Faşizan islamist bir dönem, ışid’cilerin, şeriat uygulamaları, yoksa, çok soğukkanlı siyasi cinayetler nedeniyle mi, sona eriyor, bunu takdirden aciz kalıyorum ve bırakıyorum. Belki ayırmak imkansızdır ve Deniz Baykal, işte o anda, “On beş On”, beşinci ayın onuncu gününde yıl onda, Erdoğan’a işaret ediyordu ve başka işaretler de var.
***
Arkadaştık, yollarımız ayrı, ben, galiba, çok uzun yıllar aradan sonra, veda konuşmasının ertesinde, aradım ve kısaca üzüntülerimi dillendirdim. Deniz, beni, Silivri’den tahliyeden bir gün sonra aradı, sevincini ve övgülerini ifade ediyordu; sevincini pek samimi ve övgülerini pek abartılı bulmuştum. Olcay, eşi, üniversitede dört yıl sınıf arkadaşımdı ve Deniz ile aynı sularda kürek çekerdik; o halde, bunları yazmanın bana düşmesinden tabii pek memnunum. Arkadaşız.

VARSA ASAR

Son sert ve televize karşılaşmamız, “olmayacak versus olamayacak” üzerine idi, arada sadece bir “a” var; 2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen önceki aylarda idik, karşılıklı atışıyorduk. Ben dört yıllık yüksek okul ya da üniversite diploması şarttır ve Erdoğan gösterememektir, diyordum. Diploma dediğimiz, herkesin evindedir, doktorlar ve avukatlar, yazıhanelerinin duvarlarına dahi asarlar, Erdoğan asamıyor ve böyle bir halde, “dört yıllık diploması vardır” diyenler, “yaranma” yolundadırlar. Ben bir de saralı olduğu ve muhtemelen rapor alıp yedek subaylık yapmadığını ileri sürüyordum; Erdoğan’ı, asteğmen olarak görenler bir yana, böyle bir fotoğrafını temaşa edenlere dahi rastlanmadığını tespiten hep söylüyordum. Mühürlü, çalıştığı yer yazılı ve damgalı bir asteğmen fotoğrafını hiç seyretmeden “yapmıştır” diyenleri de en azından hoş görünme heveslilerinden birisi sayıyordum. Biliyordum, kolay değildir, Erdoğan’ın bu tür “kıyakları” unutmayan bir beyni vardır; göreceksiniz ve görecekler; yoksa ilerde gösterirler, işin bu yanını, hiç ihmal etmiyordum. Ancak , şimdi bunu aşıyoruz, çünkü, Deniz Baykal bu kategorilere girmiyor ve sadece “aday olmayacak” diyordu ve çok net, rigoureux, konuşuyordu, inanamıyordum. Ve tutsak olduğunu bilmiyordum, türleri çoktur.

EFTALYA’DA BULUŞMA

Nedeni şudur, ne Eftalya Balıkçısı’ndaki buluşmadan haberimiz vardı ve ne de, burada Deniz Baykal’ın tuzak ile bir ahit, İbrani “brit”, yaptığını biliyorduk, ama şimdi artık pek malumattarız; kutuyu açan Zülfü Livaneli oldu ve şükranlarımı hep yazıyorum. Şimdi başkaları bir yana, bu brit, Erdoğan’ın her daim başbakan ve her daim eşi türbansız bir “reis”, ilk önce Baykal’ın reis-i cumhur, olacakları üzerindedir ve anlaştıklarından eminiz. Deniz, demek, anlaştığını ve bildiğini söylüyordu ve biz bilmiyorduk ve güya “her şeyi önceden anlayan” ben hiç anlamıyordum. Şimdi kendimden utanıyorum ve ilk defa çözmüş olsam da, bu ahmaklığı, kendime yakıştıramıyorum. Yakışmaz, yakışmaz ve kıvranıyorum.

TUTSAK LİDER

Tabii Deniz Baykal türünden legaliteye bağlı, temkinli, bir politikacının, siyasi yasaklı Erdoğan için, önce Meclis ve daha sonra başbakanlık kapılarını açmak üzere, anayasa dışına çıkması ve kanunları çiğneyerek erken seçim yapmasını anlamak zordu. Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Danıştay Başkanı Nuri Alan, tabii ben, şiddetle eleştiriyorduk. Etkisiz kaldık, başını almış gidiyordu ve şimdi biliyoruz, 2009 Temmuz ayına kadar Baykal sadece bir tutsaktır. Bir esirdir, 2007 seçimlerine girmedi, “seçim yapmadı” demek istiyorum ve Türkiye’yi, akıllarınca, şeriatçı ve akepeli Şark ile laik ve cehepeli Garp olarak ikiye böldüler. Baykal, bütün bunlardan sorumludur ve ömrü yeterse, mutlaka yargı karşısındadır. Arkadaşız, ama, bunu sığdıramayız.

ESARETİ KABUL ETMİŞ MUHALEFET

Bir islamik iktidar düşününüz, hile ile baskı ile, esareti kabul etmiş bir muhalefete sahiptir ve mhp ise yedektir, stepnedir, lideri Bahçeli, boş boş bağırdıktan sonra, akepe’nin önündeki bütün engelleri kaldıran adamdır. Erken seçimi, ki akepe içindi, yaptıran adamdır ve ki akepe’yeGül’lü bir cumhurbaşkanlığı hediye eden kimsedir, ve hâlâ buradadır ve buradayız.

ERDOĞAN’A ARMAĞAN

Hayır şuradayız, muhtemelen Karabulut ile Bahçeli tutsaktırlar. Demek siyasi tarihimizde artık “tutsak” kavramı var ve demek tutsaklar artık yüksek yerdedirler. Ve çok açıklayıcı bir kategoridir, Karabulut ile Bahçeli, bazen asıl lakabını seçiyorum, damat “Nadir” ile birlikte bir ibraniyet bağı çağrıştırıyor; Yahudi Nadir Aşireti, Hayber’in en zengini ve güçlüsüydüler, yok edildiler, artık’ları buraya kadar geldiler ve sürdürüyorum, E. İhsanoğlu’nun adaylığının, eninde-sonunda, Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürmek olduğunu bilecek durumdadırlar. Seçtikleri ve sürdürdükleri tutsaklıktır.

AKŞAM KONUŞMALARI

Lağıma mı medyaya mı düşmek, bazıları için, hangisi daha ağırdır, ve Yiğit Bulut’un bir zamanlar bana yakınlığı şimdi medyada ve çukurdadır. Bir parlak dönemi vardı, hem Bahçeli ve hem Baykal kapmak ve ikinci adam yapmak istiyordu; akşam yemeklerinde, birden aklına eser, ya birine, çok zaman ikisine gider, konuşur ve gelir, masada bana özetlerdi. Tayyip Erdoğan perişan bir halde, kimselerin görmemesi için, önce kilitlenmiş makam otomobilinde bekletilmiş, sonra bir sedye üzerine, bir kolu sarkar halde, Güven Hastanesi’ne yetiştirilmişti. Büyük bir nöbet geçirmişti ve Yiğit Bulut, Deniz Baykal’la konuşmuştu; Deniz, “artık bitmiştir” diyordu, heyecanlı, yemeğimize ve rakılarımıza devam ettiğimi hatırlıyorum. Yiğit, “bitti, bitti” deyu elini ovuyordu, ama, Baykal, sonra ağızına bile almadı, buna çok şaşırdığımızı hatırlıyorum. Esarettedir.

Ama bilmiyordum, bir, ağzında bir bal vardı, Cumhurbaşkanı’dır. İki, ağzı ballı, ama, eninde-sonunda, bir tutsaktır. Tutsak, tutsaklığını bilen adamdır. Tutsakların en iyisi, terbiyeli olanıdır.

GÜL CUMHURBAŞKANLIĞINDA

Peki, nasıl oldu, Tayyip Erdoğan ne oldu da çok istediği cumhurbaşkanlığını A. Gül’e verdi, bir küçük parantez ile, bunu, ele almak istiyorum. Tabii, benim, diplomasızlık ve muhtemelen saradan çürük raporlu olduğu yönündeki baskılarımı etkisiz sayamam, ancak başkaları da var. Bir, Gülen, Gül için baskı yapıyordu ve Nisan 2007 tarihinde, Washington’da, Erdoğan’ın başında tümör olduğunu duyurdu; dengesizliğe yol açtığı iddiası birliktedir. İki, hem askeri bildiri çıktı ve hem de Genelkurmay Başkanı Büyükanıt ile Dolmabahçe’de görüştüler. Büyükanıt, sara nöbeti nedeniyle ve hadiseli bir şekilde Güven Hastanesi’ne yatırılan Erdoğan’ı, yoğun bakımda, görmüştü, bunu kullandığını tahmin edebiliyoruz. Tek görendir ve gördüklerini güvenliği olarak saklamıştır ve Silivri’de tutuklu yaşamından uzak kalmasını aldığı tedbirlere bağlamak zorundayız.

Erdoğan cephesi, ültimatomları kabul etmek zorunda kaldılar ve boşalan Meclis Başkanlığı’na, eşi başı-açık olan Köksal Toptan’ı getirdiler. Ancak cumhurreisliği için, Gülen’in, Bülent Arınç aracılığıyla yürüttüğü baskıyı aşamadı ve türbanlı Gül, reis-i cumhur oldular. Burada, her zaman bir akepe yedeği olan ve Gülen’e pek yakın Bahçeli’nin kaba katkılarını da eklemek durumundayız.

***
Artık, D. Bahçeli’nin Gülen’in, bir pek yakın takipçisi olduğunu yazabiliyoruz. Bilimsel şüphemiz kalmamıştır.

***
Öyle görünüyor, bütünün daha rahat yazılabilmesi için, parantez içinde bir paranteze ihtiyaç çıkıyor, bir, Kemal Kılıçdaroğlu’nunFethullahi olduğu konusunda artık kesin açıklık var ve bunu ilk defa, 2010 anayasa referandumu sırasında tespit ile kamuya açıklamıştım. Ne zamandan beri öyledir, bilemiyorum, ancak, cehepe’de sorumluluk almasından öncedir ve öyle olduğu için cehepe’de yükselttiler ve cehepe’yi teslim ettiler. Bahçeli çok yakınıdır. İki, Kılıçdaroğlu’nu, cehepe içinde hep yukarı doğru iten Mustafa Özyürek olmuştur, arkadaşımızdır; biz kendi aramızda hep “Bahriyeli” diyorduk, “Denizci” anlamındadır ve Deniz’e yakınlığından yararlanmıştır. Bu arada modadır, Özyürek de bahriye’ye ihanet edenler arasına katıldılar. Üç, Ekmeleddinİhsanoğlu’nun elinden tutan ise A. Gül idi ve Gül, en azından Gülen yakınıdır ve İhsanoğlu’nu da adamı saymakta hiçbir sakınca görmüyorum. Dört, Kılıçdaroğlu, İhsanoğlu için “tanımıyorum” demiştir ki, tanıması gerekmiyor, çok önceden, Gülen tarafından seçildiğinden şüphe duyamayız. Derviş’in fikri olduğu ise fantezidir ve en fazla habercidir. Beş, Kılıçdaroğlu’nun aday tespiti için yaptığı geziler bir köy oyunudur, eğlenmiştir ve İhsanoğlu’nun babası, Cumhuriyet ve şapka kaçkını İhsan Efendi için bazı malumat “Çöküş” kitabımda mevcuttur. Altı, hem Kılıçdaroğlu ve hem de Bahçeli, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını istiyorlar ve ancak biraz “dayağa muhtaç” olduğunu düşünüyorlar. Ekmeleddin Hoca, sadece tokmaktır ve Erdoğan’ın dişini kırmak için bir vesile sayıyorlar. Parantezi kapatmış oluyorum.

Teknik açıdan benzer bir oyun, Ben-Gurion/Menderes Toplantısı olup, 1958 Ağustos ayını tarih sayabiliyoruz. Ben-Gurion uçağının kaza ile Ankara’ya zorunlu iniş yaptığı “yalanı” iki tarafça da kabul edilmiştir; görülürse kullanılmak üzere tertip edilmişti, gerek olmamıştır. Birincisi İsrael ve ikincisi Türkiye başbakanıydılar, iki tarafta da hiçbir açık bilgi yoktur. Yalnızca, Ankara’da yapılan gizli görüşmede, büyükelçilerin garsonluk yaptıklarını biliyoruz; bunları da bazı İsrael yayınlarından çıkarabiliyoruz.
Türkçe’de, Genelkurmay’da görev yapmış Amiral Sezai Orkunt’un iki-üç satırından başka hiçbir bilgiye sahip değiliz; böyle bir görüşme ve sonunda “brit”, hakkında tek resmi doğrulama budur. Bunu da, ne yazık ben çıkarmış bulunuyorum ve sonunda iki devlet bir birine bağlanmış oldular. Gizli bir ortaklıktır, diyebiliyorum. Türkiye-İsrael, bu gizli buluşmada bir imam nikahı kıydılar ve karı-koca oldular.

METRES İLİŞKİSİ

Bu Türk-İsraelBrit’i, 1958 tarihli, zamanla eskimişti ve Erbakan’ın başbakanlığında, 1996 yılında, Orgeneral Çevik Bir’in güçlü döneminde, yerine, ikincisi yapıldı; bunu, yine ben açıklamıştım; Erbakan Hükümeti’nden Şevket Kazan ısrarla reddettiler. Ben de dayattım, ve sonunda kabul ettiler. Yalnız, Erbakan’ın silah tehdidi karşısında kabul ettiğini söyleyenler de oldu, Nasuhi Güngör’ü hatırlıyorum. Gizli ve bir stratejik anlaşmadır, belli aralıklarla, iki devlet yöneticilerinin görüşmeleri ve ortak kararlar almaları taahhüdü vardır. İsrael ile bazı sorunlara karşın bugün de yürümektedir; demek ki, arada bir metres ilişkisi kurulmuştur, zaman zaman aynı yatağı paylaşıyoruz ve artık biliyoruz.

DOĞU-BATI PAYLAŞMASI

Baykal-Erdoğan Brit’ine göre ise, Livaneli’nin deyişi ile, ülke’yi, “sağı ve solu paylaşma kararını orada vermişlerdir”; Kürt yöreleri, şeriata ve akepe’ye bırakılmıştır ve cehepe, Doğu’dan çekilmişti. Bu kadar değil, ancak yakında cumhurbaşkanlığı alacağına inanan cehepe, Batı’da da cömert davranmış, Deniz Baykal kara çarşaf devrimini açmış, yardımcısı G. Tekin ise, her sokakta bir kuran kursu ilan etmiştir. İlaveten, akepe, bütün Türkiye’yi ve bu arada Batı’yı islamlaştırmada, aslında “şeriat” demek daha doğrudur, geri kalmamıştır. İhanetin özeti işte budur.

YIRTILAN BRİT

Devam ediyorum, Deniz Baykal’ın uyumu ve sabrı, bizim mahkemeler nedeniyle, sona erdi, bunu biliyoruz ve 1 Temmuz 2009 tarihli Hürriyet’ten anlıyoruz; Baykal’ın “benim sana güvenim yok” çıkışı, büyük hurufatla haber yapılmıştı, okuyabiliyoruz. Brit, yırtılmaktadır.

HEPİMİZİ ‘VERDİLER’

Tekrar ile başlayabiliyorum, Yüksek Komutanlar, bu davalara ortak oldular; Genelkurmay Başkanları Orgeneraller Büyükanıt ve Başbuğ, “darbe” ile suçlanan askeri zevatın, askeri mahkemelerde yargılanmalarının önünü kapattılar ve bir hukuki hakkı, akepe’ye hediye ettiler. Ben pek çok televizyonda buna karşı çıktım ve her iki orgenerali de, hak ettikleri ölçüde uyardım ve eleştirdim, ama, hepimizi “verdiler”. Askeri mahkemeleri kullanmamak, kanunlara aykırıydı ve ancak, Erdoğan, kanunla, askeri mahkemelerin alanını daraltma yoluna gitti. Fiili duruma bir hukukilik kazandırmaya çalışıyordu ve Deniz Baykal, işte burada, esarete isyan ediyordu ve artık reddetmektedir. Bir kuşkumuz görünmüyor.

MEDİNE KONVANSİYONU

Baykal, askeri mahkemeler yasası üzerinde, Erdoğan’a, “benim sana güvenim yok” derken asıl şunu söylüyordu ve ben buraya alıyorum: “Bu olayda bizim de kabahatimiz şudur; Meclis’in tatile girme kararı alınmış, kanun üzerinde bir mutabakat sağlanmış ve bir centilmenlik anlaşması yapılmış. Ama siz karşınızdaki insanların o mutabakata bir centilmen gibi sonuna kadar uyacağına güvenini gösterirseniz, yanlış yapmış olursunuz. Onların ne zaman ne yapacağı belli değil.” Baykal, bilmediği Medine Konvansiyonu’nu ve Hayber Yahudileri’ne yapılanları hatırlamış görünüyordu ve çok açık bir şekilde, “ben sana güvenmekle hata yaptım, Erdoğan, sana güven olmaz” diyordu ve “brit” artık bozulmuştur. İlanı var.

Bağırmalarına bakmayınız, yer yer son derece evhamlı ve vesveseli olan Erdoğan için bu fazla açık bir işarettir; artık aldatıldığından emin Baykal, Erdoğan’a çok büyük tehlikedir. Düşmanı yaralı bırakmak çok yanlıştır, böyle bir söz var ve bundan böyle Baykal’ın katli elzemdir. Kaset, yeterlidir ve Erdoğan, kasetin “servise konması” için zaman saymaktadır. 2009 Temmuz ayı ile 2010 Mayıs’ı arasında zamanın çok kısa olduğunu biliyoruz. Koydular.

KASET ORTADA

İşte yakın zamanda, bu kasetin yayına konma işinin, doğrudan doğruya Erdoğan’ın talimatıyla yapıldığına dair yeni kasetler bulundu, sözlü ve görüntülüdürler. Erdoğan artık zor durumdadır, savunmak zorundadır ve iğrenç kaseti, “ben yarım saatte internetten çektirdim” diyordu ve bu soruya Baykal’ın cevabı ise şudur: “Hem kasetin hazırlanması talimatını verebilir, hem kaseti servise sokturabilir hem de sureti haktan gözükmek, bu konudaki kirli tezgahın kendisiyle ilgili olmadığı izlenimini vermek için böyle konuşmuş olabilir”. Öyle anlıyoruz, Deniz Baykal, Tayyip Erdoğan’ın bu kasete dokunduğunu bilmektedir. Sanki, Eftalya’da, masanın bir yanında Erdoğan ve diğer yanında Baykal varlar, pis kaset masada ve ortadadır. Gözümüzün önüne getirebiliyoruz.

Hiç görmedim, böyle şeyleri, bu türden hiç bi-şi’yi, görmemek terbiyem var. Ancak iğrenç ve pis olduğunu biliyorum; pislik doğalarındadır.

YÜCE DİVAN DAVASI

Baykal’ın, 29 Mart 2014 tarihinde söyledikleri arasında iki nokta daha önemlidir, birisi şöyledir: “Öyle anlaşılıyor ki Türkiye’de saygıdeğer insanlara bunu göstermişler.” Gösterilen saygıdeğer insanlardan birisi Deniz Baykal mı, bu soruyu, formüle ediyor ve geri çekiyorum. Dahası, Oda davasından cürüm arkadaşımız B. Pehlivan, kasetin yeni sürüldüğü ve Baykal’ın istifa açıklamasını yaptığı gün çıkan yazısında, "CHP kulislerinde, gizli kamerayla gerçekleştirilen bu komplonun 8 yıl öncesine dayandığı konuşuluyor. Buna göre; komplonun yapılış tarihi, 2002 yılını işaret ediyor," demektedir. Demek, kaset, gizli yemek öncesi hazırdır. İkincisi şudur; bu, “siyasi değil ağır cezalık” bir meseledir. Ben ekliyorum, bu bir “Yüce Divan” davasıdır. Ve “bitti” diyorum.

TEK SEÇENEK

Bitmesine bitti, ama, bir soru çıkıyor ve kendisini zorlamaktadır: Karabulut Kemal, bu tuzağın neresindedir, hiçbir yerinde olmamasını diliyorum. Yalnız, eğer, Karabulut Kemal, hiçbir yerinde değilse, Deniz Baykal’ı aday göstermesi gerekirdi ve her açıdan temizlik için şarttır. Bunun için hâlâ zamanı mevcut; hâlâ cehepe’yi darağacından indirebilir ve yerine kendisini koymasını öneriyorum. İhsanoğlu’nu çekmeli ve Baykal’ı çıkarmalıdır; ve tabii intiharıdır ki önündeki tek seçenek işte budur.

İHANET İÇİNDE İHANET TARİHİ

Tekrarlayabiliyorum, Mustafa Özyürek’e, biz yakından tanıyanlar, “bahriyeli” diyorduk; Deniz Baykal’ın en gözü kara destekçisiydi ve şimdi önümde, “Tahta Bavulla Çıktım Yola” başlıklı, yeni çıkmış anıları duruyor. Sınıf arkadaşı Profesör Ergun Türkcan’ın taze hatıratı var, birlikte değerlendirmek istiyorum, burada çok çok kısa değinmek zorundayım. Fakülte’de, benden iki yıl küçüktüler, ancak ben Mustafa’yı, başkanı olduğum Fikir Klübü’nde yönetim kurulu üyesi olarak biliyorum. Yazmıyor, belki de yanılıyorum.

İçindekilerden, “Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye üye oluşu”, “Kılıçdaroğlu’nu grup başkanlığına öneriyorum” ve “Baykal aday olmayınca Kılçdaroğlu’nu destekliyorum” bölüm başlıkları yeterlidir. Elinden tutan ve her yere çıkaran, Profesör Ergun Türkcan’ın bu anılara göre, Özyürek’tir. Şunu da kaydetmekle yetiniyorum, Baykal’ın bir kararı olmadan, Kılıçdaroğlu’nu genel başkan olarak ilan ile gazetelere duyuran da bizim Bahriyeli arkadaşımızdır. Özetle Kemal Kılıçdaroğlu’nuncehepe genel başkanı yapılması Özyürek ile Aydın Doğan medyasının marifeti olmuştur ki burada bir şüphe görmüyorum. Peki “neden”, bu soruyla, bu ihanet içinde ihanet tarihini, bitirmek istiyorum.

***
Öyle anlaşılıyor, Özyürek, bu müthiş desteğini ikisinin de “hesap uzmanı” olmasına bağlıyor ve önemli bir bağ olduğunu söyleyemiyorum. Erdoğan’ın ilk maliye bakanı, Ünal Unakıtan ya da Kılıçdaroğlu’nun tekke ve zaviye hürriyeti isteyen, her açıdan gerici, dyp ve Abdüllatif Şener’in partisinden transfer edip milletvekili tayin ettiği Bülent Kuşoğlu da hesap uzmanıdır. Kılıçdaroğlu, öğrenciliğinde ülkücü Kuşoğlu’nu alıp milletvekili yapıyor ve öğrenciliğinde solcu olan Özyürek’i atıyor; öyleyse daha ikna edici açıklamalara ihtiyacımız var.

MİSYON İLE MONTE

Geçerken tekrar not ediyorum, hem Gülen ve hem Karabulut Kemal, İsrael’e yakındırlar. Kılıçdaroğlu’nun Sarıgül’ün belediye başkanlığı adaylığını, Washington’da açıkladığını ve bunu, İsrael’li büyük bir devlet adamının Karabulut’a bildirdiğini, daha önce, yazmıştım ve her hangi bir şekilde tekzibine rastlamamış bulunuyorum. Buna bir de, İhsanoğlu’nunA.Gül ile F. Gülen’in işaretleri üzerine seçildiği meselesinde artık hiçbir şüphe kalmamıştır, ekliyorum. O halde buraya bakmamız gerekiyor; Baykal’ı siyaseten katledenler, yerine Karabulut’u, bazen “Garbaçov Kemal” diyorum, seçerken bilerek bir iş yapıyorlardı ve bu bir “devam”, anlamındadır. O halde, Karabulut’un Ecevit’in Partisi’ne ve arkasından Baykal’ın yanına gelirken de tarikat bağı olduğunu düşünmek, durumundayım. Bir misyon ile cehepe’ye monte edilmiştir ve demek, her kriz bizi biraz daha aydınlatıyor. Buradayız.

ALEVİLİK İDDİASI

Bir, neden mi “Karabulut” yazıyorum, önce “alevi” olduğuna hiç inanmıyorum, pek çok nedenim var, bu arda yenidir, hiçbir “alevi” koyu sünni bir teşkilatın yöneticisi birisini, laisizm ve şapka kaçkını İhsan Efendi’nin oğlunu, cumhurbaşkanı adayı yapmaz, bu alfabedir. İki, “Kara”, karay dininin kurucusunu anlatmaktadır ve “Bulut” bu dinin kurucusu İbrani “Annan” adının Türkçe karşılığıdır, demek iki yanlıdır. Torunu “Duru” bir İbrani adı taşımaktadır. Özetle, hep Kırım göçmeni üzerinde duruyorum. Devamı var, ancak bu kadarı yetmektedir. Bitirmek istiyorum.

‘HESAP UZMANLIĞI’ YERİNE

Üç, sevgili Arkadaşımız Mustafa, Sünter Arat ya da Sunter Arad ile evlenmişlerdir. Eşlerinin hem adları ve hem soyadları İbrani’dir, sözlüklerimizde bulabiliyoruz. Dört, iki kızları var, yurt dışında doktor olmuşlar, orada evlenmişler, ve akademik kariyerde olup ülke dışında yaşıyorlar, saadet ve refah diliyorum. Beş, kızlarımızdan birisi “Esra” adındadır ve Esra Hanım’ın doktorası, ben bazen öyle yazıyorum, dışardaki, doktoraların bazıları bizim bakkal mektebinde verilenlerden daha kötüdür; Esra Hanım’ı okudum, daha kötüsünü düşünemiyorum. Altı, bir süre Türkiye’de bulunmuştur ve “akepeli tavsif edilmiştir ki doğru bir belirlemedir. Cumhuriyet’i, en kibar deyişle, sevmemektedir. Yedi, Esra Hanım, yurt dışında “ezra” adını kullanıyor ki, İbraniler böyle yapıyorlar. Sekiz, Türkiye’de, Yahudi kurallarına uygun bir törenle evlenmişlerdir. Mutluluklar temenni ediyorum.

***
Tekrar, bir, anılarına “Tahta Bavulla Çıktım Yola” başlığını uygun gören, bizim Bahriyeli Mustafa’nın damatları Marc David Baer, “The Dönme”, Stanford UniversityPress, 2010, kitabının yazarıdır ve ben “dönme” yerine “sabetayist” desem de, beni izlemektedir. Damat ve Profesör Baer, “Althoughthere is noevidencethat Mustafa Kemal Atatürk had anyJewishancestors, he wasconsideredtohavelaunched a state on behalf of secretJews” demektedir. Bu da, ataları ile ilgili bir kanıta sahip değiliz, ancak gizli Yahudiler için bir devlet kurduğuna inanılmaktadır, anlamındadır. Damat Profesör, Yahudilik iddiaları ile karşılaşan, Lenin ve Atatürk türü liderlerin soy ağaçlarıyla ilgili bilgi ve kaynakları örtbas, suppress, ettiklerini de eklemektedir. İnandığı izlenimini ediniyoruz.

İki, Profesör Baer’in kitabı, “Doğan Kitap” tarafından “Selanikli Dönmeler” adıyla, Türkçe yayınlanmış haldedir ve işaret ettiğim paragrafın çevirisini 140’ıncı sayfada bulabiliyoruz. Anlaşılır bir çeviri ve “tahrifat yoktur” demek istiyorum.

Mustafa Özyürek’in “Tahta Bavulla Çıktım Yola” çalışmasına, oldukça kuru ve hatta “taşra işi” bir anı diyebiliriz ve ancak yine Doğan’ın yayınıdır. Hizmetlerinin karşılığı, sayabiliyoruz.
Burada duruyorum, ve bu bağlantıları, “hesap uzmanlığı” ipliği yerine koyuyorum. Gerçekten sona gelmiş durumdayım.

ERDOĞAN’A SARILMA

Gülen’e yakınlıkları bir yana, hem Kılıçdaroğlu ve hem Bahçeli, Erdoğan’a muhtaçtırlar. Erdoğan’ın biriktirdiği “nefret”, her ikisini de oldukları yerde tutabiliyor; muhalefet eder görünüp, Erdoğan’a, sarılıyorlar. İhsanoğlu’nun adaylığı, tam sarılmadır.

MISIR’DAN İTHAL

Danıştay’daki skandalı, 11 Mayıs 2014 tarihli Yurt, “Çankaya’ya değil Bakırköy’e!” büyük başlığı ile duyurmuştu ve Kılıçdaroğlu da, “Danıştay’ın 146. yılını kutlama töreninde ortaya çıkan tablo, devlet yönetme ehliyetini kaybetmiş birinin tutum ve davranışının topluma yansımasıdır” diyordu ki bunu ağır bir sara nöbeti olarak anlayabiliyoruz. Sonra vazgeçtiler ve hep bir ağızdan “öfkeli” adam dediler. Erdoğan’da gördükleri tek kusur işte budur ve çare, aynı türün, sakin ve terbiyeli olanını bulmaktır ve buldular. Buldukları bir sünniefendi’dir ve Mısır’dan ithal ettiler.

ADAYLIK KAPISI

Diğer yandan MHP’den Profesör Halaçoğlu, Erdoğan’ın, dört yıllık bir yüksek okul ve/veya üniversite diploması olmadığını açıkladı ve önce bunda ısrar ettiler. Erdoğan’a adaylık kapısını kapatıyordu ve ancak, birden bire Profesör Halaçoğlu’nun dilini kestiler, artık konuşamıyor. Bahçeli’nin çatı turlarına çıkışı bundan sonradır.

POLİTİKANIN SONU

Siyasi katliamlar, son derece sığ karşıtlıklar, temelde birbirine yakınlıklar ile Medine’deyiz. Her seçimde CHP, daha çok AKP olmaktadır. Partilerin birbirine bu kadar yakınlaşmasına, aynılaşmasına, “theend of politics” diyebiliyoruz, politika’nınsonu’nu yakalamış haldeyiz. Dünyamızın sonudur.
***
Türkiye’nin politika’ya ve ülkenin parti’ye en çok muhtaç olduğu bir zamandayız. Ne kadar hızlı ve o kadar çabuk; çıkarabildiğim sonuç budur.

Yalçın Küçük
Odatv.com
23.06.2014