31 Mart 2016 Perşembe

PYD federasyon ilan etti




Terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD, Suriye’nin kuzeyinde kontrolünde tuttuğu bölgelerde federasyon ilan ettiğini duyurdu.Yerel kaynaklardan alınan bilgiye göre, PYD, Haseke’nin kuzeydoğusundaki Rümeylan ilçesinde düzenlediği 2 günlük toplantının sonunda Suriye’nin kuzeyinde federasyon ilan etti. Toplantıya örgütün kontrolündeki Afrin, Ayn el Arap (Kobani) ve Haseke “kanton”larından yaklaşık 150 kişilik delegasyon katıldı. “Demokratik Suriye Konseyi”ne dahil oluşumlar federasyon ilanına imza attı.

‘BÖLÜNMEYE İZİN VEREMEYİZ’

Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın desteklediği muhaliflerin kurduğu Müzakere Yüksek Komitesi (MYK) ile hareket eden Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) ise PYD’nin dayattığı “kanton” sistemini kabul etmedikleri için toplantıya katılmadı.

Öte yandan Suriye Dışişleri Bakanlığı yaptığı yazılı açıklamada federasyon ilanına karşı çıkarak, bunun Suriye’nin toprak bütünlüğüne zarar vereceğini belirtti. Suriye’nin resmi haber ajansı SANA’da yer alan açıklamada şu ifadelere yer verildi: PYD, sözde Suriye halkına dost ülkelerin de desteğini alarak federasyon ilan edip bölücülük projelerini gerçekleştirmek istemektedir.Suriye devletinin yönetim biçimine ve anayasa düzenine bir grup terörist ve karanlık güçler değil, halk karar verecektir. Kuzey Suriye halkının büyük çoğunluğunu temsil eden birliğimiz, ülkemizin bölünmesine ve bölmek isteyenlere tüm gücümüzle karşı çıkacaktır.”

ANKARA KARŞI ÇIKTI

Türkiye’ de Federasyon ilanına tepki göstererek kabul edilemez olduğunu belirtti. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, önceki gün yaptığı basın toplantısında Suriye’de tek taraflı ilan edilen hiçbir özerk ya da yarı özerk bölgeyi tanımayacaklarının altını çizmişti. Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilci Yardımcısı Remzi Ezzeldin Remzi de konuya ilişkin “BM’nin bu konudaki pozisyonu net. Konuştuğumuz bütün Suriyeliler toprak bütünlüğünün önemini vurguluyor. Suriye’nin gelecekteki yapısına Suriyelilerin kendisi karar verecek” ifadelerini kullandı.


Aydınlık / 18.03.2016

8 yıl önce TAK!..


Ankara’da 35 kişinin ölümüyle sonuçlanan intihar saldırısını da beklendiği gibi PKK’nın yan kollarından “TAK” üstlendi?.. Peki, nedir bu TAK?.. Kim, nasıl kurdu, nasıl yönetiliyor, amacı nedir ve en önemlisi de neden durdurulamıyor?..

Bu soruların yanıtını aslında yıllar önce vermiştik... Madem TAK adlı terör hücresi yine gündemde, o halde örgütün nasıl yapılandırıldığına dikkat çeken 15 Ocak 2008’deki yazımızda yer alan çok düşündürücü bilgileri anımsatmakta yarar var...

Çünkü 2003’te kurulan ancak 2008’de vahşete varan eylemlerle ortaya çıkan TAK, o yıllarda İstanbul’da otobüslere yönelik molotoflu ve bombalı saldırılarda 3 kişiyi katletmişti... İşte 8 yıl önceki saptamalarımız;

“(Teyrebazen Azadiya Kürdistan) ‘Kürdistan Özgürlük Şahinleri’ (TAK), örgüt içinde ‘Kürt İntikam Tugayı’ olarak tanımlanıyor... PKK’nın bu şehir birimi büyük kentlerde bombalama ve sokak eylemlerini yönlendiriyor. PKK’nın 1 milyon dolarlık harcamayla yapılandırdığı örgüt, bombalı saldırıların yanı sıra kundaklama ve kışkırtma eylemlerini de organize ediyor... Örgütün sitesinde bomba yapımı tüm detaylarıyla anlatılıyor. Kuzey Irak’tan getirilen A-4 patlayıcılarla başta İstanbul olmak üzere büyük kentler ve turizm merkezlerinde bombalı saldırılar gerçekleştiren TAK militanları, Güneydoğu illerindeki intifada eylemlerini İstanbul’a yaymak için birimler oluşturuyor, harekete geçiriyor...”

Eski PKK’lılar...

Peki, TAK nasıl yapılandı, arkasında ve bünyesinde kimler var?.. Bakınız, 2008’de bu konuda neler yazmışız;

TAK aslında eski PKK’lılardan oluşuyor... Örgüt üyeleri TAK’ı kurmak için PKK’dan 1.5 yıl önce ayrıldıklarını itiraf ediyor. Örgütün sitelerinde, eylem yöntemleri ve bomba yapımı tüm detaylarıyla anlatılıyor, eylemler üstleniliyor, hedefler sıralanıyor. PKK’nın Kandil Dağı’ndaki yöneticilerinden Murat Karayılan, büyük kentlerde sivillere yönelik saldırı planlarında sorumluluğu üstlenmemek adına, TAK militanlarının örgüte bağlı bir grup olduğu konusundaki saptamaları her defasında ısrarla reddediyor. Ancak PKK’dan koparak (Partiya Welatparezen Demokraten Kürdistan)- ‘Kürdistan Yurtsever Demokrat Parti’yi (PWD) kuranlar, TAK’ın nasıl ortaya çıktığı konusunda ilginç iddialar sıralıyor...”


Terör dalgası!..

8 yıl önceki TAK anlatımındaki bilgiler yukarıdakilerle de sınırlı değil... Çünkü PKK’dan ayrılarak başka bir örgütte yapılanan eski militanların şaşırtıcı bilgilerini de sıralamıştık o yazıda... İşte o sarsıcı detaylar;

PKK’nın ölüm listesinde olan ve örgüt içinde uzun süre faaliyet gösteren PWD yöneticisi Hıdır Sarıkaya, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının ardından ‘Kürt İntikam Tugayı’ olarak da adlandırılan ‘özel bir terörist grup kurulduğunu, başına da Nasır adlı militanın getirildiğini’ söylüyor. Nasır’ın 2 ay sonra görevi bırakması üzerine kendisinin Kandil’e çağrıldığını belirten Sarıkaya, o günleri şöyle anlatıyor:

‘Kandil’de Osman Öcalan ve Cuma (Cemil Bayık) ile konuştum. Bana, tamamen terör dalgası yaratacak özel bir terörist güç kurduklarını söylediler. Bunun PKK’dan bağımsız bir güç olacağını ve sadece Cuma ile ilişki içinde, sonsuz yetkili olacağını ifade ettiler. Bu grup için ayrılan ödenek 1 milyon dolardı. Bu gücün komutasını da bana vermek istediler. Ben üstlenmeyeceğim eylemi yapmayacağımı, eylem yapmayan ama istihbarat toplayan bir örgütün daha çok gerekli olduğunu söyledim. Bu terör grubunun başında olmayı esasta Cemal (Murat Karayılan) istemişti. Çünkü ‘vur ama üslenme’ tarzı ona uygundu. Ancak herhalde siyasal kaygılarla bu görev ona verilmemişti. Daha sonra 2003 Ağustos’u sonundaki askeri konsey toplantısında Cemal, ‘yaptığımız öneri kabul edildi ve TAK kuruldu’ dedi.”

Hayalet örgüt!..

TAK’la ilgili detaylı bilgiler verdiğimiz 8 yıl önceki inceleme yazısında, eski PKK’lı Hıdır Sarıkaya’nın çarpıcı başka açıklamalarını da yansıtmıştık... İşte o günlerde, devletin ne yazık ki dikkate almadığı ayrıntılar;

TAK’ın PKK dışındaymış gibi gösterildiğine dikkat çeken Sarıkaya, bu birimle ilgili tutanakların KONGRA GEL arşivinde olduğunu söylüyor... Sarıkaya, TAK’ın eylemlerini ‘Abbas’ (Duran Kalkan) ve Cemil Bayık’ın onayladığını, planlamasını Murat Karayılan’ın yaptığını, pratik uygulama bölümünün de ‘Bahoz’ kod adlı Feyman Hüseyin tarafından yürütüldüğünü iddia ediyor. Kandil-Diyarbakır-İstanbul hattında tezgâhlanan ve büyük kentler ile turizm bölgelerinde yoğunlaştırılmaya çalışılan kanlı eylemlerin perde arkasını eski PKK’lılar böyle deşifre ediyor. İddialara ve saptamalara yorum katmaya da gerek kalmıyor.”

Evet, yukarıdaki satırlar TAK’ın kurulmasından 5 yıl sonra, yani 2008’de kaleme alınmıştı... Bu yazının üzerinden geçen sürede TAK büyük şehirlerde onlarca kanlı eylem yaptı ve yarattığı vahşetle giderek kendisini doğuran PKK’nın bile önüne geçti!..

O halde asıl soru şudur, şehirlerde kaos yaratmak için görevlendirilen TAK nasıl oldu da son 8 yıl içerisinde bir türlü enterne edilemedi?..

İstanbul’da molotof kokteyllerle belediye otobüs yakarak eylemlere başlayan örgüt nasıl oldu da istihbarat ve güvenlik duvarlarını aşarak Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentini bile “üs” olarak seçebildi ve büyük katliamlar yapabildi?.. İşte asıl mesele!.. 

Mehmet FARAÇ
Aydınlık / 18.03.2016

Rusya’nın Suriye’den çekilişi


Rusya, Suriye’deki güçlerinin büyük bir kısmını çekmeye başladığını açıkladı. Bu ne anlama geliyordu? Rusya’nın Suriye’den el çektiği anlamına mı geliyordu? Yoksa Rusya stratejik olarak ve daha uzun vadeli mi düşünüyordu? Burada kalmanın kendisine ve Suriye’ye daha fazla bir kazanç sağlamayacağını mı değerlendiriyordu. Bütün bu soruların tamamına evet dememiz mümkün.

Rusya bütün dünyaya Ortadoğu’daki ve Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını korumakta kararlı olduğunu ve kendisinin yer almadığı bir denklem kurulmasının mümkün olamayacağını gösterdi. İstediği anda dengeleri değiştirme gücü olduğunu ispat etti. Esad’ın yanında yer alarak Suriye’nin silahlı muhaliflere karşı üstünlük sağlamasına yardımcı oldu ve Suriye’nin bütünlüğünü temin edecek yolu açtı. Cenevre görüşmelerinde istediği avantajı yakaladı ve ABD ve bölgesel güçlere isteklerini kabul ettirdi. Lazkiye ve Tartus üslerini güvenceye aldı. Ateş kesin uygulanmasında önemli bir rol oynadı. Bu hareketiyle dünya kamuoyunda önemli bir prestij kazandı, Türkiye ile yumuşama için önemli bir adım attı. Ortadoğu barış projesi için kritik bir dönem başlattı ve ilk adımı attı.

Rusya için önemli olan bir konu da Suriye’de bulunan teröristlerin Ukrayna’ya gitmeleri ve önümüzdeki dönemde doğu Ukrayna ve Kırım’da radikal dinci terör eylemleri için hazırlık yaptıkları istihbaratının alınmasıdır. Rusya kısa vadede Ukrayna üzerinden kendisine yönelik terör eylemlerini beklemektedir. Buna karşı tedbir almak ve daha elastiki hareket etmek için stratejisinin gerektirdiği taktik bir hareket tarzını belirlemiş ve uygulamaya sokmuştur.

Diğer taraftan Ukrayna’da Dinyeper nehri kıyılarında bulunan bazı fabrikalar bölgesinde teröristlere ait kampların bulunduğu ve teröristlerin buralarda dönemler halinde eğitildiği söylenmektedir. Bu konuda Türkiye’nin dahli olduğu da ima edilmektedir. Eğer böyle bir şeye Türkiye karıştırılıyorsa bu ülkemiz için çok büyük bir risktir. Rusya’nın güvenlik ve beka konusundaki tehditlere daha geniş bir perspektiften baktığı ve buna uygun tedbirler aldığı unutulmamalıdır. Türkiye böyle bir mücadelede Rusya karşısında yer almamalıdır. Bu tür tehlikeli girişimlerden uzak durmalıdır.

Daha önce de bu sütunda belirttiğim gibi Türkiye, Rusya ile ilişkileri tekrar düzeltmeli ve diyalog başlatılmalıdır. İki ülkenin ortaklaşa çözüm üretebileceği çok sayıda bölgesel sorun vardır. Bu sorunlar Türkiye ve Rusya işbirliği olmadan çözülemez. Bunları sadece güvenlik sorunları ile sınırlayamayız. Ekonomik, siyasi ve toplumsal sorunlar, mülteciler, kaçakçılık vb. sorunlar da iki ülkenin birlikte çözüme kavuşturacağı konulardır.

Mevcut durumda siyasi ya da diplomatik ilişkiler geliştirilinceye kadar, BLACKSEAFOR ve BLACKSEA HARMONY ile ilgili olarak Rusya Silahlı Kuvvetleri ve TSK arasında bir diyalog başlatılmasının ( Tabii başlangıçta iki ülkenin deniz kuvvetleri arasında bir diyalog) iki ülke arasındaki ilişkilerin tekrar başlatılmasına ve geliştirilmesine zemin oluşturacağını değerlendiriyorum. Bu konuda iki tarafın askerlerini de göreve çağırıyorum. 

İsmail Hakkı PEKİN
Aydınlık/17.03.2016

ABD: Suriye’de tek taraflı özerkliğe karşıyız




ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, PYD’nin, Suriye’nin kuzeyinde federasyon ilan etmeye hazırlandığına yönelik haberlere ilişkin, Suriye’de hiçbir özerk ya da yarı özerk bölgeyi tanımayacaklarını bildirdi.

Toner, “Suriye’nin kuzeyinde hiçbir özerk, yarı özerk bölgeyi tanımayacağız” dedi. Toner, Suriye’nin bütünlüğünü koruyacak bir yönetimi desteklediklerini ifade ederek, şöyle devam etti: “Bu durum, Cenevre’de bulunan ilgili tarafların birlikte tartışması ve karar vermesi gereken bir durum. Daha geniş anlamda da Suriye halkı tarafından kabul edilmelidir.”

Toner, “Eğer Suriyeliler bir araya gelir ve federal bölgelere bölünmek isterse buna da karşı çıkar mısınız” şeklindeki soru üzerine ise “Bu, Suriyelilerin kendilerinin vereceği bir karardır” diye konuştu.

ABD’NİN İHTİYACI VAR

Gelişmeleri yakınan izleyen uzmanlara göre, ABD Cenevre müzakerleri öncesinde Suriye’de özerkliği desteklediği yönünde bir görüntü vermeyi tercih etmiyor. Çünkü erken atılacak böyle bir adım, başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin ani refleksine neden olabilir. Obama yönetimi, en azından Başkanlık seçimlerinden sonrasına kadar, Suriye krizinin masada çözülüyor görünmesine ihtiyaç duyuyor.

PYD’nin federasyon çıkışına Ankara ve Şam’dan da tepki geldi. Türkiye Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili, Suriye’nin ulusal birliği ve toprak bütünlüğünün esas olduğunu ve tek taraflı tasarrufların geçerliliği olamayacağını söyledi. Suriye’nin BM Temsilcisi Beşar Caferi de bu çıkışın Suriye’nin bütünlüğü için yapılan Cenevre görüşmelerine aykırı olduğunu belirtti.

Aydınlık / 17.03.2016

Suriye’de kantonlar teröristlerin staj alanı



ABD, AB ülkeleri ve AKP Hükümeti’nin desteğiyle 2011 yılında başlatılan Suriye operasyonu sonucu Suriye topraklarının belli bölümleri IŞİD, El Nusra, PYD, ÖSO, El Kaide gibi terörist grupların eline geçti. Suriye’ye dışarıdan gelen terörist sayısı on binlerle ifade edilirken, terör uzmanları Suriye’nin “dünya teröristlerinin Kandili” olduğunu belirtti.

MİT’ten emekli olmuş bir istihbaratçı konuyu Aydınlık’a değerlendirdi. Türkiye’nin Suriye sınırını açmasının büyük hata olduğunu vurgulayan eski istihbaratçı şunları söyledi:

“Sınır kapıları ve 900 kilometrelik sınırın tamamına yakını hızla terör gruplarının eline geçti. Sonra da Esad yönetiminin kontrolünden çıkan yerler terör gruplarının eğitim ve staj alanı oldu. IŞİD bölgesindeki teröristler daha çok Avrupa’yı tehdit ederken, PYD bölgesindeki teröristler de Türkiye’yi tehdit etmeye başladılar. Bölgeye gelen Rusya vatandaşı terör grupları da ülkelerine dönerek terör saldırılarına giriştiler.”

‘HEPSİNİN YOLU SURİYE’DEN GEÇTİ’

Fransa ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinde terör eylemleri gerçekleştiren kişilerin, Türkiye üzerinden giriş çıkış yaparak Suriye’de faaliyet gösterdiklerinin tespit edildiğini kaydeden emekli istihbaratçı şöyle devam etti:

“Avrupa ve Rusya istihbarat örgütleri kendi vatandaşları da dahil Türkiye üzerinden gelen bütün yolcuları inceliyor. Bu konuda ellerinde ciddi bir bilgi havuzu oluşmuş durumda. Bazı ülkelerin istihbarat örgütleri Suriye ve Irak’taki teröristleri kendi planları için kullanmaktan çekinmiyorlar. Buradaki terör gruplarını havuz olarak görüyorlar. Teröristlerin hedefi haline gelen bazı Avrupa ülkeleri de tüm dikkatlerini Suriye, Irak ve Türkiye üzerine çevirmiş durumda.”

‘KENDİ AYAĞIMIZA KURŞUN SIKTIK’

Suriye’de olaylar başladığı sırada AKP Hükümetinin çok kısa sürede sonuç alınacağına inandığını, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın Emevi Camisi’nde bayram namazı kılma açıklamasının da bu beklentiden kaynaklandığını vurgulayan emekli istihbaratçı şu bilgileri verdi:

“Suriye’de olayların başladığı günlerde Suriyeli muhalifler baş tacı edildi. Paralı askerler Türkiye üzerinden geçti. Silah ve mühimmat da öyle. ‘Bu iş kontrolden çıkar kendi ayağımıza kurşun sıkarız’ itirazları geldi. Ama Davutoğlu da, Erdoğan da dinlemedi. Esad’ın kontrolü kaybettiği bölgeler teröristlerin eğitim alanı oldu. Yabancı istihbarat örgütleri oralarda terör örgütlerine eğitim verdi. Buralarda eğitilen binlerce terörist şu anda dünyanın her yerinde canlı bomba. Aynı durum Türkiye için de geçerli. Türkiye’de yaşanan terör olaylarının failleri de aynı. Ankara Garı, Merasim Sokak, Sultanahmet, ve son olarak Kızılay’daki saldırıların failleri Suriye’de eğitim görmüş kişiler. Diyarbakır Sur, Cizre, Silopi, İdil, Nusaybin gibi yerlerdeki PKK’lılar da PYD’nin kontrolündeki yerlerde eğitimden geçirilmiş. Devletin istihbarat örgütünün elinde bunlarla ilgili ayrıntılı bilgiler bulunuyor. Ancak Suriye’nin bu hale gelmesinde kendileri de sorumlu olduğu için fazla ses çıkarmıyorlar. Suriye’de Esad’ı devirme silahı şu anda tersine dönmüş durumda. Bu durum önümüzdeki dönemde daha çok tartışılacaktır.” 

Aydınlık / Ankara
17.03.2016

Suriye’de kaybeden ABD Kırım’ı hatırladı




Suriye planları sahada yenilgiye uğrayan Washington yönetimi Kırım üzerinden Rusya karşıtı hamlelerine hız verdi. Kırım’da gerçekleşen referandumun ikinci yıldönümü dolayısıyla açıklama yayımlayan ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD’nin Ukrayna Büyükelçisi Kırım Tatarlarının durumuna vurgu yaptı.

Halkın yüzde 95 oranla aldığı Rusya’ya katılım kararını tanımayacağını yineliyen ABD Dışişleri Bakanlığı salı yayımladığı basın açıklamasında “Rusya işgali altındaki Kırım’a dair endişelerimizi sürdürüyoruz. Kırım’da muhalifler ve özellikle Kırım Tatarları ile etnik Ukraynalılar işgal otoritelerinin ciddi suçlamaları ve baskılarıyla karşılaşmaya devam etmektedir” ifadelerine yer verdi.

“Kırım’da Tatarlara yönelik intikam saldırıları ABD’nin gözünden kaçmıyor” diyen ABD’nin Ukrayna büyükelçisi Geoffrey Pyatt da 16 Mart tarihli referandumu ABD’nin tanımadığını ve tanımayacağını belirterek “Bu açık bir ABD poltikasıdır” dedi. Büyükelçi Pyatt ABD’nin BM İnsan Hakları Komisyonu’nundaki etkisini kullanarak raporlar hazırlamaya devam edeceğini de sözlerine ekledi.

‘RADİKALİZM OLMADAN BAŞARAMAZDIK’

Kırım’ın Herson bölgesinde Tatar, Özbek ve Çeçen militanlar ile Ukraynalı milliyetçi paramiliter grupların Numan Çelebicihan Taburu’nu ilan ettiğini günlere denk gelen açıklamalar manidar bulundu.

ABD’li resmi makamların yanında ülkenin ünlü dış politika dergilerinden Foreign Policy de cuma günü yayımladığı haberde Kırım Tatarlarını mercek altına almıştı. Kırım sınırında yer alan Çongar kasabasında kontrol noktaları kurarak bölgeye ambargo uygulayan militanlar dergiye verdiği demeçte içlerinde aşırı sağcı militanların olduğunu kabul etmiş “Onların radikalizmi olmadan hiçbir şey başaramazdık” demişlerdi.

‘Kırım’ın unutulmuş çocukları savunmada’ başlığını taşıyan haberdeki dikkat çekici başka bir detay ise Herson bölgesinde kurulan birliğin lideri Lenur İslamov’un “Kırım’ı özgürleştirdiğimizde oraya giren ilk biz olmalıyız” ifadesi olmuştu.

ABD BÜYÜKELÇİSİ BASS KIRIM KONGRESİNDE

Kırım’ın Herson bölgesinde 300 kişilik taburun kurulmasıyla giderek tehlikeli bir boyut kazanan taburun tohumları Ağustos ayının başında Ankara Bilkent Otel ve Konferans Merkezi’nde düzenlenen 2. Dünya Kırım Tatarları Kongresi’nde atıldı. Ankara’da gerçekleşen etkiliğin ön sırasında oturan isim ise ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Basstan başkası değildi. Başkanlık Tanıtma Fonu’nun desteğiyle gerçekleşen ve AKP’nin de Numan Kurtulmuş ile temsil edildiği kongrede 15 Maddelik bir karar manifestosu açıklandı. Alınan karar gereği bir sonraki toplantının Ukrayna ve Kırım arasında kalan Herson vilayetinde yapılması kararlaştırılırken, Ukrayna Devlet Başkanlığı Kırım Tatar İlişkilerinden Sorumlu Yetkilisi Mustafa Cemilev, Ukrayna yönetimin müslümanlardan oluşan bir tabur kuracağını belirtti. Cemilev’in sinyalini verdiği tabur yaklaşık 4 ay sonra Numan Çelebicihan adıyla kamuoyu karşısına çıktı. 

Gökhun Göçmen

Aydınlık / 17.03.2016

Families of U.S. personnel ordered to leave parts of Turkey amid security concerns


Photographer
MURAD SEZER
Tuesday, March 29, 2016

A U.S. Air Force Boeing C-17A Globemaster III large transport aircraft flies over a minaret after taking off from Incirlik air base in Adana, Turkey, in this August 12, 2015 file photo.

REUTERS/Murad Sezer/Files



WASHINGTON

The Obama administration ordered the families of U.S. military, diplomatic and other government personnel to leave parts of southern Turkey on Tuesday and warned U.S. citizens against travel to the region amid mounting concerns over security.

The U.S. military's European Command said it had ordered the departure of families of personnel stationed in Adana, including Incirlik air base, which is used heavily in the fight against Islamic State militants. It said families of U.S. military personnel also had been told to leave Izmir and Mugla provinces.

The decision was authorized by U.S. Defense Secretary Ash Carter, a statement from European Command said.

"We understand this is disruptive to our military families, but we must keep them safe and ensure the combat effectiveness of our forces to support our strong ally Turkey in the fight against terrorism," General Philip M. Breedlove, commander of the U.S. European Command, said in the statement.

The departures do not indicate a decision to permanently end U.S. families' presence at military facilities in southern Turkey, the statement said.

Related Coverage 

Pentagon, U.S. State Department coordinated on Turkey decisions

  • WASHINGTON

    Decisions by the U.S. Departments of State and Defense to order family members of U.S. government workers to leave some parts of Turkey were coordinated, State Department spokesman John Kirby said on Tuesday.

    The State Department decision to issue a travel alert for Turkey was several weeks in the making, the official said, and was not related to this week's nuclear security summit in Washington that will be attended by Turkish President Tayyip Erdogan.

    (Reporting by Lesley Wroughton, writing by Arshad Mohammed, editing by G Crosse)

The U.S. State Department said later it had ordered the departure of family members of government workers at the U.S. Consulate in Adana, and that families of U.S. government workers in Izmir and Mugla provinces were also asked to leave.

The State Department issued a statement cautioning U.S. citizens more broadly against traveling to southeastern Turkey.

It also warned of "increased threats from terrorist groups throughout Turkey."

The U.S. moves come a day after Secretary of State John Kerry met in Washington with Turkish Foreign Minister Mevlut Cavusoglu to discuss bilateral issues, including efforts to defeat Islamic State militants in Syria and Iraq.

Turkish President Tayyip Erdogan was due to visit Washington this week to attend a Nuclear Security Summit with other world leaders.

(Reporting by Washington newsroom; Editing by Bernadette Baum)

REUTERS
World | Tue Mar 29, 2016 2:50pm EDT
Related: U.S., World

30 Mart 2016 Çarşamba

Türkiye’yi terörle ‘masa’ya zorluyorlar


Son 8 ay: 5 terör saldırısı.

20 Temmuz 2015: Suruç. Canlı bomba. 34 ölüm. Adres IŞİD.

10 Ekim 2015: Ankara tren garı önü. Canlı bomba.

107 ölüm. Adres IŞİD.

12 Ocak 2016: İstanbul/Sultanahmet Meydanı. Canlı bomba. 11 ölüm. Adres IŞİD.

17 Şubat 2016: Ankara/Genelkurmay yakını. Merasim Sokak. Bombalı araç. 29 ölüm. Adres PKK.

13 Mart 2016: Ankara/Kızılay-Güven Park. Bombalı araç. 37 ölüm. Adres büyük ihtimalle PKK.

Sadece intihar saldırılarında toplam kayıp: Şimdilik 218.

***
Ya hendek savaşındaki şehitlerimiz: 100’lerle ifade ediliyor.
Bir o kadar da sivil vatandaş kaybımız var.
Etkisizleştirilen terörist sayısı: Binlerce.
Ölümlerde Suriye ve Irak’ın ardından üçüncü sıradayız.
Suriye ve Irak’ta savaş var. Ya Türkiye’de?

***
Suriye krizinin başında AKP sürekli uyarıldı.

“Komşunun evinde yangın çıkarma.”

“Ateş bizim evimizi de yakar.”

Dinlemediler.

Ellerine bir senaryo tutuşturulmuştu. Sahneye koydular maalesef.

İtfaiyeci olmaları gerekirken kundakçılığa yardım ettiler.

***
Adını doğru koyalım.
Suriye savaşı bölgeselleşti.
Bizi de içine çekti.

***
Olanların anlamı ne?

Terör siyasettir. Bir amacı vardır.

Ya: Yapılan yapılmasın ister.

Ya da: Yapılmayan yapılsın.


***

Önce “yapılan”a bakalım: Terörle mücadele.

24 Temmuz 2015 bir dönüm noktası.

Türkiye bölücülüğe darbeler indirmeye başladı.

İki kuvvet telaşlı.

ABD ve “kara gücüm” dediği PKK.

Belli ki: Canı yanıyor ikisinin de.

Cevap veriyorlar.

Güneydoğuda: Hendek savaşını yaymaya çalışıyorlar.

Büyük kentlerde: Peş peşe bombalı araçları patlatıyorlar.

Mesaj açık: Terörle mücadeleyi durdur.

PKK defalarca ilan etti: “Yoksa, büyük kentleri kan gölüne çeviririz.”

***
İkinci “mesaj”: Yapılmayanı yap.

Yani: “Müzakere masası”na geri dön.

Çağrı iki taraflı.

PKK sözcüleri otomatiğe bağlanmış gibi: Diyorlar “hazırız.”

ABD cenahı: Türkiye’yi masaya çağırıyor sürekli.

En son Marc Edelman ve Morton Abramowitz yazdı (11.3.2016).

ABD’nin iki eski Ankara büyükelçisi. Tehditle “masa”yı işaret ettiler.

AB liderleri de öyle. “Açılım”la mülteci sorununu birlikte telaffuz ediyorlar.

İçerideki koro “şef”in değneğini takip ediyor.

***
Durum ve yapılması gerekenler ne?

Bir: Terör cephesinin hedefi Türkiye.

Tayyip Erdoğan’ın “günah”ları büyük ya.

ABD cenahı: Erdoğan’ı kendi söylemlerinde meşrûlaştırıcı olarak kullanıyor.

***
İki: PKK ve IŞİD farketmiyor.

Ayrılıkçı ve yobaz terörü iç içe.

İkisi de aynı iradenin çizdiği rotada.

Türkiye terörün iki “ucu”nun da hedefinde.

***
Üç: Altını çizdik. Suriye savaşı bölgeselleşti. Yangın bizi de içine aldı.

Türkiye’nin önünde iki seçenek var.

Ya: Kundakçıların cephesinde yer almaya devam edeceğiz.

Yani: Evimize de sıçramış yangına benzin dökeceğiz.

Bu: İntihardır.

Ya da: Komşularımızla birlikte olup mahalledeki yangını birlikte söndüreceğiz.

***
Son söz: Kundakçılar cephesinde kalmaya devam etmek o kadar “zor” ki.

Adı Tayyip Erdoğan ve AKP olsa bile.

Bakalım: AKP “kolay”ı mı seçecek, “zor”u mu?

Kendileri bilir. Türkiye’nin dinamikleri kimsenin intiharını paylaşmaz.

Not: Kızılay’da ölenlere rahmet, yaralılara şifa diliyorum.


Rafet BALLI
Aydınlık / 15.03.2016 

Evet, rejimi değiştirmek istiyor



AKP, sivil anayasası için meşruiyet sağlamaya muhtaç olduğu “masa”yı yitirdi. Bu can suyunu yeniden sağabilmek için uğraşıp duruyor.

Yeni anayasacılar rejimi değiştirmekle suçlanıyor.

Buna karşılık Cemil Çiçek şöyle diyor: “Rejim dendiği zaman demokratik rejim ve cumhuriyet akla geliyor. Bir rejim değişikliği yok. Başkanlık ve parlamenter sistem tartışması, hükümet şekliyle ilgilidir.”

Oysa ‘demokratik rejim’ lafı tanımsız ve tarafına göre var-yok olabilen bir söz. Örneğin ABD’ye göre Baas Rejimi diktatörlük idi; Irak’ı işgal edip demokratik rejim çağını açtıklarını ilan edebildiler. ‘Cumhuriyet’ ise başka başka. Türkiye Cumhuriyeti, Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti de olur, İran İslam Cumhuriyeti de... Ya da aynı ülkede, örneğin Mısır’da olduğu gibi, Nasır’ın Birleşik Arap Cumhuriyeti de olur, biri Mübarek’in öbürü Mursi’nin rejiminde Mısır Arap Cumhuriyeti de.. Şimdilerde bizde bu temelde tartışma yok demek, gözü kulağı kapatıp var olanı yok saymaktan başka bir şey değil.

*
Rejim sözcüğünün kendisi de karışık, anlamlı bir sözcük. Yönetme, düzen, bir devletin yönetiliş biçimi anlamlarında kullanılıyor. Türkçe değil. Fransızcadan okunuşu itibariyle aldığımız regime, 1789 Fransız Devrimi döneminde ortaya çıkmış. Fransızlar l’ancien regime diyerek, devrimden önceki “eski düzen”i kastetmişler. Bugün de rejim sözünü cumhuriyet rejimi diye kullanabileceğiniz gibi, çok partili rejim diye de kullanabilirsiniz. Demokratik rejim diyebileceğiniz gibi başkanlık rejiminden de söz edebilirsiniz. Kısacası, kavram haline getirilmeye çalışılmışsa da, sözcüğe kategorik bir netlik kazandırılamamış.

Cemil Çiçek’in rejim - hükümet şekli ayırımı, Fransız siyaset bilimcilerinden bazılarının yararlı gördüğü eski bir sınıflandırma. 1950’lerde öne geçen Amerikan siyaset bilimcileri, rejim kavramının yerine ‘sistem’ kavramını koydular. Kimileri ‘rejim’i hükümet sistemleri anlamında kullanmayı sürdürürken, çoğu ‘sistem teorisi’ne kapılıp rejim kavramını tümden terk ettiler. Hatta rejim sözcüğüne, batı zihniyetince hoşlanılmayan yönetimleri işaret etmek üzere negatif bir anlam bile yüklendi: Saddam Rejimi,Kaddafi Rejimi, Pol Pot Rejimi, vb...

*
Rejim - hükümet şekli ayrımı, Cemil Çiçek’i ikna edici kılmaya yetmiyor. 2350 yıl önce Aristo’nun, 250 yıl önce Montesquieu’nün yaptığı yönetim düzenleri sınıflandırmasına ‘rejim’deyip, çağımızın “hükümet” kavramını bunlara teknik parça diye eklemek işe yaramıyor. Bu ayrım, iç bağlantıları kurulmamış yapısıyla belki öğrencilerin derslerini daha kolay anlamalarını sağlar; ama bir ülkenin yönetimine yön verme yeteneği taşımaz.

Çünkü, hükümet şeklini değiştirmek, yalnızca hükümeti, yani bakanlar kurulunu yeniden yapılandırmak değil, egemenliği kullanma biçimini değiştirmek demektir. Yani yasa yapan TBMM yapısını, seçim ve temsil düzenini, başbakanlık - bakanlık rejimini ve il idaresi yerine özerk bölgeler sistemini dayatarak tüm mülki düzeni, elbette bunlara koşut olarak yargı -adliye örgütlenmesini de değiştirmek demektir.

Ve aynı eller, doğrudan egemenliğin sahibine de uzanmıştır. Hükümet sistemini değiştirmek laflarının ardında, egemenlik hakkına sahip olan Türk Milleti’nin anayasal statüsünü ortadan kaldırmak hedefi vardır. Egemenlik hakkı, Anayasa’dan Türk vatandaşlığı kaldırılarak ve egemenliğin adsız bir’millete ait’olduğu söylenerek, etnik-mezhebi topluluklara bölünmüş türden bir ‘ihvani ümmet’e devredilmek isteniyor.

Bu formül, Cumhuriyet’in hem ulusal/milli ve hem de laik olma niteliklerinin ortadan kaldırılmasından başka bir anlamına gelmez. Evet, saptama doğru ve yerli yerindedir: AKP, rejimi değiştirmek istiyor. Hem de yalnızca egemenliği kullanma biçimi bakımından değil, aynı zamanda egemenliğin sahibini değiştirmek bakımından...

Yeni Anayasaya Geçit Yok! 

Birgül Ayman GÜLER
Aydınlık / 13.03.2016

29 Mart 2016 Salı

Türkiye Suriye Dostluğu ve Savaş

   

   
   2008 yılında, Türkiye ve Suriye’nin karşılıklı olarak vize muafiyetini kaldırması, her iki ülkede de devasa bir ekonomik gelişmeye neden olmuştu. Bir gecede Halep’te, Sheraton’la Kale arasındaki güzergaha ve ara sokaklara serpilmiş binlerce küçük ve büyük işyerlerinde, hemen hemen bütün dükkanların giriş kapısında, kendiliğinden ve hat sanatıyla yazılmış “Türkçe konuşulur” ya da “elma çayı bulunur” tabelaları asılmıştı. Türk komşuları da zevkle her şeyin tadına bakıyor ve coşkuyla mal sahibiyle pazarlığa girişiyorlardı.

   Aynı durum sınırın öteki tarafında da görülebiliyordu. O güne kadar Şanlı Urfa yılda 50 bin Suriyeliye ev sahipliği yaparken bir anda ziyaret patlaması yaşamış ve bu rakam sadece bir ayda 70 bine çıkmıştı. Bunların bazıları akraba ziyareti, kimi kutsal yerleri gezmek, kimi modaya uygun giyim kuşam edinmek ya da kaliteli eşarp, otomobil ve inşaat malzemesi satın almak için gelmişti. Resmi rakamlara bakılırsa bir ayda kaydedilen ciro bir milyar dolara yaklaşmıştı.

   Komşu ülkenin dolaylı  yolunu kullanan Suriye ürünleri ki bunlar Şubat’ın ortasında güneşle olgunlaşmış turfanda limonlar ve bal gibi tatlı kayısı ve şeftalilerdir, Türk markasıyla etiketlendirildikten sonra TIR konvoylarıyla Avrupa’nın pazarlarına ulaşmaktaydı. Öbür taraftaki süpermarketlerdeyse Alete biberonları, Nescafe ve Nivea kremleri ilk kez görülmekteydi. Bunların yanı sıra büyük kentli yaşam tarzına uygun yeni araç ve gereçler…Halep’in bazı bölgelerinde internet kafeleri yerden mantar gibi bitmekteydiler.

   Batılı ülkelerse bu durumdan ürkmüş olarak acil durum frenini arıyordu: Avrupa Birliği ülkelerinde vizesiz dolaşım hakkı için çabalayan Türkiye’nin, Suriye gibi bir ülkeye vize muafiyeti sunması Brüksel’deki bürokratları rahatsız etmiş ve Türkiye’nin yönünü Doğu’ya mı kaydırdığı şeklindeki endişelere neden olmuştu. Ama bunun ilk başlarda herhangi bir sonucu görülmemişti.

   İlk başta karşılıklı dostluğun nişanesi olarak altyapıda bir onarıma gidildi. Daha Mart 2009’da geleneksel Halep-Adana-Mersin demiryolu yeniden açılmış ve bu hat İstanbul’daki hızlı trene de bağlanmıştı. Hatta eski ve ünlü Bağdat demiryolu yeni bir turistik atraksiyon olarak da öne çıkmıştı. Ardından da sınır geçişlerini kolaylaştıran ve hızlandıran başka demiryolu seferleri konmuştu. Suriye tarafında bu yan komşuya yönelik büyük bir sevgi ve muhabbete neden olmuştu; bu durumu coşkuyla kutlamayan hiçbir Suriyeli köy ve kent kalmamıştı.

   Ancak 2010 yılında garip bir olay meydana geldi: Türkiye kendi tarafında, Halep’in batısına düşen sınır boylarında çeşitli çadır kentler kurmaya girişmişti. Tabii ki bu, Suriye tarafında bir şaşkınlığa ve yabancılaşmaya neden olmuştu; ama bütün bu olan biten güzelliklerden sonra insanlar buna fazla kafa yormamış ve bu durumu sadece “Ah bizim şu Türkler…Acaba orada bütün Kürdistan’ı kucaklayacak bir kent mi inşa ediyorlar” diye bir nükteyle karşılamışlardı.

   Ama bunun devamı tatsız olmaktan da öte bir şeydi: Neredeyse bu olaydan bir yıl sonra, yani 2011 baharından önce Daara’da ve yazla birlikte de Hums ve çevresinde terör gruplarının yoğun bir işgali başladı. Kurulan çadır kentlerin, Suriye’den kaçacak mülteciler için inşa edildiği anlaşılmıştı, ama ilk başlarda görülen yoğun çatışmalara rağmen bu göç gerçekleşmedi. Haziran 2011’de Suriye halkı hükümetlerinin bu durumla başa çıkacağını düşünmüştü.

   Bu teröristler Batılı ülkelerce en çok da Türkiye ve ABD tarafından desteklenmekteydi. El Kaide, CIA ve Türk gizli servisi MİT, ortaklaşarak “dinler arası dostluğun ve hoşgörünün beşiğini” tahrip etmeye girişmişlerdi. Başka deyişle, Arap ülkeleri içinde Hıristiyan ve Batı kültürünü en çok barındıran ve içselleştiren ülke, artık boğazlanmalıydı.

   NATO bombalarıyla Vahhabilerin yolunu açıyor. Beşar Esat’ın çok dinli ve çok kültürlü Suriye’si ve onunla birlikte Suriye Hıristiyanları NATO tarafından saldırıya uğrarken onu, “şeytan” İran (Rusya ve Çin ile birlikte) savunmaktadır.

 Bu durum Almanya’daki siyasi çevreleri de kullandıkları kavramları netleştirmeye zorlamaktadır. Artık “Batıcı” “İslam karşıtı” olmanın hiçbir anlamı kalmamıştır, çünkü Batı-NATO kılıfı altında Tufan zamanından kalma Vahhabileri, yani İslam’ın en aşırı ve en saldırgan kesimini desteklerken, Hıristiyanlara dost ve hoşgörülü davranan ve çok kültürlü bir yaşam modelinde ısrar eden Alevi ve Şiilere karşı savaş yürütmektedir.

   Artık net bir pozisyona ihtiyaç vardır: Arap ülkeleri içinde Avrupalı yaşam tarzına en yakın duran (onunla birlikte Lübnan) bir ülkeyi savunmak isteyen herkes, söz konusu muhalefete, yani açık bir ifadeyle vahşi terörist çetelere karşı durmalıdır. Ama her kim ki Junge Freiheit gibi lafı ağzında geveleyip duruyor ve bu çetelerle flört ediyorsa bu durumda o istediği kadar başka şeyler söyleyip dursun, sonuçta o açıktan İslami faşizmin saflarında yer almaktadır. Evet açık söyleyelim İslam faşizmi ! Bu kavram eğer Bush’un, Neoconların ve Siyonistlerin ağzından çıkmışsa Müslümanlara karşı bir savaş çığırtkanlığı olarak kullanılmaktadır. Ancak bu kez bu kavram, Amerikalıların ittifak ettiği- ki bu ilk kez olmamaktadır- Vahhabilere ve İslami teröristlere karşı kullanıldığında çok yerindedir.

  Şimdi de birkaç kelime Esad ve onun yaptığı müthiş konuşmasına dair etmeliyim. Anahtar kelime şudur:

   “Bu savaşın bir tarafında halk vardır, diğer tarafındaysa katiller ve caniler.”

 Bu siperi, ilk bakışta çelimsiz ve zayıf izlenimi veren bir adımla onun muhteşem güzellikteki karısının kahramanca savunacağını kim tahmin edebilirdi. O aslında bir göz doktorudur. Olaylar başladığında “haydi bana eyvallah” deyip sürgüne gidebilir ve daha önceden de olduğu gibi Londra’da ünlülerin başvurduğu bir klinik açabilirdi.

  Ama hayır, o mevziyi canı pahasına da olsa terk etmedi ! Bu cesaretin önünde saygıyla eğiliyorum ! Bu olay nasıl sona ererse ersin, ama o daha şimdiden tarihe geçti.

  Ya CIA darbecilerinin katlettiği Allende gibi kahraman ya da Castro gibi onlara başarıyla karşı koymuş bir kahraman !

   Tabii ki en başta Suriye’nin savaşan sıradan askerlerine ve subaylarına da çok şey borçluyuz. Onlar her gün kelle koltukta savaşıyorlar; sadece kendileri ve aileleri için değil en çok da özgürlük ve dünya barışı için. Şam düşmedikçe Tahran ve dolayısıyla Moskova’daki insanlar da rahat uyuyabilirler. Sonuçta bugün Ortadoğu’daki savaşın tekrar inişe geçmesi, Amerikalı strateji uzmanlarının, onların uşaklarının ve Siyonistlerin (Obama ve Rooney) saç saça, baş başa birbirlerine girmelerinin nedeni de mevziyi, hayvanca katliamlara rağmen kahramanca koruyan ve akıllı politikalarla düşmanlarının arasında çatlaklar yaratan Suriye ordusunun başarısıdır.

   Şimdi de bazı saptamalar:

1. IŞİD, Suudi Arabistan ve Türkiye tarafından Suriye’nin meşru hükümetini devirmek için yaratılmış korkunç bir canavardır. 1980’lerde ABD tarafından yaratılmış El Kaide’nin yeni bir kopyasıdır.

2. ABD’nin sözüm ona insani gerekçeleri (Yezidilerin korunması) bir bahaneden ibarettir. Halbuki IŞİD, Suriye’deki Hıristiyanları katlederken Musul gibi milyonluk bir kenti Hıristiyanlardan temizlerken kılını kıpırdatmamıştı.

JÜRGEN ELSASSER
Batılı Gizli Servislerden IŞİD’E GİDEN YOL

(Sayfa 20-21-22-23-24)

27 Mart 2016 Pazar

Suriye Dışişleri Bakanı: ‘Federal yönetimden söz etmeyi reddediyoruz’




Suriye Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Velid Muallim düzenlediği basın toplantısında Cenevre görüşmelerinde alacakları tutumu açıkladı. Hafta başında gerçekleşmesi tasarlanan zirvede federalizm dayatmalarını kabul etmeyeceklerini belirten Muallim, “Bu türden çabaları mutlak bir şekilde redderiz” diye konuştu.

Rusya Dışişleri Bakanı Yardımcısı Sergey Ryabkov’un Suriye’nin bölünmesi konusunda yaptığı açıklamaların saptırıldığına dikkat çeken Suriyeli bakan; Ryabkov’un federal yönetimlerde Suriyelilerin onayını şart koyduğuna vurgu yaptı. Muallim, Suriyelilerin federal yönetimlerden söz etmeyi reddettiklerini, Suriye’nin toprak ve halk bütünlüğünün korunmasına kararlılıkla bağlı olduğunun altını çizdi.

Suriyeli Kürtlerin Suriye halkının vazgeçilmez bir bileşeni olduğunu vurgulayan Muallim , Kürtlerin kardeş olduğunu ve teröre karşı savaşta Suriye halkının diğer kesimleriyle aynı cephede olduklarını ifade etti.

‘BU KAFAYLA CENEVRE’YE GELMEYİN’ MESAJI

Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, açıklamalarında Cenevre’de gerçekleşecek Suriye görüşmelerine de değindi. Cenevre’ye Suriye halkının başarısı için gittiklerinin altını çizen dışişleri bakanı, Suriye’yi teslim alma hayalleri ile Cenevre yolunu tutanlara “ aklınızdan bile geçirmeyin” mesajı verdi.

BM’nin Suriye konulu belgelerinin hiç birinde Suriye’de cumhurbaşkanlığı makamında geçiş sürecinden söz edilmediğinin altını çizen Muallim, dolayısıyla ‘geçiş süreci’ kavramının netleştirilmesi gerektiğini belirtti. Suriyelilerin cumhurbaşkanlığı makamından söz edecek hiç kimseyle diyaloga geçmeyeceğini belirten Muallim; cumhurbaşkanlığı seçimleri meselesinin sadece ve sadece Suriye halkının mutlak hakkı olduğunun altını çizdi. Bakan, mevcut anayasanın yeni anayasanın referanduma sunulması ve halk tarafından onaylanmasına değin yürürlükte kalacağını belirtirken, yapılması beklenen parlamento seçimlerinin Cenevre’deki görüşmelerle hiçbir ilgisi olmadığını vurguladı.

Öte yandan Suriye heyetinin Cenevre’de görüşmelerin başlaması için en çok 24 saat bekleyeceğini ifade eden Muallim; 14 Martta başlaması kararlaştırılan görüşmelerin 24 saat içinde başlamaması halinde Suriye heyetinin Şam’a döneceğini belirtti.

EĞİT-DONAT PARALARI IŞİD’İN CEBİNDE

Muallim, geçtiğimiz günlerde ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Austin’in eğit-donat programına yeniden başlamak için Washington yönetiminden istediği izin hakkında ise 

“ ABD’nin daha önce aynı amaçla ayırdığı 500 milyon dolar şimdi IŞİD ve Nusra cephesinin elinde. Suriye’de “ılımlı muhalefet” yok. Bu herkes tarafından biliniyor. Terörü örtbas etmek için farklı adlar bulmak onlar için alışkanlık haline geldi “ yorumunda bulundu.

RUSYA: ABD İLE FEDERALİZMİ KONUŞMUYORUZ

Hafta başında gerçekleşmesi öngörülen Cenevre müzakereleri öncesinde Batılı medya kuruluşlarının piyasaya sürdüğü “Rusya ve ABD federalizmi görüşüyor” iddialarına Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov yanıt verdi.

Aynı zamanda Putin’in Ortadoğu ve Kuzey Afrika temsilcisi olan Bogdanov, TASS Haber Ajansına yaptığı açıklamada 

“Uluslararası güçlerle Suriye’nin federalleştiğini görüştüğümüz tam bir saçmalık. Benzer fikirleri yalnızca Suriyelilerin kendileri dile getirmeli. Suriye’nin devlet yapısıyla ilgili seçenekleri kendi aralarında görüşüp bir anlaşmaya varmalılar” dedi. 

Bogdanov açıklamasının devamında kendilerine göre en iyi çözümün Suriye topraklarının ve halkının bütünlüğünün korunması olduğunu sözlerine ekledi.

Kremlin sözcüsü Dmitry Peskov da cuma günü yaptığı açıklamada ABD ve Rusya arasında federalizm noktasında fikir alışverişi olduğu iddialarına karşı “son kararı Suriye halkının verecek” demiş, fikir alışverişinin uzmanlar seviyesinde gerçekleşebileceğini söyleyerek bu durumun meselenin esası gibi gösterilmesine karşı çıkmıştı. 

Aydınlık / 13.03.2016