5 Eylül 2019 Perşembe

Türkiye Kendisini Ne NATO Ne de KGAÖ ile Aynı Hizaya Sokmayacaktır


Türkiye Kendisini Ne NATO Ne de KGAÖ ile Aynı Hizaya Sokmayacaktır


*KGAÖ: Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü  (7 Ekim 2002 tarihinde altı Bağımsız Devletler Topluluğu ülkesi tarafından kurulan hükûmetlerarası askerî ittifak- Kurucu Ülkeler: Rusya, Kazakistan, Ermenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan)

Modern Türkiye’nin kurucusu laik Mustafa Kemal Ataatürk’ün portresi altında, Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nın kalkınmasını sürdürmeye çabalıyor

Türkiye değişiyor ve Stratfor’un kurucusu George Friedman’ın öngörülerinin yanlış olduğu görülüyor. Eğer, eski Osmanlı İmparatorluğu tekrar ortaya çıkacaksa, bu ABD’e bağlı bir devlet olmayacaktır.


Türkiye’yi Batı standartlarının bakış açısından yargılamak ve onun “yeni sultanı” ile dalga geçmek yerine, “Avrupa’nın hasta adamı”nın, onun tarihi ve coğrafi özgünlüğünü inkar etmeden, nasıl  moderniteden kaynaklanan kültürel boşluğu doldurmaya ve I.Dünya Savaşı’ndaki yenilgisini telaffi etmeye çabaladığını anlamaya ihtiyacımız var. Gerçekten de, Atatürk’ün ima ettiği plan, bir yüz yıl sonra henüz bir sonuca ulaşmadı ve sorunlar devam ediyor.

AKP ile, bu partinin doktrinini Avrupa Hıristiyan-Demokratlarınki’ne benzeterek, Türkiye’nin kucaklayıcı bir İslami demokrasi haline geleceğine inandık. Ülke, gittikçe Müslüman dünyasının sözcüsü durumuna gelerek, Osmanlı’nın görkemiyle yeniden bağ kurdu. ABD’nin desteğiyle, birinci sınıf bir ekonomi haline gelmeye yöneldi. Modernizasyonunu ve batılılaşmasını sürdürerek, en önemli müşterisi Libya’ya, daha sonra ekonomik ortağı Suriye’ye  sırtını döndü ve Batı ile ilişkilerini giderek güçlendirdi.

Ancak, 15 Temmuz 2016’da hazırlıksız bir darbeye dönüşen, yeni seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Marmaris’teki süikast girişiminin berbat bir şekilde başarısızlığa uğraması işleri tersine çevirdi. Üç yıl boyunca, AKP bu çılgın gidişatı hazmetmeye çalıştı. Politikasıyla yüzleşmeye başladı. Mevzisini netleştirmek üzere, darbenin 3.yılında sahne aldı.

İlk olarak, anlaşıldığı sanılanın aksine, modern Türkiye ne Batı’yla ne de Doğu’yla birliktedir. Kendisini, iki dünya arasında, yarı-asyalı, yarı-avrupalı, at sırtında bir ülke gibi tanımlar ve ne Atlantik Birliği’ne üyeliği, ne de “Arap Baharı”nın Batılı savaşlarına katılımı bunu değiştirmez.

Rus hava savunma sistemi S-400’lerin satın alınması bu düşüncenin bir örneğidir. Ankara, hem NATO’ya üyeliğini hem de ittifakın rakibinden silah alabilme kapasitesini bir arada savunuyor. Hatta haklı olarak, hiçbir hukuk metninin bu seçimini yapmasına engel teşkil etmediğini ve hiç kimsenin bu nedenle  onu cezalandırmasına izin vermediğini açıkça belirtiyor.

Türkler, her zamankinden daha fazla, Asya’yı ve Avrupa’nın bir kısmını fetheden “steplerin kurdunun çucukları”. Suriye’de barış için sürdürülen Astana görüşmelerini (Rusya-İran-Türkiye) bu bağlamda anlamalıyız. Ya da, Karakas’taki Bağlantısızlar Konferansı’nda Türk delegasyonunun antiemparyalist açıklamalarını da…

İkincisi, Türkiye ekonomik bağımsızlığını, Kıbrıs münhasır deniz bölgesi’nin araştırılması ve “Türk Akımı” gibi enerji projelerine dayandırıyor. Açıkçası, zayıf olan nokta bu. Türkiye’den geçen Rusya-Avrupa boru hattının bazı kısımları halihazırda faaliyette, ancak, Avrupa Komisyonu ABD’nin baskısı altında bunu her zaman için engelleyebilir; bu alanda yapılan yatırımların önemi, Kuzey Akım2 için yapılandan daha büyük olmayacaktır. Son olarak, Uluslararası Hukuk’a göre Türkiye, Kıbrıs’ın münhasır deniz bölgesi üzerinde hiçbir hakka sahip değil ve kuzey Kıbrıs’daki kukla Türk Cumhuriyeti’ni desteklemesi geçersiz ve hükümsüzdür.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Avrupa Birliği ile olan göç anlaşmasının askıya alındığını ilan etmesi bu bağlamdadır (2 milyar euro’luk yıllık ödemeden hemen sonra).

Üçüncüsü, Türkiye Anglo-Sakson finans modelinden ayrılıyor. Yaşam seviyesi, Batı’nın Libya’ya karşı savaşından beri ve daha çok yine Batı’nın Suriye’ye karşı savaşı süresince giderek çöküş yaşamıştır. Ankara, bu nedenle, aniden Merkez Bankası’nın  kontrolünü ele geçirmeye ve faiz oranlarını % 24’den % 19,75’e düşürmeye karar verdi. Hiç kimse, bu kararın ekonomik sonuçlarının ne olacağını bilmiyor.

Dördüncüsü, 2002-2016’ı kapsayan dönemin tersine, azınlıklar için Türk olmak halen mümkün iken, yurtdışı ittifakları bilinen bireyler için artık bu mümkün değil. Darbeden beri, ABD ile, özellikle Fethullah Gülen’in (Pensilvanya’da sığınmacı) müritleri ile itaat bağlantılarını sürdürdüğünden şüphe duyulan herkes, devasa bir tasfiye hareketi ile ordudan ve devletten uzaklaştırıldı. Yüzbinlerce vatandaş hapsedildi. Savaş, Kürt azınlığa karşı değil, Washington’la ittifak yapan Kürtlere karşı sürdürüldü.

Sahip olduğumuz algının aksine, Recep Tayyip Erdoğan kişisel mitomanisi nedeniyle bir diktatatör olmak zorunda kalmıyor, ülkesinin rotasını değiştirmek için şiddete başvuruyor.


Eski Milli Görüş (Müslüman olmayanlara karşı kurulan aşırı sağcı bir örgüt) yöneticisi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2017’de bir kilisenin inşaatına izin vererek bir istisnaya imza attı. 3 Ağustos 2019’da kilisenin temelini attı.

Beşincisi, Türkiye kendisini, azınlıklara saygılı Müslüman bir Devlet olarak tanımlamaktadır. Mesela, Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’daki bir Süryani kilisesinin ilk taşını yerleştirdi. Bu tercih, Müslüman Kardeşler Birliği’ni körü körüne desteklemesi ve onun hilafet projesiyle bağdaşmıyor. “Müslüman dayanışması”, anlamını yitirmiş bir yanılsamadır ve (İran örneğinde olduğu gibi) Türkiye’nin hangi İslam’dan söz edeceğine karar vermelidir. Zaten, Türkiye Çin Sincan Müslümanlarını güçlü bir şekilde desteklemeyerek, önceki tavrından ayrılmıştır.

Türk ordusu, halen Kıbrıs’ı işgal etmiş durumdadır, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da bir savaş yürütmektedir ve Katar’da, Kuveyt’de, Sudan’da, Kızıldeniz’de yani tam olarak Suudi Arabistan’ın çevresinde konuşlanmaktadır. Ve tabii ki, bu çok yönlü etkinlik İsrail ile birlikte Atlantik İttifakı’nın karşı çıkmasına rağmen sürdürülebilir değildir.

Bütün bunlar, aslında,  ABD'nin istemediği yeni bir görünüm arz ediyor. Eski Ekonomi Bakanı Ali Babacan ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, şimdiden eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e bağlandılar. Genel seçimlerde eski ortağı Erdoğan’a rakip olmaktan vazgeçen Abdullah Gül, AKP'nin Belediye seçimlerinde — özellikle İstanbul'da- yenilgisinin diktatörlüğün kurulmasına engel olma olasılığını ortaya çıkardığını düşünüyor. Birlikte, CIA yardımıyla AKP içinde bir muhalefet düzenlemeye çalışıyorlar. Langley için, 2016 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yapılan suikast girişimiyle varılamayan hedefin, seçim yoluyla gerçekleştirilmesi söz konusu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “bunlara kırgınlık olmayacak da kime olacak?” diye açıklama yaptı.

Thierry Meyssan
Çeviri: IŞIK




Voltaire Network | Şam (Suriye) | 6 Ağustos 2019