Türkiye Kendisini Ne NATO Ne
de KGAÖ ile Aynı Hizaya Sokmayacaktır
*KGAÖ: Kolektif Güvenlik Anlaşması
Örgütü (7
Ekim 2002 tarihinde altı Bağımsız Devletler Topluluğu ülkesi tarafından kurulan
hükûmetlerarası askerî ittifak- Kurucu
Ülkeler: Rusya, Kazakistan, Ermenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan)
Modern Türkiye’nin kurucusu laik Mustafa
Kemal Ataatürk’ün portresi altında, Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nın
kalkınmasını sürdürmeye çabalıyor
Türkiye değişiyor ve Stratfor’un kurucusu George Friedman’ın öngörülerinin
yanlış olduğu görülüyor. Eğer, eski Osmanlı İmparatorluğu tekrar ortaya
çıkacaksa, bu ABD’e bağlı bir devlet olmayacaktır.
Türkiye’yi Batı standartlarının bakış açısından yargılamak ve onun “yeni
sultanı” ile dalga geçmek yerine, “Avrupa’nın hasta adamı”nın, onun tarihi ve
coğrafi özgünlüğünü inkar etmeden, nasıl
moderniteden kaynaklanan kültürel boşluğu doldurmaya ve I.Dünya
Savaşı’ndaki yenilgisini telaffi etmeye çabaladığını anlamaya ihtiyacımız var.
Gerçekten de, Atatürk’ün ima ettiği plan, bir yüz yıl sonra henüz bir sonuca
ulaşmadı ve sorunlar devam ediyor.
AKP ile, bu partinin doktrinini Avrupa Hıristiyan-Demokratlarınki’ne benzeterek,
Türkiye’nin kucaklayıcı bir İslami demokrasi haline geleceğine inandık. Ülke,
gittikçe Müslüman dünyasının sözcüsü durumuna gelerek, Osmanlı’nın görkemiyle
yeniden bağ kurdu. ABD’nin desteğiyle, birinci sınıf bir ekonomi haline gelmeye
yöneldi. Modernizasyonunu ve batılılaşmasını sürdürerek, en önemli müşterisi
Libya’ya, daha sonra ekonomik ortağı Suriye’ye
sırtını döndü ve Batı ile ilişkilerini giderek güçlendirdi.
Ancak, 15 Temmuz 2016’da hazırlıksız bir darbeye dönüşen, yeni seçilmiş
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Marmaris’teki süikast girişiminin berbat
bir şekilde başarısızlığa uğraması işleri tersine çevirdi. Üç yıl boyunca, AKP
bu çılgın gidişatı hazmetmeye çalıştı. Politikasıyla yüzleşmeye başladı.
Mevzisini netleştirmek üzere, darbenin 3.yılında sahne aldı.
İlk olarak, anlaşıldığı sanılanın aksine, modern Türkiye ne Batı’yla ne de
Doğu’yla birliktedir. Kendisini, iki dünya arasında, yarı-asyalı,
yarı-avrupalı, at sırtında bir ülke gibi tanımlar ve ne Atlantik Birliği’ne
üyeliği, ne de “Arap Baharı”nın Batılı savaşlarına katılımı bunu değiştirmez.
Rus hava savunma sistemi S-400’lerin satın alınması bu düşüncenin bir
örneğidir. Ankara, hem NATO’ya üyeliğini hem de ittifakın rakibinden silah
alabilme kapasitesini bir arada savunuyor. Hatta haklı olarak, hiçbir hukuk
metninin bu seçimini yapmasına engel teşkil etmediğini ve hiç kimsenin bu
nedenle onu cezalandırmasına izin
vermediğini açıkça belirtiyor.
Türkler, her zamankinden daha fazla, Asya’yı ve
Avrupa’nın bir kısmını fetheden “steplerin kurdunun çucukları”. Suriye’de barış için sürdürülen Astana görüşmelerini
(Rusya-İran-Türkiye) bu bağlamda anlamalıyız. Ya da, Karakas’taki
Bağlantısızlar Konferansı’nda Türk delegasyonunun antiemparyalist
açıklamalarını da…
İkincisi, Türkiye ekonomik bağımsızlığını, Kıbrıs
münhasır deniz bölgesi’nin araştırılması ve “Türk Akımı” gibi enerji
projelerine dayandırıyor. Açıkçası, zayıf olan nokta bu.
Türkiye’den geçen Rusya-Avrupa boru hattının bazı kısımları halihazırda
faaliyette, ancak, Avrupa Komisyonu ABD’nin baskısı altında bunu her zaman için
engelleyebilir; bu alanda yapılan yatırımların önemi, Kuzey Akım2 için
yapılandan daha büyük olmayacaktır. Son olarak, Uluslararası Hukuk’a göre
Türkiye, Kıbrıs’ın münhasır deniz bölgesi üzerinde hiçbir hakka sahip değil ve kuzey
Kıbrıs’daki kukla Türk Cumhuriyeti’ni desteklemesi geçersiz ve hükümsüzdür.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu,
Avrupa Birliği ile olan göç anlaşmasının askıya alındığını ilan etmesi bu
bağlamdadır (2 milyar euro’luk yıllık ödemeden hemen sonra).
Üçüncüsü, Türkiye Anglo-Sakson finans modelinden
ayrılıyor. Yaşam seviyesi, Batı’nın
Libya’ya karşı savaşından beri ve daha çok yine Batı’nın Suriye’ye karşı savaşı
süresince giderek çöküş yaşamıştır. Ankara, bu nedenle, aniden Merkez
Bankası’nın kontrolünü ele geçirmeye ve
faiz oranlarını % 24’den % 19,75’e düşürmeye karar verdi. Hiç kimse, bu kararın
ekonomik sonuçlarının ne olacağını bilmiyor.
Dördüncüsü, 2002-2016’ı kapsayan dönemin tersine, azınlıklar için Türk
olmak halen mümkün iken, yurtdışı ittifakları bilinen bireyler için artık bu
mümkün değil. Darbeden beri, ABD ile, özellikle Fethullah Gülen’in
(Pensilvanya’da sığınmacı) müritleri ile itaat bağlantılarını sürdürdüğünden
şüphe duyulan herkes, devasa bir tasfiye hareketi ile ordudan ve devletten
uzaklaştırıldı. Yüzbinlerce vatandaş hapsedildi. Savaş, Kürt azınlığa karşı
değil, Washington’la ittifak yapan Kürtlere karşı sürdürüldü.
Sahip olduğumuz algının aksine, Recep Tayyip Erdoğan kişisel mitomanisi
nedeniyle bir diktatatör olmak zorunda kalmıyor, ülkesinin rotasını değiştirmek
için şiddete başvuruyor.
Eski Milli Görüş
(Müslüman olmayanlara karşı kurulan aşırı sağcı bir örgüt) yöneticisi olan
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2017’de bir kilisenin inşaatına izin vererek bir
istisnaya imza attı. 3 Ağustos 2019’da kilisenin temelini attı.
Beşincisi,
Türkiye kendisini, azınlıklara saygılı Müslüman bir Devlet olarak tanımlamaktadır. Mesela, Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’daki bir
Süryani kilisesinin ilk taşını yerleştirdi. Bu tercih, Müslüman Kardeşler
Birliği’ni körü körüne desteklemesi ve onun hilafet projesiyle bağdaşmıyor.
“Müslüman dayanışması”, anlamını yitirmiş bir yanılsamadır ve (İran örneğinde
olduğu gibi) Türkiye’nin hangi İslam’dan söz edeceğine karar vermelidir. Zaten,
Türkiye Çin Sincan Müslümanlarını güçlü bir şekilde desteklemeyerek, önceki
tavrından ayrılmıştır.
Türk ordusu, halen Kıbrıs’ı işgal
etmiş durumdadır, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da bir savaş yürütmektedir ve Katar’da,
Kuveyt’de, Sudan’da, Kızıldeniz’de yani tam olarak Suudi Arabistan’ın çevresinde
konuşlanmaktadır. Ve tabii ki, bu çok yönlü etkinlik İsrail ile birlikte
Atlantik İttifakı’nın karşı çıkmasına rağmen sürdürülebilir değildir.
Bütün bunlar,
aslında, ABD'nin istemediği yeni bir
görünüm arz ediyor. Eski Ekonomi Bakanı Ali Babacan ve eski Başbakan Ahmet
Davutoğlu, şimdiden eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e bağlandılar. Genel seçimlerde eski ortağı Erdoğan’a rakip olmaktan vazgeçen
Abdullah Gül, AKP'nin Belediye seçimlerinde — özellikle İstanbul'da- yenilgisinin
diktatörlüğün kurulmasına engel olma olasılığını ortaya çıkardığını düşünüyor. Birlikte,
CIA yardımıyla AKP içinde bir muhalefet düzenlemeye çalışıyorlar. Langley için,
2016 yılında
Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yapılan suikast girişimiyle varılamayan hedefin, seçim yoluyla
gerçekleştirilmesi söz konusu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “bunlara
kırgınlık olmayacak da kime olacak?” diye açıklama yaptı.
Thierry Meyssan
Çeviri: IŞIK