Konuya
derinlemesine bakan yakın zamandaki bir makalesinde; analist Alistair Crooke, ABD’nin kurumsal
olarak, İran’la sağlam bir anlaşma yapma gücüne sahip olmadığını öne sürüyor.
Ulusal güvenlik danışmanı John Bolton’ın
yakın zamanda görevden alınmasından önce yazılan makalede, Crooke on yıllarca süren yaptırımların, imkansız olmasa bile
çözülmesi güç bir düğüm haline geldiğini savunuyor.
Bolton’ın görevden uzaklaştırılması, şüphesiz, ABD-İran
ilişkilerinin düzeltilmesi potansiyeline sahip bir etken; ancak, iki ülke
arasındaki ilişkinin doğasının belirlenmesinde, uzun süreli etkisi olacak diğer
unsurlar da mevcut. Bu unsurlar, geçmişle ve yazarın görüşüne göre, daha da
önemlisi gelecekle ilişki gösteriyor.
Bolton 1948 yılında doğdu. Dolayısıyla, İngiliz ve
Amerikan CIA 1953 yılında İran lideri Mussadık’a
karşı darbe düzenlediğinde henüz küçük bir çocuktu. Musaddık’ın yerine getirilen Şah,
1979 yılında İslam Devrimi ile
yıkılıncaya kadar, ülkeyi despotik bir terörizm ile yönetti. Amerikalılar,
özellikle bu darbe nedeniyle İranlılar’ı hiçbir zaman affetmediler ve o
tarihten beri bu ülkeye karşı her türden bir savaş sürdürdüler.
İçinde İran’ın
nükleer güce sahip olma isteğine dair yanlış kanıtlar barındırıyor olsa da, 2015
yılında BM Güvenlik
Konseyi'nin beş daimi üyesi (ABD, Almanya, İngiltere, Çin, Rusya, Fransa- IŞIK) artı AB ve
İran arasında imzalanan JCPOA Anlaşması
(Ortak Kapsamlı Eylem Planı Anlaşması ya da İran Nükleer Anlaşması- IŞIK) ile, uzun süredir iltihaplı bir
yara haline gelen bu konuda bir çözüme ulaşılmıştı. Amerika’nın anlaşmadan tek
taraflı olarak çekilmesi, İran’ın ABD dış politikası hakkındaki şüpheci
yaklaşımını, basit olarak çok çabuk doğrulamış oldu.
Uluslararası
Atom Enerjisi Kurumunu’nun, İran’ın anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini
yerine getirdiğine dair olumlu raporlarına rağmen, ABD Mayıs 2018’de tek
taraflı olarak anlaşmadan çekildi. Bu çekilmenin İsrail baskısından kaynaklanıp
kaynaklanmadığı, Trump’ın kendine
özgü dış politika girişimi olup olmadığı, diğer etkenler ya da bu etkenlerin oluşturduğu bir kombinasyon
olup olmamasının konuyla bir ilgisi yok. İranlılar ve gerçeği söylemek
gerekirse diğer birçok ülke için, Rusya Devlet Başkan’ı Putin’in, Amerikalıların “anlaşma yeteneğine sahip olmadığı”
gözleminin doğruluğu, basitçe söylemek gerekirse teyid edilmiştir. ABD’nin
anlaşmadan çekilmesinin, bir dizi önemli sonuçları olmuştur.
ABD’nin “anlaşma
yeteneğine sahip olmadığı”nı hükmeden sadece İran değil. Bizzat bir ABD
darbe girişiminden kurtulan Türk lider Recep
Erdoğan, ülkesini ABD ekseninden uzakta yeniden konumlandırmak için
istikrarlı biçimde bir dizi girişimde bulundu. Bu girişimler içinde, İran’la
ticaret anlaşmaları yapmasını ve belki de en önemlisi, dünya güç dengesine
ABD’den uzakta yeniden yön vermeye çalışan Rus ve Çin inisyatifine giderek
artan derecede katılımını sayabiliriz.
Son aylarda, Erdoğan ülkesinin “Şanghay İşbirliği Örgütü”ne bağlılığını artırdı, İran’la ticari
bağlarını güçlendirdi ve Rus S400 füze savunma sistemini teslim aldı. Tüm bu
hamleler, Rusya’yla yapılmış çeşitli anlaşmalara devam edilmemesi ve İran’ın
daha fazla izole edilmesi yönündeki güçlü ABD beyanlarına rağmen başarılı
olmaktadır.
Sözü edilen “Şanghay İşbirliği Örgütü”, Rusya’nın Avrupa’ya
petrol boru hatları döşemesi ile katılımcı ülkelere ABD tarafından aktif olarak
karşı çıkılması ve şantaj yapılması örneğinde olduğu gibi, Amerikan isteklerine
açıkça uymayan ticaret ve diğer düzenlemeleri formüle etmek üzere Çin’den
Avrupa’ya, coğrafi olarak geniş bir alana yayılmış ülkeler tarafından
oluşturulmuş çeşitli inisyatiflerden sadece birisidir.
Rusya’nın
petrol projelerinin başlıca yararlanıcısı ve Amerika faktörünü kabul etmeyen
Almanya’nın yanı sıra, artan sayıda Avrupa ülkesi, son aylarda, bağımsızlıkları
ile ilgili kendilerinden daha emin olarak önemli önlemler almıştır.
Bunun bir
tezahürü de, “Bir Kuşak, Bir Yol” inisyatifine
katılmak amacıyla Çin’le anlaşma imzalayan 152
ülkenin var olmasıdır. İlk kez daha 2013 yılında ortaya konan bir Çin
girişiminin bu düzeyde bir kabul görmesi şaşırtıcı. İmzacı ülkeler, şu an
dünyayı kuşatıyor.
Belli
istisnalar, ABD’yi, Japonya’yı (gerçi, olasılıkla çok uzun
süreli olmayacak) ve ABD’nin sadık destekçisi Avustralya’yı kapsıyor. ABD arzularına bağlılığın nasıl ulusal
çıkarın yerini alabildiğini göstermesi açısından, Avustralya eşsiz bir örnek.
Çin, bu ülkelerin en büyük ticaret ortağıdır (bir sonraki en büyük ticaret
ortağı Japonya’nın oranının yaklaşık 3 katı). Çin aynı zamanda, Avustralya’nın
en büyük dış turizm kaynağı (ekonomik olarak, ülke ekonomisinin çok büyük bir
bölümü), en büyük yabancı öğrenci kaynağı ve üçüncü en büyük dış yatırım
kaynağıdır.
Avustralya’nın,
ulusal çıkarına rağmen, en önemli ekonomik partneri (ÇİN) karşısında sergilediği
kararsız ve çelişkili tavır, gittikçe güçten düşmekte olan militarist bir
egemen devlete sadakatın açık bir örneğini teşkil etmektedir.
ABD’nin, İran
halkı için kuşkusuz acı verici olduğu halde, İran’la ve de onun müttefikleriyle
olan ilişkilerinde uyguladığı zorbalık ve hukuğa aykırılık, İran’ın giderek
daha önemli bir rol oynadığı bir dizi gelişmeyi durduramadı.
Çin ve İran
2016 yılında kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşması imzaladı. Ağustos
2019’da, İran dışişleri bakanı Muhammed
Zarif’in Pekin’i ziyareti sırasında iki ülkenin imzalamış olduğu “genişletilmiş stratejik ortaklık
anlaşması”, Çin’in şu an ABD’nin
açık bir şekilde yasadışı olan İran karşıtı önlemlerine nasıl dikkatini
vermiş olduğunun bir ölçütüdür.
Zarif ve
Çin'den Wang Li tarafından imzalanan anlaşmanın ayrıntılarının çoğu gizli kalır.
Bununla birlikte, hemen hemen tamamıyla batı medyasının anlatısından kaçırılan ayrıntıların
yeteri kadarı, değişen ilişkilerinin esaslı bir resmini sergilemek amacıyla
açığa vurulmuştur.
Örneğin, Çin,
İran’ın gelişmekte olan petrol, gaz ve petrokimya sektörüne 280 milyar dolar
yatırım yapacak. İlave bir 120 milyar dolarlık yatırım, özellikle ulaşım
sektörü olmak üzere, İran’ın altyapısını geliştirmesine yardım etmek amacıyla
yapılacak. Çeşitli projeler için yapılacak ödemeler, Çin’in dış ticaret
fazlasından elde edilen yabancı paralar ve Çin Renminbi’si ile yapılacak. Yani,
şimdiye kadar uluslararası ticarette ezici bir öneme sahip para birimi olan ABD
doları artık tek başına kullanılmayacak.
ABD, uzun
zamandır, doları öncelikli bir finansal ticaret aracı olarak kullanmaya son
verdi ve bunun yerine onu, ABD dış politika emellerine boyun eğmeyen ülkelere
karşı ülke savaşı kapsamında bir silah olarak kullandı. Bu uluslararası
finansal zorbalığın sonuçları, şimdilerde, uluslarası ticarette yapılacak
ödemenin araçları olarak, ABD dolarının yerine farklı mekanizmaların hızla
artan kullanımı şeklinde yansımaya başladı.
İran; Pakistan, Afganistan ve daha
önce eski Sovyetler Birliği’nin, şimdilerde de “Şanghay
İşbirliği Örgütü”nün önemli bir parçasını oluşturan diğer destekçi
ülkelere kolayca giriş sağlamasıyla önemli bir şehir olan MEŞHED ile TAHRAN
arasında 900 km’lik bir demiryolu bağlantısına elektrik vermek üzere devasa
anlaşmalara da imza attı. Şu an dünya nüfusunun % 40’dan fazlasını temsil eden
ulusları bünyesinde toplamış ve dünyadaki en önemli gelişmelerden biri olsa da,
batı medyasında söz konusu örgütle ilgili ayrıntılar yok denecek kadar az.
TAHRAN-MEŞHED
atılımı, sadece ulaşım bağlantıları sağlaması açısından değil, petrol ve doğal
gazın, organizasyonun destekçi ülkeleri üzerinden doğuda Çin’e, Batı’da da
Türkiye aracılığıyla Avrupa’ya taşınmasına da aracılık edeceği için önemli olan
bir dizi projeden birisi.
Rusya, kısmen eski
Sovyetler Birliği ile olan tarihsel bağları üzerinden destekçi ülkeleri teşvik
etmesi açısından ve de Çin’le olan stratejik ortaklığı nedeniyle bu
gelişmelerde önemli bir partner.
Batı’nın bu
gelişmelere olan ilgisizliğinin derecesi, Rusya’nın Vladivostok Şehri’nde yakın
zamanda yapılan Doğu Avrupa Ekonomik Forumu toplantısı’nın batı medyasında çok
az yer alması şeklinde yansıdı.
Japonya Başbakanı
Shinzo Abe’nin katılımı, onun Rusya ve Çin Başkanları Putin ve Xi ile yaptığı
sıcak görüşmeler de batı medyasında yeterince yer almadı. Batı medyası
izleyicilerinden çok büyük bir kısmı, bu formun 65 ülkeden 8500’den fazla
katılımcıya ev sahipliği yaptığından habersizdi.
Buradaki ana nokta,
bu gelişmelerin, ABD’nin işbirliği ve desteğiyle nedeniyle değil, ABD’ye rağmen
gerçekleşiyor olmasıdır. İran’dan ve bölgenin diğer yerlerinden gelecek yeni
haberler açıklığa kavuştukça bu amaçlar sürecek ve hız kazanacak.
BRI (Bir
Kuşak Bir Yol İnisiyatifi) üye sayısının hızla artmasının da gösterdiği gibi,
dünyadaki ülkelerin büyük bir çoğunluğu, ABD’den de ve onun, gittikçe sayıları
azalan ancak kendi çıkarları için sürekli savaş peşinde koşan müttefiklerinden
de usandı. Doğu’da (İran üzerinden) Çin’den Batı’da Rusya ve onun Avrupa’lı
komşularına kadar çok uluslu işbirliği, daha iyi bir seçeneğin mevcut olduğunu
gösteriyor.
Avustralya gibi, dünyanın değişmekte olduğunu anlamaya inatçı
bir direnç gösteren uluslara, bu gerçeği kabul etmedikçe, istenilmeyen ve köhne
bir geçmişin kalıntıları olarak geride kalma kararı kalıyor.
James ONeill*
18 Eylül 2019 / New Eastern Outlook / ÇEVİRİ: IŞIK
*James O’Neill, Avustralya’lı Jeopolitikal Analist