DOĞU PERİNÇEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DOĞU PERİNÇEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Ekim 2015 Çarşamba

Stratejik piyonun feda edilmesi

İki yıl önceydi, Aydınlık sayfalarında bir “stratejik piyon” tartışması oldu. Kimi arkadaşlarımız, bu nedenle Aydınlık’tan ayrıldılar. Onlara göre, PYD/PKK savaşçıları, ABD’nin piyonu değillerdi, özgürlük mücadelesi veriyorlardı, hatta ABD emperyalizmine karşı savaşıyorlardı.

KURŞUN ASKERLERLE TARİH YAZMAK

Seçimde de gittiler HDP’ye oy verdiler ve 7 Haziran seçim sonuçlarını da “Üçüncü Meşrutiyet” diye ilan ettiler. Birinci Meşrutiyet’in Mithat Paşa ve Namık Kemal’ini, İkinci Meşrutiyet’in Talat Paşa, Enver Bey ve Niyazi Beylerini, kalkıp Abdullah Öcalan ve Selahattin Demirtaş ile aynı çizgide buluşturan teorisyenliğe ne demeli. Tarih kurşun askerlerle oynar gibi yazılmıyor.

STRATEJİ VE PİYON

Destur varsa strateji ve piyon tanımlarını hatırlatmak gerekiyor.

Kısacası strateji, belli bir aşama boyunca, hedefe ulaşmak için karşıt güçlerin, müttefiklerin ve tarafsız kılınacak güçlerin saptanmasıdır ve buna göre yığınak yapılmasıdır. Her stratejinin içinde ara ve yan hedefler vardır. Bunlara ulaşmanın yol ve yöntemlerine “alt strateji” denebilir veya “strateji içinde strateji” de denmektedir.

Piyon, Fransızcada bizim Farsçadan aldığımız piyade karşılığıdır. Türkçemizde satranç tahtasında en ön sıraya dizilen alete piyon diyoruz. Kullanılan, ateşe sürülen güçler için de bu kavram kullanılıyor.

Stratejik piyon, belirli aşama boyunca, stratejik hedefi olan büyük gücün kendi amaçları için kullandığı küçük güçtür. Stratejik piyonun kendi stratejisini uygulama yeteneği yoktur. O nedenle varlığını sürdürmek için başka stratejilerde görev üstlenir.

MÜTTEFİK DEĞİL ENSTRÜMAN

PKK’nın tarihi, istihbarat örgütleri ile ilişkiler tarihidir. Bu konuda Türkiye Solu ve PKK başlıklı kitabımızda geniş bilgi var.

Bölücü Terör Örgütünün Türkiye, Suriye, Irak ve İran gibi bölge devletlerinin topraklarında “Kürdistan” kurma şansı bulunmuyor. Türkiye gibi yenemeyeceği bir güce karşı silahlı mücadeleye kalkışması, PKK’yı kaçınılmaz olarak ABD ve İsrail stratejisine bağlamıştır.

PKK/PYD’nin ABD ve İsrail ile ilişkisi, ittifak ilişkisi değildir. Çünkü ittifakta tarafların iradeleri arasında bir anlaşma vardır. PKK/PYD, kendi iradesini stratejik efendilerine teslim etmiştir. Nitekim 1991 yılında ABD’nin Irak’ı bölmesinden bu yana, PKK’nın Kuzey Irak’taki yönetimi Washington’un ve Telaviv’in kumandası altındadır.

Abdullah Öcalan, Suriye’de bulunduğu için, başlangıçta çift başlı bir yönetim oluşmuştu. O nedenle CIA tarafından 1999 Şubatında Türkiye’ye teslim edildi ve PKK, bütünüyle ABD’nin ve İsrail’in güdümü altına alındı.

KÜRT KORİDORUNDA PİYON MACERASI

ABD’nin Irak’a 2003 Martında ikinci saldırısı ve arkasından 2011 Martında Suriye’ye müdahalesinden sonra, PKK’nın ABD ve İsrail’e stratejik bağımlılığı daha da ağırlaştı. Abdullah Öcalan, Açılım’ın ilan edildiği 21 Mart 2013 günlü Nevruz konuşmasında, kendilerine Suriye ve Irak’taki ABD planlarında görev verilmesini talep ediyordu. PKK’nın “Kürt Koridoru” macerası böyle başladı. Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırı boyunca açılmak istenen koridor, ABD ve İsrail’in koridorudur. PKK/PYD ise bu koridorun açılmasında alet konumundadır. Bu alet sözcüğü ilişkiyi çok iyi anlatıyor. Abdullah Öcalan da, İmralı’da kendisinin “taktik enstrüman düzeyinden stratejik enstrüman konumuna yükseltilmesini” talep etmişti. Stratejik enstrüman ve stratejik piyon aynı anlamlara gelmektedir.

ABD ORDUSUNDA RESMEN ASKERLİK

PKK/PYD’nin bu stratejik piyon konumundan çıkma şansı bulunmuyor. Çünkü varlığını bu ilişkiye bağlamıştır. Ancak bölge ülkelerinin birliği içinde yer alır ve etnik temelde örgütlenmekten vazgeçerse ABD’ye stratejik bağımlılıktan kurtulabilir. O zaman da PKK/PYD diye bir örgüt olmaz.

Geldiğimiz son noktada Obama, PKK/PYD’nin silahlı güçlerinden askeri birlikler oluşturacağını ilan etti. Dün bu köşede Obama Alaylarının kurulamayacağı yönündeki görüşümüzü açıkladık. Ancak ABD ile PKK/PYD arasındaki ilişkinin tanımı en yetkili ağızlardan yapılmıştır. PKK/PYD militanları, artık ABD ordusunun resmen askeridir.

PİYON FEDASI

ABD’nin Büyük Ortadoğu Stratejisi iflas etti. Olmayan bir stratejide piyonluk da olmaz.

Bu durumda stratejik piyonun feda edilmesi olasılığı da artık gündemdedir.

PKK/PYD, tam Obama Alaylarında paralı askerlik umudunu yakaladığı bir sırada, stratejik piyon konumunu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir. Çünkü stratejik piyonun bağlandığı ABD stratejisi çökmektedir.

Stratejik piyon, ateşe sürülürken de feda edilir, strateji geçersiz kaldığı için de feda edilir. Her durumda stratejik piyonun sonu, feda edilmektir. Satrançta buna piyon fedası deniyor.

Doğu PERİNÇEK- Aydınlık/06.10.2015

16 Haziran 2014 Pazartesi

"Çankaya onların babalarının çiftliği değil, oraya kahya atayamayacaklar"

 
 
İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, CHP ve MHP'nin Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilen İhsanoğlu'yla ilk açıklamasında "Çankaya savaşı başlamıştır, Ekmeleddin İhsanoğlu'nu aday gösterenler bu savaşı kaybedecekler. Atatürk'ün Çankaya'sı olacak. Bu oyunu bozacağız" dedi. Perinçek, Mustafa Kemal'in askeriyiz diyen büyük kitle örgütlerinin Ekmeleddin İhsanoğlu'nu kabul etmeyeceğini kaydetti.
 
"BABALARININ ÇİFTLİĞİNE KAHYA ATAMIYORLAR"
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, CHP ve MHP'nin ortak Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu'yla ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Ulusal Kanal'da Can Karadut'un sorularını yanıtlayan Perinçek'in açıklamalarından satır başları şöyle:
 
"Babalarının çiftliğine kahya atamıyorlar. Çiftliğe kahya atanırken bile sağa sola danışılır. Miletimize soruyorum; daha önce Ekmeleddin İhsanoğlu diye bir isim duydular mı? Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli'nin kulaklarına bu isim fısıldanmış. İnterneti açtığınız zaman Atlantik ötesi ve Suudiler bayram yapıyor. Bu Tayyip Erdoğan'ı tekrar kırmızı halıyla Çankaya'ya çıkarma görevidir. Kırmızı halıyı bir kaldırıyorsunuz altında Atlantik mavisi... Ekmeleddin İhsanoğlu, mübarek olsun onlara. Kırmızı halılar, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'ye mübarek olsun. Ama unutulmasın ki Çankaya onların babalarının çiftliği değildir, oraya kahya atayamayacaklar.
 
BU OYUN BOZULACAK
İşçi Partisi olarak merkez organlarımızı topladık, Cumhurbaşkanlığı seçimini konuştuk. Ama bu aday belirlenirken o yok, kapı arkalarında konuşmalar var. Cumhurbaşkanı seçiyoruz, sınanmamış, denenmemiş bilinmeyen biri... Amerika, İsrail ve İngiltere sınamış. Çok ilginç bir özgeçmişi var. Türkiye ile alakası yok. Arapçası Türkçesi'nden daha iyi.
Tayyip Erdoğan'ın karşısına öyle bir aday çıkarılıyor ki; bir benzeri, ama meşhur olmayan bir benzeri...
 
İhsanoğlu, devşirilen adaylardan biridir; MHP ve CHP tarafından Çankaya'ya aday gösteriliyor. İslam Konferansı Örgütü, tamamen Suudi kontrolünde olan bir örgüttür. Suudiler de ABD'nin Ortadoğu'daki üslerinden biri. Böyle bir şahsiyeti AKP gösterse zihniyet dersiniz ama CHP tarafından ortaya atılması dikkat çekici.
Bu oyun bozulacak. Bu milletin, bu vatanı seven, bu mecliste bu milletin 20 milletvekili yok mu? Bu Cumhuriyet'in orada 20 adayı yok mu? Atatürk'ün, Cumhuriyet'in, bu milletin 20 adamı kalmadı mı?
 
ŞEYHÜLİSLAM SEÇİMİ YAPMIYORUZ
Şeyhülislam seçimi yapmıyoruz. Orada elbette Türk milletinin Çankaya'ya yakışan bir adayı olacak. CHP ve MHP yönetimlerinin bir adayı varsa, Türk milletinin de bir adayı olacak. Elbette Çankaya tepesi ki Türkiye'nin en yüksek tepesidir, Amerikancılardan, Fethullahçuılardan, gericilerden kurtarılacaktır. Türkiye'yi karanlığa boğma hakları var mı? Buna karşı bir isyan başlayacaktır göreceksiniz.
 
Tayyip Erdoğan'a yeni görevlerine ilan ettiler. Bunların görevi Tayyip Erdoğan'a kırmızı halı sermek, mücadele etmek değil. Kılıçdaroğlu meğerse CHP'nin başına Tayyip Erdoğan'ın iktidarını sürdürmesi için getirilmiş. Şu anda ortaya çıktı. CHP milletvekili ve CHP tabanı bunu nasıl kabul edecek? Biz görüştüğümüz zaman hiç havaları o değildi. Demek ki tiyatro oynuyorlar.
 
Tayyip Erdoğan'ı iktidara getiren ve iktidarda tutmak isteyen kuvvet herhalde Erdoğan'a bazı bilgiler vermişlerdir. Birkaç gün içerisinde Türkiye'nin yüzbinleri, milyonları ayağa kaldıracak kitle örgütleri toplanacak. Hangisine bu adayı kabul ettirebilirsiniz? Mustafa Kemal'in askeriyiz diyen büyük kitle Ekmeleddin İhsanoğlu'nu kabul eder mi? Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçiminde şeyhülislam seçimi mi yapacak? Büyük Ortadoğu Projesi Başkanı mı seçiliyor? Birçok insanla konuştum, herkes büyük bir isyan halinde. Ben Tayyip Erdoğan'ın ayakları altına kırmızı halı serme girişiminin başarısızlığa uğrayacağını düşünüyorum. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli intihar etmişlerdir. Biz onlarla beraber intihar edecek değiliz. Tekrar Tayyip Erdoğan'ı oraya çıkaracaklar diye onlara teslim olacak değiliz. Hep yalan söylüyorlar. 'Saadet Partisi de bizden' diyorlar. Yok öyle bir şey. Fethullah'la birleştiler. Uzun süredir Kılıçdaroğlu ve Bahçeli Fethullahçılarla birlikte hareket ediyor.
 
"AMERİKA VE SUUDİ ARABİSTAN EKMELEDDİN İHSANOĞLU'NUN CİĞERİNİ OKUMUŞ"
Türk milleti tanımıyor ama Amerika ve Suudi Arabistan Ekmeleddin İhsanoğlu'nun ciğerini okumuş. Bu tercihi yapan Bahçeli ve Kılıçdaroğlu'nun hiçbir hesabı yok. Onlar adına başka kuvvetler hesap veriyor. Onlar hesap yapanların enstrümanları konumundadır.
Cumhuriyet'e karşı yıkıcı faaliyette CHP'ye görev verildi. AKP'nin politikaları önce CHP'ye götürülüyor. Dersim, türban, bölgesel özerklik, liberalizm politikaları...
 
IŞİD olayı olduğunda Ortadoğu'da yobaz terörü esiyor. ABD, Irak-Suriye-İran arasındaki antiemperyalist cepheye karşı bir savaşa geçiyor. IŞİD terörü Türkiye'yi uyandırıyor. Kamuoyu laiklik lazımmış diyor. Irak eskiden laikti. Laiklik o ülkenin bütünlüğünü koruyordu; mezhepler arasında kavgayı önleyen laikliktir. Tam bu fikir yükselirken Ekmeleddin İhsanoğlu nereden çıktı? IŞİD yobaz örgütünü Irak'ın üzerine sürenler, Ekmeleddin İhsanoğlu'nu Türkiye'nin üzerine sürüyor.
 
CHP tabanı, vatansever taban, Türkiye'nin birliğinden bütünlüğünden yana olanlar, AKP'den kurtulmak isteyenler o 20 namuslu insanı bulacak. İçinde vatan ateşi yanan 20 namuslu insan arıyoruz. Bu oyun bozulacak. Mısır'a bakın.
 
Türkiye, Cumhuriyetin programı ve değerleriyle çıkacak ve Kemalist devrimi tamamlayacak. Bundan korkan, sorumluluk ve yükün altına girecek yüreği ciğeri olmayanlar bu işi yapmak mümkün değil. Bu vatanı, Cumhuriyet'i savunmaya yüreği olmayanların peşinden gitmeyi bırakalım. Cumhuriyet'e, Atatürk devrimine sahip çıkalım. O devrimi tamamlama kararlılığını gösterelim. Türkiyede özgürlük ve bağımsızlık adına ne yapıldıysa değerleri kararlılıkla savunan insanlar tarafından yapıldı ve millet onların arkasındaydı. Yüreğinizi ciğerinizi düşmana teslim ettiğiniz zaman mahkum oluyorsunuz.
 
Bugün Diyarbakır parkında Kürt anaları, 'Evladımı istiyorum' diye PKK'ya karşı eylem yapıyor. İP Öncü Gençlik gitti, Cumhuriyet Kadınları gitti, şehit anaları mesaj verdi. PKK hiçbir şey yapamıyor. Analar aslanlar gibi kükrüyorlar. PKK terörünü çözecek barışçı yol. Ben sana evladımı vermiyorum diyor. TSK'nın yapmadığını, TSK'ya yaptırılmayanı analar yapıyor. Kürt gencini PKK'ya teslim etmediğiniz zaman PKK'yı yenersiniz. Kürt olmadan Kürt sorununu çözemezsiniz. O halkı PKK'nın kucağına iterek Kürt sorununu çözemezsiniz. İP bunu uyguluyor.
 
Çok önemli bir ders var. CHP Tunceli seçimini kazanmıştı ama son seçimde 'Dersim' dedi kaybetti. Ben 'Dersim' derim de 3 oy daha fazla çıkar dedin, siz Dersim diyerek PKK'nın oyunu çoğalttınız."
 
Odatv.com / 16.06.2014

23 Mayıs 2014 Cuma

DOĞU PERİNÇEK'İN TÜRK MİLLETİNE AÇIKLAMASI (22.03.2008):

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek bugün (22 Mart 2008) Avukatı aracılığıyla aşağıdaki metni Türk Milleti’ne açıklamıştır.

Gladyocu Fethullah timi soruşturmada var gücüyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne suç atmaya çalışıyor. Dün gece üç saat konuşma oldu: “Nereden bir leke üretir, yara açarız ve oradan işleriz çabası içindeler.” Soruşturmayı yürütenler Amerika’yı savunuyor ve Ordu’ya karşı konumdalar. Yaptıkları girişim Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ikinci kez çuval geçirme girişimidir. Birinci kez Amerikan Ordusu TSK mensuplarına çuval geçirmişti şimdi bu operasyonla çuval geçirme peşindeler. Kuşkusuz girişim düzeyinde kalacak ve altında kalacaklardır.

Amerika Türk Silahlı Kuvvetleri’ne dışarıdan set çekiyor ve yıpratıyor. Bunlar da TSK’yı içerden hançerliyor. Özellikle TSK’nın Kuzey Irak’ta Özel Kuvvetlerle harekat yeteneğini yok etmek için milli olan Özel Kuvvetleri yıpratmak ve savaşamaz hale getirmek gayretindeler.

Bugünkü ve geçmiş konuta kademesine suç atmak için özel çaba içindeler. Bu görevi aldıkları sorularından ve araştırmalarından ortaya çıkıyor. Orduyu suçlu gösterecek kanıtlar üretme peşindeler.

Açıklamalarımda gladyonun adresinin Büyük Ortadoğu Projesi olduğunu belirttim. Gladyonun merkezi BOP’tur. BOP’un Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan’dır. Abdullah Gül “ABD ile 2 sayfa 9 maddelik” bir hizmet sözleşmesi yaptığını itiraf etmiştir. PKK’yı meclise sokanlar ve PKK’yı temsil ettiğini açıkça belirten DTP üzerinden PKK’yla Çankaya’da sözümona ‘Siyasal Çözüm’ adı altında BOP gereği Türkiye’yi bölme yollarını konuşanlar; Türkiye’nin birliğini savunan Ordu’ ya ve Milli Kuvvetler’e karşı bu Ergenekon Operasyonu’nu yürütmektedirler. Bu operasyon, BOP Eşbaşkanlığı tarafından yürütülmektedir. Ordu’yu hedef alma talimatı açıkça ABD yetkilileri tarafından ve Avrupa Parlamentosu Karar Tasarısı’nda belirtilmiştir. Yine,Avrupa Parlamentosu’nun Talat Paşa Komitesi’ni etkisiz hale getirme kararı (Şubat 2006) uygulanmaktadır.

Gözaltına alınmama itiraz ettim. Orada bunları özetle belirttim. İtirazım reddedildi. Savcı Zekeriya Öz bir Cumhuriyet Savcısı sorumluluğu ile görev yapmıyor. Ordu’ya suç yükleme görevini yerine getiriyor. Bu nedenle, Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu’na yeniden şikayet edeceğim.

Dün akşam, Savcı Zekeriya Öz, Aydınlık’ın bundan sonraki sayısında yer alacak haberleri sekiz polisin önünde ağzından kaçırdı. “Sizi izliyoruz” dedi. O çalışma, telefonlarda konuşulmamıştı. Aydınlık ve Ulusal Kanal’ın duvarlardan kanunsuz olarak izlendiği görülüyor ve savcı suç işlemeye devam ediyor.

BOP Eşbaşkanlığı ve Fethullahçı Gladyo suçlarını büyütmektedir. Türkiyemizi ve Atatürk Cumhuriyeti’ni hedef alan bu düşmanca girişimin altında kalacaklardır.

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in Okmeydanı’nda Yaşananlarla İlgili Kamuoyuna Açıklaması:

 
23 Mayıs 2014
 
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek İstanbul Okmeydanı’nda yaşananlar hakkında bugün kamuoyuna açıklamada bulundu.

Perinçek’in açıklaması şöyle:
Okmeydanı’nında iki yurttaşımız katledildi. Birisi karanlık bir örgütün attığı patlayıcılarla dünyamızdan göçtü gitti, bir yurttaşımız da polis kurşunuyla hayata veda etti.

Ancak o kurşuna, “polis kurşunu” demek ne kadar doğru? Olayların gelişmesi bir tertiple karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Polise atılan Molotof da polis kisvesi altında sıkılan kurşun da o tertibin eylemleridir.

PKK’nın da olayların içine boylu boyunca girdiğini saptıyoruz. Oradaki topluluğun arasına Apo posterleriyle girmişlerdir, kışkırtmalarda bulunmuşlardır ve polis müdahalesini davet etmişlerdir. Ortada apaçık bir kışkırtma var.

Okmeydanı halkının sağduyusu
Bu kışkırtmalara taraf olan polis içinde karanlık görevliler var. Ancak halk sağduyulu, halk olayın farkında. Halk derken, Okmeydanı halkından söz ediyoruz.

Okmeydanı halkının bu olay karşısındaki sorumlu davranışı hepimize örnek olmalı. Özellikle esnafımız Türkiye’nin o köklü esnaf geleneğinin erdemlerini yaşatan bir tutum aldı.

Planlar ve tuzaklar var
Bilgiye dayanarak yazıyoruz. Yakın geleceğimize yönelik planlar var, tuzaklar var. Bu kahpe planları Türkiye halkı olarak göğüsleyecek ve bozguna uğratacağız.

Mezhep kışkırtmaları karşısında bu topraklarda yaşayan herkes duyarlıdır. Bu duyarlılık önümüzdeki haftalarda ve aylarda bizim büyük güvencemizdir. Türkiye’de Alevi ve Sünni halkımızı birbirine düşürmeye yönelik tertipleri boşa çıkaracak birikime sahibiz.

Hepimizin sorunu
Hepimizin sorumluluğudur

Yaşadığımız olay, bir Okmeydanı olayı değildir.

Yaşadığımız olay, hele bugünden başlayarak Okmeydanı’nı aşmıştır; hepimizin sorunu haline gelmiştir.

Hepimizin sorunu, hepimizin sorumluluğu anlamına gelir.

Siyasal partilerimiz, sendikalarımız, kitle örgütlerimiz, derneklerimiz, gençliğimiz ve deneyimli kuşaklarımız, bu sorumluluğu hep birlikte omuzlarımızda taşıyoruz.

Birliğimize ve dirliğimize sahip çıkmak günün görevidir.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Doğu Perinçek: Özelleştirmeye derhal son verilsin!

 
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, özelleştirmeye son vereceklerini ve Kamu İktisadi Kuruluşları’nı (KİT) verimli kılacakların söyledi.
 
Perinçek, dün Ankara’da düzenlediği basın toplantısında, Soma’da yaşanan katliamın nedenlerini ve benzer acıların yaşanmaması için İşçi Partisi’nin çözüm programını açıkladı. Perinçek’in açıklamaları şöyle:
 
Özelleştirmenin vardığı yer: Soma!
Özelleştirmenin tek bir amacı vardır: İşçinin maliyetini düşürmek. Bu amaca uygun olarak özelleştirilen işletmelerde, işyeri güvenliğine ve işçi sağlığına ayrılan kaynaklar en aza indirilmiştir. Arkada kalan yıllarda özelleştirme yapılan işyerlerinde işçinin hayatının nasıl ucuzladığını çeşitli olaylarda yaşadık.
 
1980’lerden beri özelleştirmeye karşı mücadele ediyoruz.
 
İşçi Partisi olarak, 1980’li yıllardan bu yana özelleştirmeye tek başımıza karşı çıktık. KİT’lerin tasfiyesinin yol açacağı sonuçları kamuoyuna açıkladık. Özelleştirilen fabrikaların kapılarında, sendika kongrelerinde, işçilerin yemekhanelerinde, konferans ve toplantılarda hep bunu anlattık. Mitingler ve yürüyüşler yaptık.
 
Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy’e dokunamazsınız!
Soma katliamı, özelleştirmenin sonucudur ve özelleştirmenin sonunu da getirmiştir.
 
Bu acı olay, milletçe yüreğimizi yaktı ama bilincimizi de ateşledi. Madenlere gömülenler, yalnız canlarımız değildir. Özelleştirme de, yarattığı felaket ve bıraktığı derin acılarla o madenlere gömülmüştür. Artık özelleştirmeciler, Yatağan’a, Yeniköy’e, Kemerköy’e dokunamaz. Emekçi halkımız bu savaşı yüzlerce işçimizi toprağa vererek kazanmıştır. Dün özelleştirmeyi savunanlar, bugün özelleştirmeye karşı çıkıyor. Başta işçi sendikaları olmak üzere, toplumumuzun her kesiminden kamulaştırma talebi yükseliyor.
 
Tekrar kamulaştıracağız!
İP Milli Hükümet Programı’nın 35. maddesi özelleştirmeye son verecek ve KİT’leri verimli kılacak uygulamanın esaslarını koymaktadır. Madde şöyle: “Özelleştirme kapsamında yürütülen bütün işlemler derhal durdurulacaktır.
 
Özelleştirme kapsamına alınan ve özelleştirilen, ortaklık yapısı kısmen ya da tamamen değiştirilerek yönetimi yabancı sermaye ve işbirlikçilerine veya yerli sermayeye devredilen ya da paylaşılan İktisadi Devlet Teşekkülleri, KİT’ler ve bunların iştirakleri kamulaştırılacaktır. Özelleştirmeyle ilgili bütün işlemler soruşturulacaktır.
 
İktisadi Devlet Teşekkülleri’ni, KİT’leri ve bunlara ait iştirakleri verimli hale getirmek için, gerekli kaynaklar bütçeden karşılanacak ve Devlet Yatırım Bankası yeniden örgütlenecektir.
 
Aydınlık,21.05.2014

DOĞU PERİNÇEK/ Soma katliamının faili ‘Piyasa düzeni’ mi?

Önceki gün Aydınlık'ın ikinci sayfa başlığı şöyleydi:
 
"Soma Katliamı'nın faili: Piyasa düzeni"
       (Aydınlık, 19.05.2014)
 
 
Tarihin dışından atılan bir başlıkla karşı karşıyayız.
 
“Katil sermaye” yargısının yanlışlığına değinmiştik. “Katil piyasa” yargısı çok daha büyük bir yanlıştır.
 
Kullandığımız kavramları doğru tanımlamak durumundayız.
 
Piyasa nedir, neden oluştu
İnsanlığın bir milyon yıllık geçmişinde piyasa yoktu. İnsanlar ürettikleri ürünlerle, ancak karınlarını doyurabiliyorlardı. İstikrarlı olarak bir üretim fazlasının yaratılmasıyla birlikte, bu artı ürünün mülkiyeti ve değiştirilmesi olayı da ortaya çıktı. Özel mülkiyet, piyasa ve para aynı tarihsel süreçte doğdu. Kabile toplumundan uygarlığa böyle geçildi.
 
Piyasa üretim fazlasının ürünüdür. Bu üretim fazlası önceleri takas yoluyla değiştiriliyordu. Paranın ortaya çıkışıyla birlikte değişim aracı da belli oldu.
 
Piyasanın ömrü
 
Peki, piyasa ne zamana kadar var olacaktır?
 
Üretilen mallar toplumun ihtiyacını karşılamadığı sürece piyasa zorunludur. Piyasa ancak bolluk toplumunda ortadan kalkar. Mallar kıt olduğu sürece değişim ekonomisi geçerlidir.
 
Değişim ekonomisinde bölüşümün ilkesi emeğe göredir. Üretim, kapitalist toplumda da, sosyalist toplumda da, artı değeri bir kenara ayırırsanız emeğe göre paylaşılır.
 
Piyasada eşdeğerler değiştirilir. Bir malı üretmek için gerekli olan ortalama toplumsal emek o malın değerini belirler. Her mal, piyasada eşdeğeri olan emek miktarıyla değiştirilir. Para bu değişimin aracıdır. Eşdeğeriyle değişmeyen tek şey işgücüdür. Kârın kaynağı işgücünün değişimindeki eşitsizliktir.
 
Bolluk toplumuna kadar piyasanın varlığı kaçınılmazdır. Sosyalist toplumda da emekçi üretimden emeğine göre pay alacaktır. Ve piyasada emekçi, üretimdeki emek miktarı kadar satın alma gücüne sahiptir. Eğitim, sağlık, ulaşım gibi alanlarda yapılan parasız hizmetler, piyasa ekonomisini adım adım daraltır, ancak ortadan kaldırmaz.
 
Piyasa sosyalist toplumda da zorunluluk
Mallar ihtiyaca yetecek ölçüde bollaşana değin emeğe göre bölüşüm ilkesini uygulamaya mecburuz. Bu nedenle sosyalist toplumda da piyasayı ortadan kaldıramazsınız ve hiç kimse de böyle tarih dışı bir girişimde bulunmamıştır.
 
Faili bulmaktan vazgeçmek
Bu durumda “Soma katliamının failini” piyasa düzeninde aramak, tarihin dışında bir çabadır.
Samanlıkta iğne aramanın zor olduğu söylenir. Doğrudur, fakat azmederseniz en sonunda samanların arasındaki iğneyi bulabilirsiniz. Ne var ki, Soma katliamının failleri arasında piyasayı ararsanız, faili bulmaktan vazgeçmiş olursunuz. Dahası faili örtbas edersiniz.
 
Sel bastığı zaman, yağmuru katil ilan etmek ne kadar saçma ise, Soma faciasında piyasayı fail ilan etmek de o kadar saçmadır. Çünkü yağmur bu çağda ortadan kaldıramayacağınız bir etkendir. Üstelik yağmursuz yapamazsınız. Piyasa da öyledir. Sosyalist toplumda dahi piyasa olmadan yapamazsınız. Ama piyasa düzeni içerisinde Soma faciasına yol açan özel nedenleri bulabilir ve faciayı önleyebilirsiniz.
 
Çözümsüzlüğe mahkûmiyet
Piyasa için üretimi suçladığımız zaman boş laf ediyoruz. Çünkü, piyasa için üretimin zorunlu olduğu bir tarihsel çağda yaşıyoruz. Tarihe sorumluluk yükleyemeyiz.
 
O nedenle, Soma faciasının nedenini genel olarak piyasa düzeninde değil, özel olarak somut olgularda aramalıyız. İşçinin canını koruyacak çözümleri de yine somut tarihsel koşulların içinde üretmek zorundayız.
 
“Katil, piyasa düzenidir” dediğimiz zaman kendimizi çözümsüzlüğe mahkûm ediyoruz. Çünkü bugün sosyalist ülkeler dahil dünyanın hiçbir yerinde piyasayı kaldırmanın koşulları yoktur. Henüz mallar kıttır, bolluk toplumunda değiliz. Piyasa düzenini katil ilan etmek bu açıdan gevezelikten başka bir şey değildir. Bu arada katil, karanlık köşesinden bize kıs kıs gülüyor.
 
Tarihin içindeki seçenekler
Soma faciası özelleştirme programının sonucudur. Kamu ekonomisini, işçiyi ucuza mal etmediği için suçladılar. Ücretler düşürülmeliydi. İşçinin maliyetini yükselten toplumsal giderler kısıtlanmalıydı. İşyerinin güvenliği ve işçinin sağlığı için yapılan masraflar alabildiğine azaltılmalıydı. Bu amaçla kamu ekonomisine tırpan vuruldu, özelleştirme yoluna gidildi. KİT’ler de piyasa düzeninde üretim yapıyordu. Ama kâr hırsını dizginleyen gelenekler ve anlayışlar vardı.
 
Bugün seçenekler piyasa düzeni ile piyasanın kaldırılması arasında değildir. Piyasa insanlığın gündeminden çıkmamıştır. O gündemi keyfimize göre belirleyemeyiz.
 
Seçenekler gözü dönmüş kâr düzeni ile işçinin hayatını gözeten piyasa düzeni arasındadır. Kamu İktisadi Teşekkülleri bu açıdan özelleştirmeye karşı biricik seçenektir.
 
Aydınlık, 21.05.2014

5 Mayıs 2014 Pazartesi

DOĞU PERİNÇEK/ Tayyip Erdoğan’ın karşıdevrim manifestosu

 
 
                                                      AYDINLIK / 05.05.2014
 
 BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan, 29 Nisan 2014 günü AKP Meclis Grubu’ndaki konuşmasıyla Türkiyemizin bağımsızlık ve özgürlük birikimine meydan okudu. Kurdukları Gladyo-Mafya-Tarikat rejiminin stratejik konumlanmasını belirtti. Türk Devriminin iki yüzyıllık kazanımlarına duyduğu kini bir kez daha ilan etti. 1876 Anayasa Devrimi, 1908 Hürriyet Devrimi, İstiklal Savaşımız, Cumhuriyet Devrimimiz, milli devlet, bütünüyle Atatürk Devrimi, hepsi hedefteydi.
 
Yeni Şafak gazetesi, bu stratejik bildiriyi “2023 Manifestosu” başlığıyla verdi.
 
10-rota
 
Hesaplaşma eşiğinde korkulardan kurtulma çağrısı
Tayyip Erdoğan, irticaya ve bölücülüğe açıkça “korkulardan kurtulma” çağrısında bulunuyor. “İrtica ve bölücülüğün” ön safında bulunuduğunu bu kavramları kullanarak belirten kendisi. Arkada kalan iki yüzyılda Ortaçağ kuvvetlerinin “trajedisini” hatırlatıyor ve yakınıyor.
 
Korkusu bölgesel çapta. Mısır’da Münafık Kardeşler yargılamasında birbiri ardı sıra verilen 589+683 idam kararına göndermede bulunuyor. Anlaşılıyor ki, cesarete ihtiyaçları var.
 
En önemlisi hesaplaşma eşiğinde bulunduğumuza dikkat çekiyor. Cumhuriyetin 100. Yılına giderken ya Cumhuriyet kazanacak, ya da “gericilik ve bölücülük”!
 
Tayyip Erdoğan’ın yandaş ‘muhalifleri’
Buraya kadar bilinmeyen bir şey yok. Mesele, Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül-Fethullah Gülen rejimini yıkacak strateji ve siyasetlerde! Türkiyemizi yeniden demokratik devrim rotasına yöneltmenin başka yolu yok.
 
Washington canibinden “deliğe süpürme” işaretleri alınmasından sonra Tayyip Erdoğan’ın yeni muhalifleri zuhur etti. Gerçekten bu işaret verildi mi, yoksa parmak mı sallandı, bunu tartışmıyoruz. Ama o işareti aldıklarını söyleyenler var. En başta CHP yöneticileri şevklendiklerini gizlemediler. Taksim’de Tayyip Erdoğan’ın otorite gösterisine malzeme olanlar, hep yeni “muhalif” cemaatinden. Unutulmaz Donanma Komutanımız E. Ora. Nusret Güner, onlardan “yandaş muhalefet” diye söz ediyor.
 
Bunlar stratejik düzlemde BOP Eşbaşkanıyla aynı saftalar. Atlantik sistemine toz kondurmuyorlar. Hatta zaman zaman Tayyip Erdoğan’ı ABD yetkililerine şikayet ediyorlar. “Laiklik tehdit altında değil” diyorlar. Tıpkı Tayyip Erdoğan gibi karşıdevrimden özürler diliyor ve “bölgesel özerkliği” savunuyorlar. Faizcilik yarışında herkesin önüne geçme çabasındalar. İttihat Terakki devrimciliğine düşmanlıkta AKP gericiliğini aratmıyorlar. Hepsi AİHM Kararından sonra bile “Ermeni soykırımı” teranesini sürdürüyor. Atatürk’e açık ve sinsi düşmanlıkta farkları yok.
 
Dayak yemek için üretilen taktikler
Tayyip Erdoğan’ın “2023 Manifestosu”, herkesin önüne stratejik saflaşma ve hesaplaşmayı bir kez daha getirmiştir. Son iki yüzyılın hesaplaşmasıdır bu! Türk Devriminin safındasın ya da karşısındasın. Karşısında isen, istediğin kadar nutuk at, laf yarıştır, hatta aşağıla, Tayyip Erdoğan ile aynı saftasın ve onu deviremezsin! Hep dayak yersin! Sürekli dayak yiyecek taktikler üretiyorsun!
 
Rejim savaşı
Bilim tarihimizin köşe taşlarından Niyazi Berkes’in 1960’larda yayımlanan “İki Yüzyıldır Neden Bocalıyoruz” başlıklı bir kitabı vardı. Kanımca şu soru daha doğrudur: “İki Yüzyıldır Niçin Savaşıyoruz”.
 
Biz, son iki yüzyılda emperyalizme karşı insanlığın en ön cephesinde savaşan bir milletiz! İki yüzyıla dört devrim sığdırmışız. Ve o devrimlerin de arkasında büyük imparatorluklar birikimi var.
 
Tayyip Erdoğan bir kez daha hatırlattı:
 
Savaş hala o savaş!
Cepheler yine o cepheler!
Ve hesaplaşma vaktindeyiz!
İki yüzyıllık o büyük devrimci birikimin ağırlığını duyuracağı yıllara girmiş bulunuyoruz.
Korkmaları boşuna değil!
 
YARIN: 1 MAYIS’TA BAYRAK VE İSTİKLAL MARŞI TARTIŞMASI
DOĞU PERİNÇEK / 05.05.2014

8 Nisan 2014 Salı

RAFET BALLI SORDU; PERİNÇEK YANITLADI: 6


Çankaya Atatürk’ün Çankaya’sı olacak

İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek’le söyleşimizin bugün son bölümünü yayınlıyoruz.
 
Üç konuyu konuştuk.
 
Bir: Haziran halk hareketi.
İki: CHP ve Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu.
Üç: Cemaatlere karşı tutum.
 
Bu genel çerçevede Perinçek, lider “isim”lere karşı tutum konusunda önemli bir tespit yaptı.
 
- Cumuhurbaşkanlığı seçimiyle erken seçimin birlikte yapılacağı söyleniyor.
 
Her şeye hazırız. Çankaya Atatürk’ün Çankaya’sı olacak. Bunun için gerekeni yapıyoruz.
 
- Bu konuda daha çok tartışılacak. Hele farklı tarafların politikaları netleşmeye başlasın... Dolayısıyla Haziran halk hareketine gelelim. O sırada hapisteydiniz. Taksim’de yeni ve büyük bir olay başladığını ilk nasıl fark ettiniz?
 
Biz İP olarak, 2013 Nisan-Mayıs aylarında bir halk patlaması olacağını 2012 yılı sonlarında saptadık. Hatta Ocak 2013’te Merkez Karar Kurulu’na bir mektubum var. Orada açıkça Nisan-Mayıs’ta büyük bir halk hareketi olacağını belirtiyoruz. Partinin ona göre mevzilenmesini söyledim.
 
Nisan’daki Milli Merkez Toplantısı’nda da Hasan Basri Özbey (İP Genel Başkanvekili) ve diğer arkadaşlarımız İlker Yücel, Çağdaş Cengiz, hepsi konuşmalarında bunları vurguladılar. Yani beklediğimiz bir olaydı.
 
Haziran hareketi: Bekliyorduk ama
 
- Bu çapta olacağına ihtimal veriyor muydunuz?
 
Tabii halk hareketi, beklentilerimizin de ötesine geçti. En sonunda Türk bayrağı altında, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganında birleşti. Bu, umduğumuzun üstündeydi.
 
- Cezaevindeydiniz. İzlerken neler hissettiniz?
 
Ulusal Kanal olayları canlı bir şekilde vermeye başladı. Kendimizi olayların içinde hissettik... Öncesinde, umutsuz olan çok sayıda tutuklu ve subay arkadaşımız ile aramızda iddialaşmamız vardı. Hatta koridorlarda, bazı arkadaşlar, benimle karşılaştıkları zaman, “Halk ayaklanması geliyor” diye şaka yapıyorlardı. “Patladı patlayacak” şeklinde şakalar...
Olaylar patlayınca...
Herkes çok mutlu oldu. Herkes karanlıkların yırtıldığını gördü.
 
Özellikle subaylar?
 
Tutuklu subayların bilinç olarak nasıl halkla bütünleştiklerini, Atlantik sisteminden koptuklarını gözlemledik.
 
Baykal’a haber gönderdik
 
- Biraz da CHP’yi konuşalım. Önce Baykal’a tertip kaseti...
 
Bunun tertip olduğu ortadaydı. Çok ilginçtir. 20 gün veya bir ay kadar önce, partimizin Merkez Karar Kurulu’na yazdığım mektupta CHP yönetiminin, Baykal yönetiminin hedef alınacağını tahmin olarak yazmıştım.
 
- Niçin hedef olacaktı?
 
Çünkü Baykal, Ergenekon tertibine karşı tavır alıyordu.
 
- Baykal ile 1960’lardan gelen bir arkadaşlığınız var. Kendisini şahsen uyarmayı düşünmediniz mi?
 
Kaset açıklandı. Sanıyorum ertesi gün pazartesiydi. Cezaevinden dışarıya haftalık telefon görüşmemiz vardı. Şule’ye (Perinçek) Ferit İlsever arkadaşımızın derhal Sayın Baykal’a telefonla ulaşmasını rica ettim.
 
- Niçin?
 
Bu tertibe meydan okumasını arkadaşı olarak hararetle önerdim. “Birlikteyiz, yanındayız” dedim. “Hiç korkacak bir şey yok. Bu, Türkiye’yi hedef alan bir kasettir” dedim.
 
- İlsever aramış mı?
 
Evet. Bu düşüncelerimizi iletmiş.
 
Kılıçdaroğlu’na nasıl tutum almalı?
 
- Kılıçdaroğlunun genel başkanlığa geldikten sonra, sizin haftalık Aydınlık’ta da çıkan bir mektubunuzu okudum. Taslağını. Tartışmaya açmıştınız. Orada Kemal Kılıçdaroğlu’na yüksek sayılacak bir kredi açmıştınız. Sorum şu: Denenmemiş bir isim. Kapalı kutu. Hiçbir müktesabatı yok. Bürokratlığının dışında. Fikirleri hiç bilinmiyor. Nasıl bu kadar geniş kredi açabildiniz?
 
Yerinde bir soru. Ama köşe yazarı değilim. Bir savaş veriyoruz. O savaşta CHP yönetiminin milletin cephesinde olması çok önemli. Siz yeni yönetimi iterek kakarak değil, dostlukla o cephede tutabilirsiniz. O nedenle o tavır doğrudur. Zamanla, sınandıkça Kılıçdaroğlu’nun kendi cephesini belirlemesiyle uyumlu olarak elbette eleştiriye daha büyük ağırlık verdik. Ama bir önyargıyla onu karşı cephede görmemiz çok yanlış olurdu. Çünkü CHP’nin Cumhuriyet kuvvetleri safında olmasını istiyoruz ve siyasetlerimiz de buna hizmet etmeli.
 
- Sizi ilk tereddüde düşüren davranışı ne oldu?
 
Hürriyet gazetesine tam sayfa bir röportaj verdi. Liberalizmi açıkça savundu. 27 Mayıs’a şiddetle karşı çıktı. Bunlar bende soru işaretleri yarattı.
 
- Şimdi Kemal Beye kapıları bütünüyle kapattınız mı? Hiç ümidiniz yok mu?
 
Öyle bir döneme giriyoruz ki, bir Türkiye cephesi inşa edeceğiz. Böyle dönemlerde kapı hiç ama hiç kimseye kapatılmaz.
 
- Tayyip Erdoğan’a da mı? Abdullah Gül’e ve Fethullah Gülen’e de mi?
 
Herkesin ne yapacağı üç aşağı beş yukarı bellidir. Sınıfsal bağlantılar var. Atlantik bağlantıları var. İşlenmiş suçlar var. Ama önümüzdeki dönemin ihtiyaçları açısından vurgulamak istiyorum: Vatanseverliği hiç kimseye yasaklayamazsınız.
08.04.2014- Aydınlık

RAFET BALLI SORDU, PERİNÇEK YANITLADI:5


Başbuğ’un hedefi Çankaya mı ?

İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek’le söyleşimize devam ediyoruz. Bugün, TSK’ya ilişkin değerlendirmelerini vereceğiz.
 
Perinçek’e göre subaylar, Ergenekon sürecinde derin bir bilinç değişimi yaşadı. “Mustafa Kemal’in askerleri oluyorlar” diye özetledi bunu.
 
- Çok sayıda subayla hapisane arkadaşı oldunuz. Aynı ya da benzer davalarda yargılandınız. Subaylar nasıl bir sınav verdi?
 
İçeriye düşen komutanlar başarılı bir sınav verdiler.
 
- Hep öyle miydiler?
 
Başlangıçta siyasi hatları düzgün değildi. Önce bir şaşkınlık... Acı dönemi yaşadılar. Onların acısını ben çok yakınlarında yaşadım. İki sene kadar özel kuvvetlerin seçkin subaylarından Emekli Albay Levent Göktaş, Deniz Kuvvetleri SAT komandalarının komutanı Emekli Binbaşı Levent Bektaş ile bitişik hücrelerde kaldım. 24 saatimiz beraber geçti. Duruşmalarda diğer komutanlarla beraber oldum. Mektuplaşıyorduk da.
 
Devletin hançerini hesaplayamadılar
 
- ”Şaşkınlık” dediniz. Önemli bir tespit. Bir subay niye şaşırır?
 
Kafalarındaki şemaya oturmayan bir saldırı ile karşılaştılar. Devletin silahlı kuvvetlerinin mensubuydular. Fakat devletten gelen çok şiddetli bir saldırıyla karşılaştılar.
 
- ”Acı” dediniz...
 
Çok derin bir ihanete uğramışlık duygusu yaşadılar. Bizim bilincimiz farklı. Bu devletin Atlantik denetiminde olduğunu biliyorduk. Milli devlet olmadığını biliyorduk. Tecrübelerimizle biliyorduk. Sürecin doğası bizi şaşırtmadı. Hazırlıklıydık.
 
- Subayların farkı?
 
Onlar düşmanın karşı cepheden atacağı füzelere, mermilere göre eğitilmişlerdi. Ankara’daki devletten sırtlarına bir hançer saplanacağını hesaplamamışlardı. Bu, onlara çok acı geldi.
 
Mustafa Kemal askeri oldular
 
- Ergenekon-Balyoz musibetlerinin, subayın bilincini değiştirdiğini söyleyebilir miyiz?
 
Elbette. Onları yeniden Mustafa Kemal’in askeri konumuna getirdi. Omuzlarındaki yıldızları kaybettiler. Anadolu göklerindeki yıldızlara kavuştular. Pasinler yaylasındaki bir çobanın veya Şarkışla’daki bir köylünün veya Lüleburgaz’daki bir çiftçinin yıldızlarıyla buluştular. Halklaştılar.
 
- Sadece içeridekiler mi?
 
İçeridekilerle sınırlı değil. Türk ordusunun bütün subayları ve astsubayları için geçerli bir süreçtir bu. Suriye ile savaş tehlikesi çıkınca, birçok komutana sordum. ‘Suriye ile savaş çıkarsa, kimin tarafındasınız’ diye. Hepsi ‘mazlum Suriye’nin tarafındayız’ cevabını verdiler.
 
- Bir de Haziran (2013) halk hareketini yaşadık.
 
2013 Haziran-Temmuz’unda halk ayaklanması olunca, Silivri’den ortak bir bildiri yayınladık. Halk ayaklanmasını desteklediğimizi belirttik. TSK’ya da halkın üzerine sürülmeyi kabul etmemesi için çağrıda bulunduk. Korgeneraller dahil hepsi imzaladı. Bildiriyi beraber yazdık.
 
‘Or’lar niye imzalamadı?
 
- Niye orgeneral ve oramiraller imzalamadı?
 
O komutanlarımızın çeşitli sorumlulukları var. Çok iyi biliyoruz ki, gönülleri halk hareketinin başarısından yana.
 
- Mustafa Balbay, Mehmet Haberal da imzalamadı?
 
Onlar da bildirinin içeriğini destekliyor, halk hareketinin başarısını kuşkusuz istiyordu. Ancak CHP yönetiminden etkiler nedeniyle geri durdular.
 
Subay ya devrimcidir ya da...
 
- Subaylarla Silivri’de birlikte yargılandınız. Artı ve eksileriyle subayları nasıl buldunuz?
 
Türk subayı ya devrimcidir ya da subay değildir. Çağdaş Türk ordusunun oluştuğu yakın tarihe bakarsak bunu çok iyi görürüz. Kuşkusuz binlerce yıllık imparatorluk geleneği var. Ama çağdaş Türk Ordusu bu geleneklerden beslenerek son 200 yılın milli demokratik devrim sürecinde yeniden kuruldu. O nedenle devrimcilik ile Türk subayı kavramları örtüştü.
 
- Ama bir de NATO süreci var...
 
Evet, Atlantik döneminde NATO bağlantıları bu geleneği belli ölçülerde tahrip etti. Ne var ki, Türk ordusuna karşı son Ergenekon-Balyoz tertipleri Türk subayının devrimci karakterini canlandırdı. Türk subayı Atlantik saldırısı karşısında milletiyle, halkıyla buluştu. Zindanlarda devrimcileşti. Bu yalnız duvarlar arasında kalmadı. Bugün Türk ordusu Mustafa Kemalleşiyor. ABD’nin Türk ordusu üzerindeki ideolojik hegemonyası büyük ölçüde yıkıldı. Türk subayı devrimci köklerine kavuşmaktadır. Bu, Türkiye’nin geleceği açısından çok ama çok önemli bir gelişmedir. Tayyip Erdoğan’ın ordusu yok. ABD’nin Türk ordusu için güvenilir dayanakları da kalmadı. ABD’nin bir çıkmazı da buradadır.
 
Başbuğ’un hedefi Çankaya mı?
 
- İlk Başbuğ ile aynı davada yargılandınız. Diyaloğunuz oldu mu?
 
Orgeneral İlker Başbuğ çok değerli bir komutanımız. ABD ve Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül yönetimi de onun hakkında gerçekçi bir değerlendirme yapmışlar ki, hedef aldılar. Hapse attılar.
 
Bu olgu onun değerini anlamaya yeter. Çok sıcak dostluğumuz, arkadaşlığımız vardı. Güzel sohbetlerimiz oldu.
 
- Duruşmalardaki tutumu?
 
Özellikle hükmün okunduğu 5 Ağustos 2013 duruşmasındaki tutumu hatırlanmalıdır. Biz duruşma salonunu terk ettikten bir süre sonra Sayın Komutanımız da, Orgeneral Sayın Hurşit Tolon ile birlikte mahkemeyi protesto ederek salondan ayrıldılar. Biz tutukluların salondaki konuşmalarını bütün milletimizin duymasını çok isterdim.
 
- Buyurun nakledelim.
 
Salona geldi. Önemli bir konuşma yaptı. Buşbuğ’un sağlam karakter ve devrimci kişiliğini o gün daha derinden anladık. Büyük devrimci Atatürk üzerine yazdığı kitaplar incelenmelidir. Türkiye’nin bir devrimle kurulduğunu çok güzel anlatmaktadır.
 
Komutanın sorumluluğu
 
- ‘Türk Ordusunda Strateji Sorunu’ kitabınızda Başbuğ’u da eleştiriyorsunuz. Bu konu Silivri’de hiç gündeme geldi mi?
 
O Genelkurmay Başkanıydı. Omuzlarında önemli yükler taşıyordu. Biz ise hukuk devleti ve insan hakları vurgularıyla Ergenekon ve Balyoz saldırısının defedilemeyeceğini görüyorduk. Farklı konumlardan farklı sorumluluklar dile getiriliyor.
 
- Doğrudan sorayım. Hapisaneden çıktıkta sonra bir İlker Başbuğ portresi var. Dava sürecini toptan mahkûm edip hesap sorulmasını istiyor. İçerideki arkadaşları özgür olmadan kendinin özgür olmayacağını söylüyor. Sessiz çığlık eylemlerine katılıyor. Silivri nöbet çadırını ziyaret ediyor. İmza günlerine katılıyor. Algı: Başbuğ bir kampanya başlattı. Cumhurbaşkanlığı kampanyası. Yanlış mı söylüyorum?
 
İlker Başbuğ bir komutandır. Bugün savaş devam ediyor. O da komutan konumunda kendisine görevler tanımlıyor. Ama bu tanımların içeriğini kişisel amaçlar belirlemiyor.
 
ABD, PKK’yı ikram edecek!
 
- Sormak farz oldu. O zaman ABD neye dayanak parlamento dışı modellere yönelebilir?
 
Onun için ABD’nin çıkmazından söz ediyoruz. Yönelmek serbest. Ama başarı şansı yok.
 
- ABD bunu göremiyor mu?
 
Görmesi yetmez. Şansını deneyebilir. Hatta Türk ordusuna bazı başarılar armağan ederek geçici uzlaşmaları da deneyebilir. Bütün bunlara hazırlıklı olmamız lazım.
 
- Sözlerinizden, ABD, PKK’yı Türk ordusuna ikram edecek iması seziyorum.
İkram edebileceği başka bir şeyi var mı?
 
TSK neredeyse o taraf kazanacak
 
- Hapisanede generallerle, amirallerle ilişkileriniz nasıldı?
 
General ve üst rütbeli subay diye bir ayırım yok. Hepsiyle ilişkilerimiz akadaşçadır. Onlarla silah arkadaşı olduk.
 
- Seçimden sonra 300’e yakın general/amiral ve subay partinize destek bildirisine imza attı. Ama “or” rütbesinde kimse yoktu. Neden?
 
0 imzalar 24 saatte toplandı. Orgeneral ve oramirallerden de bildirinin içeriğini yürekten benimsediğini söyleyen komutanlarımız var.
 
- Niye sadece subaylar? Asker partisi mi oldunuz? Diğer meslek grupları niye yoktu?
 
Sendikacılar, işçi önderleri, sanatçı ve aydınlar, üniversite kadroları da böyle bir bildiri yayınlayabilirdi. Komutanların bildirisini kendileri yazdı. Bu bildirinin önemini önümüzdeki aylar ve yıllarda anlayacağız. Önümüzdeki süreçte TSK hangi tarafta ise o kazanacak. Halkın tarafında ise halk kazanacak, Amerika’nın tarafında olursa geçici olarak ABD kazanacak. Ama göreceksiniz. Türk ordusu kesinlikle Türk milletinin ordusu olduğunu bir kez daha kanıtlayacaktır.
 
Balyozcuları da karşılayacağız
 
- Balyoz davalarındaki subaylar hâlâ içeride. Onlar ne olacak?
 
Çok yakında komutanlarımızı Silivri kapısında, Maltepe Baransel Kışlası önünde, Mamak’ta, Sincan’da, Hasdal’da, İzmir Şirinyer’de davulla zurnayla karşılayacağız. Silivri Nöbet Çadırı hâlâ görevi başındadır. Onların nöbetindeyiz. Hiçbir kuvvet, komutanlarımızı duvarların arkasında tutamayacaktır.
 
07,04,2014- Aydınlık