31 Mart 2015 Salı

Mahalleye karşı!.. Gerekirse alayına karşı!..

 
........
PKK-HDP çizgisinin sola ve sosyalist bilince zarar verdiği otuz yılda 127.792 kez görülse - gösterilse de, sosyalizm adına, sol adına, bir şeyler adına ağır başlı birileri kafalarını ağır ağır sallayarak “HDP’ye arka çıkmak bugün için solu kurtaracak, ülkeye özgürlük getirecek tavırdır” mealli laflar etmekten bıkmazlar. Hani, “kim şeyetsin sosyalist bilinci, biz yalnızca ve yalnızca kişisel tatminden yanayız, hani tuttuğumuz takımın kazanması gibi bir tatmin, hani göz koyduğumuz kadının bize göz kırpması gibi umut, bundan başka bir şey de değil deseler” bu HDP desteğinin hakikaten sola bir faydası bile dokunabilir. Sosyalistliğin, solculuğun yakasını bir bıraksalar… Hayır, bir yandan ulu büyük komünist laflar edecekler, öte yandan lokantada mönüden yemek seçer gibi, internette seyahat edecekleri ülkeyi saptar gibi, rahat ve huzurlu “Ben HDP’ye oy vereceğim. En solda o. Barajı da aşması lazım, aşamazsa felaket” diye iç geçirecekler… Binlerce cinayet ve kan üstüne oturan bir hattı birkaç “zekice” nöron kıvılcımıyla aklayacaklar.
 
Hani bir diktatörlüğe karşı tek veya en önemli karşı seçenek olsa gidip oy atarız; ama kim biliyor, kim garanti ediyor muhalif olduklarını? Bu AKP ile HDP anlaşmışlar mı, kavgalılar mı? Aynı gün içinde iki partinin bu derece kanlı bıçaklı birbirine saldırdığı ve aynı dakikalarda görüşmeler iyi gidiyor dediği başka bir ülke var mı?
 
Uzaylılar bu ülke halkının sinirleri üstünde deney yapıyor. Semavi bir sosyolojik araştırma kumpası içindeyiz sanki. Bilinç yozlaştırmanın bir alt sınırı var mı?
.......
 
Bir şey ne kadar kötücülse o kadar çok seviliyor, he mi? Biz de mi öyle yapsak, gardaş? Üst  insanlık kültürü falan boşsa, biz de etnik kimliğimize, bağlı olduğumuz takıma, yatırım yaptığımız politik güdüye göre kasmadan, alt-beyinden mi  baksak yaşama?
 
Kaan Arslanoğlu
31.03.2015
 
Yazının Tamamını Okumak İçin
 
 

Aleviler, gerici HDP’yi desteklemez

 
 
Dursun Arı 
Avrupa Atatürkçü Düşünce  
Dernekleri Birliği Genel Başkanı 
Avrupa Alevi Birlikleri  
Federasyonu e. Genel Sekreteri 
 
Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu(AABK) yöneticilerinin 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde HDP’yi destekleme kararı Alevi toplumunun iradesini yansıtmamaktadır. Alevi toplumunun rızası alınmadan, bir grup yöneticinin Alevi toplumu adına aldığı karar, kesinlikle Alevi toplumunun ezici çoğunluğu tarafından desteklenmeyecektir. Bu karar olsa olsa yıllardır milletvekili olma ateşiyle yanıp tutuşan Turgut Öker’in milletvekili olmasına yarar. Elbette HDP seçim barajını aşabilirse... 
 
AABK sözde oylamaya sunduğu karar tasarısını bugüne kadar basına sunmadı ve internet sitesinde yayınlamadı. Basına yansıdığı kadarıyla AABK Başkanı Turgut Öker kararlarının gerekçelerini birkaç başlık altında değerlendiriyor. 
 
CHPnin bize kontenjan vermesi için, önünde diz çökmemiz dans etmemiz mi lazım?” diyor Öker. Önceki seçimlerde Öker’in CHP’den milletvekili olabilmek için ne çabalar gösterdiği ve ne kadar rencide olduğu biliniyor. Baykal da, Kılıçdaroğlu da kendisine itibar etmediler. Bu nedenle son genel seçimlerde büyük iddialarla İstanbul’dan bağımsız aday oldu ve ancak birkaç bin oy alarak hayal kırıklığı yaşadı. Açıktır ki Öker’in HDP tercihi Alevilerin çıkarlarını düşündüğünden değil, kendisine milletvekilliği teklif edildiği içindir. 
 
Demokratik kitle örgütlerinin seçimlerde bir siyasi partiyi nasıl tercih edeceklerinin yolu bellidir. Taleplerinizi kamuoyuna ilan edersiniz ve bu taleplere sahip çıkacağını açıklayan ve seçim proğramına koyan parti veya partilere desteğinizi açıklarsınız. İlkeli davranmazsanız adama diz çöktürüp, dans ettirirler. CHP’nin de neden Ale-vileri kazanmak yerine, sanki onları BDP/HDP’ye yönlendirmek için özel bir tutum geliştirdiğini ayrıca sorgulamak gerekir.  
 
KENDİNE FAYDASI OLMAYANLARIN ALEVİLERE FAYDASI OLAMAZ! 
 
Öker “Alevi toplumunu yeni Maraşlar bekliyor.Bu durumda sizi sadece gerilla kurtarabilir. Nasıl Ezidilerin yok olmasını Kürtler önlediyse, yarın sizler de onlara muhtaç olacaksınız” diyor. Siz insanların aklıyla alay mı ediyorsunuz? PKK-PYD ve Barzaniler’in IŞİD karşısında ne kadar aciz bir duruma düştüğünü ve yenildiklerini bütün dünya gördü. Yalvara yakara Türkiye’den destek istediler. Türkiye Cumhuriyeti ve Ameri- ka’nın başında olduğu Batılı devletlerin desteği ile nefes aldılar. Kendilerine faydası olmayanların, emperyalistlere sığınarak ve onların bölgesel planlarının parçası olarak görev yapanların Alevilere ne faydası olabilir ki? Yarın önlerine Alevileri hedefleyen bir plan konduğunda PKK ve türevlerinin karşı duracağını mı düşünüyorsunuz? Kaldı ki PKK’nın Suriye kolu PYD’ nin Suriye yönetimine karşı emperyalistlerin güdümündeki muhalif cephenin içinde savaştığı herkesin malumudur. 
 
Öker “Bu bir aritmetik seçim ittifakı değildir, HDP ile Alevi sorununun çözümü için stratejik işbirliği yapıyoruz” diyor. HDP’nin kim olduğunu Alevi toplumu çok iyi biliyor. “Stratejik işbirliği yapıyoruz” demenin anlamı, PKK/HDP çizgisiyle temel hedeflerinizin ve amaçlarınızın aynı olduğunu ifade eder. Alevi toplumu küçük bir grup görevli ve şaşkın dışında asla bu hedef ve amaçları benimsemedi ve benimsemeyecektir. Milletvekilli olma uğruna mı, yoksa başka devletlerin hesabına mı böyle uğursuz bir role talip oluyorsunuz? PKK’nın uzantısı olan HDP’nin (aslında kendisine de ait olmayan) stratejisi, Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleştirilmesidir. Bu proje ABD’nin petrol ve doğalgaz yollarını denetlemesi ve İsrail’in güvenliği için, adı Kürdistan olan ikinci bir İsrail’in kurulmasıdır. Burada kurulacak olan ikinci İsrail her yönüyle emperyalizme mahkum bir karakol devlet olacaktır. Başta Kürtlerin kendisi olmak üzere bölge halklarına kan ve gözyaşından başka bir şey getirmeyecektir. Irak,Suriye, Türkiye ve İran’ı parçalayarak kurmayı hedefledikleri Büyük Kürdistan projesi, şimdilik işbirlikçi AKP’nin iktidarda olması nedeniyle, gerçekleşebilir gibi algılanıyorsa da, Türkiye’de bağımsızlıkçı bir hükümet seçeneğinin ortaya çıkması ve anılan devletlerin işbirliği yapmasıyla darmadağın olacaktır.  
 
Aleviler böyle bir emperyalist planın parçası olmayı, Türkiye’nin bölünmesini, dolayısıyla HDP ile birlik olmayı kabullenmeyecektir.  
 
BAĞIMSIZLIKTAN VAZGEÇİLMEZ 
 
Turgut Öker ve AABK yöneticileri toplantılarda sık sık kendilerini sol göstermek için Denizleri, Mahirleri ağızlarına dolarlar. Peki bu yiğit halk kahramanlarının en temel hedefleri neydi? Onlar son nefeslerine kadar “tam bağımsız Türkiye” için mücadele ettiler. Stratejik ortağınız PKK ve HDP’nin ABD’ye ve emperyalistlere tek kelime ettiklerini duydunuz mu? Onlara karşı tek bir eyleminden haberdar mısınız? ABD ve diğer emperyalistlerin bu ayrılıkçı hareketi her yönden nasıl desteklediğini bilmeyen var mı? Stratejik işbirliği yaptıklarınız emperyalizmin bölge halklarına karşı örgütlediği yeni “Hamidiye Alaylarıdır” ve Aleviler tarihi tecrübeleriyle onları tanıyorlar. Onlar Kürt halkının temsilcileri değil, emperyalizmin çıkarlarının aletidirler.  
 
Türkiye’nin gerçek sahiplerinden ve varlık nedenlerinden biri olarak Aleviler, bağımsız olmayan bir ülkede gerçek bir laiklik olamayacağını çok iyi biliyorlar. İşte Suudi Arabistan, Katar gözlerimizin önünde duruyor. Denizler, Mahirler Şeyh Sait ile Said-i Nursi ile yan yana gelir miydi?  
 
Sizin stratejik ortaklarınız (PKK/BDP/HDP) onların heykellerini dikiyor, anma toplantıları düzenliyor. Şeyh Sait ve Said-i Nursi ile yan yana gelenlerin Alevi veya sol olmaları mümkün müdür? 
 
Alevi toplumu, Avrupa’da Alevi örgütlenmesi kurulduğu günden başlayarak, ona sürekli olarak saldıran ve karşısına “Kürdistan Aleviler Birliği” örgütünü kurarak, Alevileri bölen ve kutuplaştıranları unutmadı. AKP ile birlikte Atatürk’e ve ilkelerine,Cumhuriyete saldıran bir siyasi çizgiye Aleviler asla destek vermeyecektir. AABK yöneticileri, yarın HDP TBMM’ye giremeyerek AKP’nin anayasa değiştirecek çoğunluğa ulaşmasına olanak sağlarsa veya barajı aşarak AKP ile birlik olup Cumhuriyeti ve Atatürk devrimlerini ortadan kaldırmaya ortak olursa bunun hesabını nasıl verecekler? HDP esas olarak Alevileri ve şaşkın solcularımızı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne katmak için kurulmuş bir partidir. Şaşkın “solcularımızın” güce tapındıkları için destek vermelerini anlarız ve sakatlanmış psikolojilerine veririz; ancak Aleviler güce tapınmayı kabullenmeyen, doğru bildiği yolda 70 kişiyle 70 bine karşı ölümü göze alan Hz. Hüseyin’in yolunu sürenlerdir. Onun için de HDP ile birleşmeyeceklerdir. 
 
HDP-AKP İŞBİRLİĞİNİN HESABINI VEREMEZSİNİZ 
 
AKP ve HDP’nin Dolmabahçe mutabakatı AABK yöneticilerinin gözlerinizi açmamışsa ve tüm “yetmez ama evet”çi liboşların HDP’yi parlatma çabalarını göremiyorlarsa, bunun başka bir açıklaması olsa gerek. Yıllar içerisinde Avrupa desteği ile Alevi örgütlenmesinde yer alan yurtsever, Atatürkçü insanlar tasfiye edildi. Türkiye düşmanı Kürt, Ermeni vb. örgütlerle yan yana gelerek platformlar oluşturuldu. Adım adım bu platformda yer alan örgütlerin temsilcilerine derneklerde konferanslar verdirildi; AABK’nın televizyonu ve dergi sayfaları onlara açıldı. Avrupa’daki Alevi toplumunu zehirleme süreci böyle hazırlandı.Tepki duyanlar dernekleri tek tek terk ettiler. Bu süreçten rahatsızlık duyanlar, hep düzeleceğini umdular ve beklediler. Alevi örgütlenmesine zarar vermeme adına açıktan eleştiriler yapılmadı. Ancak bu gelinen nokta bıçağın kemiğe dayandığı yerdir. Artık AABK yöneticilerine açıktan tavır koymamak, Alevi inancına ve toplumuna ihanetle eşdeğerdir. Onlar bu toplumu tehlikeli bir noktaya götürüyorlar. 
 
AABK yöneticilerini uyarıyor ve bu yanlış yoldan derhal dönmeye çağırıyoruz. Kararınızı yeniden gözden geçiriniz. Yaptığınız işin doğru olduğundan eminseniz, bu ağır vebali sadece yöneticiler olarak üstlenmek yerine örgütlü olduğunuz şehirlerde tüm Alevilere çağrı yaparak toplantılar düzenleyin ve toplumun rızası alın. Kendinize güveniyorsanız bunu gerçekleştirin, yoksa bir daha Alevi toplumu ve örgütlenmesi adına değil, kendi adınıza konuşun. Yurtsever Alevi toplumu ayrılıktan değil birlikten yanadır, Cumhuriyete başkaldıran ortaçağ kalıntısı Şeyh Sait ve savunucuları ile değil, özgürlüğün, çağdaşlığın yolu olan Atatürk Cumhuriyeti ve devrimlerini savunanlarla birleşirler. Bunu dost da düşman da görecektir.  
 
AYDINLIK / 31.03.2015

29 Mart 2015 Pazar

RENNAN PEKÜNLÜ YAZDI: ‘Din ve bilim diyalogu’ için avuç dolusu para


John Templeton Vakfı’nın yaptığı en büyük darbe, Amerika Bilimsel İlerleme Derneği (American Association for the Advancement of Science - AAAS) yöneticilerine giderek, Bilimle Din arasında AAAS Diyaloğu oluşturmak için milyon dolarlık öneriyle olmuştur. AAAS bu öneriye karşı koyabilir miydi? Bir milyon dolar biliminsanları için oldukça yüklü bir para demektir. Gerçekten de her nerede din ile bilim diyaloğu varsa Templeton çalışanlarının orada avuç dolusu para dağıttığı konusunda iddiaya girebilirsiniz! Parayla satın aldığı ve bunu kamuya yüksek seslerle duyurmaya çalıştığı şey, din ile bilimin birbirine yaklaştığı yanılsamasıdır. Bu yanılsama, uygarlığı İslami yönetimin altına sokma amacıyla hem kendilerini hem de tanımadıkları yabancıları sessiz bir patlamayla havaya uçuran dinci fanatiklerce paramparça edildi. 

BİLİM DERGİSİ ELE GEÇİRİLİNCE OLANLAR OLDU

AAAS’nin özünü Templeton’a satmasından çoğu kişi hoşnut değildi. Amerika’daki, belki de tüm dünyadaki en önemli bilimsel örgüt nasıl oldu da dinle bilim diyaloğu maskesi takmışların bilim karşıtı seslerini yükseltmelerine izin verebildi? AAAS bilimsel topluluklar arasında özgün bir yere sahiptir, bilimsel araştırmaların tüm cephesini yüceltir, sürekliliğini sağlar.     

AAAS’nin haftalık yayın organı Science, hemen hemen tüm disiplinlerden gelen teknik bilimsel bildirilerin yanısıra, bilimle toplum etkileşimine ilişkin haber ve fikirlere de yer verir. Science dergisi bilimsel haberlere ilişkin önemli bir kaynak olduğundan ve dergiye abone olanlar özdevimli olarak AAAS üyesi olduğundan aboneleri arasında sıradan insanlar ve emekli biliminsanları da vardır. AAAS’nin bireysel abonelerinin yanısıra güçlü örgütsel aboneleri de vardır: Amerika Kimya Topluluğu, Amerika Fizik Topluluğu, Amerika Hücre Biyologları Topluluğu. 

Kültürel gerekçe ne olursa olsun AAAS Konseyindeki fizikçilerin çoğu, dinsel çevrelerin AAAS etkinliklerine çok fazla bulaşmış olmasından rahatsızlık duyuyordu. Rahatsız olan AAAS Konsey üyelerinden birisi Robert L. Park idi. Bir dönem sonunda görev süresi dolan AAAS Başkanı Stephen Jay Gould idi. Gould saygın, sevilen ve din/bilim beraberliğindeki tavrı “ayrı ancak eşit” (separate but equal) biçiminde özetlenebilecek bir biliminsanıydı.  

BİLİM VE DİNİN PENCERELERİ FARKLI

Gould Homo sapiens’in ruhsal doğasının ayırdına varmış, yaşam için hem din hem de bilimin gerekli olduğunu görmüş ancak doğaları gereği bu iki alanın uzlaşamayacağını savunan bir biliminsanıydı. Gould, insan varlığının örtüşmeyen bu iki alanını eski zamanların kavramı olan “yetke” (otorite - magesteria) sözcüğüyle betimledi. Bilim ve din yetkeleri evreni farklı pencerelerden gözlüyor, ancak Templeton’un farklı pencereler aynı alanı gözlüyor betimlemesinin tersine, Gould’un pencereleri tamamen farklı alanlara bakıyordu. Bilimin penceresi deney, dinin penceresiyse vahiydi. Bu pencerelerden bakanlar farklı evrenlere bakıyordu. Gould’un savına göre her ikisine de saygı duyulmalıydı, ancak kurumlar bu iki alanın ayrı tutulmasını sağlayacak biçimde yapılandırılmalıydı. Amerikan Anayasası da Birinci Düzeltme (First Amendment) maddesinde bunu sağlıyordu. Birbirinin işlerine karışmayan yetkeler ilkesi Townes’ın, “bilim ve din birbirine yaklaşıyor” inancına aykırı bir gidişe işaret ederken, Templeton’un “bilim Hıristiyan dinsel inançlarını kanıtlayacak” düşünü de yadsıyor. AAAS’nin “Din ile Bilim arasında Diyalog” çabası hem verimsiz hem de bölücü bir sona doğru gidiyor ve son zamanlarda da öyle oldu.

BİLİMDE KUTSAL DENEN ŞEY YOKTUR

Her iki tarafla da sağlıklı ilişki geliştirecek olgunluğa ve çekiciliğe sahip olan Stephan Jay Gould, ne yazık ki, kanserle de uğraşmak zorundaydı. Gould 2002 baharında yaşamını yitirdi. Bilimsel açıklamalar yerine dinsel söylencelere inananlara karşı verilen savaşımda bilim, duygu ve düşüncelerini en güçlü bir biçimde açıklayan ve çok sevilen önderlerinden birini yitirdi. En sonunda yaşamını sonlandıran kanser ve hiç dinmeyen acılar Gould’un ne hiciv yeteneğini azaltabildi ne de evrim öyküsünü halkın anlayabileceği açıklık ve mantıkla anlatma kararlılığını azaltabildi.

Gould, günümüzün bir diğer evrimci biliminsanı Richard Dawkins ile uzun yıllar boyunca sert tartışmalara girdi. Gould “kesikli denge durumu” (punctuated equilibrium) adını verdiği durumun evrimdeki rolünü savunuyordu. 

Aslında bu iki evrimci biliminsanının açık tartışmaları bilimin gerçeğe giderek daha çok yaklaşmada nasıl bir yöntem kullandığını sergilemişti. Bilim, bilimsel verilerin silah olarak kullanıldığı serbest ateş alanıdır. Daha iyi verilere sahip olan taraf kazanır. Bilimde kutsal denen şey yoktur - bilim alanında dinsel inanca yer yoktur. Gould’un bilim ile dinin birbirinin işine karışmayan yetkeler olarak (kısaltılmışı NOMA - NOnoverlapping MAgesteria) alınması önerisini Dawkins her seferinde yadsımıştır. Dawkins’e göre, bilim ile din arasında birbirlerinin alanına ilişkin yorum yapmama yönünde varılacak herhangi bir anlaşma, savunulamaz niteliğe sahip dinsel savlara örtü oluşturacaktır.

BİLİM İNSANI MI DİLENCİ Mİ?

AAAS Bilim ile Din arasında Diyalog konularına doyurucu yaklaşımlar gösteremedi. AAAS ile yapılan anlaşmada John Templeton’ın program bütçesinin yarısından azını sağlaması kararlaştırıldı. Bu anlaşma Templeton’ın programın çerçevesini belirleme gücünü kısıtladı ancak ilkeye ilişkin soruna hiç değinilmedi: AAAS John Templeton Vakfı’ndan para dilenecek mi veya bilimin ilerlemesi dışındaki toplantılar için gelecek olan cömert nicelikteki paraları kabul edecek mi? Çoğu biliminsanı bu tür dilenciliğin veya cömert yardımların yapılmaması gerektiğini savundu.

KONUŞMAYI ÖĞRENMEDEN DİNSEL İNANÇ

Templeton ve Templeton Ödülünü kazananlar koyu dindar ailelerde yetişmişlerdir. Dinsel inanca sarılmayı sürdüren fizikçi arkadaşlar arasında da benzer durumlar var.  Henüz konuşmayı öğrenmeden önce bu insanlara dinsel inançlar aşılanmıştır. Ergenliğe ulaştıktan sonra yeni bir kişiliğe bürünmeleri hemen hemen imkansızdır. H.L. Mencken, Katolik olarak yetiştirilmiş bir ateiste asla güvenemeyeceğini, bu tanrı tanımazların eninde sonunda çocukluk inançlarına döneceğini söylemişti. Hencken’in elinde bu savını destekleyecek kesin veriler var mı bilmiyorum, ancak erken çocuklukta gerçekleştirilen doktrin aşılamasının gücünü herkes bilir. Biz, yetiştirilişimizdeki olumsuzlukların esiriyiz. Ancak bu öykünün bir parçası: biz aynı zamanda genetik kalıtsallığın da esiriyiz. Bu kombinasyon bazen sürprizler yaratabilir.  
31.12.2014 / AYDINLIK

28 Mart 2015 Cumartesi

SÖMÜRGE SOLUNUN TURNUSOL KAĞIDI

Orhan Veli bir dizesinde “Beni bu güzel havalar mahvetti” der. Kelimeler, şairin hayal dünyasının, ruh ikliminin, sanatsal yaratıcılığının imbiğinden büyülü sözlere dönüşerek süzülür. Biz şimdilik Orhan Veli’yi, Garip akımını, şairane söylemi bırakıp Türk solunu mahveden havalara gelelim. Solun bünyesine sinsice şırınga edilen etnik virüsün ölümcül sonuçlarından bahsedelim.

Siyasal tarih bize solun içinden çıktığı toplumla barışık olması durumunda iktidar seçeneği olacağını göstermektedir. Halkın inanç dünyasıyla, değerler dizgesiyle, kolektif psikolojisiyle kavga halinde ise toplumsal bünyeye uymayan bir siyasal ur misali dışlanıp tecrit edilmektedir.
Marksist öğretiye göre işçi sınıfının politik örgütünün öncüsü sosyalistlerdir. Solun yükseliş ve yayılış yıllarının Türkiye’sinin sosyalistlerinin genel özelliği de bu teorik çerçeveye uygundur. Antiemperyalizm ve antikapitalizmin dönem solunun mücadele pratiğine fazlasıyla yansıdığı görülür. Sermayeye karşı emeğin, ağalığa karşı yoksul köylünün, aşiret kastına karşı özgür yurttaşlığın, tekellere karşı milli sermayenin, emperyalizme karşı ulus devletin yanında saf tutulmaktadır. Anlatılanlar Türk solunun Türkiyeli sola dönüşüp ulusuna, ülkesine yabancılaşıp halkıyla ortak paydalarını yitirmediği bir dönemin hikayesidir.
Yukarıda çizilen teorik çerçeveden günümüze bakıldığında görülen nedir? Emperyalizmin post modern Sevr’in koçbaşı olarak dayattığı etnik kalkışmanın, Fıratsız, Diclesiz, GAP’ sız Türkiye operasyonunun karşısında Türkiyeli solun tutumu nasıldır? Yakın geçmişte “ Goo Home Yankee “ sloganı eşliğinde her eylemde ABD bayrağı yakanlar niçin aynı bayrağın gölgesine sığınmaktadırlar?
Bizim solcuların yoksul köylülerin, işçilerin safında verdikleri mücadeleden usanıp, sermayenin kale arkası amigoluğuna soyunmalarının trajikomik öyküsü uzun sürer. Biz en iyisi devrimcileri sömürge solcusuna dönüştürüp emek cephesinden sermaye kuyrukçuluğuna savuran etnik virüse getirelim sözü.
Sovyet sisteminin çöküşünü takiben küresel kapitalizmin neo liberal radyasyonunun bizimkilerin bünyesindeki tahribatı ağır oldu. Halkanın ilk çözülenleri yerlilik ve millilik özelliği taşımayanlardı. Bu türden solcu eskilerini sistemin Türkiye’ye biçtiği role uygun sivil toplumculara dönüştürmek zor olmadı. Türkiye’nin ulus devlet kurgusunun, üniter yapısının çözülmesinde ihale verilecekler arasında en düşük bütçe ile devşirilmeye hazır kesim onlardı. Sömürge solunun ulus devlet karşıtı cepheye ilticasının şifresi ulusal bilinci buharlaştıran gayrı milli yazılımdadır. Uluslar arası her ihtilafta karşı tribüne geçip Türkiye’yi suçlamaları aidiyet duygusunu yok eden gayrı milli yazılımın sonucudur.
Sözü daha fazla uzatmadan sorunun can alıcı noktasına gelelim. Felsefi temellerine, var oluş nedenine tamamen ters, sermayeye tam bir teslimiyet anlamına gelen teorik ve pratik duruşa rağmen niçin sol etiket, sol söylem tercih edilmektedir? Cevap basittir: Türkiye’nin etnik ve mezhepsel parselasyonuna, halkın bir arada yaşamasını olanaksızlaştıran çözülme sürecine soldan onay ihtiyacı! Türkiye’yi mezbahaya çevirecek etnik ve mezhepsel kamplaşmayı sivilleşme olarak kutsayan sömürge solundan alınacak meşruiyet vizesi!
6-7 Ekim 2014’ te provası yapılan etnik kalkışma karşısında sermaye ile sömürge solunun eşgüdümü yukarıda anlatılanları doğrulamaktadır. Tekelci sermaye medyasının ekranlarıyla, sayfalarıyla maç öncesi ısınma hareketleri misali ucu gösterilen büyük kalkışmayı masumiyet makyajıyla sunmadaki başarısı not edilmelidir. Ülkenin Güneydoğu’suyla sınırlı kalmayıp metropollere sıçrayacak etno feodal kalkışmanın sivil tepki ambalajıyla pazarlanması sömürge soluna yapılan yatırımın boşa gitmediğini göstermektedir. Sonuç olarak mafyanın kara parayı aklayıp sisteme dahil etmesiyle sömürge solunun etnik kalkışmayı sol makyajla meşrulaştırması arasında bir fark bulunmamaktadır.
Ülkesine, ulusuna sırtını dönmemiş, halkıyla ortak paydalarını yitirmemiş, iddiasını ve onurunu kaybedip sisteme kapılanmamış sol oluşumlar elbette bu eleştirilerimizin dışındadır. Fakat Türk solunun acilen bir ideolojik temizliğe ihtiyacı olduğu da açıktır. Emek mücadelesinin sıra neferliği yerine ülkeyi etnik boğazlaşmanın cehennemine çeviren bir kumpasın değnekçiliğini tercih edenleri tarih asla bağışlamayacaktır.
Ülke bütünlüğüne yönelik etno feodal kalkışmaya yapılan sol makyaj ne yapılırsa yapılsın tutmamaktadır. Akıp giden boyanın ardındaki tiksindirici foya ansızın ortaya çıkıvermektedir. Bölge coğrafyasındaki kadim adlar yerine sömürge solunun parolasına dönüşen etnik tanımlar aynı makyajın algı boyutu ile ilgilidir. Politik terminolojisinden kapı dışarı ettiği emeğin sömürüsü, artı değer, sınıf dayanışması yerine Dersim, Kobani, Roboski, Rojova sözlerini yükselen değer olarak sunma gayretkeşliği hiç kuşkusuz sömürge solunun ibretlik turnusol kagıdı olarak tarihe geçecektir.
Bizim sefil solun, ebeliğini emperyalizmin yaptığı postmodern petrol despotluğunu bölgenin İsviçre’ si, sistemin kurguladığı etnik kalkışmayı devrim olarak yutturmaya yönelik fazla mesaisini siyasi tarih kuşkusuz ki hak ettiği şekilde değerlendirecektir.
Av. Hüseyin Özbek - 7 Ekim 2014

25 Mart 2015 Çarşamba

GENELKURMAY'IN "EŞME RUHU" AÇIKLAMASI

BASIN AÇIKLAMASI


TARİH:23 Mart 2015
SAAT:11:42
NO:BA-10 / 15


1. Bazı basın yayın organlarında; hiçbir zaman muhatabımız olmayan ve olmayacak olan terörist başının “EŞME RUHU” açıklamasına atfen, Süleyman Şah Saygı Karakolu’nun SURİYE toprakları içinde yer değiştirmesi ile ilgili olarak “TSK ile PYD/PKK’nın işbirliği yaptığı” yolundaki yayın ve haberler tamamen gerçek dışı olup; 31 yıldır Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasal düzenini değiştirmeyi hedefleyen bir terör örgütü ile silahlı mücadele eden ve bu uğurda binlerce şehit ve gazi vermiş olan şerefli, haysiyetli ve onurlu Millî Ordu Türk Silahlı Kuvvetlerine bu yakıştırmayı yapan kişileri ve yayın organlarını Yüce Türk Milleti önünde şiddetle kınıyoruz. 
 
2. Türk Silahlı Kuvvetleri, kendisine yasalarla verilmiş görevleri ve Hükümetlerimizin talimat ve direktifleri doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Yüce Türk Milleti’ne yönelik her türlü terör örgütü ile mücadele etme azim ve kararlılığını sürdürmektedir.
 
3. Açıklamalarımızda defaatle vurguladığımız üzere, Türk Silahlı Kuvvetleri, iç siyasi çekişmelerin bir aktörü olmayacak, Demokratik, Laik, Sosyal, Hukuk Devleti’nin gereklerini yerine getirmeye devam edecektir.
 
Yüce Türk Milleti’ne saygıyla duyurulur.

24 Mart 2015 Salı

ABDULLAH ÖCALAN'IN 21.03.2013 TARİHLİ NEVRUZ MESAJI

Öcalan'ın, "Mazlumların Özgürlük Newrozu kutlu olsun" dileğiyle başladığı mesajı şöyle:

"Selam olsun bu uyanış, canlanış ve diriliş günü olan Newrozu en geniş katılım ve ittifakla kutlayan Ortadoğu ve Orta Asya Halklarına...
 
Selam olsun yeni bir dönemin miladı ve gün ışığı olan Newrozu büyük bir coşkuyla ve demokratik bir hoşgörüyle kutlayan kardeş halklara...
 
Selam olsun demokratik hakları özgürlük ve eşitliği rehber edinen bu büyük yolun yolcularına...
 
Zağros ve Toros dağ eteklerinden, Fırat ve Dicle nehir vadilerine; kutsal Mezopotamya ve Anadolu topraklarından tarım, köy ve şehir uygarlıklarına “ANA”lık eden halkların en eskilerinden olan Kürtler sizlere selam olsun...
 
Binlerce yıllık bu büyük medeniyeti farklı ırklarla, dinlerle, mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan, birlikte inşa eden Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya  ve Meriç'in kardeşidir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes'in dostudur. Halay ve Delilo, Horon ve Zeybek'le hısım-akrabadır.
 
Bu büyük medeniyet bu kardeş topluluklar, siyasi baskılarla harici müdahalelerle grupsal çıkarlarla birbirlerine düşürülmeye çalışılmış hakkı, hukuku, eşitliği ve özgürlüğü esas almayan düzenler inşa edilmeye çalışılmıştır.
 
Son iki yüz yıllık fetih savaşları batılı emperyalist müdahaleler baskıcı ve inkarcı anlayışlar, Arabi, Türki, Farisi, Kürdi toplulukları ulus devletçiklere, sanal sınırlara suni problemlere gark etmeye çalışmıştır.
 
Sömürü rejimleri, baskıcı ve inkarcı anlayışlar artık miadını doldurmuştur.  Ortadoğu ve Orta Asya halkları artık uyanıyor. Kendine ve aslına dönüyor. Birbirlerine karşı kışkırtıcı ve köreltici savaşlara ve çatışmalara dur diyor.
 
Newroz ateşiyle yüreği tutuşan, meydanları hınca hınç dolduran yüz binler, milyonlar artık barış diyor, kardeşlik diyor, çözüm istiyor.
 
İçinde doğduğumuz çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan  bu mücadele her türlü dayatmaya karşı bir bilinci, bir anlayışı, bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu.
 
Bugün görüyorum ki, bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır.
 
Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe veya gruba karşı olmamıştır, olamaz. Bizim kavgamız ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı olmuştur.
 
Bugün artık yeni bir Türkiye'ye,  yeni bir Ortadoğu'ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz. Çağrımı bağrına basan gençler, mesajımı yüreğine katan yüce kadınlar, söylemlerimi baş-göz üstüne diyerek kabul eden dostlar, sesime kulak kesilen insanlar;

Bugün yeni bir dönem başlıyor.
 
Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.
 
Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor.
 
Biz, onlarca yılımızı bu halk için feda ettik, büyük bedeller ödedik. Bu fedakarlıkların, bu mücadelelerin hiçbiri boşa gitmedi. Kürtler özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı.
 

'Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun' noktasına geldik. Yok sayan, inkar eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Türküne, Kürdüne, Lazına, Çerkezine bakmadan insandan, bu coğrafyanın bağrından akıyor.
 
Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.
 
Yüreğini bana açan, bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum.
 
Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.
 
Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır.
 
Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor.  Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum.
 
Saygı değer Türkiye halkı;
 
Bugün kadim Anadolu'yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.


Gerçek anlamında,  bu kardeşlik hukukunda fetih, inkar, red, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır.
 
Kapitalist Moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları; halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkar eden çabalarını ifade etmektedir. Günümüzde artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu'nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi inşa etmeye çağırıyorum.
 
Zaman ihtilafın, çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve helalleşmenin zamanıdır.
 
Çanakkale'de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler; Kurtuluş Savaşı'nı birlikte yapmışlar, 1920 meclisini  birlikte açmışlardır.
 
Ortak geçmişimizin önümüze koyduğu gerçek; ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir. TBMM'nin kuruluşundaki ruh, bugün de yeni dönemi aydınlatmaktadır.


Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini; en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dıştalanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi'nde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum.


Ortadoğu ve Orta Asya kendi öz tarihine uygun, bir çağdaş modernite  ve demokratik düzen aramaktadır. Herkesin özgürce ve kardeşçe bir arada yaşayacağı yeni bir model arayışı, ekmek ve su kadar nesnel bir ihtiyaç haline gelmiştir. Bu modele yine Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının, ondaki kültür ve zamanın öncülük etmesi, onu inşa etmesi kaçınılmazdır.


Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı'nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.


Son doksan yılın tüm hata, eksiklik ve yanlışlıklarına rağmen bir kez daha yanımıza, mağdur edilmiş, büyük felaketlere uğramış halkları, sınıfları ve kültürleri de alarak bir model inşa etmeye çalışıyoruz. Tüm bu kesimleri; eşitlikçi, özgür ve demokratik ifade tarzının örgütlenmesini gerçekleştirmeye çağırıyorum.
 
Misak-i Milli'ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti'nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir "Milli Dayanışma ve Barış Konferansı" temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.
 
Bu toprakların tarihselliğinde önemli bir yer tutan "BİZ" kavramının genişliği ve kapsayıcılığı dar, seçkinci iktidar elitleri eliyle "TEK"e indirgenmiştir.  "BİZ" kavramına eski ruhunu ve pratiğini vermenin zamanıdır.
 
Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz.
 
Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler,  uçuruma sürüklenirler.
 
Bölge halkları yeni şafakların doğuşuna şahitlik etmektedir. Savaşlardan, çatışmalardan, bölünmelerden yorgun düşen Ortadoğu halkları artık kökleri üzerinden yeniden doğmak, omuz omuza ağaya kalkmak istiyor.
 
Bu Newroz hepimize yeni bir müjdedir.
 
Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in mesajlarındaki hakikatler, bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.
 
Batının çağdaş uygarlık değerlerini toptan inkar etmiyoruz.
 
Ondaki aydınlanmacı, eşit, özgür ve demokratik değerleri alıyor kendi varlık değerlerimizle, evrensel yaşam forumlarımızla sentezleyerek yaşamlaştırıyoruz.
 
Yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.


Selam olsun bu sürece güç verenlere, demokratik-barış çözümünü destekleyenlere!


Selam olsun halkların kardeşliği, eşitliği ve demokratik özgürlüğü için sorumluluk üstlenenlere!


Yaşasın Newroz, yaşasın halkların kardeşliği!"
 

İmralı Cezaevi 21 Mart 2013

                                                                                                  Abdullah Öcalan