John Templeton Vakfı’nın yaptığı en büyük darbe, Amerika Bilimsel İlerleme
Derneği (American Association for the Advancement of Science - AAAS)
yöneticilerine giderek, Bilimle Din arasında AAAS Diyaloğu oluşturmak için
milyon dolarlık öneriyle olmuştur. AAAS bu öneriye karşı koyabilir miydi? Bir
milyon dolar biliminsanları için oldukça yüklü bir para demektir. Gerçekten de
her nerede din ile bilim diyaloğu varsa Templeton çalışanlarının orada avuç
dolusu para dağıttığı konusunda iddiaya girebilirsiniz! Parayla satın aldığı ve
bunu kamuya yüksek seslerle duyurmaya çalıştığı şey, din ile bilimin birbirine
yaklaştığı yanılsamasıdır. Bu yanılsama, uygarlığı İslami yönetimin altına
sokma amacıyla hem kendilerini hem de tanımadıkları yabancıları sessiz bir
patlamayla havaya uçuran dinci fanatiklerce paramparça edildi.
BİLİM DERGİSİ ELE
GEÇİRİLİNCE OLANLAR OLDU
AAAS’nin özünü Templeton’a satmasından çoğu kişi hoşnut değildi.
Amerika’daki, belki de tüm dünyadaki en önemli bilimsel örgüt nasıl oldu da
dinle bilim diyaloğu maskesi takmışların bilim karşıtı seslerini
yükseltmelerine izin verebildi? AAAS bilimsel topluluklar arasında özgün bir
yere sahiptir, bilimsel araştırmaların tüm cephesini yüceltir, sürekliliğini
sağlar.
AAAS’nin haftalık yayın organı Science, hemen hemen tüm disiplinlerden
gelen teknik bilimsel bildirilerin yanısıra, bilimle toplum etkileşimine
ilişkin haber ve fikirlere de yer verir. Science dergisi bilimsel haberlere
ilişkin önemli bir kaynak olduğundan ve dergiye abone olanlar özdevimli olarak
AAAS üyesi olduğundan aboneleri arasında sıradan insanlar ve emekli
biliminsanları da vardır. AAAS’nin bireysel abonelerinin yanısıra güçlü
örgütsel aboneleri de vardır: Amerika Kimya Topluluğu, Amerika Fizik Topluluğu,
Amerika Hücre Biyologları Topluluğu.
Kültürel gerekçe ne olursa olsun AAAS Konseyindeki fizikçilerin çoğu,
dinsel çevrelerin AAAS etkinliklerine çok fazla bulaşmış olmasından rahatsızlık
duyuyordu. Rahatsız olan AAAS Konsey üyelerinden birisi Robert L. Park idi. Bir
dönem sonunda görev süresi dolan AAAS Başkanı Stephen Jay Gould idi. Gould
saygın, sevilen ve din/bilim beraberliğindeki tavrı “ayrı ancak eşit” (separate
but equal) biçiminde özetlenebilecek bir biliminsanıydı.
BİLİM VE DİNİN
PENCERELERİ FARKLI
Gould Homo sapiens’in ruhsal doğasının ayırdına varmış, yaşam için hem din
hem de bilimin gerekli olduğunu görmüş ancak doğaları gereği bu iki alanın
uzlaşamayacağını savunan bir biliminsanıydı. Gould, insan varlığının örtüşmeyen
bu iki alanını eski zamanların kavramı olan
“yetke” (otorite - magesteria) sözcüğüyle betimledi. Bilim ve din yetkeleri
evreni farklı pencerelerden gözlüyor, ancak Templeton’un farklı pencereler aynı
alanı gözlüyor betimlemesinin tersine, Gould’un pencereleri tamamen farklı
alanlara bakıyordu. Bilimin penceresi deney, dinin penceresiyse vahiydi. Bu
pencerelerden bakanlar farklı evrenlere bakıyordu. Gould’un savına göre her
ikisine de saygı duyulmalıydı, ancak kurumlar bu iki alanın ayrı tutulmasını
sağlayacak biçimde yapılandırılmalıydı. Amerikan Anayasası da Birinci Düzeltme
(First Amendment) maddesinde bunu sağlıyordu. Birbirinin işlerine karışmayan
yetkeler ilkesi Townes’ın, “bilim ve din birbirine yaklaşıyor” inancına aykırı
bir gidişe işaret ederken, Templeton’un “bilim Hıristiyan dinsel inançlarını
kanıtlayacak” düşünü de yadsıyor. AAAS’nin “Din ile Bilim arasında Diyalog”
çabası hem verimsiz hem de bölücü bir sona doğru gidiyor ve son zamanlarda da
öyle oldu.
BİLİMDE KUTSAL DENEN
ŞEY YOKTUR
Her iki tarafla da sağlıklı ilişki geliştirecek olgunluğa ve çekiciliğe
sahip olan Stephan Jay Gould, ne yazık ki, kanserle de uğraşmak zorundaydı.
Gould 2002 baharında yaşamını yitirdi. Bilimsel açıklamalar yerine dinsel
söylencelere inananlara karşı verilen savaşımda bilim, duygu ve düşüncelerini
en güçlü bir biçimde açıklayan ve çok sevilen önderlerinden birini yitirdi. En
sonunda yaşamını sonlandıran kanser ve hiç dinmeyen acılar Gould’un ne hiciv
yeteneğini azaltabildi ne de evrim öyküsünü halkın anlayabileceği açıklık ve
mantıkla anlatma kararlılığını azaltabildi.
Gould, günümüzün bir diğer evrimci biliminsanı Richard Dawkins ile uzun
yıllar boyunca sert tartışmalara girdi. Gould “kesikli denge durumu”
(punctuated equilibrium) adını verdiği durumun evrimdeki rolünü
savunuyordu.
Aslında bu iki evrimci biliminsanının açık tartışmaları bilimin gerçeğe
giderek daha çok yaklaşmada nasıl bir yöntem kullandığını sergilemişti. Bilim,
bilimsel verilerin silah olarak kullanıldığı serbest ateş alanıdır. Daha iyi
verilere sahip olan taraf kazanır. Bilimde kutsal denen şey yoktur - bilim
alanında dinsel inanca yer yoktur. Gould’un bilim ile dinin birbirinin işine
karışmayan yetkeler olarak (kısaltılmışı NOMA - NOnoverlapping MAgesteria)
alınması önerisini Dawkins her seferinde yadsımıştır. Dawkins’e göre, bilim ile
din arasında birbirlerinin alanına ilişkin yorum yapmama yönünde varılacak
herhangi bir anlaşma, savunulamaz niteliğe sahip dinsel savlara örtü
oluşturacaktır.
BİLİM İNSANI MI
DİLENCİ Mİ?
AAAS Bilim ile Din arasında Diyalog konularına doyurucu yaklaşımlar
gösteremedi. AAAS ile yapılan anlaşmada John Templeton’ın program bütçesinin
yarısından azını sağlaması kararlaştırıldı. Bu anlaşma Templeton’ın programın
çerçevesini belirleme gücünü kısıtladı ancak ilkeye ilişkin soruna hiç
değinilmedi: AAAS John Templeton Vakfı’ndan para dilenecek mi veya bilimin
ilerlemesi dışındaki toplantılar için gelecek olan cömert nicelikteki paraları
kabul edecek mi? Çoğu biliminsanı bu tür dilenciliğin veya cömert yardımların
yapılmaması gerektiğini savundu.
KONUŞMAYI ÖĞRENMEDEN
DİNSEL İNANÇ
Templeton ve Templeton Ödülünü kazananlar koyu dindar ailelerde
yetişmişlerdir. Dinsel inanca sarılmayı sürdüren fizikçi arkadaşlar arasında da
benzer durumlar var. Henüz konuşmayı
öğrenmeden önce bu insanlara dinsel inançlar aşılanmıştır. Ergenliğe ulaştıktan
sonra yeni bir kişiliğe bürünmeleri hemen hemen imkansızdır. H.L. Mencken,
Katolik olarak yetiştirilmiş bir ateiste asla güvenemeyeceğini, bu tanrı
tanımazların eninde sonunda çocukluk inançlarına döneceğini söylemişti.
Hencken’in elinde bu savını destekleyecek kesin veriler var mı bilmiyorum, ancak
erken çocuklukta gerçekleştirilen doktrin aşılamasının gücünü herkes bilir.
Biz, yetiştirilişimizdeki olumsuzlukların esiriyiz. Ancak bu öykünün bir
parçası: biz aynı zamanda genetik kalıtsallığın da esiriyiz. Bu kombinasyon
bazen sürprizler yaratabilir.
31.12.2014 / AYDINLIK