30 Eylül 2015 Çarşamba

GÖKYÜZÜ HASTALIĞI

Bir grup yazarımız ve şairimiz, geçende “Diz dize” başlığıyla ortak bir şiir yayımladı. Türkiye Yazarlar Sendikası, bu şiiri, “Yeryüzünün bütün savaşlarına karşı bir barış dileği, barış eylemi” diye sunuyor.

YERYÜZÜ SAVAŞLARI

“Yeryüzünün bütün savaşlarına karşı olmak” nasıl bir şeydir?

Yeryüzünde, Türkiye’nin İstiklâl Savaşı var.

İngiliz ve Fransız emperyalistlerine karşı Çanakkale Savaşı, Rus Çarlığına karşı Kafkas Savaşı var.

Hintlilerin, İngiliz emperyalizmine karşı kurtuluş savaşı var.

Dünya halklarının Hitler Nazizmine ve Mussolini Faşizmine karşı İkinci Dünya Savaşı var.

Çin’in Japon emperyalizmine karşı savaşı var.

Vietnam’ın ABD emperyalizmine karşı savaşı var.

Cezayir’in Fransız emperyalizmine karşı savaşı var.

Kore’nin ABD emperyalizmine karşı savaşı var.

Afrikalıların sömürgeciliğe karşı savaşları var.

Bugün Suriye’nin ve Irak’ın ABD emperyalizmi ile Terör Örgütlerine karşı savaşı var.

Türkiye’nin Bölücü Terör Örgütü’ne ve arkasındaki ABD emperyalizmine karşı savaşı sürüyor.

Bunların hepsi “Yeryüzünün savaşları” içinde.

Emperyalizme karşı vatan savaşı, en büyük haktır.

Emperyalistlerin ve piyonlarının savaşı ise insanlık tarihinin en büyük haksızlığıdır.

Emperyalizm çağında bütün devrimler vatan savaşında oldu.

Emperyalizme karşı vatan savaşı, çağımızda ilerlemenin itici gücüdür.

PAX AMERICANA VE PAX TURCA

Yeryüzünün bütün savaşlarına karşı çıkmak, eskiden beri gökyüzü hastalığıdır.

Bir yandan “insanlık tarihi sınıf savaşları tarihidir” denir. Bir yandan da soyut bir savaş karşıtlığı yapılır. Ayaklar yeryüzüne bastıkça yapılamayacak iştir bu. “Olmayacak duaya amin” diye buna denir. Çünkü insanlık tarihinde barış çağrılarıyla ulaşılan bir barış bulunmuyor.

Çağımızda savaşın nedeni, emperyalist devletlerin tahakküm eğilimidir.

Çağımızda barışı getiren de her zaman vatan savaşlarıdır.

Bugün Türkiye’nin önünde 2 barış seçeneği vardır: Pax Americana (Amerikan barışı) ya da Pax Turca (Türk Barışı). Bu 2 seçeneğin dışında meleklerden dilenecek bir barış bulunmuyor.

Amerikan barışı, işte Irak’ta, Libya’da yaşananlardır.

Türk barışı ise Mustafa Kemallerin Lozan’da mühürledikleri barıştır.

VATANIN BAĞRINA DÖŞENEN MAYIN

Vatan savaşlarına karşı çıkanlar, bunu “barış dileği” gibi pek sevecen bir örtünün altına saklamışlardır. Marx, Lenin, Mao gibi emek savaşçıları, bunlardan “barış budalaları” diye söz ederler. İşte o “barış budalaları”, Atatürk, Ho Şi Minh, Kim İl Sung, Nasır, Bin Bella, Castro, Lumumba, Mugabe, Nkrumah gibi Kurtuluş Savaşçılarının ayağına dolaşmışlardır.

Emperyalizmin silahlandırdığı bir Terör Örgütü var. Mehmetçiğe kurşun sıkıyor. Ülkenin altına mayın döşüyor. Çarşıları yakıyor. Haraç topluyor ve yol kesiyor. Bu Terör Örgütü ya silahını bırakacaktır ya da Örgüte silah bıraktırılacaktır. Barışı ancak Türk Ordusu getirebilir. Tıpkı İstiklâl Savaşımızda olduğu gibi.

Bunun dışındaki barış dilekleri, ne kadar iyi niyet taşırsa taşısın, aldatıcıdır. Şairin kendisini aldatmasında kaygılanılacak bir şey yok, ama milleti aldatmasına sessiz kalınamaz.

Bugün sahte barış teraneleri, milletin bilincine aşılanan gaflettir, vatanın bağrına döşenen mayındır.

BİN YILIN MEYDAN OKUMASINA SANATÇININ YANITI

Türkiye, bugün dolaylı olarak ABD emperyalizmine karşı savaşa girmiştir. ABD yöneticileri, Bölücü Terör Örgütü’nden “Bizim bölgedeki kara gücümüz” diye söz ediyor. PKK ve PYD’yi ABD Hava Kuvvetleri koruyor. NATO, PKK’nın arkasındadır. Bölücüler, efendilerini biliyor, “Biji Obama” diye bağırıyor. Mehmetçiğe hiç kimse “Yaşasın Obama” diye bağırttıramaz, fark buradadır.

Bugün Mehmetçik, mazlum dünya devletleri ve halklarının ön cephesinde büyük bir mücadeleye girmiştir. Her şey çok açık: ABD emperyalizmi “Türkiye’yi hizaya getireceğim” diye meydan okuyor. Pentagon komutanları, “Millenium Challenge” (Bin yılın meydan okuması) adıyla 2002 yılı 24 Temmuz günü, Lozan’ın yıldönümünde Türkiye’yi işgal tatbikatına başladı.

Bin yılın meydan okumasına yazarın yanıtı nedir? Bu milletin o yanıtı veren büyük yazarları da vardır.

ISMARLANAN ŞAİR VE VATAN ŞAİRLERİ

Bu ortamda güvercin, serçe, zeytin dalı gibi sözcükleri yan yana getirerek Türkiye’nin vatan savaşına karşı cephe tutanlar, niyetleri ne kadar insancıl olursa olsun, ABD emperyalizmi adına, Türkiye’nin cephe gerisini bozmaya hizmet ediyor. Onları yalnız ABD ve PKK alkışlıyor. Onlar Türk milletinden kopmuşlardır.

Devrimci sanatçı kimdir, vatansever şair ne iş yapar?

Şair, dünyanın zulüm merkezlerinden ısmarlanan dizeyi yazan mıdır?

Halkına güvercin kanadının altından kurşun sıkan mıdır şair?

Serçenin arkasına saklanan korkak mıdır sanatçı, kimdir?

Evet bu millet, Namık Kemallerden, Tevfik Fikretlerden, Mehmet Akiflerden, Nâzım Hikmetlerden vatanı, hürriyeti ve istiklâli öğrendi. Onların dizeleriyle vatan savaşı mevzisine girdi.

Yine bu millet, Cenap Şehabettinlerin bozgunculuğuna da tanık oldu.

Cenap Şehabettin, İstiklâl Savaşı yıllarında diz dizelerini şöyle yazıyordu:

“Niçin müteessir oluyorsunuz efendiler! Memnun olmalısınız. Çünkü Yunanlılar bizim menfaatımıza çalışıyor.”

DOĞU PERİNÇEK / Aydınlık- 29.09.2015

Vekâleten savaşın sonu

Rusya’nın Lazkiye’ye ve Tartus limanına asker çıkarması vekâleten savaş döneminin sona erdiğini gösteriyor. Bunun en önemli nedeni asılların taktik ve stratejilerini vekillerin sahada uygulayarak netice alamamasıdır. ABD’nin bölgede yarattığı bataklık, kendi gündemleri olan etnik ve dini grupların nüfusu arındırma faaliyetleri, gereksiz katliamlar, büyük göç dalgaları, eğitip donatacak adam bile bulunamaması, önce ABD’nin sahaya inmesini sağladı. Kapsamını bilmediğimiz (sahi, niye bilmiyoruz ve halka açıklanmasını talep etmiyoruz?) İncirlik Mutabakatı, Conilerin Kandil’den Kobani’ye kadar bölgede boy göstererek YPG’yle birlikte savaşmak için Suriye topraklarına girmeleri (ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Lloyd Austin’in Senato Silahlı Kuvvetler Komisyonu’na verdiği bilgiye göre) ve daha pek çok askeri faaliyetin amacı Suriye’yi ülkenin kuzeyinden başlayarak bölmek ve Esad’ı devirmekti. “Düvel-i muazzama IŞİD’e karşı” gibi bir aldatmacayla tezgâhlanan bu plan, Rusya’nın İncirlik’in 180 km. güneyine asker çıkarmasıyla bozuldu. Tuhaf tesadüf: Polonya’daki ABD nükleer askeri üssü ile en yakın Rus üssü arasındaki mesafe de 180 km.

BİZİ HAFİFE ALMAYIN’

Şimdiki durumda, neler olup bittiğini bilemediğimiz İncirlik ve diğer askeri üsler ile Lazkiye-Tartus’taki Rus askeri yığınağı karşı karşıya. Benzer bir durum, son 1-2 yıl içinde Ukrayna merkezli olarak Baltık bölgesi ve Doğu Avrupa’da da yaşandı. Gürcistan modeli müdahale, Ukrayna’da sadece kargaşaya yol açtı; Kaliningrad ve Sivastopol askeri üsleriyle ABD’nin Polonya ve 3 Baltık ülkesindeki askeri hattı karşı karşıya geldi.

Rusya’nın Ortadoğu’daki hamlesi ABD’nin bölge stratejisini bozdu. Gürcistan’a Rus müdahalesi (2008) sırasında da öyle olmuştu. O sırada, Rusya’nın NATO’daki temsilcisi Dimitriy Rogojin, “Bizi hafife almayın,” demişti. “Bizi eleştirenler, bir ineğe ‘seni parçalayıp yutacağız, çünkü açız’ diyen bir kurda benziyor. Ancak biz inek değil, Rus ayısıyız” (Milliyet, 16.08.08).

Müttefik Kuvvetler durumu anlamazlıktan geliyor, görüşme kapısını aralık tutmaya çalışıyor.

Mesela Beyaz Saray Sözcüsü, Rusya’nın “IŞİD’e karşı yapıcı adımlarını destekleriz, ancak Esad rejimini desteklemesini kabul edemeyiz” dedi. NATO Genel Sekreteri kaygılarını belirtti. Rusya Dışişleri Bakanlığı, tepkileri “Tuhaf bir histeri,” diye yorumladı.

Uydudan çekilen tank ve uçak fotoğraflarının medyaya servis edilmesi Küba ile ABD arasında 1962’de yaşanan füze krizini hatırlatıyor. Rusya’nın, Karadeniz filosuna bağlı gemilerin Moskova füze gemisinin öncülüğünde Doğu Akdeniz’de tatbikat kararı alması ve bu gemilerin birinde 20 adet nükleer başlıklı füzenin bulunması aradaki benzerliği artırıyor. Tatbikatın potansiyel hedefi herhalde IŞİD değil.

Küba Krizi sırasında dünya nükleer felaketin eşiğinden dönmüştü. O sırada iki ülkenin liderleri savaş görmüş, dolayısıyla daha tedbirli kuşağa mensuptu ve vekâleten savaş (proxy war) diye bir şey yoktu. ABD’yi General Eisenhower’ın yerine geçen Kennedy yönetiyor, Huruşov da Stalin’in koltuğunda oturuyordu; durum şimdiki kadar karışık ve belirsiz de değildi. Bu kez karşı karşıya gelen güçlerin kendi stratejik akıllarına ve silahlarının gücüne fazla güvenmeleri tehlikeli bir durum yaratıyor. Muazzam bakir doğal gaz ve petrol yataklarının üzerinde nükleer füze gemileri geziyorsa, görünmeyenler görünenlerden daha vahimdir.

STRATEJİK DERİNLİK’

1962 Krizi’nde Türkiye doğrudan taraf olmuş, olaylar bizim topraklarımızdan kalkan ABD’ye ait U-2 casus uçağının Sovyet topraklarında düşürülmesiyle (1960) tırmanmaya başlamıştı.

Türkiye şimdiki krizin en bilinmez ülkesi. Rusya’nın müdahalesi “stratejik derinlik”in aniden artmasına yol açtı. Ne yapacağını bilememe, fazla derin sulara dalıp çıkamama, hatta saçmalama hali var. RTE, bir yandan “Rusya’nın Suriye’ye bakışında netlik göremiyorum”; öte yandan, “bir geçiş sürecinde Esed ile gidilme gibi bir şey olabilir”; ve nihayet, “ABD’nin açıklamaları [PYD ve YPG hakkında] üzücü; onlar bedel ödemiyor” diyerek Türkiye’nin bölge diplomasisinin tam bir kararsızlık ve tutarsızlık içinde debelendiğini ortaya koydu. Mahalle delikanlıları bile sohbet ederken böyle şeyler söylemez.

Rusya’nın stratejik hamlesinden sonra ne olacağını bilemeyiz. Vekâleten savaşın sona ermesi, satranç terimiyle bir “pat” durumu yaratabilir; Rusya, BOP’un yeni bir versiyonu için ABD’yle anlaşabilir; ya da dünya, hep sözü edilen “su ve petrol savaşları”nın tırmanmasıyla üçüncü bir büyük felakete sürüklenebilir.

Ülkemiz bu süreçte ya AKP’yle birlikte “stratejik derinlik”te boğulacak ya da AKP’den kurtularak NATO’dan çıkacak, bağımsız bir ülke olarak Suriye-Irak-İran ve elbette komşumuz Rusya’yla bölgesel ittifaklar kuracaktır. NATO’nun bölgesel stratejisi iflas etmiştir; dışımızdaki ve içimizdeki Atlantik İttifakı her zamankinden daha uzak ve daha düşman görünmektedir.

Yavuz ALOGAN - Aydınlık/29.09.2015

ŞİİRİN DE TOPRAĞI VARDIR

Çağdaş Türk Edebiyatı için bir başlangıç arayacaksak Vatan Yahut Silistre’dir. Tarih: 1872. 

Gedikpaşa Tiyatrosu’nda sahnelenen Vatan Yahut Silistre, halk hareketini ateşledi.

Vatan Şairi Namık Kemal, devrim tarihimize damgasını vurdu.

1876 Devriminde Namık Kemal vardır.

1908 Hürriyet Devrimini Namık Kemal’in vatan ve hürriyet şiirlerini ezberleyenler yaptılar.

Mustafa Kemal, askeri mektepte Ömer Naci’nin kendisine gizlice verdiği Namık Kemal’in şiirlerini okuyarak devrimci oldu.

1872 yılında Abdülaziz padişahtı. Abdülaziz’in de sarayları vardı, tahtırevanları vardı. Saltanat, onun saltanatıydı. Ama Marx ve Engels gibi büyük devrimciler, Türkiye’nin vatan savaşını destekliyorlardı. Çünkü onlar, kapitalist dünya sisteminin yazarları değillerdi. Osmanlı devleti, Mazlumlar Dünyasının öncülerinden biri olarak vatan savaşı veriyordu. O gün şair olmak, vatan için, hürriyet için şiir yazmaktı. Bugün de...

Vatan savaşı, emperyalizm çağının devrimci savaşıdır. 20. yüzyılda bütün devrimler vatan savaşıyla oldu. Çağımızda iz bırakan şairin ve yazarın ciğerini vatan ve hürriyet rüzgârı doldurmuştur.

VATANSIZLIĞIN SANATI

Geçende bir grup yazarımız, “Sanatçılar Girişimi” imzasıyla ABD emperyalizminin güdümündeki Bölücü Terör örgütüne karşı yürütülen vatan savaşına karşı bildiri yayınladı. Ataol Behramoğlu kardeşimin yanında bazı tanıdık imzaları da görünce, acı duymamak mümkün mü? İnsan vurulmuş gibi oluyor.

Bu yazarlarımız, bugün Mehmetçiğin verdiği vatan mücadelesini “Kanlı, karanlık çatışma ortamının bir kez daha hortlatılması” olarak görüyorlar. Vah vah ve yazıklar olsun!

Bu yazarlarımız, Bölücü Teröre karşı sınır ötesi harekât tezkeresinin Meclis’ten geçmesine karşı çıkıyorlar. ABD ve AB emperyalistleri ile birlikte o tezkereyi protesto ediyorlar. Bir kez daha yazıklar olsun!

Yazarlarımıza göre Türkiye, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 24 Temmuz’da başlattığı harekât nedeniyle “kanlı, karanlık bir uçuruma yuvarlanıyor”muş. Mehmetçiğe karşı ateşe sürülenlerin ruh halini paylaşmayı kendilerine yakıştırıyorlarsa, bu utancı hangi omuzla, hangi yürekle taşıyabilecekler?

ABD emperyalizminin vatanımızı bölme girişimine, Bölücü Terör Örgütü’nün vatanımızın altına mayın döşemesine ve Mehmetçiğe kurşun sıkmasına değinen tek bir sözcük yok.

Çünkü o sözcük, gider Okyanus’un ötesine değer.

DEVRİMSİZLİĞİN SANATI

Sıradan insanların, yoksulların gördüğünü, bir şair, bir yazar nasıl görmez!

Türkiye, bugün ABD emperyalizmine karşı vatan savunmasındadır.

Türkiye, bugün ABD emperyalizminin üzerimize sürdüğü bölücülükle savaşıyor.

Vatan savaşı, emek savaşıdır.

Vatan savaşı, devrim savaşıdır.

Bu savaşta yüreği Mehmetçikle atmayan şair, Beyoğlu’nun izbe sokaklarından çıksın, beyannamesini halka okuyabilecek mi!

Bu savaşta bilgisini, birikimini, güzellik ustalığını Türk Ordusunun cephesine sürmeyen yazar, yarın bu milletin içinde alnı açık dolaşabilecek mi?

Vatan savaşına karşı mevzilenerek de şair sıfatı taşınabilir kuşkusuz, ama Namık Kemal olunmaz, Tevfik Fikret olunmaz, Mehmet Akif olunmaz. Hele Nâzım Hikmet hiç olunmaz!

Cenap Şehabettin gibiler de vardır. İstanbul’da İstiklâl Savaşı’na karşı konumlanmışlardı.

Bugün edebiyat tarihçileri dışında onların adını bilen kaldı mı?

HANGİ MEVZİDESİN

Ey şair, ey yazar!

Hangi mevzidesin? ABD emperyalizmine karşı yürüyüşe geçen emekçiler, bozkırın köylüleri, çarşıların namusu sana bunu soruyor.

Kimin yanındasın, ABD’nin stratejik piyonu olan bölücü terörün mü, yoksa vatan savaşı veren Mehmetçiğin mi? Evlâtlarını toprağa verenler sana bunu soruyor!

“Biji Obama” mı, “Yaşasın Türkiye” mi? Millet soruyor, bu sorudan kaçamazsın!

Yazar, nasıl olur da ABD emperyalizminin “kara gücüm” dediği piyonlarını kendi kara bağrına basar? Batı Asya’nın yoksulları, Yedi İklimin mazlumları size bunu soruyor!

Neyin şiirini yazacaksın?

Vatansızlığın şiirini mi, emperyalist saltanatın şiirini mi, bölücülüğün şiirini mi, savaşanların arasında hakemlik yapan sahte barışın şiirini mi?

ŞİİRİN TOPRAĞI

Şiirin de toprağı vardır. Kimi şiir, lale bahçesinde sazende ve hanende ile büyür. Kimi şiir, vatan toprağında göğerir.

Şiirin halkı vardır, sınıfı vardır. Kimi şairin ipek yüklü kervanı vardır, kimi şairin yalnızca yanan yüreği.

Şiirin rengi vardır. Kimi şiir, kese kese altının rengindedir, sapsarıdır. Ya da sarayların tül perdelerinin rengindedir, pembedir. Halkın yüreğini tutuşturan şiir ise ateş rengidir.

Damarlarda dolaşan ve büyük davalar için akıtılan kan rengidir.

Doğu PERİNÇEK- Aydınlık/28.09.2015

IRAK'IN KUZEYİNDE EĞİTTİLER PYD'YLE BİRLEŞTİRİYORLAR




ABD yönetimi, PKK’nın Suriye kolu PYD’yi siyasallaştırmak için attığı adımların yanı sıra, Türkiye sınırına mücavir bölgede konuşlandırılacak ve kendi planları için faaliyet gösterecek kolordu kurmak için kolları sıvadı. Irak’ın kuzeyinde bölgesel yönetimin lideri Mesut Barzani’ye bağlı peşmergelerin eğitiminden geçen yaklaşık 6 bin Suriyeli militanın geçen hafta içinde bölgeye gönderilmesinin arka planında, ABD’nin bu projesinin yattığı ortaya çıktı. Söz konusu grubun kısa süre içinde YPG ile uyumlu hale getirilmesi için ABD’nin doğrudan devrede olduğu öğrenildi.

ABD, MÜSLİM’İ İKNA ETTİ

Barzani ve PYD Eş Başkanı Salih Müslim arasında yapılan görüşmede, Kuzey Irak’ın Erbil ve Duhok kentlerindeki askeri kamplarda eğitim gören Suriyeli Kürt örgütlere bağlı milislerin Suriye’nin kuzeyine gönderilmesine karar verilmişti. Salih Müslim’in, bölgede YPG’den başka silahlı bir güç istemediği dikkate alındığında, Erbil’de varılan bu mutabakat ilk aşamada şaşkınlıkla karşılandı. Çünkü, 8 taburdan oluşan 6 bin kişilik kuvvet bölgedeki dengeleri değiştirecekti. Kamışlı, Tel Abyad ve Kobani gibi bölgelerdeki PYD hakimiyetini tehlikeye sokacaktı. PKK bu nedenle Suriye’nin kuzeyinde YPG dışında herhangi bir silahlı gücün varlığını asla kabul etmeyeceğini açıklıyordu. Ancak daha sonra ABD’nin doğrudan devreye girdiği ortaya çıktı. Washington yönetiminin, Salih Müslim’i, Barzani’nin eğittiği milislerin bölgeye gönderilmesi konusunda ikna ettiği ortaya çıktı. Irak bölgesel Kürt yönetiminden yapılan açıklamada ise “Daha önce Kürdistan bölgesinde eğitim alan Suriyeli Peşmergeler, kendi vatanlarını savunmak için Suriye’ye dönecekler. PYD ile IŞİD’e karşı Kürt bölgelerini koruyacaklar” denildi.

YPG’YE MEŞRUİYET 

Bütün bu gelişmelerin arka planında ise ABD’nin IŞİD ile mücadele gerekçesine dayanarak, kısa süre içinde bölgede kendi planları doğrultusunda hareket edecek ve Kürt örgütlerine dayanan kolordu hesabı yattığı ortaya çıktı. Suriye’nin kuzeyinde, Kamışlı’dan Cerablus’a kadar olan bölgeyi denetim altında tutması öngörülen kolordunun içinde YPG de bulunacak. Bu da ABD’nin, PKK’nın Suriye kolu olan bir Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı bir yapılanmaya uluslararası alanda meşruiyet kazandırması anlamına geliyor. Kurulması öngörülen kolordunun, Suriye’de çözümün ardından Irak’ın kuzeyindeki bölgesel Kürt yönetimine bağlı peşmergelere benzer şekilde, yerel güvenlik gücüne dönüştürülmesi öngörülüyor.

ABD yönetimi, Türkiye’nin PKK’nın doğrudan bir kolu olması nedeniyle PYD/YPG’den duyduğu rahatsızlığın önüne geçebilmek için de daha sonra tamamen Kürt Kolordusu terimini kullanabileceği belirtiliyor. Kolordu tamamen Kürt örgütlerine bağlı silahlı milislerinden oluşsa da, Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi ABD’li askeri danışmanlar tarafından sevk ve idare edilecek.

Deniz KAHRAMAN- Aydınlık/29.09.2015

VAKARDA ERGENEKON-FETÖ FARKI !

Adam eski savcı ve avukat.

Cemaatin önemli komutanlarından.

Şimdi FETÖ elemanı iddiasıyla tutuklu. 

Gültekin Avcı’dan söz ediyorum.

Aman Allahım hiç utanıp sıkılmadan bu elemanı medyanın peygamberi ilan edecekler!

Vay efendim gazetecilik yaptığı için tutuklanmışmış... Vay efendim gazeteciler nasıl tutuklanırmış!

Ulan o adam gazeteci değil, kendine ait iradesi olmayan Pensilvanya hipnozlu bir meczup!

Bir de utanmadan eşini bile acındırmaya alet edip, ona yazdığı mektupları basına servis ediyor. Vakar denilen şey bunların yanından bile geçmemiş ki, bir Ergenekon kahramanlarının yakın geçmişteki asil duruşlarına bakın, bir de bu emperyal sünepelerin acındırmalarına!

Sabahattin ÖNKİBAR- Aydınlık/29.09.2015

ESED'LE GEÇİŞ DİYENE BAKIN !

Suriye’de geçiş dönemi Esed’le olabilirmiş!

Tayyip Erdoğan hazretleri böyle buyurdu.

Emevi Camii’nde namaz söyleminden buralara savrulma mağlubiyetin itirafı değil mi?

Öyle ise soralım, 350 bin insan niye öldü ve hesabını kim verecek?

Suriye niye yıkıldı?

Türkiye 2 milyon mülteci belasıyla nasıl başa çıkacak?

Bakın sadece Ankara’nın bu Suriye politikası 10 tane hükümeti yıkacak ve 20 tane Yüce Divan’ı kurdurtacak vahamettedir.

Peki tablo o kadar vahim ise sorumluları hala neden mi hesap vermiyor?

Muhalefette işbirlikçileri var da ondan!

Sabahattin ÖNKİBAR- Aydınlık/29.09.2015

O SİLAHLAR STOKLANIRKEN, BAHÇELİ NİYE SUSTU ?


Yollara döşenen tonlarca bomba ve mayın!

Bir orduyu donatacak büyüklükte stoklanan silah ve mühimmat!

Sınırdan geçirilip tepelere yerleştirilen doçkalar!

Dağlarda açılan mağara, sığınak ve tüneller!

Şehirlerde kurulan birlikler ve polis teşkilatı!


Vergi toplayan birimlerle, yargılama yapan sözde mahkemeler.

Doğrudur PKK bütün bunları yaparken iktidarları sürsün diye göz yumanlar hala ülkeyi yönetenlerdir ve bunun hesabını er ya da geç vereceklerdir.

Ancak...

Pardon ama PKK, AKP desteği ile bunları yaparken Bahçeli ile Kılıçdaroğlu uzayda mı yaşıyorlardı?

Niçin feveran edip bu ihaneti istisnasız her gün seslendirmediler ve toplumu uyarmadılar?

O Bahçeli değil midir yıllar yılı televizyonlara çıkmayıp sadece haftada bir Meclis’te grup toplantısında başkalarının yazdığı metni camdan okuyarak durumu idare eden?

O Kılıçdaroğlu değil midir PKK’yı bir kere olsun ağız dolusu lanetlemeyen ve örgüt avukatını kendine mihmandar yapan?

Sakın yığınaklardan haberdar olmadılar demeyin, biz gazeteci olarak Ulusal Kanal’da yıllardır bu rezillikleri dillendirdik diye üstelik Necdet Özel tarafından mahkemeye verildik.

Tayyip, Dersimli Kemal ve Bahçeli; üçü, aynı projenin mensuplarıdır.

Sabahattin ÖNKİBAR- Aydınlık/29.09.2015

29 Eylül 2015 Salı

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 6



Bretton Woods ve Sonuçları

   Britanyalı tarihçi Niall Ferguson, The Ascent of Money isimli son kitabında Bretton Woods sistemini şu şekilde özetlemektedir:

“ Bu yeni düzende ticaret adım adım serbestleştirilecekti, ama sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamalar yürürlükte kalacaktı. Döviz kurları altın standardının geçerli olduğu dönemdeki gibi sabitlendi, ama uluslararası rezerv para olarak altın yerine Birleşik Devletler Doları (Doların kendisi de altınla değiştirilebilir olmasına rağmen…) çapa olarak belirlenmişti.”

Ferguson’un, Bretton Woods Anlaşması’nın önemli mimarlarından biri olan John Maynard Keynes’ten yaptığı alıntıya göre “sermaye hareketlerinin denetimi (…) savaş sonrası sistemin değişmez sabitlerinden biri” olarak kalmalıydı. Bu o kadar ileri bir noktaya taşınmıştı ki, turistler bile yurt dışı seyahatlerinde yanlarına çok az para alabiliyorlardı. Yanlarında yüksek meblağlarda para olanlar, seyahatlerine başlamadan önce döviz bozdurmak zorundaydılar. Ferguson uygulamayı şu şekilde özetlemektedir:

“Sermayenin ulusal sınırları aşması, ancak bir ülke yönetiminden başka bir ülke yönetimine transfer şeklinde olmaktaydı. Aynı 1948- 1952 yılları arasında yerle bir olmuş Batı Avrupa’nın yeniden inşası için yürürlüğe konan Marshall Planı’nın uygulamasında olduğu gibi.”

   Bu mantıklı sistemin istikrarsızlaştırılması, Birleşik Devletler’in ve Birleşik Krallık’ın sermaye elitlerinin bilinçli bir tercihiydi. Bu tercihin arkasında, yaşlı kıtanın hızlı ekonomik toparlanma göstermesi, 1950’li yıllarda altı çekirdek ülkenin Avrupa Topluluğu’nu oluşturması ve Anglosakson dünyadan daha yüksek büyüme oranlarını yakalamaları yatmaktadır. Fransa Devlet Başkanı Charles De Gaulle ve Federal Almanya Başbakanı Konrad Adenauer’in öncülüğünde Fransa ve Almanya’nın barışması, Bretton Woods Sistemi’nin istikrarsızlaştırılmasını hızlandırdı. Birleşik Devletler’de üretim araçları savaştan zarar görmediği için, kapitalistler modernizasyona çok az yatırım yapmışlar ve bu nedenle Atlantik’in diğer tarafında kar marjlarında düşüş yaşanmıştı. Amerikan büyük sermayesi için karlı Avrupa şirketleri satın almak, kendi ülkesine yatırım yapmaktan daha kazançlıydı. Ancak Bretton Woods Sistemi’nin sermaye denetimleri yürürlükte kaldığı sürece, milyar dolarlarını yurt dışına çıkarmaları mümkün değildi. Yani bu kısıtlamalar kaldırılmalıydı.

   Bu neredeyse eşzamanlı olarak Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık’ta hayata geçirilen uygulamalarla mümkün olmuştur. Londra’da 1957 yılında dünyanın ilk serbestleştirilmiş finans piyasası kuruldu. Britanya hükümetinin yaptığı yasal değişiklik sayesinde, Birleşik Devletler’den gelen parayı Sterlin’e çevirmeden yatırım yapmak mümkün hale geldi. Bu Avro-Dolar (bu terim gelecekteki Avro para biriminin öncüsü değildir, sadece paranın Avrupa’da bulunduğunu göstermektedir) birikimi Londra üzerinden başka ülkelere ödünç verildi. Komünist politikacı Sahra Wagenknecht, Wahnsinn mit Methode isimli en son kitabında bu gelişmeyi şöyle anlatmaktadır:

“Yabancı borçlular, ilk kez Sterlin cinsinden değil Amerikan Doları cinsinden kredi aldılar. Bu şekilde Londra’da dolar cinsinden sermaye birikimi ve krediler için hem Britanya hem de Birleşik Devletler’in sermaye piyasası düzenlemelerinden muaf, ülke dışında dokunulmaz bir pazar oluştu. Bu sayede, Londra’daki dolar birikimlerine Birleşik Devletler’deki faiz oranlarından daha yüksek oranlarla faiz verilebildi ve dünyanın her yerinden ellerinde dolar birikimi olan yatırımcılar için bu sistem çekici bir hal aldı. (…) Günümüzdeki farklı ülkelerde farklı para birimleri ile yatırım yapmak ya da kredi almak olağan bir durumdur. Eskiden böyle bir şey yoktu ve ulusal sermaye piyasalarının düzenlemeleri buna imkan tanımıyordu. Britanya hükümetinin bilinçli bir tercihi olan bu uygulama ile tüm ulusal faiz kısıtlamaları, vergi düzenlemeleri, merkez bankası rezervi uygulamaları ve diğer engelleri aşarak uluslararası bankaların ve yüksek meblağda paranın Londra City’ye çekilmesi sağlanacaktı.”

Bu sayede, Britanya ekonomisinin reel sektörde artık yaratamadığı karlılığı, finans sektöründe yaratması hedeflenmişti. Böylece İngiltere’de sanayinin tasfiyesi de başlamış oldu.

   Birleşik Devletler Başkanı John F.Kennedy, bu gelişmeyi durdurmayı denedi. 1963 Haziranında, öldürülmesinden dört ay önce, kongreye, yurt dışına giden sermayeyi cezalandırmak amacıyla % 15’e varan oranda sermaye vergisi uygulanmasını teklif etti. Dallas’ta sıkılan kurşunlar bu teklifin yasallaşmasını engelledi. Kennedy’nin halefi Lyndon B. Johnson, düzenlemeyi 1964 yılında yasalaştırdı, ama düzenlemeyi anlamsız kılacak iki açık nokta bırakılmıştı: Kanada’ya yapılan sermaye ihracı yasa kapsamı dışında bırakılmıştır. İngiliz Milletler Topluluğu üyesi olan Kanada üzerinden dolarlar böylece Londra’ya transfer edilmiştir. Ayrıca Birleşik Devletler yurttaşları ve bankalarıyla iş yapmayan Amerikan bankalarının yurt dışında faaliyet gösteren iştirakleri, yasa kapsamı dışında bırakılmıştır.

   Böylece hiçbir finans denetim kurulunun kontrolüne tabi olmadan Avro-Dolar piyasası daha da büyüdü. Bireysel yatırımcıların ve şirketlerin vergiden kaçırdıkları paralar, mafyanın ve uyuşturucu baronlarının servetlerinin de içinde olduğu sıcak para, dünyanın her yerinden Britanya’nın başkentine akıyordu. Bireysel yatırımcılara ait Avro-Dolar hesaplarında biriken para 60’lı yıllarda 10 milyon dolar düzeyindeyken, bu meblağ 1973 yılında 55 milyar dolara ve 1983 yılında 603 milyar dolara ulaştı. Bankalara ait Avro-Dolar varlıkları çok daha yüksek düzeydeydi. Bankaların varlıkları 1973 yılında 220 milyar dolar düzeyindeyken, 1984 yılında 1.564 milyar dolara ulaşmıştı. Londra’da bu varlıklar için merkez bankasında rezerv tutma zorunluluğu bulunmadığı için bu paralar herhangi bir rezerv ya da garanti tutulmadan başka yerlere kredi olarak dağıtılabiliyordu. Bunun iki ciddi sonucu oldu.

   İlk ciddi sonuç, bankaların ek likiditeyi aslında sadece merkez bankalarından sağlamalarını öngören Bretton Woods kısıtlamalarını aşmak için sürekli olarak birbirlerinden borç alıp vermeye başlamaları oldu. Halen yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin çıkmasına neden olan en önemli nedenlerinden biri olan interbank piyasası böylece doğmuş oldu. Sahra Wagenknecht’in de belirttiği gibi, “bankalar Avro-Dolar piyasasında istedikleri kadar para ve kredi yaratabiliyorlardı.”

   Diğer ciddi bir sonuç ise, özel bankaların yine merkez bankalarının kontrolü olmaksızın daha önce hiç düşünülemeyecek kadar miktarda krediyi zor durumdaki devletlere vermesi oldu. Bu krediler, Üçüncü Dünya devletlerinin yanı sıra Sovyet bloğunun önemli devletlerinin borç krizine sürüklenmesinin ve böylece çok kutuplu dünya düzeninin sonunun başlangıcı oldu. Ancak bu iki kriz yapılandırılmadan önce Bretton Woods Sistemi’nin tamamen ortadan kaldırılması gerekiyordu.

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI VE SOL TAVIR (Jürgen Elsässer)

(Sayfa 32-35)

DİĞER BÖLÜMLER İÇİN BKZ.
ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 1 (Her Şey Nasıl Başladı?)

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 2 (Haydut ve Çöken Devletler)


ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 3 (Yaşasın ! Teslim Oluyoruz !)


ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 4 (Ortaçağa Dönüş)


ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 5 (İstikrarın Sonu)

28 Eylül 2015 Pazartesi

Doçkaları Açılımda yerleştirdik




Teslim olan ‘Bahoz Ahmet’ kod adlı PKK’lı önemli itiraflarda bulundu. TSK’nın sınır ötesi hava harekatları sonucu PKK’nın hareket imkanının ortadan kalktığını anlatan itirafçı, ‘Örgüt çok kayıp verdi’ dedi

Güneydoğu’da güvenlik güçlerine teslim olan “Bahoz Ahmet” kod adlı terörist, çözüm süreci boyunca PKK’nın yaptığı hazırlıkları anlattı. PKK’nın Ağustos 2014’te Şırnak bölgesinde tünel şeklinde toplam 4 Doçka mevzileri inşa ettiğini söyleyen terörist, ayrıca TSK’nın insansız hava araçları (İHA) ile bölgeyi sürekli gözetlemesi ve ardından savaş uçaklarının bombandırmanı nedeniyle örgütün hareket olanağının kalmadığını söyledi. 

Güvenlik yetkililerinden alınan bilgilere göre “Bahoz Ahmet” şu itiraflarda bulundu:

Ağustos 2014’te eğitimi tamamladıktan sonra Şırnak bölgesinde jeneratör ile çalışan hiltilerle tünel şeklinde Doçka mevzileri inşa ettik. Toplamda 4 Doçka mevzisi yapıldı. Doçka mevzileri inşasında kayalardan hiltilerle delik açılıp patlayıcı kullanılarak patlatılmak suretiyle tünel yapılıyor. Tünel derinliği 20-25 metre civarında. Tünel içerisi zikzak şeklinde oluyor ve yukarı/aşağı inip çıkmak için basamak bulunuyor. En üst bölümü 2 metre derinliğinde. Bu şekilde yapılmasının amacı, bir saldırı durumunda Doçka’nın üst bölümü aşağı alınarak görünmesi engelleniyor ve bombalanması durumunda basınçtan etkilenmemesi amaçlanıyor.

PKK/KCK’NIN PARA FİNANSMANI

“Bahoz Ahmet”
, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) düzenlediği son operasyonlarda ölen teröristlerin cesetlerinin toplu halde gömüldüğünü anlattı. PKK itirafçısı 66 örgüt üyesinin cesetlerinin de Kato bölgesindeki PKK mezalığına gömüldüğünü söyledi. 

“Bahoz Ahmet” PKK-KCK’nın tehditle Türkiye ve Avrupa’dan para topladığını belirterek örgütün finans kaynakları ile ilgili şu bilgileri verdi: Kaçakçılık yapan kişilerden önemli miktarda malzeme ve para temin ediliyor. Bölgedeki iş adamlarından, kazandıkları kâr payının yüzde 10’luk dilimi vergi olarak alınıyor. Vergi ödenmezse ceza kesiliyor ve vergi 2 katına çıkarılıyor. Örgüt kendisi için uygun olmadığını değerlendirdiği projelerin yapılmasına engel olmak için firmaların iş makinalarını ve araçlarını yakıyor. Ayrıca bölgedeki göçerlerden de toplamda yıllık 600 bin TL vergi alınıyor.

‘ERZAK STOĞU İMHA EDİLDİ’

Geçtiğimiz yıl boyunca sadece bizim gruba yönelik erzak için 750 bin TL harcama yaptık. Şu an bizim bölgede 3-4 yıl yetecek kadar erzak vardı ama son yapılan hava saldırıları ve askerlerin bölgeyi aramaları neticesinde bu stokun çoğu imha oldu. Kış döneminde kampların çıkış ve girişleri 12 kg tüp ve TNT patlayıcılarla tuzaklanıyor. Giriş ve çıkışlarda, 24 saat süreyle 2 kişi nöbet tutuyor. Dumanın görülmemesi için yemekler gece yapılıyor.


‘HALK YANIMIZDA DURMUYOR’

PKK’nın Güneydoğu’daki halkı ayaklandırmaya yönelik çalışmalara ağırlık verdiğini ancak halkın örgüte itibar etmediğini itiraf eden “Bahoz Ahmet”, “Sokak çatışmalarında kullanılmak üzere ilçelerdeki gençlik yapılanmasına 200 pompalı ve Kalaşnikof tüfek dağıtıldı. Bunlar zorla boşaltılan evlerde depolandı. Yakın geçmişte bazı ailelerin evine zorla silah ve mühimmat koyduk. Ertesi gün kaçtıklarını gördük. Halk yanımızda durmuyordu, açılan hendek ve kurulan barikatlar en çok bizim oradaki insanımızı rahatsız etti ve örgüte tepkiler arttı. Bazı kaçan aileler mahallelerindeki depoların krokisini çizip polise, askere vermişler” dedi.


‘PKK’DA ÖLEN DE KAÇAN DA ÇOK’

“Bahoz Ahmet” kod adlı terörist, TSK’nın yaptığı operasyonları bilmelerine rağmen örgütün çok kayıp verdiğini söyleyerek, “Alının bilgiler telsiz ile Kandil’de bulunan örgüt mensuplarına haber verilerek sığınaklara girmelerini, tedbir almalarını sağlıyordu. Buna rağmen atılan bombalar her yeri cehenneme çeviriyormuş, çok kayıp verdiğimiz bir şekilde duyuluyordu. Bu da örgütteki arkadaşları çok korkutuyordu. Kaçanların sayısı da bu nedenle arttı” diye konuştu.

KARAYILAN: YDG-H HEZİMETE UĞRAMIŞTIR

“Son dönemde YDG-H’nin başarısızlıkları örgütün üst yönetiminde ciddi sıkıntılar yarattı”
diyen PKK itirafçısı, “YDG-H’nin başarısızlıklarını kesinlikle PKK’ya mal edilmeyecek şekilde üst üste talimatlar geliyordu” dedi. İtirafçı, Murat Karayılan’ın bununla ilgili son talimatının da “Artık YDG-H’nin PKK ile bağlantılı olduğu vurgulanmayacak. Hepsi Sivil Direniş Unsurları olacak. Sivil Direniş Unsurları YDG-H’nin kendisini sivil direnişe dönüştürmesinin adıdır. YDG-H hezimete uğramıştır. Bunun hesabını kendileri verecektir. PKK onların başarısızlığını üstlenemez. YDG-H’nin HPG bağlantısını halkımıza unutturmalıyız” şeklinde olduğunu söyledi.

‘PKK İLE YDG-H ARASINDA BAĞLANTI YOK’ SÖYLENTİSİNİ YAYMA TALİMATI

Güvenlik güçleri 23 Eylül 2015 sabahı Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde bir jandarma uzman çavuşun yakın mesafeden ateş edilerek şehit edilmesi ardından Kandil’den telsiz ile örgüte “Bu eylemi üstlenmeyin. YDG-H’nin üstüne kalacak. YDG-H’nin PKK ile bağlantısı yok diye de etrafta yayın” talimatı verildiğini belirledi.

Öte yandan güvenlik yetkilileri, TÜBİTAK’ın geliştirdiği nüfuz edici mühimmatlarla örgüt hedeflerinin artık imha edilmeye başlandığını, mevzi içinde her ne tür tedbir alınırsa alınsın, içeri giren merminin çok geniş bir alanı etkilediğini ve teröristlerin etkisiz, silahların da kullanılamaz hale geldiğini bildirdi. Ayrıca yetkililer son dönemlerde Hava Kuvvetleri’nin kullandığı akıllı mühimmatların sığınakları delerek içindekileri etkisiz hale getirdiğini vurguladı.

AYDINLIK UYARMIŞTI

Aydınlık, PKK’nın “Açılım” sürecinden faydalanarak silah yığınağı yaptığını 15 Nisan 2014’te yazmıştı. Örgütün “Açılım”ı fırsat bilerek Cizre’ye hakim tepelere Doçka uçaksavarların parçalarını getirdiği vurgulanan haberde şu bilgilere yer verilmişti: Aydınlık’ın yerel kaynaklardan ulaştığı bilgilere göre, PKK yaklaşık 6 ay öncesinden, Cizre’ye yığınak yapmaya başladı. Bu yığınak çerçevesinde örgütün elindeki Doçka uçaksavar silahının parçaları, hakim teperele getirildi. Kaynakların, “Olaylar başlarsa, bir günde kurarlar” bilgisini verdiği Doçka parçalarının, uzun süredir bölgede bulunduğu öğrenildi. PKK’nın, bölgeye Doçka yerleştirmesinin nedeninin, olası bir kalkışma durumunda, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapacağı hava operasyonlarını engellemek olduğu bilgisi verildi.

27.09.2015- Aydınlık