Kişilik ve kimlik
kavramları birbirine karıştırılmamalıdır. Doğuştan gelen özellikler ile kişinin
yaşamı sırasında edindiği psikolojik niteliklerin toplamı olan kişilik, bireyin kendine özgü
davranışlarının kaynağıdır. Davranışlar, dışarıdan gözlenebilen tepkiler
olduğundan, kişilik nesneldir. Oysa kimlik, öznel algılama biçimi ile
ilgilidir. Bireysel kimlik, kişinin kendisini özdeşleştirdiği imgelerle bağlantılıdır.
Bireysel kimlik duygusu, kişinin varlık bilincine varmasının bir sonucudur.
Ancak her kimlik inşası, “ben” ya da “biz”e karşı bir “öteki”nin varlığının
algılanması veya yaratılması ile mümkün olmaktadır. Buradan hareketle bireysel
kimlik varoluşun ve özgünlüğün farkına varma anlamında olumsuz işlevleri aynı
anda yüklenir. Her birey bir toplumsal çevrede yaşar ve o çevrenin değerler
sistemiyle kuşatılmıştır. Toplumsallaşma sürecinde bireyler kendi toplumsal
çevrelerine uyum sağlamayı öğrenirler. Yaşadığı mekana, toplumsal çevrede
geçerli olan bir değere bağlanma ya da bir gruba ait olma gibi aidiyet yaratıcı
bağlılıklar üzerinden, bireyler içinde yaşadıkları toplumsal çevreyle
bütünleşebildiklerini ve başkalarıyla anlamlı ilişkiler kurabildiklerini
görürler. Bunun sonucunda kimlik duygusu kazanırlar.
Kimliklerimizin bireysel, kolektif ve ulusal olmak
üzere üç boyutu vardır. Bu boyutların kendi içinde farklı katmanları vardır.
Örneğin bireysel düzlemde bir kısmı doğuştan gelen
(atfedilmiş), bir kısmı yaşam süreci içinde kazanılmış bir dizi statüye ve
dolayısıyla kimliğe aynı anda sahibizdir. Belirli bir cinsiyete sahip olmak,
belirli bir meslek sahibi olmak, bir yerli (Adanalı, Doğulu, Karadenizli vs.)
olmak, bir yaş grubunun (çocuk, genç, yaşlı vs.) üyesi olmak ve benzeri
kimlikler bu türdendir. İkinci kimlik katmanı kolektif kimliklerdir. Bunlar daha çok soya dayalı, etnik veya dinsel/kültürel
tanımlamalardır. Bir kişi aynı anda birden çok kolektif kimliğe sahiptir.
Üçüncü olarak ulusal kimlik gelir. Bugün
uluslararası ilişkilerin başat öznesi ulus-devletlerdir ve insanların
büyük kısmı bir ulusun mensubu olarak doğmaktadır. Görece daha nadir olmakla
birlikte çifte vatandaşlık ya da ebeveynlerin farklı uluslardan olmaları
nedeniyle kendisini aynı anda iki ulusa birden ait hisseden kimseler de bulunabilir.
Dolayısıyla kimlik duygusunun hem üç ana katmandan hem de her bir katmanın
kendi içinde ara katmanlardan oluşan bir öznel algılama biçimi olduğunu
söylemek mümkündür.
Antropolojik ve sosyolojik
açıdan kolektif kimlik, etniklik veya etnik kimlik anlamına gelir.
Etnik gruplar, dil ve kültür başta olmak üzere birtakım ortak kültürel
niteliklere sahip insan topluluklarıdır. Ortak kültürü inşa eden semboller,
anılar, töreler, değerler, inançlar, kamusal yaratılar ve anılar, grubun
kolektif kimliğinin bileşenleridir. Bu bileşenlerin ortaklaşması sayesinde
etnik grup üyeleri ortaklık duygusu edinirler. Kolektif kimliği paylaşan
bireyler, mensubu oldukları topluluğun öteki gruplardan farklı, kendine özgü
niteliklere sahip olduğunu düşünür ve kendi gruplarına yönelik bir aidiyet
duygusu yaşarlar. Aidiyet duygusunu yaratacak ortak geçmiş algısı, grubun kendi
farklılığını yaratmaya dönük çabalarını gerektirir. Ötekine karşı kendi farkını
gösteren dış çizgilerin oluşturulması belirleyici önemdedir. Kolektif kimlik
bağlamsaldır. Her kimlik gibi iç grubun sınırları “öteki”ne karşı kurulur. Her
zaman bir “biz”e karşı öteki yaratılabilir. Kimin “biz” kapsamına gireceği, kimin
“öteki” olarak görülüp dışarıda bırakılacağı aidiyet algılarıyla ve toplumsal
çevre koşullarıyla ilgilidir. Örneğin Yunan kimliğine karşılık Türk kimliği “biz”i
yaratan bağlam rolü oynarken, kendi içinde “Azeri”ye karşı “Uygur” gibi daha
alt aidiyet bağlamları yaratılabilir. Öteki olan Uygur karşısında Azeri
kimliğinde birleşenler, kendi içlerinde “Şii Azeri” ve “Sünni Azeri” diye
yeniden ayrışabilirler.
Kimliğin en dış tabakası ulusal kimlik boyutudur. Bireysel ve kolektif boyutlar ile
aynı mekanizma burada da işler ve kişiler, çatısı altında yaşadıkları devletle
ve bir ulus olarak örgütlenmiş olan toplumla özdeşleşirler. Böylece “tasada ve kıvançta birlik” diye
formüle edilen ortak ruh halinin bir parçası olurlar. Ulusal kimlik, kendisini aynı
ulusun ferdi olarak görenlerin ortak amaç ve simgeler karşısında benzer bir
duygu durumuna sahip olmaları olayıdır. Toplumlar tarih boyunca çeşitli
siyasal örgütlenme türlerini hayata geçirdiler. İlkel toplumlar soya
dayalı (aşiret, boy, klan) siyasal örgütlenmeler yaptılar. Bu
toplumların üyelerini siyasal olarak birbirine bağlayan tutunum, soy birliği
esası idi. Daha sonraları dine dayalı siyasal birlikler
kuruldu. Ümmet toplumları, siyasal birliklerini aynı dini değerlere sahip
olmakla sağlıyorlardı. Ulus ise, modern çağın nesnel iktisadi ve
sosyal koşullarının dayattığı bir siyasal örgütlenme biçimidir. Kapitalizmin
iktisadi temel üzerinde toplumların siyasi örgütlenme formu ulus olarak
biçimlenir. Bu açıdan hem tarihsel bir olgudur, hem de modern çağın nesnel bir
gerçeğidir. Bir başka deyişle, tarih boyunca insanlığın temel siyasal
örgütlenme biçimi “ulus” olmamıştır. Ulusların ortaya çıkışı ulus-devletlerin
ortaya çıkışından sonradır. Benedict Anderson bu nedenle ulusların “hayali cemaatler”
olduklarını belirtir. Ancak modern çağlarda ulus dışında bir örgütlenme
biçiminin uluslararası düzende söz sahibi olabilmesi de mümkün olmamıştır.
Yrd.Doç. Atakan HATİPOĞLU
Adnan Menderes Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
BİLİM ve ÜTOPYA / Mayıs 2015 / Sayı:251
Yazının ilk bölümü için bkz. (Kimlik Siyaseti)
Yazının ikinci bölümü için bkz. (Kimlik Siyasetinin Temelleri: Yeni
Toplumsal Hareketler)
Yazının Üçüncü bölümü için bkz. (Neoliberalizm ve Muhalefetin Yeniden
Tasarlanması)