Ortaçağa Dönüş
Kapitalizm, kendisinin dünyadaki egemen
ekonomik sistem haline gelmesini sağlayan ulusal devleti ortadan
kaldırmaktadır.
Burjuvazinin, devletin bu şekline mutlaka
ihtiyaç duymadığı daha Ortaçağ’da kendini göstermiştir. Tüccarlar ve bankerler,
öncelikle Kuzey İtalya’daki şehir cumhuriyetleri ve Hansa kentleri (Almanya’nın
kuzeyindeki kentlerin ve yabancı ülkelerde yaşayan Alman gruplarının,
karşılıklı çıkarlarını korumak amacıyla kurdukları ticari örgütlenme) gibi
yerel çekim merkezlerine odaklanmışlardı. Bu merkezler birbirlerine bağlıydı ve
hatta kendi orduları vardı. Venedik Cumhuriyeti, bir süre için Akdeniz’in lider
gücü bile olabilmişti.
Ancak feodal güçlere karşı mücadelede
kapitalizmin bu embriyonik organizasyon şekli çok yetersiz kalmaktaydı.
Asiller, uluslar üstü hanedanlarla birbirine bağlıydı ve bir tehlike durumunda
servetler ve ordular kolayca sınırları aşabiliyodu. Bujuvazi, kendini var
edebilmek için, ya başlarda olduğu gibi İngiltere’de kralın merkezi gücü ile
ittifak yapmak zorunda ya da sonraları Fransa’da olduğu gibi devrim ile kendini
merkezi güç olarak konumlandırmalıydı. Ufak prensliklerin ortadan kaldırılması,
burjuvazinin gümrük engelleri olmayan ticaret alanı oluşturmasını mümkün
kılarken, öğretim birliği sayesinde de dil birliğinin kurulması ve alt
sınıflardan işe yarar emek gücü yaratılması sağlandı. Halk orduları iç ve dış
düşmanlara karşı bir baskı gücüydü.
Ulusal devletlerin çözülmesiyle beraber yeni
emperyalizm yeniden ortaçağdaki şekline döndü: Atlantik Devletleri Kutsal Roma
İmparatorluğu, İmparatorluğun merkezi de Washington oldu. Maria Theresia’nın
çağında olduğu gibi imparatorluk uluslar üstü asil hanedanlar tarafından
yönetilmektedir, ancak artık hanedan üyeliğini soy değil para belirlemektedir.
Buna karşın Fransız Devrimi’yle beraber tarih sahnesine çıkmış olan halk,
siyasi faktör olmaktan çıkarılmıştır. Halkı oluşturan unsurlar ortadan
kaldırılmıştır. Halk ordularının yerini yeniden Grimmelshausen’ı bile
korkutacak paralı askerler almıştır. Kamu okulları alt tabakanın denetimini,
gözetimini sağlarken, zenginler çocuklarını özel eğitim kurumlarına
yollamaktadır. Ulusal dil birleştiriciliğini kaybetmiş ve karşılıklı anlaşmayı
artık mümkün kılmayan deyimler içinde dağılıp gitmiştir. Yüksek tabaka, her
yerde yarım yamalak bir İngilizce konuşmaktadır, aynı eskiden Fransızca konuştukları
gibi.
Toplumun atomizasyonunu teşvik etmek ve
izole edilmiş bireyleri yeni imparatorluğun pazarına daha fazla çekmek için,
medya, kolektivizmin her türünü faşizm şüphesi altında bırakmaktadır. Aile,
nevrotiklerin, psikoz hastalarının ve otoriter karakterlerin yuvasıdır; din ve
kilise, kürtaj yasağı ve köktencilik demektir; derneklerde bir masa etrafında
buluşulup, oturulur ve zaten çoktan modaları geçmiştir; sendikalar herkesi
toplu sözleşmelere tabi olmaya zorlar.
Dünya kapitalizminin ideologları ulus
kavramını acımasızca eleştirmekte, hatta 20.yüzyılda yaşanan acı olayların
milliyetçiliğin bir sonucu olduğunu iddia etmektedirler. Bu iddia, en iyi halde
işin kolayına kaçmak, en kötü haliyleyse de demagojik bir yaklaşımdır. Savaşın
tüm taraflarının milliyetçi coşku ile katıldıkları Birinci Dünya Savaşı, ilk
bakışta bu tezi doğrular görünmektedir, ama 1914 yılında da milliyetçilik
savaşın ana nedeni değil, sadece ona eşlik eden bir müzikten ibaretti. Savaşın nedeni
olarak daha çok, yeni hammadde kaynakları ve pazar arayışı, yani emperyalizm
görülmelidr. Ancak bazıları milliyetçiliği ve emperyalizmi özdeş olarak
değerlendirmektedir. Bu değerlendirmenin doğru olmadığını İkinci Dünya Savaşı
göstermiştir: Nazi Almanyası’nın kendine has saldırganlığı, milliyetçi
düşüncenin, Cermen ve Ari ırk çılgınlığı ile ortadan kaldırılmasından sonra
kendini göstermiştir. Oysaki ulusun savunulması, doğuda ve batıda Nazi işgaline
karşı savaşan ve sonunda onu mağlup eden direnişçilerin çoban yldızı, başat
ilkesiydi. Marseillaise, işbirlikçilerin değil direnişçilerin marşıydı.
Ben ulusal devleti milliyetçi olduğum için
değil, demokrat olduğum için savunmaktayım. Ulusal devleti, sermaye sınıfının,
emekçileri kullanarak gemiyi daha hızlı yüzdürebilmesi için değil, eğer içinde
bulunduğumuz bu gemi olmasa sermaye sınıfı başka bir gemiye rahatça geçerken,
emekçilerin boğulup gideceğini bildiğim için savunuyorum. Ulusal devlet, büyük
sermaye için can sıkıcı bir maliyet faktörü haline gelmişken, orta ve alt
sınıflar için diğer toplumsal organizasyon biçimlerine oranla daha fazla koruma
ve katılım imkanı sağlamaktadır. Demokratik ve sosyal cumhuriyeti savunmayı mı,
yoksa postdemokratik ve neoliberal ultra emperyalizm içinde çözülmeyi mi
seçeceğimiz, 21.yüzyılın başında yanıtlanması gereken soru olarak önümüzde
durmaktadır.
ULUSAL DEVLETİN YIKIMI VE SOL TAVIR (Jürgen Elsässer)
(Sayfa 28-30)
ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 1 (Her Şey Nasıl Başladı ?)
ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 2 (Haydut ve Çöken Devletler)
ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 3 (Yaşasın ! Teslim Oluyoruz !)