10 Eylül 2015 Perşembe

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 4




Ortaçağa Dönüş

   Kapitalizm, kendisinin dünyadaki egemen ekonomik sistem haline gelmesini sağlayan ulusal devleti ortadan kaldırmaktadır.

   Burjuvazinin, devletin bu şekline mutlaka ihtiyaç duymadığı daha Ortaçağ’da kendini göstermiştir. Tüccarlar ve bankerler, öncelikle Kuzey İtalya’daki şehir cumhuriyetleri ve Hansa kentleri (Almanya’nın kuzeyindeki kentlerin ve yabancı ülkelerde yaşayan Alman gruplarının, karşılıklı çıkarlarını korumak amacıyla kurdukları ticari örgütlenme) gibi yerel çekim merkezlerine odaklanmışlardı. Bu merkezler birbirlerine bağlıydı ve hatta kendi orduları vardı. Venedik Cumhuriyeti, bir süre için Akdeniz’in lider gücü bile olabilmişti.

   Ancak feodal güçlere karşı mücadelede kapitalizmin bu embriyonik organizasyon şekli çok yetersiz kalmaktaydı. Asiller, uluslar üstü hanedanlarla birbirine bağlıydı ve bir tehlike durumunda servetler ve ordular kolayca sınırları aşabiliyodu. Bujuvazi, kendini var edebilmek için, ya başlarda olduğu gibi İngiltere’de kralın merkezi gücü ile ittifak yapmak zorunda ya da sonraları Fransa’da olduğu gibi devrim ile kendini merkezi güç olarak konumlandırmalıydı. Ufak prensliklerin ortadan kaldırılması, burjuvazinin gümrük engelleri olmayan ticaret alanı oluşturmasını mümkün kılarken, öğretim birliği sayesinde de dil birliğinin kurulması ve alt sınıflardan işe yarar emek gücü yaratılması sağlandı. Halk orduları iç ve dış düşmanlara karşı bir baskı gücüydü.

   Ulusal devletlerin çözülmesiyle beraber yeni emperyalizm yeniden ortaçağdaki şekline döndü: Atlantik Devletleri Kutsal Roma İmparatorluğu, İmparatorluğun merkezi de Washington oldu. Maria Theresia’nın çağında olduğu gibi imparatorluk uluslar üstü asil hanedanlar tarafından yönetilmektedir, ancak artık hanedan üyeliğini soy değil para belirlemektedir. Buna karşın Fransız Devrimi’yle beraber tarih sahnesine çıkmış olan halk, siyasi faktör olmaktan çıkarılmıştır. Halkı oluşturan unsurlar ortadan kaldırılmıştır. Halk ordularının yerini yeniden Grimmelshausen’ı bile korkutacak paralı askerler almıştır. Kamu okulları alt tabakanın denetimini, gözetimini sağlarken, zenginler çocuklarını özel eğitim kurumlarına yollamaktadır. Ulusal dil birleştiriciliğini kaybetmiş ve karşılıklı anlaşmayı artık mümkün kılmayan deyimler içinde dağılıp gitmiştir. Yüksek tabaka, her yerde yarım yamalak bir İngilizce konuşmaktadır, aynı eskiden Fransızca konuştukları gibi.

   Toplumun atomizasyonunu teşvik etmek ve izole edilmiş bireyleri yeni imparatorluğun pazarına daha fazla çekmek için, medya, kolektivizmin her türünü faşizm şüphesi altında bırakmaktadır. Aile, nevrotiklerin, psikoz hastalarının ve otoriter karakterlerin yuvasıdır; din ve kilise, kürtaj yasağı ve köktencilik demektir; derneklerde bir masa etrafında buluşulup, oturulur ve zaten çoktan modaları geçmiştir; sendikalar herkesi toplu sözleşmelere tabi olmaya zorlar.

   Dünya kapitalizminin ideologları ulus kavramını acımasızca eleştirmekte, hatta 20.yüzyılda yaşanan acı olayların milliyetçiliğin bir sonucu olduğunu iddia etmektedirler. Bu iddia, en iyi halde işin kolayına kaçmak, en kötü haliyleyse de demagojik bir yaklaşımdır. Savaşın tüm taraflarının milliyetçi coşku ile katıldıkları Birinci Dünya Savaşı, ilk bakışta bu tezi doğrular görünmektedir, ama 1914 yılında da milliyetçilik savaşın ana nedeni değil, sadece ona eşlik eden bir müzikten ibaretti. Savaşın nedeni olarak daha çok, yeni hammadde kaynakları ve pazar arayışı, yani emperyalizm görülmelidr. Ancak bazıları milliyetçiliği ve emperyalizmi özdeş olarak değerlendirmektedir. Bu değerlendirmenin doğru olmadığını İkinci Dünya Savaşı göstermiştir: Nazi Almanyası’nın kendine has saldırganlığı, milliyetçi düşüncenin, Cermen ve Ari ırk çılgınlığı ile ortadan kaldırılmasından sonra kendini göstermiştir. Oysaki ulusun savunulması, doğuda ve batıda Nazi işgaline karşı savaşan ve sonunda onu mağlup eden direnişçilerin çoban yldızı, başat ilkesiydi. Marseillaise, işbirlikçilerin değil direnişçilerin marşıydı.

   Ben ulusal devleti milliyetçi olduğum için değil, demokrat olduğum için savunmaktayım. Ulusal devleti, sermaye sınıfının, emekçileri kullanarak gemiyi daha hızlı yüzdürebilmesi için değil, eğer içinde bulunduğumuz bu gemi olmasa sermaye sınıfı başka bir gemiye rahatça geçerken, emekçilerin boğulup gideceğini bildiğim için savunuyorum. Ulusal devlet, büyük sermaye için can sıkıcı bir maliyet faktörü haline gelmişken, orta ve alt sınıflar için diğer toplumsal organizasyon biçimlerine oranla daha fazla koruma ve katılım imkanı sağlamaktadır. Demokratik ve sosyal cumhuriyeti savunmayı mı, yoksa postdemokratik ve neoliberal ultra emperyalizm içinde çözülmeyi mi seçeceğimiz, 21.yüzyılın başında yanıtlanması gereken soru olarak önümüzde durmaktadır.

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI VE SOL TAVIR (Jürgen Elsässer)

(Sayfa 28-30)

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 1 (Her Şey Nasıl Başladı ?)

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 2 (Haydut ve Çöken Devletler)

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 3 (Yaşasın ! Teslim Oluyoruz !)