“Düşünce sorunlarına ilişkin” anlamına gelen “entelektüel” kavramının “aydın” kavramından daha geniş bir kullanımı vardır. Mesela, “çok entelektüel bir film” diyebilirsiniz, fakat “aydın” sözcüğünü kullanarak aynı şeyi söyleyemezsiniz. “Aydın” biraz dar, içe dönük bir kavramdır, “ışık alan” anlamına gelir. Arapça eşanlamlısı olan “münevver” (tenvir edilmiş / nurlandırılmış) sözcüğü de öyledir. Yani ışığı aldığı kesindir de onu ne yaptığı belli değildir. Bir kara delik gibi yutuyor mu, yansıtıyor mu, başkalarına mı aktarıyor, bunu neden ve nasıl yapıyor?
Sorunun cevabı tarihsel koşullara bağlıdır ve ideolojiktir. Ortaçağ’ın ruhban sınıfından bu yana aydın, iktidarın ya da alternatif iktidar odaklarının çevresinde toplanmıştır. Rönesans İtalyası’nda olduğu gibi ticaret sermayesinin himayesinde var olduğu, sanayileşmeyle birlikte ilerlemenin motorunu oluşturduğu, Marksizm’in doğuşu ve Komintern tarzı ihtilalci sosyalizmle birlikte ezilen sınıfların organik parçası haline geldiği dönemler olmuştur.
NEGATİF SELEKSİYON
Aydın, tarihsel olarak devrimlerle birlikte ortaya çıkmıştır; normatif yapısı sağlam, sınıfsal olarak örgenleşmiş, hukukun işler halde olduğu toplumlarda işlevseldir. Mutlaka angaje, yani belirli bir siyasi ideolojiye bağlı olması gerekmez; bağımsız olmakla birlikte toplumu aydınlatan, halkın ve iktidarların kulak verip dikkate aldığı, kendi normları olan bir entelijansiya olarak da varlığını sürdürebilir.
Normları dağılmış, sosyal sınıfları örgütsüz, hukuk sistemi 17. yüzyılın (habeas corpus) bile gerisine düşmüş bir karşı-devrim toplumunda aydının bağımsız bir işlevi yoktur. Üstelik böyle bir toplumda aydının gerçekleştirdiği entelektüel üretimin alıcısı da az olur; kitapları yeterince satmaz, yazıları okunmaz. Sürekli biçimde işleyen negatif bir seleksiyon (olumsuz seçilim) sosyal bilimlerde, edebiyatta, müzikte ve plastik sanatlarda iyi olanı sürekli elekten geçirip en bayağı ve sıradan olanı kalburun üstünde tutup parlatarak toplu bir çöküşü hazırlar. Böyle toplumlarda aydın bağımsız olamaz; siyasileşmek, hatta militanlaşmak zorundadır. Aksi halde sürekli yakınan tuhaf bir yaratık halinde çürüyüp gider.
Geniş açıdan baktığımızda, eskiden sosyalist olup Soğuk Savaş sonrasında liberalleşen, geçmişle hesaplaşarak yeni (ya da ileri) bir demokrasi kuracağına inandığı AKP’nin eteklerine yapışıp sonra rezil olan bir kısım aydının akıbeti şaşırtıcı değildir. Doğada ve toplumda boşluğa yer olmadığı için AKP onların yerini kendi tabanına daha kolay hitap edebilecek unsurlarla doldurdu. Havuz medyasının aydınlarının, televizyon ekranlarında beliren, gazete köşelerinde yazan bütün o Neandertal’lerin akıl yürütme tarzında maalesef toplumun önemli bir kesiminin sürüklendiği zihin dünyasının yansıması da var. Bu zihin dünyasının oluşmasında AKP’nin dayattığı eğitim sisteminin, seri halinde gerici profesör üreten taşra üniversitelerinin, artık lafı bile edilmeyen Kuran kurslarının, imam hatipleştirilen orta öğretimin katkısı inkâr edilebilir mi?
CUMHURİYET CEPHESİ
Her şeyin buharlaştığı, yenisinin henüz somutlaşamadığı bu geçiş döneminde işlevi olan sosyalist bir aydın tipinden söz etmek zordur. Bugünün şartlarında, dar ortamlarda sansasyon yaratmaya çalışan, mesela “sosyalistler faşist mi oldular?” gibi aptal sorularla uğraşan ya da içki sofrasında vatanı milleti kurtaran ya da ayrıksı görünme çabasıyla inceden fantezi ya da çocuksu komplo teorileri üreterek ona buna sataşıp her şeye bir kulp takan; ömründe devrimcilik yapmamış, siyasi bir tavrı savunmamış unsur, aydın falan değil, sadece dönemsel bir fenomendir. Ara dönemlerde ortaya çıkan bu tür, geçmişte yok oldu, gelecekte de yok olacaktır. Bu unsurun “kimse beni anlamıyor, oysa ben her şeyi anlıyorum” serzenişi, onda anlaşılmaya değer herhangi bir şeyin olmadığını gösterir.
İttihat ve Terakki, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Kemalizm, 61 Anayasası, TİP, Dev-Genç çizgisi kendi işlevsel entelijansiyasını yaratmıştı. Şimdi de netice almaya odaklanmış geniş bir Cumhuriyet Cephesi yeni bir aydınlanma devrimini başlatacaktır. Aksi halde ülkemiz karanlığın dibini boylayıp orada paramparça olur. Önce hareket (eylem) vardır; düşünce onu izler ve onun gelişimini sağlar.
YAVUZ ALOGAN / 01.09.2015 / Aydınlık