Kürtler arasında bir kürdo-germen
Cizre… Perslerin “Gazarta”, Abbasilerin “Cezire-i İbn-i Ömer”, Akkoyunluların “Ceziretuşşeref” dedikleri yer…İslamiyetin bölgeye gelmesi ile
birlikte şehre “yarımada” anlamında “Cezire” adı verildi. Cumhuriyet
döneminde adı, “Cizre” olarak düzeltildi. Önceleri Mardin iline bağlı iken
1990 yılında çıkan yasa ile Şırnak iline bağlandı.
Şırnak yöresi 993 yılında MERVANİLER denetimine geçmiştir. 1071
yılında SELÇUKLU Sultanı Alparslan’ın
bölgeye girmesiyle Mervaniler Selçuklulara tabi oldu. Selçuklular döneminden
itibaren sırasıyla 1100’de MUSUL ATABEGİ
ÇÖKÜRMÜŞ denetimine geçmiş, ardından ZENGİLER,
EYYÜBİLER ve ARTUKLULAR burada hakimiyet kurmuşlardır. 13.yüzyılın ikinci
çeyreğinde, yörede HARİZMİLER ve MOĞOLLAR gibi yeni güçler ortaya çıkmış,
1400’lü yıllarda da yöreye hakim olma çabası içinde bulunan AKKOYUNLULAR ile KARAKOYUNLULAR arasında mücadeleler olmuş, 1508’de AKKOYUNLULAR’ın
varlığına son veren SAFEVİLER yörede
egemenlik kurmuşlardır. Bölge 1600’lü yıllardan itibaren de OSMANLILAR’ın egemenliğine geçmiştir.
Şırnaklılar tarihte sürekli Osmanlı’nın yanında olmuşlardır. Kanuni tarafından
gerçekleştirilen İran seferine beylik komutanlarından II.Bedrettin ordusuyla
katılmıştır. Şırnak merkez ilçe, Cizre, Silopi ve İdil’deki Tayan. Batuyan,
Kıççan ve Duderan Aşiretleri Osmanlı Ordusu’na askeri destekte bulunmuşlardır.
İstiklal Savaşı’nda Siirt ve Şırnaklılar ülkenin kurtuluşu için koşmuşlardır.
Milli Savunma Bakanlığı’nın 1998 yılında açıkladığı kayıtlı Kurtuluş Savaşı
Şehitleri arasında 8 Şırnak’lı, 153 Siirt’li vardır. Cizre’de Bedirhan
ailesinin 5 ferdi, Osmanlı İmparatorluğu zamanında “paşa” rütbesi ile çeşitli
kademelerde görev almıştır. Osmanlı döneminde başka hiçbir aileden 5 kişi
paşalık rütbesi almamıştır. Halide Edip Adıvar, Bedirhan ailesinden Ali Şamil
Paşa’nın manevi kızıdır. Tarihçi Cemal KUTAY ve eski dışişleri bakanı Emre
GÖNENSAY bu ailedendir.
Ve Milli mücadele’de; şehri savaşsız teslim
almak isteyen Fransızların, halkının gösterdiği şanlı direniş karşısında
işgalinden vazgeçtikleri Cizre… Birçok şehit ve gazisi olan Cizre…
3 Mart 2014 tarihinde yapılan yerel seçimler
sonrası, “Leyla İmret” isimli Kürdo-germen bir genç kızımız % 83 oy
alarak, daha 27 yaşında BDP’den “Cizre Belediye Başkanı” oldu. Cizre’nin ilk
kadın ve Türkiye’nin de en genç belediye başkanı olmuştu. Ne ilginç !!! Göreve
gelir gelmez, kendisiyle peşisıra röportajlar yapıldı. Kolay değildi…Bu yaşta yaklaşık 150 000 nüfusa
sahip bir ilçeyi yönetecekti. Hemen, bu yaşta bir ilçeyi yönetecek birikimi
nasıl elde ettiği, eğitiminin ne olduğu soruları aklımıza geliyor ve herhalde
yıllardır Cizre’de yaşadığı, dolayısıyla bu kadar yüksek oranda oyu
alabilmesini sağlayacak kadar ilçede tanındığını düşünüyoruz.
06.04.2014 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nden Ayşe
Arman’la yaptığı görüşmeden bazı bölümler:
Leyla İmret… Seni tanıyabilir miyiz?
-Hangi dilde konuşayım…
Hangi dilde rahat ediyorsan…
-O zaman Almanca başlayayım.
Ara ara Türkçe’ye dönerim. Kendimi ifade edemediğim bir şeyse Kürtçe’ye
geçerim…
Dakika bir gol bir…Bizim
Cizreli demek ki kendisini en rahat Almanca ile ifade edebiliyor.
-1987’de Cizre’de doğdum.
Yedi yaşına kadar da Cizre’deydim...
Gol 2…Hatun 27 yaşında
olduğuna göre 20 yıldır Cizre’de değil ve lakin % 83 oy alabiliyor !!!
Çocukluğuna dair hatırladıkların neler?
-Daracık sokaklar, bitmez
tükenmez silah sesleri, her gece evin bodrumuna indirilişimiz. Yakılan evler,
kaçışan insanlar, neden çığlık attığını bilmediğim, kahreden, dövünen anneler.
Buralar, acının hakim olduğu topraklar… Bize hep evden çıkmamamız
tembihlenirdi, bir keresinde söz dinlemeyip çıktığımda, hayatım boyunca hiç
unutmayacağın bir görüntüyle karşılaştım. Yüzlerce insan yerlerde yatıyordu. O
çocuk aklımla, “Bunların evi yok mu, neden sokakta uyuyorlar?” diye
düşünmüştüm. Onların ölmüş insanlar olduklarını çok sonradan öğrendim. Bir de
rüyalarıma giren panzer hikâyesi var…
Cizre’den 7 yaşında
ayrılmış, ama çocukluk anıları ne kadar canlı değil mi ? 100 bin nüfuslu bir
ilçede kızcağız sokağa bir çıkıyor, ne görsün ? Yollarda yatan yüzlerce ölü !!!
Anne-baba ne iş yapıyordu?
-Annem hiç çalışmadı.
Babamsa, nerede iş bulabilirse orada çalışıyordu. O bir ‘özgürlük
savaşçısı’ydı. 90’larda Cizre’de yaşananlar korkunçtu. Ölümler, faili
meçhullar, kayıplar… İmha politikaları uygulanıyordu. Binlerce insan gibi biz
de yaşananlardan fazlasıyla nasibimizi aldık…
Babasının işi, “özgürlük savaşçısı” …Başka bir
röportajda babasını 5 yaşında kaybettiğini söylüyor; yani o yaşta “ölümler, faili meçhuller, kayıplar, imha
politikaları”…1990 başlarının bölgeyle ilgili bütün siyasi olaylara hakim
kızımız, maşallah !!!
Babanın, gözünün önünde vurulduğu doğru mu?
-Hayır, ben orada değildim.
Annem, kardeşime hamileydi. Biz de güvenlik sebebiyle başka bir yerdeydik. Bana
sonradan anlattılar, babam eve geliyor, tam o sırada da baskın düzenleniyor.
Kimdir, nedir, suçlu mudur, değil midir diye bakılmadan, evler delik deşik
edilirdi. Babam, evdeki herkesi kurtarıyor ama kendisi o kurşunlardan
kurtulamıyor, ölüyor…
Baba “özgürlük savaşçısı” işinde… “Kimdir,
nedir, suçlu mudur, değil midir diye bakılmadan, evler delik deşik edilirdi. Babam,
evdeki herkesi kurtarıyor ama kendisi o kurşunlardan kurtulamıyor, ölüyor…” Doğru söylüyor…Demek “işinde gücünde” olan babası kaza kurşununa kurban olmuş !
Baban ölümü seni nasıl etkiledi?
-Ailem, elimin altından
kaçtı gitti… Savrulduk, dağıldık. Çocuk yaşta yaşadığım o travma yüzünden,
yıllar sonra pedagoji eğitimi aldım. Çocukları daha iyi anlayabilmek için.
Belki de tüm bu yaşadıklarıma bir anlam katabilmek için. Benim çocukluğum zor
geçti. Yaşadığım tek acı da babamın kaybı değil…
Babana dair hatırladığın herhangi bir şey var mı?
-Babamı çok fazla
göremezdim, eve sık gelemezdi. Ama geldiğinde mutlaka çikolata getirirdi. O
yüzden çikolata benim için bambaşka şeyler ifade eder. Ondan ayrılırken hep
ağlardım, sonunda da ebediyen ayrılmak zorunda kaldım…
Bu arada genç kızımızın
aldığı eğitimi de öğrenmiş bulunuyoruz. Gerçekten bir “belediye”yi rahatlıkla
yönetmesini sağlayacak bir eğitim almış: PEDAGOJİ !!! Bu eğitimi almasının
gerekçesi, babasının eve sık gelmemekle birlikte (“özgürlük savaşçılığı” işi
yoğun mesai gerektirir, haklı olarak eve gelemiyor adamcağız) geldiğinde
mutlaka çikolata getirmesi oldukça dokunaklı…
Babanın ölümünden sonra hayatın nasıl şekillendi?
-Önce Mersin’e dayımın
yanına gittik, oradan da ver elini Almanya. Amacımız, ailecek Almanya’ya göç
edip, orada her şeye sıfırdan başlamaktı…
Ee ne oldu, gerçekleşemedi mi?
-Hayır. Ben, önden dayım,
yengem ve üç çocuğuyla gittim. Annem ve kardeşlerim arkadan gelecekti,
gelemediler…
Neden?
-Benimkiler tamamdı ama annemlerin kağıtları hazır değildi o yüzden. Ben uçtum, arkamdan gelecekler sandım ama olmadı...
-Benimkiler tamamdı ama annemlerin kağıtları hazır değildi o yüzden. Ben uçtum, arkamdan gelecekler sandım ama olmadı...
Hiçbir zaman mı?
-Hiçbir zaman! Çünkü zaten
şartlar da değişmişti. Annem, annesini ve babasını kaybetmişti, küçük dayım,
mayına basıp bir ayağını kaybetmişti. Mahkemede yaşını büyütüp 36 sene hapis
verdiler, 22 senedir yatıyor. Annem de kardeşini bırakamadı. Böyle bir durum.
Ben de geri gelemedim. Mecburen Almanya’da kendime yeni bir hayat kurdum…
Çok acı olaylar…Annesinin
anne ve babasını kaybetmesi, küçük dayının mayına basması, 22 yıldır suçsuz
yere hapiste yatması…Ve Almanya’da kurulan yeni bir hayat !!!
E o zaman, yedi yaşından beri baba yok, anne yok, kardeşler yok…
-Evet. Sonradan dayım da
vefat etti, yengem, çocuklarıyla birlikte beni de büyüttü.
Ah Ayşe Arman Ah ! Nasıl da
biliyorsun elindeki malzemeyi kullanmayı ?
Peki orada hiç zorlanmadın mı, Türkiye
’ye dönmek istemedin mi?
-Hayır hiç. Uyum sağladım.
Çok iyi Almanca konuşuyorum. Girdiğim her ortamda kendimi sevdiriyordum.
Dönmeye hiç niyetim yoktu. Bizi birbirimizden ayıran her şey hâlâ oradaydı,
baskılar, ölüm tehlikeleri… Niye dönmek isteyecektim ki?
Sonra?
-Sonra 2008’de müthiş bir şey oldu. 13 seneden sonra ilk defa Türkiye’ye geldim. Annem ve kardeşlerimle karşılaştığımız anda yaşadıklarımızdan film olur. Sarıldık, ağladık, şoka girdik, şaşırdık, onca yıllık özlem…
-Sonra 2008’de müthiş bir şey oldu. 13 seneden sonra ilk defa Türkiye’ye geldim. Annem ve kardeşlerimle karşılaştığımız anda yaşadıklarımızdan film olur. Sarıldık, ağladık, şoka girdik, şaşırdık, onca yıllık özlem…
Kırkbir kere maşallah genç
kızımıza, burada kalsaydı “Türkçe” öğrenmek zorunda kalacaktı !!! Ama orada “Almanca”yı
çok iyi öğrenmiş, bir itirazı da olmamış anlaşılan…Oraya uyum sağlamış; burada
kalsa idi, o da babası gibi “özgürlük savaşçısı” işine girecekti oysa !!! 2008’de
ne oldu da dönmeye karar verdi, merak ettim doğrusu ?!!
Annen seni karşısında görünce ne yaptı?
-Şaşırdı, bu kadar büyümüş
olabileceğimi tahmin etmiyordu herhalde. Beş sene Türkiye’ye gittim geldim.
Sürekli, “Ben burada yaşayabilir miyim?” diye tartıyordum. Çok zor bir karardı.
Almanya’da da alıştığım bir hayat ve çevre vardı. Arkadaşlarım vardı. Hep
içimden ne gelirse onu yapıyordum, özgürdüm, bir sürü farklı işte çalıştım. Ama
sonunda, ait olduğum yerin burası, ailemin yanı olduğuna karar verdim ve ay ay
önce kesin dönüş yaptım…
Vay be !! Almanya’nın o
kadar çekiciliğine rağmen Türkiye’yi tercih etmen çok mutlu etti bizi !
Özgürmüşsün de orada, bir sürü farklı işte de çalışmışsın…Nelerdi o işler acaba
? Örneğin “belediyecilik”le ilgili bir iş
varmıydı aralarında ?
Bakın şimdi sıradaki soruya
!!
Hem Kürt hem Alman
kültürüyle mi büyüdün?
Müthişsin ARMAN !!
Yanıt:
-Alman okullarında okudum,
Alman kültürü aldım. Ama orada yasaklar olmadığı için kendi kültürümden de
kopmadım, hatta daha sıkı bağlandım. Hem Almanca hem Kürtçe ders aldım. Kürt
sanat kurumlarına devam ettim…
Alman okullarında okuyup
Alman kültürü almak iyi bir şey tabii…Kötü olan Türk okullarında okuyup Türk
kültürü almak; buna karşı çıkmak gerek !!! Almanya’da Kürt sanat kurumları
(???)na devam edebilmesi de büyük bir demokrasi nimeti ne de olsa !!!
ARMAN’ın sıradaki sorularına
dikkat isterim:
-Senin Kürtçen,
Türkiye’de yaşayan pek çok Kürt kızından daha iyiymiş… O nasıl oluyor?
- Almanya’da seni
hiç dışlamadılar mı?
- Herhangi bir
baskı?
Nasıl sorular ama ? Okura vermek istediği mesajı nasıl alıyor
malzemesinden ? Büyük gazetecimiz ! Şunları söyletiyor: Türkiye dışında
insanlar çok kültürlü yaşamaktadır, Kürtler Türkiye dışında Kürtçe’yi çok iyi
öğrenebilmektedir, Türkiye dışında herhangi etnik yapıdaki insanlar hiç
dışlanmamaktadır ve hiçbir baskı görmemektedir….Aferin ARMAN, görevini çok iyi
yapıyorsun !!! Mesajı yanıtlardan alıyor zaten okur:
-Değil Kürtçe eğitim almak,
bir dönem burada Kürtçe konuşmak bile yasaktı. Oysa, benim haftada iki kere
Kürtçe dersim vardı. Almanca’yı da çok çabuk öğrendim…
-Almanlar için dillerini iyi
konuşursan, kültürlerine uyum sağlarsan, başarılı olursan sorun yok. Bir de
görünüşe önem veriyorlar. Ben de bu şartlara uyuyordum, üstelik modern
görünüyordum.
-Ailemden ya da çevremden
mi? Hiç. Sıfır baskı, sıfır uyumsuzluk. Almanlar benim yabancı olduğuma bile
inanmıyorlardı. Avrupa’da büyüyen yabancıların bir kısmı iki kültür arasında
kalıyorlar. Sokakta Alman kültürüyle karşı karşıyalar, evde kendi
kültürleriyle. Kendi kültüründen uzaklaşırsan çabuk Almanlaşıyorsun. Bana öyle
olmadı, kendimi kültürümü hep korudum.
Yaa,. gördünüz mü genç
kızımızın söylediklerini: Burada “bir dönem” Kürtçe konuşmak yasakmış, Almanlar
için dillerini iyi konuşursan, kültürlerine uyum sağlarsan sorun yokmuş, modern
görünmek gerekiyormuş, hiç baskı yokmuş, o kadar uyum sağlamış ki Almanlar onu “Alman”
sanıyormuş !!! Biz burada bu duruma “asimilasyon” demiyor muyduk yahu ?
Kızımız devam ediyor: Çok
okuduğunu, olup biteni bildiğini, Cizre’ye nasıl tekrar gidebilme kararını
verdiğini sıralıyor. Ancak söyledikleri arasında Almanya’dan Cizre Belediye
Başkanlığı’na uzanan yol hakkında herhangi bir bilgi alamıyoruz. ARMAN da
sormuyor zaten…Ama merak işte..Nasıl oldu da, yıllardır Almanya’da yaşıyor iken
üstelik 27 yaşında % 83 oy alarak “başkan”
olabildin ? Bu ne yetenek yahu ? Bu arada, o zamanki BDP’de uygulanan sistemin
dünyada eşi benzeri olmadığını da öğrenmiş bulunuyoruz !!!
Peki siyasete girmeye nasıl karar verdin?
-Siyasetle ilgiliydim zaten.
Çok okurum, hayatı takip ederim, olan biteni bilirim, Kürt tarihini
araştırırım. Tabii ki yaşadıklarım, duyduklarım, okuduklarım, kendi
topraklarımda çekilen acılar bana aktif siyasete girme istediği getirdi.
Almanya’dan kesin dönüşte direkt Cizre’ye mi geldin?
-Hayır, önce Mersin. İki-üç
hafta orada kaldım. Cizre’ye tekrar gidebilme kararını vermek benim için kolay
olmadı. Babam orada öldürülmüştü çünkü. Ama sonra cesaretimi topladım, gittim.
Eski evimizi buldum, çocukluğumda oynadığım o dar sokaklarda dolaştım. 24 sene
sonra babamın mezarına gittim. Ve orada içime şöyle bir his geldi: “Aradığın
yer burası, istediğin şey burada!” Öyle hissettim. Kendi topraklarımın
kadınları için, kendi halkım için bir şeyler yapmak istedim, adaylığımı koydum.
Beş aday daha vardı, 209 oy farkıyla ben kazandım…
Kimse sizi yadırgamadı mı? “Bunca yıl Bremen’de yaşamış biri
Cizre’de nasıl yapacak?” demedi mi?
-Aksine çok sıcak
karşıladılar. Herkes ailemi, yaşadıklarımızı biliyor zaten. Bana destek
oldular.
Senin kendine güvenin tam mı? Düşündüklerini yapabilecek misin?
-Tabii ki, bunun için
buradayım.
Yapmayı planladığın şeyler neler?
-Kadınların kendi
ayaklarının üzerinde durabilmeleri için imkanlar hazırlamak istiyorum.
Kooperatifler açmak, iş imkanları yaratabilmek ve sosyal hayata katılmasını
sağlamak. Daha bir sürü şey var, yavaş yavaş hepsini hayata geçireceğiz.
“Eş başkanlık”ta sorun yaşanmaz mı? Bir konuda iki kişinin karar vermesi zorluk yaratmaz mı?
“Eş başkanlık”ta sorun yaşanmaz mı? Bir konuda iki kişinin karar vermesi zorluk yaratmaz mı?
- Yok tam tersine, işleri
kolaylaştırır. ‘Eş başkanlık’, iktidarcı yaklaşımı kabul etmeyen, cinsler arası
eşitliği teoride bırakmayan, pratikte de uygulayan bir sistem. Keşke, sosyologlar,
psikologlar, yazarlar, gazeteciler gelip adamakıllı tahlil edip, işin seyrini
izleseler. Bu sistem kadınlara müthiş bir özgürlük getiriyor.
Peki bu sistem nasıl işleyecek?
Peki bu sistem nasıl işleyecek?
-Cizre’nin nüfusu 110 bin.
Misafir göçüyle birlikte 140 bini buluyor. Cizre’de alınacak kararları, aslında
biz, iki eş başkan almayacağız. Bütün Cizre halkı alacak. Halkın kendi
kararlarını, kendisinin verme gücüne erişmesine, biz ‘demokratik özerklik’
diyoruz. Cizre’nin yönetimde ikimiz dışında, meclisimiz, kurumlarımız ve halk
olacak.
BDP’den başka hiçbir partide böyle bir sistem yok değil mi?
BDP’den başka hiçbir partide böyle bir sistem yok değil mi?
-Hayır yok, dünyada yok.
BDP, kadınlar konusunda en demokratik parti. Ben belediye başkanlığı görevimi
heyecanla yerine getirmeye çalışacağım. Bir faydam olabilirse ne mutlu bana.
Bir şey için mücadele etmek dünyanın en güzel şeyi, hele ki özgürlük için…
İlginçtir ki, benzer Leyla İmret ile benzer,
fakat daha kısa bir görüşmeyi ARMAN’dan daha önce, 03.04.2014 tarihinde “Amerika’nın
Sesi” (VOA) yapıyor. Bu kısa görüşmede de, genç kürdo-germen kızımız, “Almanya’da
17 yıl yaşadıktan sonra 2013 yılında kesin dönüş yaptığını” ifade ediyor. “Sizce şu anda Cizre’nin çözülmesi gereken
en önemli sorunu ne?” sorusuna da, “Cizre’de ilk ihtiyaç duyulan şeyler
oksijenin iyi olması ve temiz sudur. Bunlar hemen zaten hallolacak. Burası çok
değerli ve tarihi bir bölge. Bu değerlere sahip çıkılacak ve insanların daha
rahat edeceği bir şehir haline getirmeye çalışacağım.” yanıtını vererek,
gerçekten de “belediyecilik” konusundaki uzmanlığını göstermiş oluyor !!!
İngiliz Vice
News’in “Türkiye’de iç savaş çıkacak: Kürt direnişinin merkezine hoşgeldiniz” başlığıyla
sunduğu haberde bu genç kızımızın ifadelerine yer verildi. (06.08.2015).
Cizre Belediye Başkanı Leyla İmret buraya yaptığı
açıklamada “Bir söz vardır barış olacaksa Cizre’den başlayacaktır ve savaş da
olacaksa o da Cizre’den başlayacaktır. Türkiye’de bir iç savaş yürüttüğümüzü
söyleyebiliriz” ifadelerini kullandı.
Sen kalk 17 yıl sonra Türkiye’ye gel, hemen
arkasından 27 yaşında belediye başkanı seçil ve Cizre’den savaş başlat !!! İyi
eğitim almışsın, ama bu eğitim “belediyecilik” ile ilgili değil !!!
"Bundesnachrichtendienst" size
bir şeyler çağrıştırıyor mu genç bayan ?
IŞIK
VİCE NEWS’deki HABER İÇİN
BKZ.
Hiç yorum yok :
Yeni yorumlara izin verilmiyor.