21 Eylül 2015 Pazartesi

HİTLER, İKTİDARA SEÇİMLE Mİ GELDİ ?

AKP iktidara geldiğinden beri en çok işittiğimiz sözlerden biri şu oldu: “Hitler de iktidara seçimle geldi.”

Aslında Hitler iktidara seçimle gelmedi. Anayasal demokrasinin geçerli olduğu ya da iyi kötü parlamenter sistemle yönetilen hiçbir ülkede bir diktatör seçimle iktidara gelemez. Seçimle iktidara gelen, kendisini iktidara taşıyan bütün yasaları ihlal edince diktatör olur.

Hitler’in Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi peş peşe iki seçimde en yüksek oyu aldı. (Temmuz 1932’de % 37, Mart 1933’te % 44) Birinci seçimden sonra Cumhurbaşkanı Hindenburg, ihtilal girişiminden sabıkalı o tuhaf onbaşıyı Merkez Katolik Partisi’yle koalisyona zorladı; ikincisinde ise istemeyerek de olsa onu hükümeti kurmakla görevlendirdi. 1919’daki gibi bir işçi ayaklanmasından, devrimden korkuyordu.

Hitler iktidara geldiğinde önünde tam beş engel vardı: sosyalist devrim fırsatı kollayan işçi hareketi; Prusya geleneğine sahip Alman ordusu; sağlam Anayasal temelleri olan Reichstag (parlamento); kendi partisinin radikal milis gücü SA; Yahudi cemaatiyle kaynaşmış liberal burjuvazi.

SOLUN VE SAĞIN TASFİYESİ

Hitler bu engellerin hepsini hızla aştı. Reichstag binası ateşe verildi, zanlı Van der Lubbe’nin komünist olduğu iddia edildi. Hitler hemen koşup Hindenburg’a Anayasa’nın kişisel haklarla ilgili maddelerinin askıya alınmasını öngören bir kararname imzalattı. Ardından Komünist avı başladı, başta Komünist Parti’nin lideri Ernst Thalmann olmak üzere partinin milletvekili ve yöneticileri tutuklanıp ilk temerküz kampına kapatıldı; başta Hamburg olmak üzere bütün şehirlerde silahlı SA komünist işçilere saldırdı. Böylece Hitler işçi hareketinden ve parlamenter siyasetlerden kurtulmuş oldu.

Bu arada, Nibelungen Destanı’na kaptırmış, eşitlikçi bir ortaçağ düzeni hevesiyle yanıp tutuşan SA milisi huzursuzdu. Aralarında Gregor Strasser gibi “sol faşistler” de vardı. Nazi Devrimi’nin ikinci aşamaya geçmesini istiyorlardı. Hitler, hareketin liderlerini 30 Haziran 1934 gecesi toplantı bahanesiyle bir kır evinde topladı. Bu “Uzun Bıçaklar Gecesi”nde hepsi öldürüldü. Liderleri Ernst Röhm uzlaşma teklifini reddedince ertesi gün kurşuna dizildi.

GENERALLER

Sıra generallere gelmişti, Nazi ritüelleriyle hafiften dalga geçen, Prusya askeri geleneğine bağlı mağrur generallerin Avusturyalı onbaşının “Führer”lik iddiasını ciddiye almaları beklenemezdi. Onlar da Alman burjuvazisi gibi Hitler’i kriz koşullarında toplumu sindirecek bir aygıt gibi görüyorlardı. Naziler işe Kara Kuvvetleri Komutanı General Werner von Blomberg’le başladılar. Yeni evlendiği karısının pornografik resimlerini götürüp generalin önüne koydular. Blomberg’in Gestapo’nun (gizli polis) baskısıyla istifa etmesinden sonra, sıra Ordu Komutanı General Werner von Fritsch’e geldi. Gestapo, General’in eşcinsel olduğunu iddia ederek yargılanıp ordudan atılmasını sağladı. 1938’de tertiplenen bu kumpas davalarının sebebi çok basitti: her iki Werner de Hitler’in savaş planlarıyla adeta dalga geçmişlerdi. Hitler, Blomberg’in yerine atama yapmayarak Wehrmacht’ın (Alman Silahlı Kuvvetleri) liderliğini üstlendi. Nazi olan ve olmayan bütün Alman generalleri hizaya girdiler. Gestapo peşlerindeydi. 1944’te Albay Stauffenberg’in suikast ve darbe girişimine kadar ordudan tek bir itiraz gelmedi.

KRİSTAL GECE

Nihayet sıra son bir yıldırma harekâtına geldi. Tarihe Kristallnacht (Kristal Gece) olarak geçen olay, sınır dışı edilen bir Polonyalı Yahudi ailesinden 17 yaşında bir çocuğun Paris’teki Alman Büyükelçiliği’ni basarak bir konsolos yardımcısını vurmasıyla 9 Kasım 1938 gecesi başladı. Yahudilere, bu arada bütün muhaliflere ait işyerleri, sinagoglar yakıldı, yıkıldı, insanlar sokak ortasında öldürüldü. On ay sonra Alman panzerleri Polonya’ya girecek, II. Dünya Savaşı başlayacaktı.

Alman burjuvazisi Kristallnacht’la birlikte Yahudilerden ve liberallerden ayıklandı. Saf ırka mensup Alman burjuvazisi, muazzam vergi muafiyetleri, köle niteliğinde iş gücü ve savaşın sağlayabileceği büyük kârlar karşısında her türlü demokrasiden vazgeçti. Gamalı Haç (Svastika) tarihin bir köşesinde unutulup gidecek, savaştan sonra I.G. Farben, Krupp, Thyssen ve Volkswagen’in armaları baki kalacaktı. Burjuvazi için demokrasi, diktatörlük ya da faşizm fark etmez; kârların en yüksek olduğu rejim en iyisidir.

1933’ten sonra Reichstag kapatıldı, Anayasa askıya alındı, Hinderburg’un ölümünden (1934) sonra Hitler “Führer” olarak bütün Alman ulusunun lideri oldu ve her türlü yetkiyi kendisinde topladı. Carl Schmitt’in egemenlik kuramı (1922) Alman hukukunu onun diktatörlüğüne hazırlamıştı.

Benzetmek gibi olmasın ama, seçim kazanmak diktatör olmak için yetmez. Bir gayret var elbette; provokasyonlar, Osmanlı Ocağı zibidileri, askerlere kumpas, gazete binalarına saldırı, parlamentoyu felç edip anayasayı ihlal, yeni zenginler vs... Fakat yetmez.

Yavuz ALOGAN / Aydınlık- 15.09.2015