KCK ile İlgili Yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KCK ile İlgili Yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2016 Pazar

Bir KCK Klavuzu

Bu zamana kadar KCK mevzuunda birkaç defa dile getirilmesine rağmen üzerinde yeterince durulmayan bir metin var… Şahsî düşüncem, bu metin KCK polemiğinin merkezinde yer almalı ve bu metin üzerinden tartışma yürütülmeli… Bu metin KCK Sözleşmesi

KCK nedir?.. KCK’nın açılımı Koma Civakên Kürdistan, yani Kürdistan Halkları TopluluğuKCK Sözleşmesi’nde ise kendisini şu şekilde tanımlar:

“KCK Sözleşmesi, devletçi zihniyeti aşan toplumsal ilişkiler düzeneği yaratarak, halkın demokratik örgütlenme ve karar gücüne dayanan derinleşmiş radikal demokrasiyi Kürdistan’dan başlayarak, Ortadoğu’ya ve tüm dünyaya yayma hamlesinin başlangıç aşaması durumundadır.”

Başka bir yerde ise şu şekilde bahsi geçer:
“KCK bir devlet yapılanması değildir. Herkesin, her toplumsal grubun içinde yer alabileceği demokratik bir örgütlenmedir. Demokratik otorite ve demokratik yönetim anlamına gelir. Aynı zamanda Kürdistan demokratik yönetimini ifade eder.”

Ayrıca KCK kendisini tanımlarken demokrasiye olan “bağlılığını” hususiyetle vurgular:
“Koma Civakên Kurdistan sistemi ise doğrudan demokrasiyi kurmanın adıdır.”
Lafı uzatmadan, bu noktaya kadar anlatılanı özetlersek KCK, kendi tabiriyle Kürdistan coğrafyasında halkların DEMOKRATİK yaşamlarını amaçlayan bir sistemdir.
  
Bu ifadeler KCK Sözleşmesinin giriş kısmında geçer… KCK Sözleşmesi’nin giriş kısmı kim tarafından kaleme alınmış derseniz, kaleme alan “önderlik” yani Abdullah ÖCALAN… Evet, demokratik bir sistemin kurulmasını amaçlayan bu yapı Abdullah ÖCALAN tarafından kurulmuştur. Kendisi bunun kurucusu olduğunu gurur dolu ifadelerle zaten metinde de kabul eder:            

“Bu ilkeler temelinde ve 2005 yılı Newrozun da Kürt halkının Demokratik Konfederal örgütlüğünün ve birliğinin ifadesi olan KOMA KOMALÊN KURDİSTAN’ın kuruluşunu ilan ederek, halkımıza yeni bir yaşam felsefesi ve sistemi daha kazandırdığımıza inanıyorum. Bunun kurucusu olmakla şeref duyuyorum. Tüm halkımızı yeşil zemin üzerindeki sarı güneş içinde kırmızı yıldızlı bayrak altında kendi demokrasisini örgütlemeye, birleşmeye ve kendi kendini yönetmeye çağırırken, bu bayrağı şerefle taşıyacağımı ve Önderlik görevlerimi şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonrada başarı ile yapmaya devam edeceğimi ifade ediyorum.”

KCK denilen yapı ilk baştan itibaren DEMOKRATİK bir düzen vaat etmesi ile kurucusunun Abdullah ÖCALAN olması ile aslında büyük bir çelişki ortaya koyar. Zaten metnin ileriki bölümlerinde bu çelişkilerin birçok örneğini göreceğiz. Ancak daha öncesinde PKK içerisinde var olan ve bahsettiğimiz çelişkinin temelini teşkil eden “Öcalan kültünün” (Mustafa Akyol’un deyimiyle) ne olduğunu görmeye çalışalım…

Öcalan, PKK için her şeydir… Mevcut yapı içerisinde Öcalan’a alternatif bir söylem meydana getirilmesi ve hatta bunun düşünülmesi bile imkansızdır. Mesela, tarihsel süreçte alternatif ses olarak nitelendirilebilecek Musa ANTER, Mahsun KORKMAZ, Mehmet Cahit ŞENER gibi isimler ya tasfiye edilmiş ya da “ajan provakatör” suçlaması ile infaz edilmişler. Neticede Öcalan endeksli, Öcalan’a “tapan” bir yapı meydana gelmiştir… Hatta BDP’nin (HDP) de Abdullah Öcalan endeksli politika yürütmesinin ve bu “kırmızı çizgilerin” dışına çıkamamasının sebebi de bu olsa gerek…

Ortada Kürt Sorunu çerçevesinde çözülmesi, oturulup konuşulması gereken dağlar kadar sorun varken Abdullah ÖCALAN’ın hücresindeki bir metrekare için şehirlerin savaş alanlarına çevrilmesi hepimizin tanık olduğu hadiselerden…

PKK‘daki Apo diktasının diğer örnekleri ile devam edelim… Mesela aşağıdaki yemin örgüt tarafından militanlarına yaptırılmakta:
“Kanımla canımla seninleyim ey başkan! Sen ister doğru ol ister yanlış yap, senin yüceliğine, doğruluğuna  kayıtsız koşulsuz inanmışım. Sana tereddütsüz güveniyorum!..”

Yine örgütte üst düzey yönetici iken yaşanan bir hizip sonrası örgütten uzaklaştırılan Selim ÇÜRÜKKAYA da yazdığı Apo’nun Ayetleri isimli kitabında örgütte yaşanan Abdullah ÖCALAN diktasını anlatır.

En güzel örneklerden birisi de Abdullah Öcalan’ın Özgür İnsan Savunması adıyla kitap haline getirilen İmralı’da mahkemede yaptığı savunmasında geçen şu bölümdür:

“İsa çarmıha gerildiğinde etrafındakiler sadece ağlayabildi. Muhammed öldüğünde cesedi üzerinde üç gün iktidar tartışması yapıldı. Lenin öldüğünde kimse kendini öldürmedi. Ama tutuklanmam ve sonra teslim edilmem üzerine, Kürt halkının evlatları, oğul ve kızlarının yüzlercesi kendilerini cayır cayır yakarken acaba ne demek istiyorlardı?..”

Kısacası karşımızda, Vamık VOLKAN’ın analizini yaptığı üzere, sorunlu bir kişilik ve bu kişiliğin çevresinde gelişen sorunlu bir yapı var…

Bu noktaya kadar Öcalan diktalığına vurgu yapmamız PKK/KCK denilen yapı için Öcalan’ın ne olduğunu bir nebze anlatabilmek ve KCK Sözleşmesi’ndeki Öcalan vurgularının daha iyi anlaşılması içindi…

Sözleşmeye tekrar dönelim ve KCK – demokrasi çelişkisine değinelim… KCK Sözleşmesi 11. maddede der ki;

Koma Civakên Kurdistan (Kürdistan Toplumlar Topluluğu- Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi) kurucusu ve Önderi, Abdullah Öcalan’dır. Ekolojiye ve cinsiyet özgürlüğüne dayalı demokrasinin felsefik, teorik ve stratejik kuramcısıdır. Her alanda bütün halkı temsil eden önderlik kurumudur. Kürdistan halkının özgür ve demokratik yaşamına ilişkin temel politikaları gözetir ve temel konulardaki en son karar merciidir.”


Evet yanlış anlamadınız… KCK demokratik bir sistemi hedefler, ancak bu “sistemin” kurucusu, kuramcısı, her alanda temsilcisi ise  az önce bahsettiğimiz, türlü türlü örnekler verdiğimiz  “önderlik”tir.

Devam edelim… 13. maddede der ki;
“Yürütme Konseyi Başkanı, Önderlik tarafından görevlendirilir ve Kongra Gel Genel Kurulu tarafından onaylanır. Genel Kurul tarafından onaylanmadığı taktirde Önderlik tarafından yeni görevlendirme yapılarak Genel Kurula sunulur.”

Demokrasinin en temel haklarından olan seçme ve seçilme hakkı KCK rejiminde mevcuttur, ancak ufak bir ayrıntı var. Bu seçilenlere “önderliğin” onayı gerekir!…

Bir diğer demokratik hak ise basın-yayın özgürlüğü… KCK bu konuda da her türlü özgürlüğü sağlamış(!).
14. maddede der ki;
“Önderlik çizgisine göre basın- yayın politikalarını oluşturur, basın örgütlenmesinin sağlanmasını ve geliştirilmesini destekler.”
 Son olarak şu noktaya vurgu yapmadan geçmeyelim…
“KCK… Farklılıkları tanımayan anti-demokratik ve gerici zihniyete karşı mücadele eder.
Aslında bu noktaya kadar KCK’nın kendi söyledikleri, KCK ile kurulmak istenen yapının ne kadar DEMOKRATİK olduğu konusunda yoruma ihtiyaç bırakmıyor..

Diğer taraftan KCK, kurmak istediği “demokratik konfederalizm” ile yepyeni bir dünya vaat etmek zorunda… Çünkü KCK bir ütopya… Ütopyaların en önemli özelliği de tabii ki gerçekleşmekten öte hayal olarak var olması… Eğer ki gerçekleşirse kitlelerin peşinden sürüklenebileceği bir ideal, bir ülkü kalmaz. Tabi ki her zaman ulaşılamayacak bir ideal, bir ülkü olmalı ki, bu uğura verilen kayıplar, giden hayatlar sorgulanmasın… Benzer biçimde Abdullah ÖCALAN için yapılan yemin de bu “ütopya” ile paralellik arz eder. Her ikisi de “mükemmel”dir…

KCK’nın yaşadığı son çelişki ise alternatif bir devlet yapısı OLMADIĞI konusunda…
KCK Sözleşmesi “Giriş” kısmında şöyle der;
“Kürdistan Demokratik Konfederalizmi bir devlet sistemi değil, halkın devlet olmayan de­mok­ratik sistemidir.”

 Kurulması planlanan sistem ise şu şekilde tarif edilir;
“…Kürdistan içinse kendi kaderini tayin etme hakkı, milliyetçi temelde devlet kurmak değil, si­yasi sınırları sorun yapmadan ve sınırları esas al­madan kendi demokrasisini kurma hareketidir. İran’da, Türkiye’de, Suriye’de ve hatta Irak’ta oluşacak bir Kürt yapılanmasında tüm Kürtler bir araya gelerek kendi federasyonlarını, birleşerek de üst konfederalizmi oluştururlar.”

Diğer bir ifadeyle PKK/KCK tarafından verilen silahlı ve illegal mücadelenin nihai amacı ülkenin bölünmesi değil, bu ülkede yaşayan halkların “demokratik konfederalizm” altında “özgürce” yaşaması… Aslında devlet değil ama devlet gibi bir yapı!…

Gerçek manada PKK/KCK tarafından dile getirilen bu talep son süreçte, özellikle Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra, dile getirilmeye başlandı. Daha öncesinde nihai amaç “Bağımsız Birleşik Kürdistan”ın kurulmasıydı. Örgütün kongre kararları da göstereceği üzere, siyasal hedefler “günün şartlarına” göre sürekli değişiklik gösterdi. Tutarlı olunan tek nokta ise şiddet ve terör oldu şimdiye kadar… Bu noktada, David RAPOPORT’un terörizmin tarihini anlattığı “The Four Waves of Rebel Teror and September 11” başlıklı makalesi akla gelmekte. Rapoport bu makalede terörizm tarihinde ideolojilerin değiştiğini ancak şiddetin her zaman var olduğunu örnekleriyle vurgulamakta…

Diğer taraftan, bu ülkede alternatif Kürt hareketi lideri olarak ortaya çıkarılan PSK örgütü lideri Kemal BURKAY’ın ve PSK örgütünün fikirlerine baktığımız zaman PKK/KCK’dan çok çok daha radikal taleplerde bulunduğunu görürüz. Hatta Nasname isimli internet sitesine baktığımız zaman PKK/KCK ve Abdullah ÖCALAN’ı terör ve şiddet nedeniyle “Kürtler’in özgürlüğü önündeki bir engel” olarak görür. Her ne kadar bu konu tartışmaya oldukça açık olsa da,  hiç taviz vermeden “Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını” dile getirir.

KCK’nın devlet olmadığı iddiasına dönersek… KCK, sistemin kurulması planlanan ülkelerin iç hukuklarının geçerli olacağını, ancak KCK tarafından belirtilen şartlar kabul edilmezse geçerliliğinin kabul edilmeyeceği söyler:

“Bundan sonra Kürdistan da üç hukuk geçerli olacaktır: AB hukuku, üniter devlet hukuku, demokratik konfe­deral hukuk. Üniter devletler olan İran, Irak, Türkiye ve Suriye Kürt halkının konfederal hukukunu tanıdıkça Kürt halkı da onlarınkini tanıyacak ve bu temelde uzlaşıya gidebilecektir.”

KCK Sözleşmesi’ne genel anlamda baktığımızda vurguladığımız ideolojik retoriklerden daha çok kurulması planlanan yapının organlarına ve işleyiş tarzlarını ele aldığını görürüz. Benzetmeden de öte tam olarak bir anayasa görevini üstlenir. Ancak KCK’nın talep ettiği sistemin ne modern, ne de post-modern; ne demokratik, ne de monarşik devlet yapısında kabul edilirliği ve geçerliliği yok. Hangi türde olursa olsun hiçbir devlette egemenlik unsurlarının ihlali olacak böyle bir yapı kabul edilmez…

KCK da aslında bu durumun farkında… Böyle olacağı “öngörülerek” bu duruma karşı “meşru savunma” gündeme getirilir:

   “…Koma Civakên Kürdistan projesi bu yönüyle Kürt halkını özgürleştirme stratejisidir. Bu sistemle Kürt halkı tüm potansiyellerini açığa çıkarıp gücünü zirveleştirerek çözümü herkese dayatacak ve kaçınılmaz hale getirecektir. Meşru savunma ise, bu temel stratejinin saldırılar karşısındaki koruyucu gücüdür.”

Yani anlayacağınız karakolların basılması, bombaların patlaması, molotof kokteyllerinin atılması birer “meşru savunma” hareketidir…

   Sonuç ne derseniz… Sonuç, KCK Kürt Sorunu’na siyasal alanda barışçıl ve demokratik yollarla çözüm arayan bir yapı DEĞİLDİR… KCK üzerinden, KCK ekseninden siyaset yürütenlerin bu acı gerçekle ne yazık ki yüzleşmeleri gerek… Buradaki asıl mesele, ataların söylediği gibi, üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir…

  Bu noktaya kadar anlatılanlar KCK’nın teorik alanda yaşadığı tutarsızlıklar… Pratikte ise son demde bir nebze değinilen sokakta atılan molotoflar, ihale usulsüzlükleri, rant kavgaları, uyuşturucu ticareti ve daha neler neler…

 Konuyu bağlarsak… Kavramların değişmesi nesnelerin, olguların da değişeceği anlamını taşımaz… Tutsak birisine “özgür” olduğunu söylemeniz onun özgür olduğu anlamına gelmez… Bunun gibi şiddeti, terörü “Siyaset Akademisi”, demokrasi, halkların kardeşliği ile tanımlamak da terörün ve şiddetin olmadığını göstermiyor…

 Daha da ötesi Mehmet YILMAZ’ın Derin Marx isimli eserinde kullandığı Einstein’a ait sözde olduğu gibi “meseleler onları üreten zihin yapıları ile çözülemez…” Ortada bir Kürt Sorunu gerçeği varsa bu sorunun müsebbiplerinden birisi ne yazık ki bu soruna şu an çözüm  “arayanlar”…

İşte bu yüzden Kürt Sorunu’na çözüm ararken kılavuzunuz/kılavuzumuz KCK olmasın…

KCK’nın kılavuz olmaması için de bu yazı bir nebze “KCK Kılavuzu” olduysa yeterli!…

Emre PAKSOY
18 Aralık 2011

DÜNDEN BUGÜNE PKK,KCK VS,..





PKK, Ankara Çubuk’ta, Tuzluçayır’da ve Dikmen’de yapılan çeşitli toplantıların sonucunda 27 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Fis köyünde Kürdistan İşçi Partisi ismi ile kuruluşu ilan edilmiş Marksist, Leninist bir terör örgütüdür. Kendisinin dışında hiçbir örgüte tahammülü olmayan, totaliter, elitist ve tek tipçi zihniyete sahip olan bu örgüt, Türkiye’de, 12 Eylül 1980 darbe öncesinden, Suriye’ye gidinceye kadar Doğu ve Güneydoğu’da faaliyet gösteren birçok Kürtçü sol örgütü ve yöneticilerini rejimin de yardımıyla yok etmiştir. Hatta sadece muhalif örgütleri ve yöneticilerini değil, kendi içindeki muhaliflerin de kimilerini öldürmüş, kimileri de yurt dışına kaçarak PKK’nın infazından kurtulabilmişlerdir. Türkiye halkına yönelik kanlı silahlı mücadeleyi ise, 15 Ağustos 1984’de Şemdinli ve Eruh baskınıyla başlatmıştır. Kuruluşunda, daha sonra Suriye’deki faaliyetlerinde ve Abdullah Öcalan’ın paketlenip 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye teslim edilmesinde –ulusal ve uluslararası- istihbarat örgütlerinin özellikle de MİT’in, Suriye Muhaberat’ının, MOSSAD’ın ve CIA’nın yardım ve desteği azımsanmayacak ölçüde olmuştur. Bu yardım ve destek, halen de devam etmektedir.

PKK’nın Türkiye’deki eylemleri, 1998 yılına kadar iç savaşı aratmayacak tarzda devam etmiş ve on binlerce insan ölmüş, 350-400 milyar dolar civarında –hatta daha fazla- ekonomik kayba neden olmuştur. 15 Eylül 1998’de TSK Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş sınır bölgesine yaptığı ziyarette ‘artık tahammülümüz kalmadı’ tarzında yaptığı konuşma üzerine Suriye ile 15 Ekim’de ‘Adana Protokolü’ imzalanarak Abdullah Öcalan’ın sınır dışı edilmesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca bu ‘protokol’ gereğince sınırda Türkiye’ye yönelik PKK kaynaklı terör faaliyetlerine de izin verilmeyeceği imza altına alınmıştır. Nitekim bu ‘protokol’ çerçevesinde Abdullah Öcalan sınır dışı edilerek çeşitli ülkelerde dolaştırıldıktan sonra bazı şartlarla 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye teslim edilmiştir.

KCK, PYD’Yİ DE, PKK’YI DA KAPSAYAN ÇATI BİR ÖRGÜTTÜR

 PKK, fırsatçı, pragmatist ve ilkesiz bir örgüttür. Kendisi için hedefe götüren her yol meşru ve mubahtır. Bu nedenle süreç içerisinde değişik şekiller ve isimler almış, her ülkeyle ilişki kurmuş ve yardım almıştır. Bu nedenle Marksist, Leninist bir örgüt olmasına rağmen Kapitalist ya da Faşist gördüğü ülkelerle rahatlıkla ilişkiye geçebilmiştir. Nitekim kuruluşundan beri başta ABD olmak üzere diğer emperyal ülkelerle ilişki kurmuş ve o ülkeler adına –Suriye hariç- Kürtlerin yaşadığı diğer üç ülkede de tetikçilik yapmıştır. Kobani dolayısıyla emperyalist ülke olarak gördükleri ve 1984’den beri savaştıkları Türkiye’den ya da ABD’den yardım istemeleri ve almaları bu nedenle yadırganmamalıdır. Hele ‘Biji Obama’, ‘Yaşasın Başkan Obama’  diye slogan atmaları hiç yadırganmamalıdır. Aslında, Abdullah Öcalan da ilkesiz ve pragmatisttir. Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiğinde Türkiye yetkililerine ‘bana müsaade edin size hizmet edeyim’ tarzındaki yalvarışları herhalde henüz unutulmuş değildir.

PKK, KCK ismini alıncaya kadar değişikliklere uğramış ve çeşitli isimler altında eylemler gerçekleştirmiştir. Bütün bunlara rağmen 2000’li yılların başında özellikle 11 Eylül saldırılarının dünya kamuoyu üzerindeki etkileri ve Türkiye’nin diplomatik girişimleri neticesinde PKK, ABD’nin ve AB’nin terör örgütleri listesine alınmıştır. Bu süreçte özellikle AB terör örgütleri listesine gireceğini anlayan PKK, 10 Nisan 2002 yılındaki 8. Kongre’sinde ismini KADEK (Kürtçe: Kongreya Azadî û Demokrasiya Kurdistanê, Türkçe: Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) olarak değiştirmiş ve faaliyetlerini bu isim altında devam ettirmiştir. Bu isim altında faaliyet göstermesi çok uzun sürmemiş,  Öcalan’ın talimatıyla Temmuz 2003 tarihinde KADEK isminin değiştirilmesi kararı alınır. Bu çerçevede Ekim 2003 tarihinde KADEK kendisini fesheder ve yerine “Kürdistan Halk Kongresi (KONGRA-GEL)” adı altında yeni bir yapılanma meydana getirilir. Örgüt tarafından 20 Mart 2005 Öcalan’ın görüşleri doğrultusunda yeni bir örgütlenme modelini ifade eden Kürdistan Demokratik Konfederalizmi-Koma Komalen Kürdistan (KKK) yapısı ilan edilmiştir. KKK aslında, Aralık 2004’de ‘Türkiye Demokratik Ekolojik Toplum Koordinasyonu’ TÜDEK’in faaliyete geçirilme teşebbüsünün başarıya ulaşmaması üzerine ortaya çıkmıştır. Bu yapının Türkiye ayağı ise Kürdistan Demokratik Konfederalizmi/Türkiye Koordinasyonu (KKK/TK) olarak nitelendirilmiştir. Kongra-Gel Genel Kurulunun 25 Mayıs 2007 tarihli oturumunda ise KKK Sözleşmesi’nde değişikliklere gidilmiş ve değişiklik sonrası sözleşme, “KCK Sözleşmesi” olarak ilan edilmiştir. İşte KCK yapısının temeli de 17 Mayıs 2005 tarihinde kabul edilen bu sözleşmeye dayanmaktadır. Bunun anlamı ise, terör örgütünün KCK’yı  KKK’nın devamı olarak gördüğüdür.

Bu sözleşmede KCK yapısının kurucusu Abdullah Öcalan olarak gösterilmektedir: “Koma Civakên Kurdistan (Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi) kurucusu ve Önderi, Abdullah Öcalan’dır. …Yürütme Konseyi Başkanını görevlendirir. Temel konulara ilişkin Yürütme Konseyi kararlarını onaylar.” Dolayısıyla KCK yapılanması, emir ve talimatlarını Abdullah Öcalan ve PKK’nın lider kadrolarından almakta ve her fırsatta Abdullah Öcalan’ın önderliğine vurgu yapılmaktadır.

30 Haziran-5 Temmuz tarihleri arasında Kandil’de yapılan 9. Kongre-Gel Genel Kongresinde PKK ya da PKK’yı da kapsayan KCK’nın (Kürdistan Topluluklar Birliği-Koma Civakên Kurdistan) üst yönetimi değişmiştir. Bu kongreye Kürdistan’ın dört parçası (İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den) ile yurt dışından 162 delegenin katıldığı Genel Kurul’da KCK sistemi yeniden ele alınarak KCK Genel Başkanlığı, Genel Başkanlık Konseyi ile Eşbaşkanlık’tan oluşan yeni organların oluşumuna gidilmiştir. 9. Genel Kurul’da Abdullah Öcalan oybirliğiyle yeniden KCK Genel Başkanlığı’na seçilmiştir. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığına Cemil Bayık ve Besê Hozat (Tunceli’li olup asıl ismi Hülya Oran), seçilirken, iki kadın ve iki erkekten oluşan toplam dört yardımcı da seçimlerle belirlenmiştir. Ayrıca KONGRA GEL Eşbaşkanlığına ise Hacer Zagros ile Remzi Kartal seçilmiştir.

Cemil Bayık ile Bese Hozat’ın Eşbaşkanı olduğu KCK Yürütme Konseyi 35 kişiden oluşmaktadır. Son Kongreyle yeni oluşturulan Genel Başkanlık Konseyi’nin ise 6 kişilik kadrosu bulunmaktadır. Bu 6 kişilik kadro Abdullah Öcalan’ın yardımcıları olarak onu temsil görev yapacaklardır. Genel Başkanlık Konseyi, yetki olarak KCK Yürütme Konseyi’nin üzerinde bulunmaktadır. Abdullah Öcalan’ı temsil edecek 6 yardımcısı, yani “Genel Başkanlık Konseyi” üyeleri, KCK’nin iki Eşbaşkanı, Cemil Bayık ve Bese Hozat, ayrıca Murat Karayılan, Mustafa Karasu, Sozdar Avesta ve Elif Pazarcık’dan oluşmaktadır.

Yeniden yapılanan KCK’nın asıl amacı, 4 ülkeyi (İran, Irak, Suriye ve Türkiye) kapsayacak şekilde Birleşik Kürdistan Devleti’ni kurmaktır. Bu nedenle Kürtlerin yaşadığı dört ülkede de örgütlerini kurmuş ve faaliyet göstermektedir. İran’da silahlı mücadelesini geçici de olsa durdurmuşsa da Türkiye’de halen devam ettirmekte, Suriye de ise Esad rejimi sayesinde alan hakimiyeti kurarak ‘Demokratik Özerklik’ ilan etmiş, Irak’ta ise ayakta kalmaya çalışmaktadır. Bu ülkelerde halkı organize ederek ‘Devrimci Halk Savaşı’nı başlatmak için İran’da PJAK (İran Kürdistan Özgür Hayat Partisi), Irak’ta PÇDK (Irak Kürdistan Çözüm Partisi), Suriye’de PYD (Suriye Kürdistan Demokratik Birlik Partisi), Türkiye ‘de ise PKK (Türkiye Kürdistan İşçi Partisi) olmak üzere teşkilatlanmıştır. Bu örgütlerin üzerinde ise, egemen irade ve buyurgan güç olarak KCK bulunmaktadır. Nitekim KCK ile ilgili olarak Avrupa’daki lider kadrosundan, ‘Kürdistan Halk Meclisi – Kongra-Gel’in –bir zamanlar- başındaki Zübeyir Aydar ile Neşe Düzel Taraf gazetesinde 05 Nisan 2010’da bir röportaj yapmıştır. Bu röportajda Neşe Düzel’in “KCK nedir?” sorusuna Zubeyr Aydar şöyle cevap vermiştir:

“Bizim genel hareketin bir toplamıdır KCK. Türkçe karşılığı Kürdistan Topluluklar Birliği, meclisler birliği gibi bir şey. Bir meclisi var. Bu meclis Kongre-Gel’dir. Bir de Kongre-Gel’in içinden seçilmiş yürütme konseyi var. Ben şu anda onun üyesiyim. Eskiden her şey PKK’ydı. Şimdi her şey KCK. KCK, PKK’nın üstünde bir birimdir. PKK, KCK adı verilen hareketin içinde sınırlı bir bölüm.”
Benzer bir şekilde, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir de konuk olduğu bir televizyon programında PKK ile KCK arasındaki organik ilişkiyi “KCK, PKK’dır” şeklinde ifade etmiştir.

Dolayısıyla KCK, “bir sivil toplum yapılanması değil, içine PKK’yı da alan bir çatı terör örgütüdür; dağdakilerini, şehirdekilerini, Kandil’dekilerini ve Avrupa’dakilerini kapsamakta ve hepsinin üzerinde egemen bir terör örgütüdür. Bir devlet yapılanmasını esas almıştır. Abdullah Öcalan, devlet başkanlığına, Cemil Bayık Başbakanlığa, KCK Yürütme Kurulu Bakanlar Kurulu’na, Kongre-Gel de parlamentoya tekabül etmektedir. İllerde, ilçelerde, kasabalarda ve Köylerde teşkilatlanma KCK Sözleşmesine uygun olarak yapılmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da KCK mahkemeleri oluşturulmuş ve halk bu mahkemelerde yargılanmaktadır. Dolayısıyla devlet dairelerinde ve özellikle de Belediyelerde makamlar yine KCK sözleşmesine göre belirlenmektedir. KCK’nın Türkiye’deki örgütlenmesi tam anlamıyla paralel bir devlet örgütlenmesidir. Kısacası KCK’nın kendi yasama, yürütme ve yargı organları bulunmaktadır.

BDP’nin (şimdilerde HDP’nin) seçimi kazandığı Belediyelerde, bir halkın seçtiği, bir de KCK’nın tayin ettiği yetkililer bulunmaktadır. KCK’nın tayin ettiği yetkililer, halk tarafından seçilmiş belediye Başkanlarının da üzerinde bir yetkiye, bir konuma sahiptirler.  Seçilmiş Belediye Başkanlarını hiçbir inisiyatifleri bulunmamaktadır. Hatta gerektiği zaman seçilmiş belediye başkanları KCK mahkemelerinde yargılanıp cezalandırılmaktadırlar. Yerine göre bir temizlik işçisi bir belediye başkanını sorgulayarak cezalandırabiliyor. Nitekim geçmişte Diyarbakır eski Belediye Başkanı Osman Baydemir bu şekilde sorgulanmış ve ceza verilmiştir. Hatta kendi aralarında hakir görmek için Baydemir’den bahsederken ‘Osman Ciguli’si’ diyorlar. BDP’li siyasetçilerle ilgili bölümler ise düşündürücü. Çünkü BDP’liler adeta KCK elinde esirler. Hiçbir inisiyatifleri yok. Bu durum zaman zaman yaptıkları densiz açıklamaları da izah ediyor aslında. KCK’nın atadığı ve görünüşte temizlik işçisi olan şahıs bir milletvekiline, hatta grup başkanvekiline ‘emir’ veriyor. Uymazsa cezalandırıyor. Nasıl konuşacağından tutun da nerede ne yapacağına kadar her şeyi onlar belirliyor.

Kısacası KCK; PKK’yı, BDP’yi, PYD’yi (Irak’ta Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi-PÇDK, İran’da Kürdistan Özgür Hayat Partisi-PJAK da dahil olmak üzere) ve diğer bütün organizasyonları içine alan konfederal bir devlet yapılanmasının adıdır. Dolayısıyla KCK, Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de örgütleri de kapsayan “Büyük Birleşik Kürdistan”ın hemen bütün organlarını kapsayacak tarzda tasarlanmış paralel bir devlet organizasyonudur. KCK Yürütme Konseyi Başkanı, PKK ve diğer bütün silahlı gruplara, alandaki diğer örgütlenmelere hükmeden yapının başında bulunmaktadır.

Ali Kaçar - 26 Kasım 2014 

Terörden devlete KCK!

“PKK'nın şehir yapılanması” şeklindeki tanımlama, son operasyonla yeniden gündeme gelen KCK'nın tam karşılığı olmaktan çok uzakta. KCK aslında, toprak eksenli konfederal bir model talebi.

Koma Ciwaken Kurdistan (KCK), Türkçe adıyla Kürdistan Topluluklar Birliği geçen haftaki tutuklamalarla tekrar Türkiye'nin gündemine oturdu. Bu oluşum "PKK'nın şehir yapılanması" olarak tanımlanıyor. Gerek Diyarbakır'da sürdürülen soruşturma çerçevesinde elde edilen deliller, gerekse terör örgütü PKK elebaşısı Abdullah Öcalan'ın 2000'li yıllardan itibaren ortaya koyduğu söylemler açısından söz konusu tanımlama KCK'nın karşılığı olmaktan çok uzakta. KCK, dört ülkede yapılanmış konfederal bir sistem. PKK'nın şehir yapılanması veya legal Kürt siyasi hareketlerinin bir üst yapılanmasından çok; tüm bunları yutan, farklılaştıran, dönüştüren bir yapıya sahip. Hatta bunların da ötesinde sosyalizmin bir ileri versiyonu olarak konfederal bir yaşam sistemini öngörüyor. Peki, bu sistemin kodları nerelere dayanıyor?

Abdullah Öcalan, 1999 yılında yakalanıp cezaevine atıldıktan sonra yoğun bir okuma sürecine girdi. Karl Marx, Murray Bookchin, Noam Chomsky, Immanuel Maurice Wallerstein, Emil Michel Cioran, Kojin Karatani gibi filozof ve düşünürlerin eserleri ile uzun süre haşir neşir oldu. 'Özgür Kürdistan' fikri ile yola çıkan Öcalan yıllar içinde federasyon, özerklik, demokratik konfederalizm, demokratik cumhuriyet ve ekolojik toplum fikirleri sürecinden geçti. Bugün kendisi "Ben Marx'ı aştım" diyor ve geldiği noktada 'demokratik, cinsel özgürlükçü ve ekolojik' bir toplum modelini savunuyor. Öcalan'ın fikrî değişiminde okuduğu eserlerin kodları gizli. Terörle mücadelede bu göz ardı edilmemeli. Aksi takdirde KCK'yı sadece şehirlerde karışıklık çıkaran bir sistem olarak algılayan ve bu düşünceyi tasfiye etmek için polisiye ve adli tedbirleri yeterli sayan bir bakış açısı çıkıyor ortaya. Ki, bu durum da sorunun büyüklüğünü görmeyi engelliyor.

DÖRT PARÇADA YENİDEN YAPILANMA

KCK yapılanmasının temeli 2000 yılına dayanıyor. PKK, İmralı'da hapis yatan Abdullah Öcalan'ın direktifleri doğrultusunda Şubat 2000'de yaptığı 7'nci kongrede farklı politik hedeflere yöneldi. Örgüt, 'Demokratik Cumhuriyet ve Barış Projesi' şeklinde formüle ettiği bir stratejiyi kabul ettiğini açıkladı. Bu kongrede örgütün dağılmasını engellemek ve tabanını geniş bir kitleye yayabilmek amacıyla 'serhıldan (sivil itaatsizlik)' adı altında, Filistin'deki intifada tarzı eylemliliğin yaygınlaştırılması kararları alındı.

Bu kararlar doğrultusunda PKK adına Irak Kürtleri arasında faaliyet yürütmesi için 2002'de PÇDK (Partiya Çaresera Demokrati Kürdistan-Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi), Suriye Kürtleri arasında çalışma yapmak için 2003'te PYD (Partiya Yekitiya Kürdistan-Kürdistan Demokratik Partisi) ve İran Kürtleri içinde faaliyette bulunmak gayesiyle 2003 başında PJAK (Partiya Jiyane Azade Kürdistan-Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) kuruldu.

Aynı süreçte Türkiye'de her ne kadar PKK ile bağlantılı olduğu iddia edilen legal bir parti faaliyet gösterse de yeni bir partinin kurulması kararlaştırıldı. Nitekim İmralı'dan gelen direktifle önce yeni parti hazırlıklarına başlandı, ardından DEHAP (Kasım 2005) kendini feshetti.


DTP İMRALI PATENTLİYDİ

Aralık 2009'da Anayasa Mahkemesi tarafından kapısına kilit vurulan Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) kapatılma gerekçesi PKK ile bağı. DTP sistem olarak Öcalan'ın fikri olduğu gibi partinin isim babası da bizzat Abdullah Öcalan'dı. 2004 yılında tahliye edilen eski DEP milletvekilleri tarafından yeni parti kurmak için oluşturulan Demokratik Toplum Hareketi, PKK lideri Öcalan'ın talimatı ile harekete geçirilmişti. Öcalan, 13 Ağustos 2004'te avukatlarıyla yaptığı görüşmede "Ben Demokratik Toplum Hareketi diyorum. Demokratik tarzda ve topluma dayalı olarak gelişmelidir. Demokratik Toplum Partisi, tüm Türkiye'nin partisi olur." Yani ismi dahi İmralı patentliydi. O dönemde Leyla Zana'nın, kurmayı planladıkları yeni partiyi anlatırken "Ekolojik toplum anlayışını hayat tarzına dönüştürmek istiyoruz." demesi de tesadüf değildi. Öcalan, 22 Eylül 2004'te avukatlarına bu kavramı şöyle anlatıyordu: "Kendi ekolojik toplum düşüncemi net olarak formüle ettim. Ekolojik topluma 'birinci doğa' diyorlar. 'İkinci doğa' toplumdur. Boockhin, 'özgür doğa' diyor; o da bunu Hegel'den almış. O da 'birinci, ikinci ve üçüncü doğa' diyor. Üçüncü doğa, özgür doğadır. Ben bunu tez, antitez ve sentez biçiminde Orta Doğu, Türkiye ve Kürdistan'a uyarladım."

Bugün her ne kadar kapatılan DTP ve onun devamı olan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) üzerinde bir KCK baskısından bahsedilse de özünde bu iki parti de söz konusu sistemin meyveleri.

KKK YAPILANMASI

2004 yılına kadar fikrî bir altyapı olarak varlık gösteren sistem bu süreci takiben ete kemiğe büründü. Aralık 2004'te TÜDEK (Türkiye Demokratik Ekolojik Toplum Koordinasyonu) adı altında bir oluşum faaliyete geçirilmek istendi. Ancak bu oluşum başarıya ulaşmayınca Abdullah Öcalan'ın talimatları ile 2005 başında KKK (Koma Komalen Kürdistan - Kürdistan Demokratik Konfederalizm) adı altında yeni bir yapılanma içerisine girildi. Apo, 4 Nisan 2005'te KKK sisteminin ideolojik organı olarak PKK'yı yeniden kurdurduğunu duyurdu. 4 parçadan oluşan ve Türkiye'nin doğu ve güneydoğusu ile Irak, İran ve Suriye topraklarının bir kısmını içine alan bölgedeki tüm Kürt halklarının bu yasa dışı yapılanma içerisinde yer alması gerektiğini, sözde bayrağının ise 'yeşil zemin üzerine sarı güneş içerisine kırmızı yıldız' olduğunu ve kendisinin de yeniden inşa edilen bu oluşumun önderi olduğunu ilan etti. Özel yetkili Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı tarafından hazırlanan KCK iddianamesinde Öcalan'ın Kürdistan Demokratik Konfederalizm yapılanması ile ilgili taslak hâline getirdiği yazı metinlerini avukatları aracılığıyla PKK'nın üst düzey yöneticilerine ulaştırarak bu oluşum çerçevesinde yeniden yapılanmaya gidilmesi talimatını verdiği belirtiliyor.

KCK'YA GEÇİŞ

PKK'nın yasama meclisi olarak kabul ettiği KONGRA-GEL, Mayıs 2007'de örgütün anayasası gibi değerlendirdiği KCK (Koma Ciwaken Kürdistan-Kürdistan Topluluklar Birliği) sözleşmesini Orta Doğu (4 parça) ve Avrupa'dan 213 delegenin katılımı ile kabul etti. Ancak örgüt, sözleşmenin kabul tarihi olarak 17 Mayıs 2005'i esas alıyor ve oluşumu KKK'nın devamı olarak görüyor. KCK sözleşmesinin ikinci maddesinde bu oluşum şöyle tanımlanıyor: "Koma Civakên Kürdistan demokratik, toplumcu-konfederal bir sistemdir. Demokrasi, cinsiyet özgürlüğü ve ekolojik yaşamı esas alır. Toplumcu, yatay ve piramit tarzı bir örgütlenmedir. Halk toplulukları iradesini komün, ocak, meclis ve kongreler ile ortaya koyar. Aynı zamanda seçilmiş ve denetlenebilir demokratik yönetimler yolu ile kendini yönetirler. Topluluk demokrasisi, toplulukların eşit ve özgür bir arada yaşaması benimsenir. Her düzeyde katılımcılığı öngörür. İçte demokratik ulusu, dışta ise ulus üstülüğünü esas alır. Devlet olmayan örgütlenmiş, demokratik, siyasal ve toplumsal organizasyondur."

KCK sözleşmesinde bahsedilen 'demokratik toplumcu-konfederal sistem'in, üye kabul eden, yargılayan, silahlı mücadele yapan, mahallî ve merkezî teşkilatları olan, özellikle yerel yönetimler üzerinde söz sahibi olmaya çalışan fakat her şekilde Abdullah Öcalan'ın önderliğini dikte eden bir yapı olduğu vurgulanıyor.

Sözleşmenin 'ilkeler' bölümde yer alan ifadeler ise dikkat çekici: "Kürdistan toplumuna dayatılan siyasi anlamda sömürgecilik, ekonomik anlamda açlık, işsizlik, yoksulluk ve talan, kültürel olarak asimilasyon ve soykırım, askerî olarak da işgal konumuna karşı, Kürdistan toplumunun cinsiyet özgürlüğüne ve ekolojiye dayalı demokratik örgütlülüğünü, demokratik toplumcu konfederalizm esaslarına göre ve radikal demokrasi çizgisinde yaratmak. Kürdistan demokrasisini komşu halklarla birlikte geliştirmek. Kürdistan toplumu içindeki her türlü gericiliğe karşı mücadele ederek, birey ve toplumun ruhsal, düşünsel ve maddi gelişimini demokratik hak ve özgürlükler çerçevesinde gerçekleştirip ilerletmek. Toplum içinde yaş, cins, sınıf, ulus, etnisite, inanç farklılıklarına özgürlük alanı oluşturmak ve bu farklılıklardan kaynaklanan eşitsizlikleri ortadan kaldırmak."


Netice itibariyle KCK'yı sadece şehirlerde kargaşa çıkaran bir faaliyet biçimi olarak ele almak, oluşturulan sistemi hafifsemek anlamına gelir. Sistem, bugün geldiği nokta itibariyle PKK'yı ve onun legal uzantılarını yutmuş durumda. KCK dışında aktif bir Kürt siyaseti geliştirilmediği sürece, PKK güdümündeki siyasal oluşumların KCK ile başa çıkmasını veya bu oluşumun etkisini kırmasını beklemek manasız. Kısaca KCK, şehirlerde sadece kargaşa çıkaran basit bir örgütlenme değil, toprak eksenli bir konfederal model talebidir.

MELİK DUVAKLI
04 Ocak 2010

Ne ile karşı karşıyayız? KCK Sözleşmesi

Türk halkı çok şiddetli ve yoğun bir algı operasyonu ile karşı karşıyadır. Gazetelerden, televizyonlardan, tartışma programlarından, yazarlardan, akademisyenlerden, sendikalardan ve toplumsal olayların yorumlarından yayılan şiddetli ve yoğun bir propaganda. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürt kökenli vatandaşlarımızı ezmekte, onların haklarını gasp etmekte, hatta onların barış taleplerini ve barışçıl eylemlerini silahla susturmaktadır. İstenilen kültürel haklar verilse her şey bitecek, ortalık güllük gülistanlık olacaktır. Bu çerçevede HDP'nin Türkiyelileştiği iddia edilmekte ve bu parti âdeta bir barış havarisi olarak sunulmaktadır. Bu sebeple ben de son yazılarımda HDP'nin Türkiyelileştiği iddialarına cevap olabilecek noktaları belirtmeye çalıştım. Bu yazılarımda KCK harfleri de sık sık geçti.
           KCK ve KCK Sözleşmesi nedir? Net ve kesin cevap şudur: KCK, Koma Civakên Kurdistan (Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi) örgütünün kısa adıdır ve KCK Sözleşmesi de bu örgütün anayasasıdır. PKK, PYD, YPG, hatta HDP gibi bütün örgüt ve kuruluşlar bu anayasaya bağlıdır. Örgütü 21 Mart 2005'te Abdullah Öcalan kurmuştur ve Öcalan örgütün başıdır; sözleşmedeki unvanı Rêberê (Önderlik)'dir.
            Öcalan'ın sözleşmeye yazdığı önsöze göre "Demokratik Konfederalizm, devletlerin köklü bir reformla demokrasiye duyarlı hâle getirilmelerini, demokratikleşme önünde engel olunmamasını ve tüm engellerin kaldırılmasını ister ve bu amaç doğrultusunda mücadele eder. Bundan sonra Kürdistan'da üç hukuk geçerli olacaktır: AB hukuku, üniter devlet hukuku, demokratik konfederal hukuk. Üniter devletler olan İran, Irak, Türkiye ve Suriye Kürt halkının konfederal hukukunu tanıdıkça Kürt halkı da onlarınkini tanıyacak ve bu temelde uzlaşıya gidebilecektir."
      İlk bakışta hiç de itiraz edilemeyecek bazı kavramlar var: Demokratikleşme, demokrasiye duyarlı hale gelme, üniter devlet... Ancak "demokratik konfederal hukuk" terimi, bütün bu kavramların ne anlama geldiğini açıklıyor. Üniter devletlerin kendi hukukları yeterli değil, konfederal hukuku da tanıyacaklar. Yani Türkiye'nin kendi üniter hukuku olacak ama bir de Kürdistan dedikleri konfederal bölgenin ayrı hukuku olacak ve devlet onu da tanıyacak. Bu durumda "üniter" olmanın bir anlamı kalıyor mu? Peki Kürdistan dedikleri yer neresi? Metinde cevabı var: "İran, Irak, Türkiye ve Suriye Kürt halkı"nın yaşadığı yerler. Son cümleye de dikkat edilmelidir. Bu devletler, "Kürt halkının konfederal hukukunu tanıdıkça Kürt halkı da onlarınkini tanıyacak." Bunun anlamı ne? İşte "metin incelemesi" kavramının önemi burada ortaya çıkıyor. Metin incelemesi, bağlamları da dikkate alarak metinde ne demek istendiğini çözümlemek ve çözmek demektir. Dikkatli bir göz burada "biz, bu dört devletin üniter hukuklarını şu anda tanımıyoruz" anlamının bulunduğunu fark eder: Onlar bizim konfederal hukukumuzu tanıdıkça biz de onlarınkini tanıyacağız.
              Tekrar ediyorum, bu metnin yazarı Öcalan'dır ve Öcalan, 2005 yılında, yani İmralı'da hapis cezasını çekerken bu metni kaleme almış ve bu örgütü kurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yöneten iktidar işte bu Öcalan ile, KCK'yı kuran ve onun başı olan Öcalan ile görüşmeler yapmaktadır. Öcalan için görüşmeler, Türkiye üniter devletini, Kürdistan konfederal hukukunu tanımaya zorlamak anlamına gelmektedir. HDP milletvekilleri de hükümetin izniyle İmralı'ya giderek işte bu Öcalan'dan, yani KCK'nın başından mesaj almakta ve mesajları meydanlarda okumaktadır. Hem hükümete bağlı istihbarat elemanları hem de HDP milletvekilleri işte bu Öcalan'dan aldıkları mesajları Kandil'e götürmekte ve Kandil ile İmralı arasında irtibat kurmaktadır.

             Sözleşmede KCK'nın bir devlet olmadığı ifade edilmektedir. Ancak sözleşmeye göre bakınız, KCK içinde hangi kurumlar var: Kürdistan Halk Meclisi (Kongra Gel). Dört ülkeden seçilen üyelerden oluşuyor ve gerektiğinde savaş kararı da alabiliyor. Yürütme Konseyi (31 üyeli Bakanlar Kurulu). Yüksek Seçim Kurulu. Yüksek Adalet Divanı, İdari mahkemeler, Askerî Mahkeme. Halk Savunma Gücü. Ekonomik-mali sistem ve bütçe. Siyasi partiler, sendikalar, dernekler. Bayrakları da var. Ve nihayet yurttaşlığa kabul ve yurttaşlıktan çıkarılma maddeleri de var. Ne ile karşı karşıya olduğumuz konusunda hâlâ tereddüdü olan var mı?

Ahmet B. ERCİLASUN
18.10.2015 / YENİÇAĞ