17 Ocak 2016 Pazar

Bir KCK Klavuzu

Bu zamana kadar KCK mevzuunda birkaç defa dile getirilmesine rağmen üzerinde yeterince durulmayan bir metin var… Şahsî düşüncem, bu metin KCK polemiğinin merkezinde yer almalı ve bu metin üzerinden tartışma yürütülmeli… Bu metin KCK Sözleşmesi

KCK nedir?.. KCK’nın açılımı Koma Civakên Kürdistan, yani Kürdistan Halkları TopluluğuKCK Sözleşmesi’nde ise kendisini şu şekilde tanımlar:

“KCK Sözleşmesi, devletçi zihniyeti aşan toplumsal ilişkiler düzeneği yaratarak, halkın demokratik örgütlenme ve karar gücüne dayanan derinleşmiş radikal demokrasiyi Kürdistan’dan başlayarak, Ortadoğu’ya ve tüm dünyaya yayma hamlesinin başlangıç aşaması durumundadır.”

Başka bir yerde ise şu şekilde bahsi geçer:
“KCK bir devlet yapılanması değildir. Herkesin, her toplumsal grubun içinde yer alabileceği demokratik bir örgütlenmedir. Demokratik otorite ve demokratik yönetim anlamına gelir. Aynı zamanda Kürdistan demokratik yönetimini ifade eder.”

Ayrıca KCK kendisini tanımlarken demokrasiye olan “bağlılığını” hususiyetle vurgular:
“Koma Civakên Kurdistan sistemi ise doğrudan demokrasiyi kurmanın adıdır.”
Lafı uzatmadan, bu noktaya kadar anlatılanı özetlersek KCK, kendi tabiriyle Kürdistan coğrafyasında halkların DEMOKRATİK yaşamlarını amaçlayan bir sistemdir.
  
Bu ifadeler KCK Sözleşmesinin giriş kısmında geçer… KCK Sözleşmesi’nin giriş kısmı kim tarafından kaleme alınmış derseniz, kaleme alan “önderlik” yani Abdullah ÖCALAN… Evet, demokratik bir sistemin kurulmasını amaçlayan bu yapı Abdullah ÖCALAN tarafından kurulmuştur. Kendisi bunun kurucusu olduğunu gurur dolu ifadelerle zaten metinde de kabul eder:            

“Bu ilkeler temelinde ve 2005 yılı Newrozun da Kürt halkının Demokratik Konfederal örgütlüğünün ve birliğinin ifadesi olan KOMA KOMALÊN KURDİSTAN’ın kuruluşunu ilan ederek, halkımıza yeni bir yaşam felsefesi ve sistemi daha kazandırdığımıza inanıyorum. Bunun kurucusu olmakla şeref duyuyorum. Tüm halkımızı yeşil zemin üzerindeki sarı güneş içinde kırmızı yıldızlı bayrak altında kendi demokrasisini örgütlemeye, birleşmeye ve kendi kendini yönetmeye çağırırken, bu bayrağı şerefle taşıyacağımı ve Önderlik görevlerimi şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonrada başarı ile yapmaya devam edeceğimi ifade ediyorum.”

KCK denilen yapı ilk baştan itibaren DEMOKRATİK bir düzen vaat etmesi ile kurucusunun Abdullah ÖCALAN olması ile aslında büyük bir çelişki ortaya koyar. Zaten metnin ileriki bölümlerinde bu çelişkilerin birçok örneğini göreceğiz. Ancak daha öncesinde PKK içerisinde var olan ve bahsettiğimiz çelişkinin temelini teşkil eden “Öcalan kültünün” (Mustafa Akyol’un deyimiyle) ne olduğunu görmeye çalışalım…

Öcalan, PKK için her şeydir… Mevcut yapı içerisinde Öcalan’a alternatif bir söylem meydana getirilmesi ve hatta bunun düşünülmesi bile imkansızdır. Mesela, tarihsel süreçte alternatif ses olarak nitelendirilebilecek Musa ANTER, Mahsun KORKMAZ, Mehmet Cahit ŞENER gibi isimler ya tasfiye edilmiş ya da “ajan provakatör” suçlaması ile infaz edilmişler. Neticede Öcalan endeksli, Öcalan’a “tapan” bir yapı meydana gelmiştir… Hatta BDP’nin (HDP) de Abdullah Öcalan endeksli politika yürütmesinin ve bu “kırmızı çizgilerin” dışına çıkamamasının sebebi de bu olsa gerek…

Ortada Kürt Sorunu çerçevesinde çözülmesi, oturulup konuşulması gereken dağlar kadar sorun varken Abdullah ÖCALAN’ın hücresindeki bir metrekare için şehirlerin savaş alanlarına çevrilmesi hepimizin tanık olduğu hadiselerden…

PKK‘daki Apo diktasının diğer örnekleri ile devam edelim… Mesela aşağıdaki yemin örgüt tarafından militanlarına yaptırılmakta:
“Kanımla canımla seninleyim ey başkan! Sen ister doğru ol ister yanlış yap, senin yüceliğine, doğruluğuna  kayıtsız koşulsuz inanmışım. Sana tereddütsüz güveniyorum!..”

Yine örgütte üst düzey yönetici iken yaşanan bir hizip sonrası örgütten uzaklaştırılan Selim ÇÜRÜKKAYA da yazdığı Apo’nun Ayetleri isimli kitabında örgütte yaşanan Abdullah ÖCALAN diktasını anlatır.

En güzel örneklerden birisi de Abdullah Öcalan’ın Özgür İnsan Savunması adıyla kitap haline getirilen İmralı’da mahkemede yaptığı savunmasında geçen şu bölümdür:

“İsa çarmıha gerildiğinde etrafındakiler sadece ağlayabildi. Muhammed öldüğünde cesedi üzerinde üç gün iktidar tartışması yapıldı. Lenin öldüğünde kimse kendini öldürmedi. Ama tutuklanmam ve sonra teslim edilmem üzerine, Kürt halkının evlatları, oğul ve kızlarının yüzlercesi kendilerini cayır cayır yakarken acaba ne demek istiyorlardı?..”

Kısacası karşımızda, Vamık VOLKAN’ın analizini yaptığı üzere, sorunlu bir kişilik ve bu kişiliğin çevresinde gelişen sorunlu bir yapı var…

Bu noktaya kadar Öcalan diktalığına vurgu yapmamız PKK/KCK denilen yapı için Öcalan’ın ne olduğunu bir nebze anlatabilmek ve KCK Sözleşmesi’ndeki Öcalan vurgularının daha iyi anlaşılması içindi…

Sözleşmeye tekrar dönelim ve KCK – demokrasi çelişkisine değinelim… KCK Sözleşmesi 11. maddede der ki;

Koma Civakên Kurdistan (Kürdistan Toplumlar Topluluğu- Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi) kurucusu ve Önderi, Abdullah Öcalan’dır. Ekolojiye ve cinsiyet özgürlüğüne dayalı demokrasinin felsefik, teorik ve stratejik kuramcısıdır. Her alanda bütün halkı temsil eden önderlik kurumudur. Kürdistan halkının özgür ve demokratik yaşamına ilişkin temel politikaları gözetir ve temel konulardaki en son karar merciidir.”


Evet yanlış anlamadınız… KCK demokratik bir sistemi hedefler, ancak bu “sistemin” kurucusu, kuramcısı, her alanda temsilcisi ise  az önce bahsettiğimiz, türlü türlü örnekler verdiğimiz  “önderlik”tir.

Devam edelim… 13. maddede der ki;
“Yürütme Konseyi Başkanı, Önderlik tarafından görevlendirilir ve Kongra Gel Genel Kurulu tarafından onaylanır. Genel Kurul tarafından onaylanmadığı taktirde Önderlik tarafından yeni görevlendirme yapılarak Genel Kurula sunulur.”

Demokrasinin en temel haklarından olan seçme ve seçilme hakkı KCK rejiminde mevcuttur, ancak ufak bir ayrıntı var. Bu seçilenlere “önderliğin” onayı gerekir!…

Bir diğer demokratik hak ise basın-yayın özgürlüğü… KCK bu konuda da her türlü özgürlüğü sağlamış(!).
14. maddede der ki;
“Önderlik çizgisine göre basın- yayın politikalarını oluşturur, basın örgütlenmesinin sağlanmasını ve geliştirilmesini destekler.”
 Son olarak şu noktaya vurgu yapmadan geçmeyelim…
“KCK… Farklılıkları tanımayan anti-demokratik ve gerici zihniyete karşı mücadele eder.
Aslında bu noktaya kadar KCK’nın kendi söyledikleri, KCK ile kurulmak istenen yapının ne kadar DEMOKRATİK olduğu konusunda yoruma ihtiyaç bırakmıyor..

Diğer taraftan KCK, kurmak istediği “demokratik konfederalizm” ile yepyeni bir dünya vaat etmek zorunda… Çünkü KCK bir ütopya… Ütopyaların en önemli özelliği de tabii ki gerçekleşmekten öte hayal olarak var olması… Eğer ki gerçekleşirse kitlelerin peşinden sürüklenebileceği bir ideal, bir ülkü kalmaz. Tabi ki her zaman ulaşılamayacak bir ideal, bir ülkü olmalı ki, bu uğura verilen kayıplar, giden hayatlar sorgulanmasın… Benzer biçimde Abdullah ÖCALAN için yapılan yemin de bu “ütopya” ile paralellik arz eder. Her ikisi de “mükemmel”dir…

KCK’nın yaşadığı son çelişki ise alternatif bir devlet yapısı OLMADIĞI konusunda…
KCK Sözleşmesi “Giriş” kısmında şöyle der;
“Kürdistan Demokratik Konfederalizmi bir devlet sistemi değil, halkın devlet olmayan de­mok­ratik sistemidir.”

 Kurulması planlanan sistem ise şu şekilde tarif edilir;
“…Kürdistan içinse kendi kaderini tayin etme hakkı, milliyetçi temelde devlet kurmak değil, si­yasi sınırları sorun yapmadan ve sınırları esas al­madan kendi demokrasisini kurma hareketidir. İran’da, Türkiye’de, Suriye’de ve hatta Irak’ta oluşacak bir Kürt yapılanmasında tüm Kürtler bir araya gelerek kendi federasyonlarını, birleşerek de üst konfederalizmi oluştururlar.”

Diğer bir ifadeyle PKK/KCK tarafından verilen silahlı ve illegal mücadelenin nihai amacı ülkenin bölünmesi değil, bu ülkede yaşayan halkların “demokratik konfederalizm” altında “özgürce” yaşaması… Aslında devlet değil ama devlet gibi bir yapı!…

Gerçek manada PKK/KCK tarafından dile getirilen bu talep son süreçte, özellikle Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra, dile getirilmeye başlandı. Daha öncesinde nihai amaç “Bağımsız Birleşik Kürdistan”ın kurulmasıydı. Örgütün kongre kararları da göstereceği üzere, siyasal hedefler “günün şartlarına” göre sürekli değişiklik gösterdi. Tutarlı olunan tek nokta ise şiddet ve terör oldu şimdiye kadar… Bu noktada, David RAPOPORT’un terörizmin tarihini anlattığı “The Four Waves of Rebel Teror and September 11” başlıklı makalesi akla gelmekte. Rapoport bu makalede terörizm tarihinde ideolojilerin değiştiğini ancak şiddetin her zaman var olduğunu örnekleriyle vurgulamakta…

Diğer taraftan, bu ülkede alternatif Kürt hareketi lideri olarak ortaya çıkarılan PSK örgütü lideri Kemal BURKAY’ın ve PSK örgütünün fikirlerine baktığımız zaman PKK/KCK’dan çok çok daha radikal taleplerde bulunduğunu görürüz. Hatta Nasname isimli internet sitesine baktığımız zaman PKK/KCK ve Abdullah ÖCALAN’ı terör ve şiddet nedeniyle “Kürtler’in özgürlüğü önündeki bir engel” olarak görür. Her ne kadar bu konu tartışmaya oldukça açık olsa da,  hiç taviz vermeden “Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını” dile getirir.

KCK’nın devlet olmadığı iddiasına dönersek… KCK, sistemin kurulması planlanan ülkelerin iç hukuklarının geçerli olacağını, ancak KCK tarafından belirtilen şartlar kabul edilmezse geçerliliğinin kabul edilmeyeceği söyler:

“Bundan sonra Kürdistan da üç hukuk geçerli olacaktır: AB hukuku, üniter devlet hukuku, demokratik konfe­deral hukuk. Üniter devletler olan İran, Irak, Türkiye ve Suriye Kürt halkının konfederal hukukunu tanıdıkça Kürt halkı da onlarınkini tanıyacak ve bu temelde uzlaşıya gidebilecektir.”

KCK Sözleşmesi’ne genel anlamda baktığımızda vurguladığımız ideolojik retoriklerden daha çok kurulması planlanan yapının organlarına ve işleyiş tarzlarını ele aldığını görürüz. Benzetmeden de öte tam olarak bir anayasa görevini üstlenir. Ancak KCK’nın talep ettiği sistemin ne modern, ne de post-modern; ne demokratik, ne de monarşik devlet yapısında kabul edilirliği ve geçerliliği yok. Hangi türde olursa olsun hiçbir devlette egemenlik unsurlarının ihlali olacak böyle bir yapı kabul edilmez…

KCK da aslında bu durumun farkında… Böyle olacağı “öngörülerek” bu duruma karşı “meşru savunma” gündeme getirilir:

   “…Koma Civakên Kürdistan projesi bu yönüyle Kürt halkını özgürleştirme stratejisidir. Bu sistemle Kürt halkı tüm potansiyellerini açığa çıkarıp gücünü zirveleştirerek çözümü herkese dayatacak ve kaçınılmaz hale getirecektir. Meşru savunma ise, bu temel stratejinin saldırılar karşısındaki koruyucu gücüdür.”

Yani anlayacağınız karakolların basılması, bombaların patlaması, molotof kokteyllerinin atılması birer “meşru savunma” hareketidir…

   Sonuç ne derseniz… Sonuç, KCK Kürt Sorunu’na siyasal alanda barışçıl ve demokratik yollarla çözüm arayan bir yapı DEĞİLDİR… KCK üzerinden, KCK ekseninden siyaset yürütenlerin bu acı gerçekle ne yazık ki yüzleşmeleri gerek… Buradaki asıl mesele, ataların söylediği gibi, üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir…

  Bu noktaya kadar anlatılanlar KCK’nın teorik alanda yaşadığı tutarsızlıklar… Pratikte ise son demde bir nebze değinilen sokakta atılan molotoflar, ihale usulsüzlükleri, rant kavgaları, uyuşturucu ticareti ve daha neler neler…

 Konuyu bağlarsak… Kavramların değişmesi nesnelerin, olguların da değişeceği anlamını taşımaz… Tutsak birisine “özgür” olduğunu söylemeniz onun özgür olduğu anlamına gelmez… Bunun gibi şiddeti, terörü “Siyaset Akademisi”, demokrasi, halkların kardeşliği ile tanımlamak da terörün ve şiddetin olmadığını göstermiyor…

 Daha da ötesi Mehmet YILMAZ’ın Derin Marx isimli eserinde kullandığı Einstein’a ait sözde olduğu gibi “meseleler onları üreten zihin yapıları ile çözülemez…” Ortada bir Kürt Sorunu gerçeği varsa bu sorunun müsebbiplerinden birisi ne yazık ki bu soruna şu an çözüm  “arayanlar”…

İşte bu yüzden Kürt Sorunu’na çözüm ararken kılavuzunuz/kılavuzumuz KCK olmasın…

KCK’nın kılavuz olmaması için de bu yazı bir nebze “KCK Kılavuzu” olduysa yeterli!…

Emre PAKSOY
18 Aralık 2011