11 Ocak 2016 Pazartesi

"DEVLET BENİM"




Dünya siyaset tarihinde bazı siyasilerin, despotlaşan muhterislerin, diktatörlerin, pek derin olmayan bilgi düzeyleri yetmiyormuş gibi bir de sınır tanımayan ihtirasları hem kendilerine ve varsa partilerine hem de ülkelerine ve halklarına büyük zararlar vermiştir. Tarihin derin karanlıklarına gömülmüş olan bu kişiler ancak yaptıkları kötülüklerle anılırlar. Roma’yı yakan Neron, Avrupa’yı kana boyayan Adolf Hitler ve İtalyan Benito Mussolini, Afrikalı İdi Amin bu tanınmış isimlerin ilk aklımıza gelen sadece birkaçı. Bu listeye eklenen yeni isimler de var. Tunus diktatörü Bin Ali, Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek ve belki de halen süren halk hareketlerinin sonunda bunları izleyecek başka zevat. 

Bu kişilerin bazıları bir de kendilerini Tanrı’ya yakın görüp onun adına ilahi görev yaptıklarına inanmışlar veya yandaş, yalaka ve dalkavuklar tarafından inandırılmışlarsa artık onlar kontrolden çıkmış, bir Anadolu deyişi ile “baş ipini yemişlerdir”. Giderek gerçeklerden uzaklaşırlar, bir çeşit hayal aleminde yaşarlar. Bazı gerçekler dalkavuklarca onlara iletilmez, haberler gizlenir. Bu yeteneksiz, yüzeysel muhterisler; zaman içinde her yaptıklarında bir keramet görmeye de başlarlar. Kendilerini hatadan “münezzeh” kabul ederler. Bunların hemen hemen çoğunluğu veya büyük bir kısmı da para canlısıdırlar. Hesaplarını çok iyi bilirler. Tunus diktatörünün karısının 50 kilo altınla kaçtığı, bir zamanlar milli bir kahraman olan eski savaş pilotu Mübarek’in ise aile varlığının 50 milyar dolar olgusunu hatırlayın.

ÜLKE BABASININ MALI GİBİ 

Bu yeteneksiz sonradan yetme diktatör ve despotlar çevrelerinde bir çıkarcı grubu ve çıkarları kanalize eden bir sistem kurmuşlardır. İhalelerden komisyon ve avanta almak en çok başvurdukları yöntemdir. Bazılarının çocukları ve damatları birer harikadır, yetenekleri ihaleleri kanalize etmek, mali oyunlara girişmek, para hareketlerine bulaşmak, bazan hayali ihracat, bazan ithalat yasalarını birkaç günlüğüne değiştirip ülkede ihtiyacı hissedilen mal getirtmek, bazan da birkaç gün için ithalat vergisini kaldırtmak gibi yetenekleri vardır. Tabii ülkeyi yöneten babaları olduğu için herşey kitabına uygun yapılır, kanun önünde suçlu bulunmayı önlemek için türlü yollar, yöntemler geliştirilir. Bu sistem yıllarca kamu kaynaklarını ve suyun başında olmanın, güç sahibi olmanın tek amacının “çıkarlarını korumak” şeklinde düşünenlerden oluştuğu için, zamanla ellerindeki geçici gücü kaybedeceklerini anlayıp “sular akarken testi doldurmanın” gereğini yaparlar ve bu yüzden gözleri de karadır, büyük riske girerler bazan. Bunların ortak özellikleri ise siyasal krediyi kişisel krediye dönüştürme başarısıdır ki, bu da haksız iktisap, şaibeli servet edinme tanımına girer... Bazıları da eğer ülkeleri sözde demokratik sistem içinde çalışıyor görüntüsü veriyor ise, bunlardan bazıları parlamento çoğunluklarına güvenip her türlü yasadışı, etik dışı, ahlak ve dinsel değerlere ters gelen davranışlara yasal bir kılıf bulma çabası içindedirler. Yasaları kendi çıkarlarına uydururlar. Onlar kendilerini devlet sanırlar. Sanki ülke babalarının malı imişçesine davranırlar. 

Polis onların polisi, ordu onların ordusu, hükümet onların hükümeti, bakan onların bakanı, ülke onlarındır... Bunlardan bazıları kamu mallarını kendi malları, kendilerini de devlet sanırlar. Fransızların ünlü XIV. Louis’nin deyimi ile “l’etat, c’est moi.- devlet benim” derler her hareketleriyle.

KENDİ SONLARINI KENDİLERİ GETİRİR

Onlar fanidir, ama devletler ebedidir, milletlerin yaşamında bir tek faninin yaşamının önemi devede kulak kalır. Ama bu muhteris faniler yaptıkları kötülükle devletlerin çökmesine, milletlerin zillete düşmesine neden olabilir sırf kendi çıkarları için. Benden sonrası tufandır mantığı işler çoğu kere. Bunlar muhalefetten hiç hoşlanmazlar, çünkü onların gerçek yüzünü muhalefet ortaya çıkaracağı için, muhaliflerden nefret ederler, her fırsatta muhaliflerini sudan bahanelerle, uydurma belgelerle, yalancı tanıklarla hapse attırırlar. Muhalifler ortadan kalkınca onlar her şeyi güllük gülistanlık görürler. Ama bu aldatmaca uzun vadeli olamaz. Eninde sonunda bu işin sonu gelir. İşin kötüsü diktatörlerin çoğunun cesareti cehaletlerinden kaynaklandığı ve çıkar odaklı olduğu için bazıları en ufak bir baskı karşısında “mezar arasında türkü söyleme” türünden göstermelik kahramanlık yaparlar, yiğitlik pozuna bürünürler, aptalca girişimlerde bulunmaya başlayıp kendi sonlarını hazırlarlar. Bir gün hiç beklenmedik bir olay, bir yanlış uygulama, polisin yaptığı bir hata veya bir aptalca siyasi hareket, tıpkı bir barajın önündeki setin yıkılması gibi birdenbire direnişi ateşleyebilir. Birçok yeteneksiz muhteris, eninde sonunda tarih sahnesinden silinip gitmiştir. Arkalarında bir yığın pislik, bir o kadar avantacı ve ülkelerini sömüren sülükler, yıkılan umutlar, devletlerine ve halklarına verdikleri zararla... 

Prof. Dr. Tevfik Dalgıç / Teksas Üniversitesi-Dallas

Aydınlık/ 14.12.2015