2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ağustos 2014 Salı

MEHMET ALİ GÜLLER/ 10 Ağustos'un sonuçları

mehmetaliguller
 
Erdoğan'ı yüzde 51,8'le Çankaya'ya çıkaran 10 Ağustos seçimi partiler ve seçmenler açısından derslerle doludur. Bugün 10 Ağustos'u Erdoğan, CHP, MHP ve Türkiye Cephesi açısından inceleyeceğiz:
 
ERDOĞAN AÇISINDAN:
1) Erdoğan 55,7 milyon seçmenin sadece 20,8 milyonunun oyunu alarak Çankaya'ya çıktı. Bu, toplam seçmenin sadece yüzde 37'si demek. Yani Erdoğan Çankaya'ya çoğunluğun tercihi olarak çıkamadı.
 
2) Oysa Erdoğan'ın AKP'si daha dört ay önceki 30 Mart seçimlerinde 20,5 milyon oy almıştı. Üstelik seçmen sayısı da 52,7 milyondu.
 
Aslında yapısı açısından cumhurbaşkanlığı seçimini kıyaslamak için en uygunu 12 Eylül 2010 referandumudur. Erdoğan orada 22,2 milyon seçmenin oyunu almıştı ve seçmen sayısı da 49,6 milyondu.
 
Yani aslında Erdoğan ciddi bir oy kaybetmiş durumdadır!
 
3) Bu rakamlar, Erdoğan'ın başkanlık hayallerini bitirmiştir. Erdoğan artık sadece cumhurbaşkanıdır ve aldığı oy oranıyla ayda bir bakanlar kuruluna başkanlık etmesi mümkün değildir.
 
4) Yüzde 51,8 AKP'de kâğıtların yeniden dağıtılmasına neden olacaktır. Erdoğan'ın bu oy oranıyla AKP üzerinde tam denetim kurması mümkün değildir. Üç ay sonra sorunlar başlayacaktır.
 
CHP-MHP AÇISINDAN:
1) Ekmeleddin İhsanoğlu'nun Erdoğan'a kırmızı halı olmaktan öteye gidemeyeceği bir de rakamlarla ortaya çıkmıştır. İhsanoğlu, CHP ve MHP'nin 30 Mart'taki toplam oyunun epey altında kalmıştır.
 
2) Tarih kitapları şöyle yazacaktır: Erdoğan'ı CHP'nin önceki genel başkanı Deniz Baykal başbakan, şimdiki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da cumhurbaşkanı yaptı!
 
3) Yine tarih kitapları şöyle yazacaktır: Gelen bir telefon üzerine Türkiye'yi 3 Kasım 2002'de erken seçime götürerek Erdoğan'a kırmızı halı seren Devlet Bahçeli, 2014'te de Erdoğan'a Çankaya için omuz vermiştir!
 
4) Erdoğan'ı Çankaya'ya çıkaran Kılıçdaroğlu ve Bahçeli "tıpış tıpış" istifa etmelidir!
 
TÜRKİYE CEPHESİ AÇISINDAN:
1) Oy kullanmayan seçmen sayısı 14,8 milyondur ve bunun 2,7 milyonu yurtdışında yaşayan seçmendir. Bir de 0,7 milyon geçersiz oy var.
 
Katılımın genelin çok üstünde olduğu 30 Mart'ta oy kullanmayan seçmen sayısı 6,1 milyondu. Geçersiz oylar da 1,8 milyondu.
 
Yurtiçinde oy kullanmayan ve geçersiz oy kullananların sayısı 12,8 milyondur. Bu 30 Mart'ta 7,9'du. Yani 4,9 milyon arttı. Hepsi İhsanoğlu'na gittiğinde kuşkusuz seçim sonuçlarını değiştirebiliyordu.
 
CHP'lilerin bu tablodan hareketle, kaybedilen seçimin sorumlusu olarak oy kullanmayanları ilan etmesi doğru değildir. Çünkü siyasetçi faturayı seçmene çıkaramaz! Yenilginin sorumlusu sandığa gitmeyen seçmen değil, seçmeni sandığa götüremeyen siyasetçidir!
 
2) 3 Temmuz'a kadar bizim de desteklediğimiz yeni bir aday arayışı gerçekleşmiş olsaydı, Erdoğan birinci turda kesinlikle kazanmayacaktı. Sonuçlar bunu bir kez daha teyit etti.
 
Ancak hem 3 Temmuz hem de 10 Ağustos geride kaldı ve biz önümüze bakacağız. Orada da tablo lehimizedir. 55,7 milyon seçmenin 34,9 milyonu Erdoğan'a oy vermemiştir ve bu büyük çoğunluktur.
 
10 Ağustos süresinde, "ne Erdoğan ne Demirtaş" diyerek işte bu oluşacak tabloya işaret etmiştik. Sandığa İhsanoğlu için giden de, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'nin kaybedecek aday dayatmasına isyan edip sandığa gitmeyen de, Türkiye Cephesi'ndedir. 3 Temmuz ve 10 Ağustos tartışmalarını ve "sandığa gidilseydi Erdoğan kazanamazdı" suçlamalarını bir kenara bırakmalı ve Erdoğan'ı çıktığı yerden indirecek mücadeleyi seferber etmeliyiz.
 
3) İç ve dış politikaların işaret ettiği gerçek şudur: Erdoğan'la yürümez!
 
Peki, ne olacak? ABD'nin üç seçeneği var: a) Erdoğan'la düşe kalka devam etmek. b) Restorasyon hükümeti aramak. c) Amerikancı darbe.
 
Her üçünün de gerçekte seçeneksizlik olduğu ortadadır ve asıl Türkiye'nin bir seçeneği vardır: 34,9 milyona dayanarak ve Erdoğan'ın aldığı 20,8 milyon oyun bir bölümünün de desteğiyle Erdoğan'ı devirmek.
 
Bu Erdoğan'ı ABD tarafından deliğe süpürülmekten kurtaracak, Türkiye'nin restorasyon hükümetleriyle oyalanması engellenecek ve darbe tehlikesini bertaraf edecek! Yani toplam da AKP'nin de yararına olacak!
 
Aydınlık / 12.08.2014

DOĞU PERİNÇEK/ Emekçilerin ön cephesi seçimde ne yaptı

doguperincek
 
Öncelikle saptayalım, Ağustos sıcağında yapılan bir seçimde sandığa gidenlerin yüzde 73 oranında olması dikkat çekicidir. Tek başına bu oran, boykot çağrısının halktan ne kadar kopuk olduğunu anlamaya yeter. Katılma oranlarını bahar aylarında yapılan seçimlerle kıyaslamak bu açıdan doğru değildir. Seçmenin bir kesimi kıyılardadır, yaylalardadır ve mevsimlik işçi olarak oy kullanacağı yerin uzağındadır.
 
Fakat daha anlamlı olan, emekçi halkın ileri kesimlerinin tavrıdır. Çünkü boykot, ancak işçi sınıfının mücadele cephesinde bir yankı yaratabiliyorsa, ciddiye alınabilecek bir seçenektir.
 
SEÇİM ÖNCESİ GÖZLEMLER
Seçimden önce Soma, Kınık, Milas ve Yatağan'da işçi önderleriyle, sendika yöneticileriyle ve işçilerle görüşmeler yaptım. Son aylarda işçi sınıfının ön cephesinde mücadele eden enerji ve maden işçileriyle beş saat gibi çok uzun süren söyleşilerimiz oldu. Yine İstanbul'da grev ziyaretlerinde bulunduk. Gördük ki, emekçi halkın ileri kesimlerinde boykot eğilimi yok, sandığa gitme eğilimi güçlü.
 
İŞÇİ MÜCADELESİNİN SICAK OLDUĞU ALANLARDAKİ VERİLER
Seçimden sonra Aydınlık gazetesi Yazı İşleri Müdürü Ergün Gedek arkadaşımdan rica ettim. Bana işçi mücadelesinin sıcak olduğu yerlerdeki sandığa katılım oranlarını çıkarttı. Veriler çok çarpıcı ve çok öğretici.
 
                     Yüzde
Soma:            83.7
Kınık:             87.5
Milas:             81.9
Yatağan:        84.8
Hatay:            82.1
 
Görüldüğü gibi, emekçi halkın mücadele cephesinde yer alanlar sandığa çok yüksek oranda gitmişler. Boykot çağrısı işçi sınıfının ileri mevzilerinde hiçbir yankı yaratmamıştır. Seçim öncesi gözlemlerimi İşçi Partisi'nin Merkez Karar Kurulu'nda da dile getirmiştim. Seçim sonuçları o gözlemleri doğruluyor.
 
RENKLİ HARİTALARIN DİLİ
Gazetelerde üç adayın oylarını renkli olarak gösteren haritalar da, çok şey söylüyor. Sanayinin geliştiği ve ilerici oyların yoğunlaştığı Akdeniz, Ege, Marmara kıyıları ve Trakya, seçim sandığına koşuyor ve Ekmeleddin İhsanoğlu'na oy veriyor. Bu tablo da, boykot çağrısının ilerici halkı etkilemediğini ortaya koyuyor.
 
PROTESTOCULAR KİMİNLE BULUŞTU
Bu Cumhurbaşkanlığı seçiminde sandığa gitmeyenlerin büyük çoğunluğu, siyasete duyarlı olmayan seçmenlerdir. Güneydoğu bölgemizde katılımın göreli düşük olması da çok anlamlıdır.
 
Protestocu küçük bir kesim geri seçmen kitlesiyle buluşmuştur.
 
Aydınlık / 12.08.2014

11 Ağustos 2014 Pazartesi

2014 CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİM SÜRECİNDE AYDINLIK GAZETESİ'NDEN BAZI BAŞLIKLAR

                                                                       17.06.2014
                                                                   30.06.2014
                                                                         02.07.2014
                                                                    03.07.2014
                                                                    04.07.2014
                                                                   09.08.2014      
                                                                         11.08.2014

Güneş Erkul: Tıpış tıpış…

 
 
Ayıptır birbirimize girdik! İşte düşmanın gerçek zaferi budur, birbirimize düşmemiz, bu durumda buna sebep olanları mı yargılamalıyız, yoksa birbirimizi mi yaralamalıyız.Ve yaralarsak nasıl birlikte yürüyeceğiz.
 
“Boykot çağrıları” etkili oldu söylemini yayanlar (bunu temiz yürekle, anlık sinirle yapanları tenzih ediyorum), bizi bölmeye çalışıyorlar.

Boykot etkili oldu ama boykot çağrıları değil. Kim yaptı boykot çağrısını? Ne gücü var ki bu çağrıyı bireysel olarak yapanların bu kadar etkili olsun.
 
Ekmeleddin’e en sert muhalefet yapan İP bile “boykot”u açıkça eleştirdi, Perinçek sandığa gitti, İP yayınlarında “sandığa gidin” çağrısı yapıldı.

Bireysel kızgınlıkla veya sonucu baştan belli bir oyun olduğu düşüncesiyle “boykot” çağrısı yapanların kanalı yoktu, gazetesi yoktu, ama sandığa git diye gece gündüz yayın yapan;

Cumhuriyet Gazetesi vardı.

Ülkenin 3. veya 4. en büyük tirajlı gazetesi olan Sözcü Gazetesi vardı.

Yeni Mesaj gazetesi vardı.

Yeniçağ gazetesi vardı.

Doğan Medya gurubu vardı.

Yurt Gazetesi vardı.

Fetullahçı medya vardı ki Zaman sözde 1Milyon tirajı varmış.

Fox vardı.

“Sandığa gitmeyen Tayyibe oy verir” propogandasını yapan bir çok kanal gazete yazar çizer vardı, Halay kanalı flash tv bile vardı.

Ortadoğu Gazetesi vardı.
 
Bengütürk tv vardı.

CHP tabanında önemli bir izleyicisi olan tabanı çok büyük ölçüde etkileyen propoganda yöntemlerinde çok profesyonel olan Halk Tv vardı.

Sosyal medya desen gerek bireysel profiller veya milyonluk sayfalar sandığa gitmezseniz “hainsiniz” dozunda gece gündüz paylaşımlar yaptılar.
 
Kılıçdaroğlu “tıpış tıpış sandığa gideceksiniz!” dedi.

Hayatındaki ilk muhalefetini Star Ana Haber’den kovulduktan sonra yapan Uğur Dündar, Ekmeleddin İhsanoğlu için kendini adeta paraladı ve dedi ki: “Sandığa gitmeyen Atatürk’ü ağzına almasın!”
 
Ve dahası..

Uzatmayım..
 
Bunca olanağa ve çabaya karşın insanları sandığa motive edemiyorsanız,birşeylerin değişeceğine inandıramıyor, sandığa götüremiyorsanız, tehditler ve korkutmalar da işe yaramıyorsa ilk önce iğneyi kendinize batırmanız gerekir.
 
Ve sorgulanması gereken diğer konu bu çatı aday CHP/MHP oy toplamının üstüne AKP tabanından da oy getirecek palavrasıyla aday gösterilmedi mi? Bırakın onu CHP/MHP toplamı kadar bile oy alamadı.
 
Son söz; sözde liderlerin kabahatlarini birbirimize yüklemenin bundan sonraki mücadelemize yararı değil kapanmayacak zararları olacaktır.
 
İLK KURŞUN / 11,08,2014

CHP İZMİR MİLLETVEKİLİ PROF.DR.BİRGÜL AYMAN GÜLER'DEN 10 AĞUSTOS SEÇİMLERİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRME



10 AĞUSTOS DEĞERLENDİRMESİ

10 Ağustos 2014 günü yapılan sandıklı cumhurbaşkanı seçimi sonuçlandı. İki turlu olan seçim, birinci turda AKP adayının geçerli oyların % 51,8’ini almasıyla sonuçlandı. CHP – MHP’nin Çatı Adayı geçerli oyların % 38,4’ünü alırken, HDP adayı % 9,8 oy aldı.

Seçim için 53 milyon seçmen varken bunun 40 milyonu oy kullandı. Henüz kullanılıp geçersiz olan oy miktarını bilmiyoruz.

Kabaca hesapladığımızda, toplam seçmen bakımından oy dağılımı sırasıyla şöyle: % 39, % 28, % 7,5… Bu oranlara bakarak, AKP Adayının balkon konuşmasında yapacağını söylediği şeyleri yapmasının pek de kolay olmayacağını şimdiden görmek önemlidir.

AKP Adayı için “sonun başlangıcı” olan bu seçim sonuçları, Çatı Aday’ın partileri için de bir “yeniden yapılanma” dönemi açacaktır.

Aşağıda belirtilen nedenlerle…

1. İki turlu seçim gerçeğine aykırı formül sorunu

İki turlu seçimlerde ikinci güçlü adayın şansı, birinci turda birden fazla aday çıkarılarak artırılır. Birinci turda Çatı Aday formülü, bu basit gerçeğin atlanması anlamına gelmiştir. Birinci turda tüm yumurtalar tek sepete toplanmıştır. Seçimin ilk turda rakip aday lehine sonuçlanmasında, bu stratejik hatanın etkisi büyüktür.

2. Çatı Aday için tahmini oy beklentisinde hesap yanlışı

Cumhurbaşkanlığı da dahil, ulusal genel seçimler yerel seçimlerle karşılaştırılamaz. Çünkü yerel seçimlerde seçmen davranışı kendine özgü dinamiklere sahiptir.

Çatı Aday formülünün tercihinde ikinci hata bu noktada yapılmıştır.

Çatı Aday formülü, 30 Mart 2014’te yapılan son yerel seçimlerde alınan oylar toplanarak umut verici görüldü. Bu seçimde CHP-MHP-destek açıklayan diğer partilerin oy toplamı % 46 idi. Çatı Adaylığa AKP tabanından oy alabilecek özelliklerde biri aday gösterilerek, ihtiyaç olan % 4’ün kolayca toplanabileceği hesaplandı.

Oysa aynı hesap 12 Haziran 2011 genel seçimleri temel alınarak yapılsaydı; Çatı Aday’a destek açıklaması yapan tüm partilerin toplam oylarının % 40,7 olduğu ve ihtiyaç duyulan oyun %10 düzeyinde olduğu görülürdü.

3. Çatı Aday yeni oy getirmediği gibi önceki oyların da kaçmasına neden oldu

Çatı Aday formülüyle yeni oy kazanılamamıştır. Bunun açıklaması bellidir; Çatı Aday AKP seçmeninde hiçbir olumlu etki yaratamamıştır.

Yeni oy çekilemediği gibi, önceki seçimlerde alınmış oylardan geriye düşülmüş; partiler tabanlarının desteğini yitirmişlerdir.

Çatı aday 2011 genel seçimlerine göre % -2,24 oy yitirdi ve 2,1 milyon seçmenin kaçmasına yol açtı.

2014 yerel seçimlerine göre bakılırsa, kayıp % -7 düzeyindedir. Seçmen kaybı 5,1 milyon kişidir.

4. Yitirilen oylar nereye gitmiş olabilir?

Bu seçimde yalnızca “geçerli oy”lar sayılır; dolayısıyla sandığa gidip geçersiz oy kullananların oyları, oy dağılımına dahil edilmez. O halde geçerli oylar bakımından kaybın 3 nedeni olabilir:
a) Sandığa gitmeyen seçmen faktörü: 53 milyon seçmenden % 25’ine denk gelen 13,2 milyon seçmen sandığa gitmemiştir.
b) HDP adayına kayan seçmen faktörü: Bu partide 2011 ve 2014’e göre % 3,8 oy artışı vardır.
c) AKP’ye kayan seçmen faktörü: Yok görünmektedir. Çünkü AKP önceki iki seçimde aldığı oylardan daha az oy almıştır. AKP 2011’de 21,5 milyon; 2014’te 20,5 milyon oy almışken cumhurbaşkanlığı seçiminde oy miktarı 20,9 milyon düzeyindedir. 
AKP’ye kayma olasılığının MHP seçmeni için daha mümkün olduğu düşünülebilir; bu açıdan MHP seçmeninin sonuca etki edebilecek bir kayması olmamış görünmektedir.

Seçmen kaybının, HDP’ye kayma faktörü bakımından CHP’den olduğu söylenebilir. Kamuoyuna da yansıdığı üzere HDP bir CHP milletvekilini aday gösterme girişiminde dahi bulunmuştu.

Sandığa gitmeme faktörü, hem CHP hem MHP seçmeninden kaynaklanmış olabilir.

5. Sandığa gitmeme nedenleri

Cumhurbaşkanlığı seçimine katılım % 75 düzeyindedir. Sandıklı cumhurbaşkanlığı rejimini getiren 2007 Referandumu’na katılım % 67 idi. Aynı konuyla ilgili bu iki yoklamada düşük katılım, fiilen getirilen “başkanlık rejimi”ne karşı soğukluk duygusu ile ilişkilendirilebilir.

Toplam 13,2 milyon seçmenden önemli bir bölümünün sınıflandırılamayacak kadar çeşitli nedenlerle sandığa gitmemiş olduğu düşünülmelidir.

Ancak bu kütlenin bir başka önemli bölümünün de, oy kaybı yaşayan Çatı Aday’a onay vermeyen seçmen olduğu tahmin edilebilir. Bunun dayanağı, önceki seçimlere kıyasla bu seçimde oy kaybı yaşayan adayın yalnızca Çatı Aday olmasıdır.

Çatı Aday, CHP – MHP genel başkanlarının partilerinden ayrı kişisel tasarruflarıyla belirlenmesinin “dayatma” olarak algılanması ve her iki parti tabanlarının adayı kendi ilkelerine uygun bulmaması nedenleri başta olmak üzere adayın kapsamlı amaç yokluğu, strateji yanlışlıkları, kampanya yetersizlikleri gibi faktörler sonucunda onay görmemiştir.

6. Sorumluluğun adresi neresidir?


Çatı Aday’ın sahibi parti yöneticileri, izledikleri yöntemle partilerini by-pass ettikleri ve riski – bedeli üstlenmeye istekli olduklarını ilan ettikleri halde, seçim sonuçlanınca “sandığa gitmeyen seçmen”i sorumlu tutma cesareti sergilemişlerdir.

İkinci olarak, seçimin eşit ve adil koşullarda olmadığı konusuna vurgu yapmayı yeğlemişlerdir.

Üçüncü olarak, “temiz siyaset”e destek vermeyen halk / seçmen varlığından şikayet etmişlerdir.

Parti yöneticilerinin gösterdikleri bu üç adres, parti yönetimlerinin demokratik siyasetin sorumluluğun gereğini yerine getirmek yerine bundan kaçmaktan ibaret üzüntü verici bir manzaradır.

Yaşanan hezimetin sorumluluğu, elbette, Çatı Aday formülü yanlışını yaratıp milyonlarca seçmene dayatarak kabul ettirmeyi deneyen yetkililerin kendilerindedir.

[BAG, 11 Ağustos 2014]

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Gül - Arınç - Çiçek kılıçları çekti

akp
 
Erdoğan'ı Köşk'e gönderme hesapları yapan AKP'de Gül, Arınç ve Çiçek'in başını çektiği ekibin kendilerini tasfiye etmeye hazırlanan Erdoğan'a karşı operasyon başlatacağı belirtiliyor.
 
Gül-Arınç-Çiçek ekibinin, Erdoğan'ın partideki egemenliğini sürdürmek için yapmayı planladığı olağanüstü kongreyi engellemek üzere bir eylem planı yaptıkları öne sürüldü. Aydınlık'ın edindiği bilgilere göre, operasyonun başında Bülent Arınç var. 28 Ağustos'tan itibaren AKP kurucusu kimliğini yeniden masaya koymaya hazırlanan Abdullah Gül ile Meclis Başkanı Cemil Çiçek de bu operasyona destek veriyor.
 
KONGRE'DEN ÖNCE KÖŞK'E YOLLAMA PLANI
Gül-Arınç-Çiçek ekibinin, partideki etkinliklerinin kırılacağı "baskın kongreyi" önleme planında en önemli eşik, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu. Erdoğan şayet ilk turda seçilirse, Gül-Arınç-Çiçek üçlüsü Erdoğan'ın başbakanlık koltuğunu bırakmasını sağlayacak. Dün medyaya sızdırılan belgelerde Kenan Evren döneminde yapılan uygulamaya gönderme yapılırken, bu uygulamanın Erdoğan için de geçerli olduğu ifade edildi. TBMM Başkanı Cemil Çiçek de Gül ve Arınç'la aynı noktada birleşmiş durumda. Erdoğan'ın Başbakanlık görevinin, YSK kararının Resmî Gazete'de yayınlanmasıyla birlikte sona ereceği kampanyasına hız verilirken, bu konudaki tartışmaların önümüzdeki günlerde daha da alevleneceği bildiriliyor.
 
ARINÇ VEKALETİN PEŞİNDE
Cumhurbaşkanı Gül ve AKP'deki ekibinin hesapları tutarsa, AKP'de baskın kongre önlenmiş olacak. Partiyle ilişiği kesilecek olan Erdoğan'ın, hem partide hem de hükümetteki koltuğuna kimin vekalet edeceği gündeme geldiğinde ise sahneye Bülent Arınç çıkarılacak. Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç'ın, son haftalarda hem parti içi toplantılarda hem de Ankara'da kendisine yakın bürokratlarla yaptığı görüşmelerde ısrarla bu konuyu işlediği belirtiliyor. Arınç'ın bu toplantılarda özetle "Parti benim başkanlığımda kongreye gitmeli, Abdullah Gül de kongrede olmalı" mesajları verdiği öğrenildi. Arınç'ın bu kampanyayı yürütürken en büyük desteği, tüzükteki üç dönem şartı nedeniyle tasfiye olma endişesi yaşayan vekillerden aldığı belirtiliyor.
 
Plan, bütün aşamalarda sorunsuz ilerlerse, Arınç'ın kontrolünde kongreye gidecek olan partide Abdullah Gül'ün de yeniden aktif görev alması, belki de genel başkan olması sağlanmış olacak. Erdoğan'ın, partiyi Köşk'ten idare etme planı ise bu sayede çöpe gidecek. Erdoğan'ın "Başbakan da, parti başkanı da aynı kişi olmalı" çıkışının arkasındaki gerçek sebebin de bu olduğu konuşuluyor. Erdoğan'ın bu yolla Gül'ü devre dışı bırakma planları yaptığı ifade ediliyor.
 
EVRAN MODELİ NEYDİ?
Çiçek'in yaptırdığı çalışmaya göre, Erdoğan'ın seçilmesi halinde Kenan Evren dönemi ile örtüşen bir durum ortaya çıkacak. Turgut Özal'ın 31 Ekim 1989'da Cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen sonra 1 Kasım 1989'da Evren Meclis'e bir yazı göndererek, Özal'ın başbakanlığının sona erdiğini bildirip, yerine vekaleten atama yaptı. Evren'in Meclis'e gönderdiği yazı Genel Kurul'da okundu. Özal, Cumhurbaşkanlığı görevini Evren'den devralacağı tarihe kadar elinde hiçbir yetki ve makam olmadan beklemişti. Aynı metodun, Erdoğan için uygulanması gündemde.
 
Aydınlık / Ankara / 09.08.2014

8 Ağustos 2014 Cuma

MUSTAFA MUTLU/ Uğur Dündar’dan Atatürkçülük dersleri!

mustafamutlu
 
Çok şükür bir haftalık tatil bitti; biraz dinleniriz artık!
Her yer aşırı kalabalıktı; her yer karmaşa...
Gideceğimiz yere ulaşmak bile çileydi...
Güneş derseniz, insanda derman bırakmıyordu!
Tatil boyunca kendime kızıp durdum:
“Hayatın boyunca kaç gün tatil yaptın da çok bilirmişsin gibi yollara düştün? Kırıp dizini otursan oturduğun yerde ölür müsün? Neden boş yere kendini telef edersin bre gafil?”
 
***
Ben yokken çok şey oldu ya da hiçbir şey olmadı; baktığınız yere bağlı...
 
Beni şaşırtan tek gelişme, gazeteci büyüğüm sevgili Uğur Dündar’ın amacını aşan sözleriydi.
 
Aydın’da Kent Konseyi’nin toplantısına katılmış ve “Sandığa gitmeyen Atatürk’ün adını bir daha ağzına almasın!” demiş.
 
***
Ah be canım abim, güzel abim; bu sözler yakıştı mı sana?
 
Kaldı ki aramızdaki en “sabıkalı” sensin...
 
Bugün gırtlak gırtlağa girdiğin Recep Tayyip Erdoğan iktidara geldiğinde ona inanan, “Arena”ya çıkartıp suya sabuna dokunmayan sorular soran sen değil miydin?
 
Şimdi ne hikmetse, varınla yoğunla Ekmeleddinci kesildin...
 
Dön de bir bak arkana; ne Kemal Kılıçdaroğlu ne de Devlet Bahçeli senin kadar propagandasını yapıyor Ekmel Bey’in!
 
***
Benim sözüm var; yeni cumhurbaşkanının seçileceği güne kadar bu konudaki tavrımı yazmayacağım, “Oyunuzu vermeyin” ya da “Şuna verin” demeyeceğim!
 
Ama sen de biraz yavaş git be Uğur abi...
 
Ustamsın, benden daha iyi bilirsin:
 
Gazeteci, hiçbir siyasetçiye “pazarlamacılık” yapmaz; varsa yanlışlarını gösterir o kadar!
Ama sen yıllar önce bunu Recep Tayyip’e yaptın; şimdi Kılıçdaroğlu’nun, dolayısıyla Ekmeleddin Bey’in yanındasın...
 
Gerçek gazetecilik yapıyormuş gibi her ikisini de bir güzel karşına alıyorsun ama... Vatandaşın yanıtını beklediği soruları soramıyorsun.
 
Kemal Bey’e, “Nereden çıktı bu Ekmeleddin Bey? Bu tür tercihlerle CHP’nin gerçek tabanının tepkisini çektiğinizin farkında değil misiniz? Yerel seçimlerden önce ABD Büyü-kelçisiyle iki kez buluştunuz, ne konuştunuz?” diyemiyorsun...
 
Muz ortalar yapıp, kısa boylu Kılıçdaroğlu’na kendi kalesine kafa golleri attırıyorsun.
 
Ekmeleddin Bey’e ise tek soru sorman yeterli, soramıyorsun:
 
“Aday gösterilmeseydiniz, kime oy verirdiniz?”
 
***
Haddimi aşıyorsam; bağışla ustam... Ama bilirsin; Atatürkçülüğüme, devrimciliğime laf söyleyen babam olsa lafımı esirgemem.
 
Bunca zamandır Atatürkçüsün...
 
Hele bir söyle de öğrenelim, “Ilımlı İslam” Atatürkçülüğün neresinde var?
 
Ya da şeriatçı Suudi Arabistan Kralı’nın örgütünden maaş alan bir adamın cumhurbaşkanlığına karşı çıkmak, neden Atatürkçülük’ten çıkarsın ki insanı?
 
***
Sen Ekmeleddin Bey’i istediğin gibi destekleyebilirsin... Alt tarafı ömrün izin verirse bir beş-on yıl sonra da onun için “Yanılmışım, ben onu demokrat sanmıştım” dersin; olur biter!
Ama sen sen ol, kimseye çamur atma...
 
***
Ha; “Vatandaş seçimde ne mi yapacak?”
Sana ne? Bırak ne yaparsa yapsın...
En sıradan CHP’li bile emin ol, senden-benden daha akıllı davranacaktır!
 
Aydınlık / 07.08.2014

SEMİH KORAY/ ABD, 'muhalefet'in güçsüzlüğünden niye yakınıyor(du)?

semihkoray
 
1980'lere kadar, devrimin yükseldiği çok kutuplu bir dünyada, ABD kendi nüfuz alanı içindeki ülkelerde bile, "milli devletlerle bir arada yaşama" olgusunu şu ya da bu ölçüde kabullenmek zorunda kalıyordu. Bu dönemde ABD açısından daha dolaysız bir hakimiyet kurmanın biricik yolu, faşist askeri diktatörlükler tezgahlamaktı. Millet içinde toplumsal bir karşılığı bulunmayan bu diktatörlüklerin sürdürülmesi, "çıplak zor"a dayanmaktaydı.
 
1980'lerden itibaren hedefi büyüten ABD, Ezilen Dünya'nın milli devletlerinin toptan tasfiyesini gündemine aldı. Toptan tasfiye, yalnızca iktidarın denetim altına alınmasıyla gerçekleştirilemez. Aslında muhalefet de dahil, bütün siyasal yelpazenin yeniden şekillendirilmesi de yetmez. Toplumsal yapının tamamının istenen hedef doğrultusunda dönüştürülmesi gerekir. Bu nedenle ABD'nin ülkemize ilişkin "Kemalist Devrim yerine Ilımlı İslam" programı, sadece iktidarı değil, muhalefeti ve toplumsal yapıyı da kapsamaktadır.
 
YANDAŞ MUHALEFETE YÜKLENEN İŞLEV
ABD yönetim çevreleri, bir süredir ülkemizde "meclis içindeki muhalefetin" güçsüzlüğünden yakınıyor. Kastedilen kuşkusuz milli güçlerin muhalefeti değildir. Buradaki "güçsüzlük", milli devletin yıkımı ve toplumun dönüştürülmesinde "yandaş" muhalefete verilen rolün yerine getirilmesine ilişkindir.
 
"Muhalefet"e yüklenen birinci işlev, ABD'nin "Türkiye Programı"nın meşrulaştırılması ve buna olan itirazların marjinalleştirilmesidir. Bu amaca, muhalefetin "tamamlayıcı" etkisi olmaksızın, tek başına iktidar tarafından ulaşılamayacağı açıktır. İkinci işlev, emperyalizme karşı mücadelenin sistem içinde tutularak "ehlileştirilmesi"dir. Özellikle Türkiye gibi Amerikan karşıtlığının son derece yüksek olduğu bir ülkede, bu hedefe de "etkisi güçlendirilmiş yandaş bir muhalefet"in yokluğunda ulaşılamaz. Üçüncü amaç da, izlenen yol haritasının dönüm noktalarında, "muhalefet"in kritik adımların atılmasına engel olmamasını güvence altına almaktır.
 
YANDAŞ MUHALEFETE KUVVET AŞISI
Ülkemizde halkın mücadelesinin yükselişi, karşı devrim iktidarını sarsmış ve emperyalizmin gözünü korkutmuştur. Bu durum, ABD açısından "yandaş bir muhalefeti", en az "yandaş bir iktidar" kadar önemli hale getirmiştir. ABD'nin hızla güç yitirmesi, araç olarak kullandığı güçler arasında eşgüdüm sağlamasını zora soktuğu gibi, bu güçleri halkın yükselen mücadelesine karşı acil olarak yeniden konuşlandırma gereksinimine yol açmıştır.
 
Erdoğan - Gülen çatışması, bu koşulların ürünüdür. Yerel seçim sürecinde ABD'nin düğmesine bastığı, ama aynı zamanda açık biçimde arkasında durmamaya özen gösterdiği 17 Aralık operasyonu, ülkemizde Erdoğan'a karşı birikmiş öfkenin Kılıçdaroğlu - Gülen ittifakına kanalize edilmesini amaçlamaktaydı. Cumhurbaşkanlığı Seçimi'ne "Cumhuriyet'in adayı"ndan yoksun olarak gidilmesine yol açan tertip de, aynı amaca yöneliktir.
 
TÜRKİYE'Yİ BÖLMENİN PEŞİNDEKİ ABD KENDİ GÜÇLERİNİ BÖLÜYOR
ABD'nin halkın yükselen mücadelesi karşısında başvurmak zorunda kaldığı bu tertiplerin kendisine olan maliyeti yüksektir. Tertipler, hem karşı devrim iktidarı içinde önemli bir çatışma ve yıkıma yol açmış, hem de mevcut CHP ve MHP yönetimlerini halkın gözünde aşılması gereken hedefler haline getirmiştir. Bölgemiz ve ülkemizdeki mücadele, Türkiye'yi bölmenin peşindeki ABD'yi kendi yandaşları arasında bölünmeyi tetikleyen bir yola sürüklemiştir.
 
Karşı devrim açısından, yandaş iktidarın da, yandaş muhalefetin de bütünlüğünü korumanın tek yolu, genel seçimlerin bir baskınla erkene alınması olarak gözükmektedir. ABD'nin yol haritası, bir bıçak sırtında ilerlemektedir. Dengenin millet lehine dönmesi, halkın meydanlardaki gücüne bağlıdır. Bunun için Türkiye'nin, "Cumhuriyet'in adayı yoksa, oy da yok" diyenlere de, "Erdoğan'a bir çizik olsun atabilmek" için İhsanoğlu'na oy vereceklere de şiddetle ihtiyacı vardır.
 
Aydınlık / 08.08.2014

SEMİH KORAY/ Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası bizi ne bekliyor?

semihkoray
 
Bizim milletimiz güçlüdür. 2007 Cumhuriyet Mitingleri, 19 Mayıs 2012’den bu yana “Milli Bayram Mücadeleleri”, Silivri çıkarmaları, Suriye’ye karşı kirli savaşa son mitingleri ve 2013 Haziran Ayaklanması, “Cumhuriyet yıkıcılığı”na karşı milyonları seferber etmiştir. Elde edilen sonuçların önemi açısından, Talat Paşa Komitesi’nin Ermeni Soykırımı Yalanı’na karşı mücadelesini ve gerici, bölücü, emek düşmanı anayasaya karşı Milli Anayasa Forumlarını da bu listeye eklemek gerekir. Tekel Direnişi ve Yatağan işçilerinin mücadelesinin tepe noktalarını oluşturduğu özelleştirmeye karşı işçi mücadeleleri ile Soma Faciası’na karşı gösterilen kitlesel tepkiler, Vatan ve Emek Hareketi’nin emek ayağını oluşturmaktadır.
 
ÖZGÜL AĞIRLIĞI OLAN BİR MİLLET
Bu durum, ABD’nin son zamanlarda Türkiye siyasetlerini belirlerken, neden yalnızca meclis içindeki iktidar ve “muhalefet” partileriyle yetinmeyip, “milletin özgül ağırlığını” da hesaba katmak zorunda kaldığını açıklamaktadır. Ülkemizde milli cepheyi bölme hedefi, artık Amerikan siyasetlerinin merkezinde yer almaktadır. Yerel seçimlerde de, Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde de aday belirleme sürecinde kurulan tuzaklar hep bu amaçladır.
 
Meydanlara çıkan millet, ABD’yi de, karşı devrim iktidarını da korkutup sarsmıştır. Ancak bu mücadeleler arasında, elde edilen sonuçlar bakımından, önemli bir ayrışma söz konusudur. Kitleyi somut bir hedef doğrultusunda yönlendiren bir karargâhın bulunduğu durumlarda mücadele başarıya ulaşmıştır. Ama böyle bir karargâhın yokluğu ya da zayıf olması durumunda, kitlenin açığa çıkan enerjisinin büyüklüğüne karşın, kalıcı sonuçlar elde edilememiştir. Şimdiden sonucu belli olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ni izleyecek günlerde, bu olgudan çıkarılması gereken çok önemli dersler vardır.
 
KARŞI DEVRİMİN YIĞINAĞININ HEDEFİ
Önümüzdeki dönemde ülkenin kaderini belirleyecek olan, milletin gücüdür. Emperyalizmin hazırlığı, ülkemizin bölünme sürecinde şimdiye kadar ertelenmiş belirleyici bazı adımların atılması üzerinedir. Yığınak, bu hedefe göre yapılmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nden sonraki adım, Millet Meclisi’ni “topyekûn milletten arındırma” amacını güdecektir. Bu nedenle genel seçimlerin erkene alınma olasılığı yüksektir. Baskın bir erken genel seçimle, hem CHP ve MHP yönetimlerinden Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde alet oldukları tertibin hesabının sorulmasının engellenmesi, hem de AKP içindeki merkezkaç kuvvetlerinin güç kazanmasının önüne geçilmesi planlanmaktadır.
 
TÜRKİYE CEPHESİ KARARGÂHI
Bu tertibin önüne geçmenin tek yolu, değişik partilere dağılmış bütün milli güçleri seferber edecek bir Türkiye Cephesi Karargâhı’nın oluşturulmasıdır. Gerek yerel seçimlerde, gerekse Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde “milleti açmaza alan” tertiplerin dayatılması, böyle bir karargâhın yokluğu nedeniyle mümkün olmuştur. Milletin, kendisine çözümsüzlüğün dayatıldığı değil, kendi çözümlerini dayatan bir güç olarak mücadele sahnesindeki yerini alması, ancak milli güçlerin, kitle örgütlerinin ve vatansever şahsiyetlerin birlikte oluşturacağı böyle bir karargâh sayesinde gerçekleşebilir.
 
MİLLETİ BÖLEMEYEN KARŞI DEVRİMİN KENDİSİ BÖLÜNÜR
Önümüzdeki dönem, karşı devrimin tertiplerini tezgahlayan ve onlara alet olan partilerin kendi içlerinde ayrıştığı bir dönem olacaktır. Karşı devrim ve payandaları, milleti bölemeyecekleri için, kendileri bölünecektir. Daha yükseğe çıkmış olanlar, daha yüksekten düşeceklerdir. Yeter ki, biz, bu milletin büyük enerjisini doğru hedeflere yöneltecek bir Türkiye Cephesi Karargâhı’nı zaman yitirmeksizin oluşturalım.
 
Aydınlık / 01.08.2014

BESSAM ABU ABDULLAH/ Erdoğan kazanır Türkiye kaybeder

bessamabuabdullah
 
Türkiye halkı üç gün sonra seçtiği yeni Cumhurbaşkanını Köşk’e çıkaracak. Sistemin seçim maskarası ve halkın dayatılan adaylara mecbur bırakılması ne kadar demokratik şüphesiz sorgulanmalı. Siyasi parti liderlerinin dikta taleplerine razı edilmesi başlı başına antidemokratiktir. Bu sistemin içinde demokrasi oyunu oynayanların, Türkiye dışındaki ülkelerde mevcut olan sistemlerle alakalı görüş beyan etmeleri en azından riyakârlık olarak ad edilmeli. Her Çarşamba Suriye Vatan gazetesi her Perşembe günleri de Aydınlık’ta yazıyorum. Aslında yukarıdaki başlığı Suriye Vatan gazetesi için seçmiştim. Halkımız ve Arap Dünyası Erdoğan’ın gerçek yüzünü görmeye başladı. Ancak bu yeterli değil. Çünkü Erdoğan’ın halen verebileceği zararlar var. Erdoğan Reis-i Cumhur makamına oturmak istiyor. Şüphesiz onun döneminde bu makam bütün devlet kurumlarına ve halkın hayatına müdahil olacak. Ancak Erdoğan kazandıkça Türkiye kaybedecek. Onun tek adamlılık döneminde Türkiye’nin şahlanacağını, yeni bir Türkiye’nin kurulduğunu pazarlayan dalkavuklar olacaktır. Kendi zaviyelerinden Erdoğan’ı bu şekilde tedavüle sokmaları anlaşılabilir. Fakat bölge ve Dünya başkentlerinden tek adam Erdoğan Türkiye’sinin hızlıca uçuruma yuvarlandığı görülmektedir. İktidarda kalması için her türlü tavizi verdiği ve her türlü görevi kabul ettiği aşikâr.
 
SEÇİLİRSE NE OLUR?
Peki, Erdoğan’ın seçildiğini varsayalım. Erdoğan-Davutoğlu rejiminin hâkimiyetinde Türkiye’nin bölgedeki konumuna bakalım:
 
1- Suriye, Irak, Lübnan ve Mısır ile ilişkiler bozuk. Suudi hanedanlığı ile limoni oldu. AB ile krizde. ABD ile alakalar, istenileni verdiği ve vermeye devam ettiği ölçüde iyi. Rejimin dostları Barzani, HAMAS, Katar ile Suriye ve Irak’taki cani ve haramiler ile Petrol mafyası.
Halkı, devleti, bölgeyi ve hatta dünyayı kutuplaştıran mezhep söylemleri bu rejimin omurgası. Bütün seçim yatırımlarını buna umut bağlayarak yaşıyor. Din, Allah, Muhammed, Kur’an, Sünnet, Camii ve son dönemlerde bayrak, millet istismarı revaçta. Her söylemi eylemi ile çelişen bu rejim fitne hastası ve münafıktır. Bu rejim Türkiye’yi artık bir rol model olarak sunamaz. Rejim Türkiye’yi itibarsızlaştırmış ve güven kredisini sıfırlamıştır. “İktidar olmak için Papaz elbisesi bile giyerim” diyen Erdoğan’ın İslami dini söylemlerine halen itibar edilmesi garip bir durumdur.
 
IŞİDİSTAN
Türkiye ve halkının kaybetmesi uğruna saltanata bu denli tutkuyla yapışan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ne anlama gelecek:
 
Erdoğan’ın mezhep fitneciliği, IŞİD türü zihniyetlerin Türkiye’nin merkezlerinde rahat örgütlenip aleni faaliyetlerde bulunması Türkiye’nin temellerine konulan dinamit misalidir. Erdoğan-Davutoğlu’nun yaktığı mezhep fitnesinin fitili ateş almıştır ve bu ateş en sonunda Türkiye’yi de yakar:
 
Türkiye’nin komşu ülkelere ticaret ihracatında görülür bir gerileme olmuştur. Komşuların ateş içindeyken bu yangının sana zarar vermeyeceğini düşünmek aptallıktır.  
 
Tekfiri dini-dar silahlı terör örgütlerin varlığı ve bunlarla irtibatlı olmak kendi ölüm fermanını imzalamak gibidir. Lübnan buna verilecek en iyi örnektir. Arsel bölgesi 3.5 senedir tekfiri dinci terör örgütlerine yataklık yapmaktaydı. Buradan Suriye’ye sızıyor ve terör eylemlerini koordine ediyorlardı. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Lübnan’da da bunların “Sünni devrimciler” ve “özgürlük savaşçıları” olduklarını pazarlayanlar vardı. Suriye’den sökülüp atılınca tekrar Lübnan’a kaçtılar. Suriye’de uygulamaya koydukları katliam, tecavüz, karanlık zihniyet ve talanı Lübnan’da hayata geçirdiler. Bugün bu çevreler ne kadar büyük bir hata işlediklerini idrak etmeye başladılar.
 
Türkiye’de muhalefet, aydınlar, gazeteciler ve her vicdanlı yürek Erdoğan-Davutoğlu rejiminin bu tekfiri fitne ve nifak şebekeleri ile yaşadığı flörtün ülke ve millet için oluşturduğu tehlikeye dikkat çektiler, çekiyorlar. IŞİD gibi vekâleten savaş ve terör uygulayan örgütlerin akrep olduğunu ve Putin’in deyimiyle cebinde akrep taşıyanın ne denli tehlikeli olduğunu söyleyenlere halen kulak verilmemektedir. Halen IŞİD’ten Suriye ve Irak’a karşı taktiksel bir fayda sağlayacaklarının gafleti içindeler. Sizlerin taktikleriniz varsa onlarında stratejik katil olma gibi bir özellikleri var. Erdoğan-Davutoğlu rejimini daha üst makamlara taşımak onların Yüce Divan sürecini uzatabilir. Ancak bu süreç uzadıkça kaybeden Türkiye ve halkı olacaktır.
 
Arapçadan çeviren:
Prof. Dr. Mehmet Yuva
Aydınlık / 07.08.2014

5 Ağustos 2014 Salı

2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi Üzerine DOĞU PERİNÇEK'in Görüşleri 5

doguperincek

DOĞU PERİNÇEK/ Köşkbaşkanı seçimi-4: 11 Ağustos istasyonundayız (Aydınlık/17.07.2014)

Tren 10 Ağustos istasyonundan kalktı.
 
O nedenle 10 Ağustos istasyonuna yetişme telaşında olanlar boşuna çırpınıyorlar. O istasyondan kalkmış olan trene artık yetişemeyecekler.
 
Cumhurbaşkanı seçimi 3 Temmuz 2014 günü tamamlandı. Gerçek seçimin takvimi ile resmî biçimin tamamlanmasını birbirine karıştırmayalım. 10 Ağustos'ta yapılacağı ilan edilen seçim, 3 Temmuz günü tamamlandı. Takvimdeki 10 Ağustos yaprağı koparıldı. Yarın 11 Ağustos ve trene ancak orada yetişebiliriz.
 
TREN 11 AĞUSTOS'A GELİYOR
Ve biz, 11 Ağustos istasyonundayız. Eğer 10 Ağustos'a göre siyaset oluşturmaya kalkarsak, trenin kalktığı istasyona koşmuş olacağız. Artık yapılmış olan bir seçimin sonucunu değiştirme şansımız yok. Bu durumda 11 Ağustos'a göre siyaset üretmek durumundayız.
 
11 Ağustos istasyonunun manzarasını görmeyen yok. Görmek istemeyenler de görüyor. Zaten 24 gün kaldı.
 
11 Ağustos'ta Tayyip Erdoğan iktidarı görünüşte pekişmiş olacak. Ekmeleddin İhsanoğlu ise görevini tamamlamış olacak. Asıl görevini tamamlamış olanlar, kuşkusuz Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli.
 
11 Ağustos istasyonunda iktidar mücadelesi vereceğimiz güç, Tayyip Erdoğan yönetimidir. 3 Temmuz, daha doğrusu 10 Ağustos öncesinin siyasetleri artık geçerli değildir.
 
Örneğin boykot! Boykot siyaseti, 10 Ağustos için tartışılabilirdi. Oysa tren 10 Ağustos istasyonundan kalktı ve 11 Ağustos'a doğru gidiyor. "Ekmeleddin İhsanoğlu'na oy verelim" diyenler ve boykotçular, treni kalktığı istasyonda yakalama davasındalar.
 
YAZ SONRASININ MANZARASI
11 Ağustos istasyonundan baktığımız zaman, önümüzdeki görev, Tayyip Erdoğan iktidarını yıkmaktır ve bölücü terör örgütünü temizlemektir. Bu iki görevin zamanı gelmektedir. Şartlar elverişlidir.
 
Biz, "ABD ne yapar yapar Tayyip Erdoğan iktidarını yaşatacak sıcak parayı bulur" diyenlere katılmıyoruz. Veriler bu görüşü desteklemiyor. Pazartesi akşamı umarım Ulusal Kanal'da Adnan Öztürk'ün görüşlerini dinlemişsinizdir. Türkiye ve dünya ekonomisini dikkatle izleyen bir sanayici ve birikimli bir aydın olarak, yaz sonrası için gerçekçi değerlendirmelerde bulundu. Aynı zamanda Türkiye'nin eşiğine geldiği programın ipuçlarını da verdi. Adnan Öztürk'ün açıklamaları, 11 Ağustos istasyonundaki mevzilenme ve görevler açısından öğreticiydi.
 
11 AĞUSTOS İSTASYONUNDAKİLER
Soma'da sendikacılarımızla ve işçilerle görüştüm. Ayvalık, Kınık, Bodrum ve Milas'ta esnafla, aydınlarla, kamu emekçileri ve köylülerle görüştüm. Muğla, Ortaca ve Marmaris'ten gelen arkadaşlarımdan bilgiler aldım. Her gün telefonla Trakya'dan Hatay Samandağ ve Hakkâri Uludere'ye kadar bilgiler alıyorum.
 
11 Ağustos istasyonunda işçi ve köylüden esnaf, tüccar ve millî sanayiciye kadar çok önemli bir güç toplanıyor. Türkiye'nin geleceğini belirleyecek bu güce, kalkmış olan trene koşmasını öneremeyiz. Onları 11 Ağustos istasyonunda geçerli hedeflerde ve görevlerde birleştirmek zorundayız.
 
TREN HANGİ YÖNDE GİDİYOR?
Ekonomik açıdan Türkiye ancak karma ekonomiyle çözülebilecek sorunlarla karşı karşıyadır.
 
Türkiye'yi bölme projesi, Suriye'nin zaferinden sonra çöktü. Barzanistan'dan Doğu Akdeniz'e uzanan "İsrail Koridoru"nu açamadılar ve "Kürdistan" adını verdikleri İkinci İsrail'i kurma planı bozguna uğradı. Buna bağlı olarak, Türkiye'nin PKK terör örgütünü temizleme koşulları doğdu. Cumhurbaşkanı seçiminde PKK'nın önünü açtılar ama bölge koşullarına bakarsak sonu gözüktü.
 
Dış siyasette, Türkiye'nin komşuları Suriye, Lübnan, Irak, İran, Azerbaycan ve hatta Mısır ve Cezayir ile bölgesel işbirliği yapması artık zorunludur. Türkiye, Batı'dan gelen basıncı komşularıyla ve yükselen Asya kıtasıyla işbirliği yaparak göğüsleyecektir. Bu da kaçınılmazdır.
 
10 Ağustos'un galipleri gibi gözükenler, 2015 ve 2016 yıllarının mağluplarıdır.
 
Türkiye, AKP iktidarından ve bölücülükten kurtulma sürecine girmiştir.
 
11 Ağustos istasyonunda Türk milletinin önündeki hedef, Tayyip Erdoğan iktidarını yıkmak ve bölücü terörü temizlemektir.
 
Treni kaçırdığımız 10 Ağustos istasyonuna koşarsak, 11 Ağustos istasyonunda bir kez daha kaçırırız.

2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi Üzerine DOĞU PERİNÇEK'in Görüşleri 4

doguperincek

DOĞU PERİNÇEK/ Köşkbaşkanı seçimi-3: Milli Hükümet için esas vuruş (Aydınlık;14.07.2014)

Karpuzların üçü de kabak!
 
Doğru, ama manavın tezgâhından karpuz seçmiyoruz, 10 Ağustos seçimine iktidar mücadelesi açısından bakmalıyız.
 
MİLLİ HÜKÜMET İÇİN MÜCADELEYE ÖNDERLİK
Türkiye, bu yılın sonundan başlayarak önümüzdeki yılların iktidarını belirleyecek bir mücadele içine girecek. 10 Ağustos seçiminde alacağımız tavır, bizi Millî Hükümet mücadelesinin güçleriyle birleştirmelidir.
 
Millî Hükümet, Ekmeleddin İhsanoğlu iktidarına karşı mücadele ederek kurulmayacak. Böyle bir olasılık yok, CHP ve MHP iktidar savaşında havlu atmışlardır, minderin dışına düşmüşlerdir. Önümüzdeki süreçte, Tayyip Erdoğan iktidarını yıkarak Millî Hükümeti kuracağız.
 
Bu koşullarda Tayyip Erdoğan iktidarıyla mücadeleyi gölgeleyen, arka plana iten siyasetler, öncü tavrını değil, tarafsız tavrını temsil eder. Sandığa gitmemek veya boykot adı verilen siyaset böyledir. Bu siyaset, iktidar mücadelesinde halka önderlik etmiyor. Yalnızca var olan rejime genel protesto anlamını taşıyor. Sıradan bir tavır önerilmektedir, öncü tavrı değil.
 
HALK AYAĞA KALKTIYSA
Boykot çağrısı, sandığın dışında bir iktidar seçeneğinin doğduğu durumlarda halkla birleşir. Örneğin halk ayağa kalkmıştır ve iktidara yönelmiştir. Siz o ayağa kalkan halkı sistem içi seçeneklerin içine yöneltirseniz, halk iktidarının kurulmasına karşı çıkmış olursunuz.
 
Eğer Çankaya seçimi ekonomik deprem koşullarında olsaydı, boykot seçeneği gündeme gelebilirdi. Yine Haziran-Temmuz 2013 Ayaklanması koşullarında olsaydık, boykot seçeneği geçerli olabilirdi.
 
Ancak bugün iktidar hedefine yönelen bir halk hareketi yok. Başka deyişle sandık dışında bir iktidar seçeneği somut olarak yok. Yarın olacak, o başka. O zaman önümüze buna uygun seçenekler çıkacaktır.
 
ÜŞENGEÇ TATİLCİLERE GÜVENMEK
10 Ağustos'ta seçmenin önemli bir kesimi yaz tatilinde olduğu için sandığa gitmeyebilir. Onları sandığa çekecek bir aday da yok. Ancak kendimizi aldatamayız. Sıcaktan üşendiği için sandığa gitmeyecek seçmenin oy oranıyla kendimizi ve halkı aldatamayız. Çünkü üşenen seçmen, iktidar mücadelesine en uzak olan seçmendir. Birleşeceğimiz seçmen, onlar değildir.
 
REJİME KARŞI OLANLARI KUCAKLAMALIYIZ
Üç adayı da rejimin adayı olduğu için benimsemeyen bir ileri seçmen kitlesi de var. Onlar da sandığa gitmeyecekler. Bu kitle rejime karşı en uyanık kesimdir. Onları iktidar savaşına sırt çevirmekten kurtarmalı ve Tayyip Erdoğan iktidarına karşı mücadelenin içine çekmeliyiz. Seçim siyasetimiz bu devrimci seçmen kitlesini mutlaka kucaklamalıdır. Ancak bu kesim oran olarak sınırlıdır.
 
SANDIĞA GİDEN VE GİTMEYEN CUMHURİYET SEÇMENİNİ BİRLEŞTİRMELİYİZ
Tayyip Erdoğan iktidarına karşı mücadelenin dayanağı olacak halk sınıfları içinde önemli bir kesimin sandığa gideceği görülüyor.
 
Bu koşullarda bizim sandığa gitmeyecekler ile sandığa gidip de Tayyip Erdoğan iktidarına karşı tavır alacak seçmeni bugünden doğru hedefte buluşturacak bir siyaset üretmemiz gerekiyor.
 
Öyle bir çağrıda bulunmalıyız ki, 10 Ağustos sonrasında başlayacak iktidar savaşına bugünden ışık tutsun.
 
VURUŞUMUZUN YARISI BOŞA GİTMEMELİ
11 Ağustos gününden sonra hangi iktidarla boy ölçüşeceğiz sorusu bu açıdan belirleyicidir.
Ekmeleddin İhsanoğlu ile Tayyip Erdoğan ve Selahattin Demirtaş arasında rejimin adayları olmaları nedeniyle bir fark yok, burada herkes aynı görüşte. Ama aralarında çok önemli bir fark var: 11 Ağustos günü Ekmeleddin İhsanoğlu diye bir iktidar sahibi yok. Biz Tayyip Erdoğan ile Ekmeleddin İhsanoğlu'nun ikisine birden vurduğumuz zaman, vuruşumuzun yarısı boşa gidecek.
 
"İktidar mücadelesinde esas vuruşu nereye yönelteceğiz" sorusu bu durumlarda daha ciddî bir anlam kazanıyor.
 
İşte boykot çağrısı, bu açıdan bizi boşluğa yumruk atan bir duruma düşürüyor.
 
ANLAMSIZ OY
"Sandığa gitmeyin" çağrısına karşı çıkmak, "Ekmeleddin İhsanoğlu'na oy verin" demek değildir. Ekmeleddin İhsanoğlu'na verilen oylar geleceğin bağımsız ve demokratik Türkiyesinin kurulması açısından hiçbir anlam taşımıyor. Asıl boş oy, Ekmeleddin İhsanoğlu'na verilecek oydur.
 
Demek ki, "boykot" çağrısının seçeneği, "Ekmelleddin İhsanoğlu'na oy verin" çağrısı değildir.
 
KÖŞKBAŞKANI SEÇİMİ YAPILDI
Köşkbaşkanı seçimi çoktan yapıldı, buraya dikkat edelim. Tayyip Erdoğan'ın karşısına Ekmeleddin İhsanoğlu çıkarıldığı gün seçimin sonucu belirlendi. Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli, Okyanus ötesi talimatıyla Ekmeleddin İhsanoğlu'nu aday gösterdikleri gün, Tayyip Erdoğan'ı Köşkbaşkanı seçtiler. Tilkinin önüne tavuk atarak, tilkiyi Çankaya'ya çıkarttılar. Seçim bitti. Sözcü gazetesi ve benzerleri, bitmiş olan seçim için kampanya yürütüyorlar.
 
İKTİDAR SAVAŞININ KENARINA DÜŞMEYELİM MERKEZİNE OTURALIM
O nedenle artık hesapları Köşkbaşkanı seçimine göre değil, önümüzdeki iktidar savaşına göre yapmalıyız. Bu iktidar savaşında halkımıza önderlik görevi için kolları sıvamak durumundayız.
 
Cumhuriyet yıkıcısı iktidara ve bölücü ortağına karşı mücadelenin merkezine oturmalıyız. Bu tavır, sandığa gitmeyenleri de kucaklar. Daha önemlisi, onlara strateji ve taktik açıdan yol gösterir.
 
Her tarafa yumruk sallayarak kazanılmış bir iktidar savaşı yok.
 
Sandığa gidecek ve gitmeyecek, boş oy veya geçersiz oy verecek veya Tayyip Erdoğan'a oy vermeyecek bütün seçmeni kucaklamanın ötesinde, onlara esas hedefi gösteren önderliğe bugünden başlamalıyız.
 
ÖNDERLİKTEN VAZGEÇME YOLLARI
Boykot çağrısı, bugünün koşullarında önderlikten vazgeçmektir.
 
Ekmeleddin İhsanoğlu'na oy vermek de bir başka tür kuyrukçuluktur ve yapılmış seçimin üzerine örtü çekmektir. Bu iki siyaset de 11 Ağustos günü iflas edecektir.
 
Halkı Tayyip Erdoğan iktidarına ve bölücü ortağına karşı mevziye bugünden yönlendiren siyaset, Millî Hükümet için mücadelenin biricik siyasetidir.
 
ESAS VURUŞ
Boykot çağrısı, iktidar savaşının dışında durma çağrısıdır.
 
İktidar hedefinin çağrısı, esas vuruşu Tayyip Erdoğan'a yönelten çağrıdır.
 
İkinci vuruş ise, Türkiye'yi bölme planında AKP iktidarının ortağı olan PKK adayı Selahatin Demirtaş'a yöneltilmelidir.

2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi Üzerine DOĞU PERİNÇEK'in Görüşleri 3

doguperincek

DOĞU PERİNÇEK/ Köşkbaşkanı seçimi-2: Masal kuşları gibi uçmak (Aydınlık; 13.07.2014)

Stratejiyi, toplumun önündeki aşama belirler. Programın belirlediği hedefe ulaşmak için mevzilenme, izlenecek yol ve araçlar, stratejinin konusudur.
 
Taktik ise, bir stratejik aşamanın çeşitli dönemlerinde uygulanan tek tek yordam ve araçlardır. Siyaset kavramı, taktikle aynı anlama gelir.
 
TAKTİĞİ OLMAYAN STRATEJİ
Strateji, bir devrim aşaması boyunca geçerlidir. Taktik ya da siyaset ise, mücadelenin gereklerine göre sürekli değişir.
 
Bağımsız ve Demokratik Türkiye'yi kurmak, bugün Türkiye'nin önündeki temel programdır; başka deyişle stratejik hedeftir.
 
Bu hedefe yönelen yol boyunca her durum, yeni taktikleri (siyasetleri) gerektirir.
 
Mücadelenin her durumunun özelliklerini ve gereklerini belirleme külfetine katlanmayanlar, stratejiyi sürekli yinelerler. Başka deyişle taktik üretmeyenler, stratejiyi taktiğe indirgerler. Taktiksiz kalan strateji ise uygulanamaz.
 
TEK VURUŞTA HEPSİNİ DEVİRME ÇİZGİSİ
Bugün bir Millî Hükümet kurarak ABD güdümlü Gladyo-Mafya-Tarikat rejimini tasfiye etmek, Bağımsız Demokratik Türkiye'ye giden büyük strateji içindeki yakın stratejik aşamanın görevidir.
 
AKP-CHP-MHP-PKK'nın bu rejimin partileri olduğunu artık herkes görüyor. Cumhuriyet Devrimine karşı birleşmişlerdir. Cumhuriyet Devrimiyle kurulan Vatan Bütünlüğüne, Millî Devlete ve Çağdaş Topluma karşı rejimin dayanaklarını oluşturdular. Bu partiler, 1980 sonrasında kurulan Sıcak Para Diktasının iktidar ve yandaş muhalefet rollerini paylaşıyorlar. Cumhurbaşkanı seçimi, bu gerçeği bütün boyutlarıyla ortaya çıkardı. Bu nedenle kuşku yoktur ki, önümüzdeki devrim, rejim partilerinin hepsini süpürecektir.
 
İşte bu stratejik hedefi taktiğe indirgemek, siyaset üretmekten vazgeçmektir. Mafya-Tarikat rejimine son verme ufkundan bakarsanız, her durumda herhangi bir tahlile gerek kalmaksızın, rejimin partileri arasında bir fark göremezsiniz, hepsini tek vuruşta devirme çizgisine girersiniz. Oysa hayatta böyle bir çizgi ve olanak yoktur.
 
11 AĞUSTOS'TA KİM VAR KİM YOK
Köşke aday gösterilenler, rejimin üçüzüdür, stratejik düzlemde doğru. Ama taktik ya da siyaset düzleminde onların aralarında önemli farklar bulunuyor.
 
Bugün Mafya-Tarikat Rejiminin Tayyip Erdoğan iktidarını yıkmak için mücadele ediyoruz. 11 Ağustos'tan sonra yine Tayyip Erdoğan iktidarıyla mücadele edeceğiz. Dahası 11 Ağustos'tan sonra Ekmeleddin İhsanoğlu unutulacak. Onu aday gösteren Yandaş Muhalifler de bunalıma girecekler. İşçi Partisi ve Cumhuriyet Güçleri, AKP iktidarıyla cephe cepheye gelecek. İşte siyaset (taktik) üretmek, bu gerçekler zemininde olur. Önümüzdeki sürecin iktidar savaşı üzerinde düşünme zahmetine katlanmazsak, stratejik dönemin genel geçer sloganlarını tekrarlar dururuz.
 
KUŞLAR BİLE ÖYLE UÇMUYOR
Strateji-Taktik ayrımı yapılmazsa, bütün hedeflere "kuş uçuşu"yla ulaşma tasarımı geçerlidir. O zaman hedefe giden yoldaki yokuşlar, inişler, dağlar, ırmaklar, ormanlar, bir engel oluşturmaz. Strateji-taktik ayrımı yapmayanlar, zihinlerinde hep kuşlar gibi dümdüz uçarlar.
Aslında kuşların da rüzgâra, hava koşullarına ve su ihtiyaçlarına göre, kuş uçuşuyla uçmadıkları bilinir. O nedenle "kuş uçuşu" kavramı, gerçek kuşların deneyimleri dikkate alınarak oluşturulmamıştır. Bu kavram, masallardaki kuşların uçuşu canlandırılarak üretilmiştir.
 
Stratejisi olan, fakat siyaset (taktik) üretmeyenler, masal kuşları gibi uçarlar.
 
İktidar mücadelesi masallarda verilecekse, söylenecek bir şey yok.
 
Küre biçimindeki dünyamızın üzerinde düz çizgi yoktur.