30 Haziran 2015 Salı

HDP MECLİS BAŞKAN ADAYI DENGİR MİR MEHMET FIRAT KİMDİR ? YAKIN TARİHİMİZE DAİR HATIRALAR !




   Dengir Mir Mehmet FIRAT, 1943 Adıyaman Kahta doğumlu… Ankara Hukuk Fakültesi mezunu ve Alman asıllı Kristen (Zozan) ile evli olup, 2 çocuk babasıdır.

   Dengir” kürtçe “büyük ses” ve “Mir” yine kürtçe’de “bey” anlamında…Dedesi Hacı Bedir Fırat Ağa,  “Kavi” aşireti’nin önde gelen isimlerindendir ve I.Dönem, II.Dönem Malatya ve III.Dönem Kars milletvekilidir. Amcası Hüseyin Fehmi Fırat 3 dönem milletvekilliği, halasının oğlu Mehmet Sırrı Turanlı XI.Dönem Adıyaman milletvekilliği ve Adıyaman senatörlüğü yapmıştır.

   XXI.Dönem (1999) Fazilet Partisi Adıyaman milletvekili, XXII.Dönem (2002), XXIII.Dönem (2007) AKP milletvekili ve XXV.Dönem (2015) HDP Mersin milletvekili seçilmiştir. AKP’nin kurucularından olup, Parti Kurucular Kurulu Üyeliği, Merkez Karar Yönetim Kurulu Üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulunmuş, 8 Kasım 2008’de partideki görevlerinden, 28 Temmuz 2014 tarihinde de AKP üyeliğinden istifa etmiştir.

   2008 yılında New York Times’a konuşan Dengir Mir Mehmet FIRAT’ın (o tarihlerde AKP Genel Başkan Yardımcısıdır)  Atatürk Devrimleri ile ilgili olarak söylediği “Türk toplumu bir travma yaşamıştır. Bir gece içinde kıyafetlerini, dillerini değiştirmeleri istenmiştir. Dini yaşama biçimleri ortadan kaldırılmıştır.” yorumu hala hatırlardadır !

   Onunla ilgili unutulmaz olaylardan biri de, 25 Eylül 2008 tarihinde Star TV’de TBMM’den naklen yayınlanan, Uğur Dündar yönetiminde CHP’nin o zamanki grup başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu ile 1 saat 35 dk süren tartışmasıydı. Kılıçdaroğlu’nun kendisiyle ilgili bazı iddiaları vardı. Neydi bu iddialar ?
 
 
 
1) Dengir Mir Mehmet FIRAT’ın da ortağı olduğu MENAS A.Ş. hayali ihracat yapmıştır.

2) Dengir Mir Mehmet FIRAT’ın  ortağı olduğu MENAS A.Ş. uyuşturucu kaçakçılığı yapmıştır.

   MENAS A.Ş. Mersin’de kurulmuş bir anonim şirkettir. Ortaklarından birisi de Dengir Mir Mehmet FIRAT’tır. Aynı zamanda MENAS A.Ş.nin yönetim kurulu başkanıdır. Şirketin ana iştigal konusu narenciye ihracatıdır. Yurt dışına narenciye ihraç ediyor, ihraç ettiği ürünlerden devlet teşviği ve KDV iadesi alıyor. Ne var ki, yapılan ihracattan dolayı gelmesi gereken dövizler Türkiye’ye gelmiyor. Hazine kontrolörü Orhan Tur olayı soruşturuyor. Soruşturma  sonucunda şöyle bir rapor düzenliyor:

“İhracat yapılmış gibi gösteriliyor. Ama döviz yok ortada, dövizi içeriden topluyorlar. Toplanan döviz cinsi paralar Mersin’de MENAS A.Ş.nin hesaplarına yatırılıyor. Ve güya, döviz geldi diye Merkez Bankası’na götürülerek teşvik alınıyor.”

Bu rapora istinaden Mersin İdare Mahkemesi’ne dava açılıyor. Dava sonucunda, mahkeme MENAS A.Ş.nin hayali ihracat yaptığına karar veriyor. MENAS temyize gidiyor, ancak Danıştay Mersin İdare Mahkemesi’nin verdiği kararı onaylıyor. Yani, Kılıçdaroğlu’nun birinci iddiası yargı kararı ile sabit…

   İkinci iddiaya gelince; 27 Şubat 2008 tarihinde, MENAS A.Ş.nin ürünlerini taşıyan bir tır içinde 89 kilo eroin yakalanıyor. Olay 10 Mayıs 2008 tarihinde Vatan Gazetesi’nde yayınlanır. Dengir Mir Mehmet FIRAT, “şirketten ayrıldığını ve hisselerini devrettiğini ve bundan dolayı da eroin işi ile uzak yakın bir ilişkisi olmadığını” söyler. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nun elinde Gümrükler Genel Müdürlüğü’ne yazılmış bir belge vardır. Belgenin içeriği şöyledir: “Bizim ürünlerimizi sınırdan geçerken aramayın. Biz beraat ettik. Bize engelleyici işlem yapmayın.” Bu yazının altında, üç kişinin adı bulunmaktadır: Abdülkadir Gürbüz, Dengir Mir Mehmet Fırat ve MENAS A.Ş. adına da bir vekil…Yani ortada bir “nüfuz kullanımı” söz konusudur. Fakat işin can alıcı noktası şuradadır:

FIRAT, MENAS A.Ş.de bulunan hisselerini- hükmü olmayan bir daktilo yazısı ile- 1 Temmuz 2007 tarihinde sattığını ileri sürmektedir. Şirket yönetim kurulu toplanarak, 1 Temmuz 2007 tarihinde FIRAT’a ait hiselerin satışını karara bağlıyor. Bu karar 9 Mayıs 2008 tarihinde Noter’e tasdik ettiriliyor. Ancak tüm bu işlemlerin hukuksal açıdan hiçbir hükmü yok (Hisse devri kararı alınır, Noter’e tasdik ettirilir. Noter “Hisse Devri” kararına istinaden “Devir Temlik Senedi” düzenler. İlgili belgeler 15 gün içinde Ticaret Sicil Memurluğu’na tescil ettirilir.) FIRAT, uyuşturucunun yakalanmasından sonra, şirketten apar topar hisselerini satarak ayrılmıştır. Olayın basına yansımasından sonra geriye dönük olarak karar defterine hisse satışı kararı yazılmış, iş işten geçmiş olmasına rağmen 9 Mayıs 2008 tarihinde ilgili karar tasdik ve tescil ettirilmiştir.
IŞIK- 30.06.2015

Rabia Kadir'den Erdoğan'a büyük övgü

 
 
Dünya Uygur Kongresi Başkanı Rabia Kadir, "Başka hiçbir hükümetin yapmadığını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın hükümeti yaptı, Türkiye tarihinde Uygur Türklerine bu kadar sahip çıkan başka hükümet yok. Eğer birisi çıkıp 'Başbakan Erdoğan Uygurlara yardım etmedi' dese ben onun da karşısına dikilirim" dedi.
 
Kadir, AA muhabirinin sorularını yanıtlarken, Başbakan Erdoğan'ın, Doğu Türkistan'da olanlara dünyada "soykırım" diyebilen ilk devlet adamı olduğunu belirterek, "Başbakan Erdoğan'a çok minnettarız. Mevcut hükümetin bize en fazla sahip çıkan Türk hükümeti olduğunu üstüne basa basa söylemek istiyorum" diye konuştu.
 
"SOYKIRIM OLDUĞUNU iLK KEZ BAŞBAKAN ERDOĞAN SÖYLEDİ"
 
"Çin'in Doğu Türkistan'da soykırım yaptığını yıllardır tüm dünyaya anlatmaya çalıştıklarını ama dünyanın bu konuda sessiz kalmayı sürdürdüğünü" kaydeden Kadir, ancak ilk kez bir devlet adamı olarak Başbakan Erdoğan'ın Temmuz 2009'da bütün dünya kamuoyu önünde bunun bir "soykırım" olduğunu söylediğini dile getirdi.
 
"GÖNLÜMÜZ ERDOĞAN'DADIR"
 
Kadir, cumhurbaşkanı adaylarının Doğu Türkistan meselesine bakışına dair bir soru üzerine şu değerlendirmede bulundu:
 
"Hem Erdoğan hem İhsanoğlu, bizim için çok iyi insanlardır. Her ikisi de Doğu Türkistan meselesini kendi meselesi olarak görüyor. Ben hiçbir şekilde cumhurbaşkanlığı seçimine karışmam. Kim gelirse gelsin bizim başımızın üstünde yeri var ama elbette sayın Erdoğan kazanırsa daha da seviniriz. Mevcut hükümetin bize en fazla sahip çıkan Türk hükümeti olduğunu üstüne basa basa söylemek istiyorum. Elbette karşı taraftaki insanların da bundan alınmaması lazım, çünkü biz bir gerçeği söylüyoruz. Biz Türkiye'deki bütün cumhurbaşkanı adaylarına, bütün partilere, herkese Doğu Türkistanlı olarak aynı mesafedeyiz ama gönlümüz Erdoğan'dadır, bütün Uygurlar ona dua ediyoruz".
 
"HİÇ KİMSENİN BU MESELEYİ İÇ POLİTİKAYA ALET ETMEMESİ LAZIM"
 
Rabia Kadir, "İhsanoğlu'nun Doğu Türkistan meselesini iç politika konusu haline getirmesinden ise rahatsızlık duyduklarını" söyledi. İhsanoğlu'nun "hükümeti Uygur meselesiyle yeterince ilgilenmemekle" eleştiren sözlerinin hatırlatılması üzerine Kadir, "Onu da yanlış buluyoruz. Biz ondan rahatsız olduk aslında. Hiç kimsenin bu meseleyi iç politikaya alet etmemesi lazım" dedi. Kadir, sözlerini şöyle sürdürdü:
 
"BAŞBAKAN BİNLERCE TÜRKİSTANLIYI ÖLÜMDEN KURTARMIŞTIR"
 
"Böyle bir büyük katliam yapılırken dünyada hiçbir ses çıkmaması bizi en fazla üzen şey oldu. Ama bir tek Türkiye'den ses geldi. Bu da bizim yüreğimize su serpti. Onun için biz bu konuda minnettarız. Başbakan Erdoğan'a çok minnettarız. Sayın Erdoğan seçimle işbaşına gelmeden önce Türkiye'de Doğu Türkistan bayrağının asılması dahi yasaktı. Ondan önceki hükümetler devrinde, bize en büyük katliamları yürüten dönemin Çin devlet başkanına devlet madalyası verilmişti Türkiye'de. Sayın Erdoğan hükümeti bu kanunların hepsini ortadan kaldırdı. Şu an Doğu Türkistan bayrağını herkes serbestçe taşıyabilir, asabilir. Doğu Türkistan meselesi şu anda Türkiye'nin bir milli meselesi olarak zirveye çıkmıştır, herkes tarafından kabul edilen bir mesele haline gelmiştir. Erdoğan ve AK Parti hükümeti Uygurların Türkiye'ye gelip yerleşmesi için çok büyük imkanlar sağladı ve kapılarını açtı. Dünyada zor durumda olan, Çin tarafından idam edilme ihtimali olan binlerce insan Türkiye'ye gelmiş, Sayın Başbakan binlerce Doğu Türkistanlı'yı ölümden kurtarmıştır".
 
haber 7 com / 08 Ağustos 2014

RABİA KADİR KİMDİR ?

 
 
Diyaspora Uygur’u Nasıl Satıyor
 
“Washington Sincan sorununu basit bir güvenlik sorunu olarak değil Çinin politikalarının liberalleştirilmesi, ve Çin halkının uyandırılması ihtiyacını da kapsayan geniş bir açıdan ele almalıdır.” (The XINJIANG PROBLEM, PDF, S:77, Graham E. Fuller, S. Frederic Starr, 2003, Central Asia-Caucasus Institude)

Yukarıdaki kısa paragraf, ABD’nin Sincan sorununa nasıl baktığının CIA Ulusal İstihbarat Konseyi eski Başkan Yardımcısı Graham Fuller tarafından açık ifade edilişidir. Sincan Uygur Özerk Bölgesinde yaşanan son olayları anlamamızda bize ışık tutacaktır.

Sincan Uygur Özerk Bölgesinde şiddet olayları başladığında, aynı olay üzerine dünyaya iki değişik haber duyuruldu. Bunlardan birincisi Han Çinlilerinin Uygur Türklerine karşı saldırıya geçtikleri, 140 kişinin öldüğü yolundaydı. Haberin kaynağı Dünya Uygur Kurultayı idi. Çok geçmeden Fransız kaynakları da Çin polisinin Uygur Türkleri üzerine hedef gözetmeksizin ateş açtıkları yolunda bir haberi dünyaya duyurdu..

Çin Halk Cumhuriyeti kaynaklı haberlere göre, Uygur Türkleri ayaklanma başlatarak Han Çinlilerine saldırarak can ve mal kaybına yol açtılar. Ölenler içinde Han Çinlilerinin sayısı Uygur Türklerinin sayısından fazla.

Televizyonlarda izlediğim görüntülerde, olayları bastırmaya giden Çin polisinin jop dışında silah kuşanmadığını gördüm. Polisin olayları bastırmada yetersiz kalması üzerine, silahlı askeri birlikler bölgeye geldi, ve duruma hakim oldu.

Öldürülen Uygur Türklerini gösterdiği iddia elden görüntülerin de trafik kazasında ölenlerin görüntüleri olduğu ortaya çıktı. Haberi yayınlayan gazetemiz, fotoğrafa ikinci kez sayfalarında yer vererek trafik kazası olduğunu yazdı. Al Jazeera Televizyonundan Rebia Kadeer tarafından dünyaya gösterilen fotoğrafın da olaylarla ilgisi olmadığı kanıtlandı. ABD ve Uygur diyasporası kaynaklı haberler güvenilirliğini yitirmişti.

Sincan’da bütün bu olaylarda onca insan ölürken, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, hiçbir Türk Cumhuriyetinden ses çıkmamıştı. Belliydi ki, işin içinde iş vardı.

Bizim Türkçü, Türk-İslam sentezcisi, İslamcı ve birçok siyasi gruptan arkadaşlarımız dışında olaya gözü kapalı tepki gösteren yoktu dünyada. Herkes olaya tepki göstermekten kaçınıyor, temkinli yaklaşıyordu.. Dünyada bizden başka Türk kalmamıştı sanki.

Pek çok haber portalında yer alan habere göre, 26 haziran’da İki Uygur’un dövülmesi olayına tepki gösteren Dünya Uygur Kongresi, Çin Halk Cumhuriyeti Büyükelçilikleri önünde dünya çapında protesto kampanyası başlattı. Bu arada da, dünyanın çeşitli ülkelerinde faaliyet gösteren 50’den fazla kuruluş ve bu kuruluşların web siteleri aracılığıyla Uygur Türkü Kardeşlerimiz ayaklanmaya çağırıldılar. Bu internet ağı aracılığıyla Uygurların anası(!) Rebia Kadeer, “cesur olun” , “daha büyük işler yapın” telkinlerinde bulundu. Önce yurtdışından, sonra da Çin içinde bazı kişiler aracılığıyla yoğun bir e-posta trafiği başlattılar. Olayların başladığı sabah da şifreli mesajlar gönderdikleri kişileri bir araya toplayıp ayaklanma başlattılar.

Rebia Kadeer, şimdi de “Artık Çinlilerle birlikte yaşayamayız.” diyor.

Rebia Kadeer

Rebia Kadeer 1951 doğumlu. 1999 yılında Çin Halk Cumhuriyetini ziyarete gelen ABD Kongre üyeleriyle buluşmaya giderken göz altına alındı. 2001 yılında devlete karşı cürüm işlemekten hüküm giydi. 2005 yılında cezası daha bitmeden, zamanın ABD Dışişleri Bakanı Condellissa Rice’nin gayretiyle serbest bırakıldı. Başkan Bush’la görüştü. Bush, bir konuşmasında kendisinden övgüyle söz etti.

Kadeer Dolar milyoneri. Servetini Çinde 10 yıl içinde yapmış. Çin, Srilanka ve ABD’de yayın yapan çeşitli haber portallarında servetini vergi kaçakçılığı ve sahtekarlıktan yaptığı yazılı. Behiç Çelik’de Bill Gates’in Kadeer’in elinden Microsoftla iş yapmasını sağladığını; Kadeer’in bu yolla zengin olduğunu yazdı.

Rebia Kadeer Uygurları kışkırtarak ayaklandırmakla suçlanıyor. Bazı portallarda yer alan habere göre, kardeşiyle olaylardan kısa süre önce yaptığı telefon görüşmesi dinlendi. Haber portallarına göre olay günü görüştüğü kardeşine Kadeer; “şimdiye kadar pek çok şey oldu. Bu akşam büyük şeyler olacak.” dedi.

Rebia Kadeer, Dünya Uygur Kurultayı’nın ve Uygur Amerikan Derneğinin başkanıdır.

Dünya Uygur Kurultayı

Dünya Uygur Kurultayı, dünyanın pek çok yerinde kurulmuş Uygur dernek ve vakıflarını bir araya getiren bir kuruluştur. Dünya Uygur Kurultayının Türkiye’deki üye kuruluşları şunlardır:

İstanbul’daki Doğu Türkistan vakfı, başkanı Mehmet Rıza Bekin (Dünya Uygur Kurultayı Onursal Başkanı);

İstanbul’da bulunan Doğu Türkistan Dayanışma Derneği, başkanı M. Seyit Tarancı;

Kayseri’de bulunan Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği, başkanı Ebubekir Türksoy.

Dünya Uygur Kurutlayı NED (National Endowment for Democracy) den yılda 215 bin Dolar almaktadır.

NED, Reagan’ın direktifiyle Demokrat Parti tarafından kurulan, ABD Kongresi ve savunma bakanlığı ile iç içe olan bir sivil toplum kuruluşudur. Ukrayna’da turuncu devrimin, Gürcistan’da Saakaşvili’nin iktidarını sağlayan gül devriminin ve daha pek çok renkli ve yumuşak devrimin hazırlayıcısıdır. Dünya ülkelerinde kurdurduğu sivil toplum kuruluşları aracılığıyla faaliyetlerini yürütür. Bu kuruluşlara ve üyelerine, işine yaradıkları sürece para dağıtır.

NED’le ilgili daha fazla bilgiyi Mustafa Yıldırım’ın “Sivil Örümceğin Ağı” kitabında bulabilirsiniz.

UAA Uygur Amerikan Derneği

Fazla söze gerek yok. Neler yaptıklarını kendi web sitelerinde anlatıyorlar:

Uygur Amerikan Derneği’nin 2004 yılında yapılan kongresine, NED Başkanı Carl Greesman’ın da katıldığını, Dünya Uygur Kurultayı (dönem) Başkanı Erkin Alptekin, Başkan Yardımcısı Mehmet Tohti, Alim Seydoff, Türkiye’den Seyit Tümtürk ve Nuri Türkel’in: NED’in Uygur Amerikan Derneğine açıktan 75 bin Dolar vermesi dolayısıyla Greesman’a teşekkür ettiklerini Gökbayrak Degisinin web sitesinden öğreniyoruz. Ayrıca web sitesinden, “İhtiyaç sahibi” Uygurlara adam başı 1500 Dolar verildiğini de öğreniyoruz. İhtiyaç sahiplerinin, ayaklanmayı başlatanlar olduğunu tahmin etmek güç değil.

Uygur Amerikan Derneği de Dünya Uygur Kurultayı gibi, NED’den her yıl 215 bin Dolar alıyor.

Sürgündeki Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devleti


Uygur Amerikan Derneğinin 2004 yılında yaptığı kongreden sonra sürgündeki hükümet kuruldu. Sürgündeki hükümetin Başbakanı Enver Yusuf Turani ABD Bayrağını yanından eksik etmiyor. Ayrıca, sürgün hükümetinin kuruluşu dahil, Amerikancı Uygur Diyasporasının her işinde Fetullah Gülen ilişkisi de var. Parasal Kaynakları CIA ve NED’den. Bu konuyu Adnan Akfırat 31 Ekim 2004 tarihli Aydınlık’ta yazmış. Ben yeniden yazmayacağım. Yazıyı http://www.demokratmersin.com sitemizde yayınlıyoruz. Okumanızı öneririm. Başka kaynaktan okumak isteyenler için de başka bir link veriyorum:

http://washingtonhaber.blogspot.com/200 ... chive.html

Sonuç

ABD’nin Obama’nın Başkan oluşuyla birlikte hedeflerini büyüttüğü anlaşılıyor. Afganistan’da işgali genişleterek Sincan Uygur Özerk Bölgesine de komşu olacak. Sürgündeki hükümetin, ABD başkanından kendilerine Afganistan sınırları içinde toprak verilmesini istediğini de biliyoruz. Bu bile diyasporanın “Her işin başı ABD” dediğinin göstergesidir. Afganistan’ın toprak bütünlüğüne saygılarının olmamasının ayıbı da namuslu insanların taşıyamayacağı bir yüktür.

Çin ekonomisine zarar vermek için Sincan en uygun bölgedir. Bunun iki nedeni var. Birincisi, Türkmenistan’dan Çin’e petrol ve doğal gaz taşıyan boru hattı Sincan’dan geçiyor. İkincisi de, Çin’in petrol ve doğalgaz rezervlerinin yüzde 30’u Sincan bölgesinde. CIA raporunda rezerv miktarı 21 milyon ton olarak saptanmış.

ABD’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde NED’den ve daha bilmediğimiz pek çok kuruluştan aldıkları parayla rahat politika yapan Uygur diyasporası, kendi soydaşlarını ABD çıkarları için ateşe atmaktan, kırdırmaktan çekinmiyor.

Uygur Türkü kardeşlerimizi, Çine karşı ABD’nin kılıcı haline getirirken gözlerini bile kırpmıyorlar.

Afganistan halkına ve toprak bütünlüğüne saygı göstermemeleri de Amerikancılığın bir gereği olsa gerek.

Ender ERDEMİL, 13.07.2009

Yeter ki Kürt olsun!

Haf­ta so­nu Bur­ga­za­da’day­dım...

Gü­venç Da­ğüs­tün de­di ki; “Ci­han­gi­r’­de­ki HDP’­li­ler sa­na fa­şis­t” di­yor!

Ni­şan­ta­şı-Ci­han­gi­r’­de­ki mü­nev­ver ta­kı­mı -Tan­zi­ma­t’­tan be­ri- ge­niş kit­le­ler ta­ra­fın­dan onay­lan­mak; ka­bul gör­mek is­ter. “O­yun bo­zan­lı­k” eden­le­ri sev­mez­ler.

Ye­ri ge­lir Na­zım Hik­me­t’­e “a­ja­n” der­ler.

Ye­ri ge­lir Aziz Ne­si­n’­e “a­ja­n” der­ler!

Ye­ri ge­lir Do­ğan Av­cı­oğ­lu­’na, İl­han Sel­çu­k’­a, Uğur Mum­cu­’ya “dar­be­ci fa­şis­t” der­ler.

Ama...

Bu­nu di­yen­le­rin hiç­bi­ri, zor dö­nem­de par­ma­ğı­nı oy­nat­maz. Ne za­man bir si­ya­sal ha­re­ket güç­le­nir; or­ta­ya çı­kar­lar ve “ro­l” ka­par­lar.

Bun­lar; “Ci­ci de­mok­ra­si­”nin; “ci­ci de­mok­rat­la­rı­”; “ci­ci öz­gür­lük­çü­le­ri­”, “ci­ci ba­rış­se­ver­le­ri...”

Ad­la­rı sol­cu­dur; yap­tık­la­rı­nın sol­cu­luk­la il­gi­si yok­tur... Oy­sa:

İn­san yap­tı­ğı­’dır!

Pe­ki bun­lar ne yap­tı?
 
Çok ge­ri­le­re git­me­ye­yim... Da­ha dün Ce­ma­at’­in kuy­ru­ğu­na ta­kı­lıp “yet­mez ama eve­t” de­di­ler. Di­ğer yan­da...

30 yıl­dır be­nim ne yaz­dı­ğım or­ta­da?

Bin­ba­şı Er­se­ve­r’­i, Jİ­TE­M’­i, Ye­şi­l’­i, fai­li meç­hul ci­na­yet­le­ri; Can­tür­k’­ü, Bul­da­n’­ı, An­te­r’­i, Ay­dı­n’­ı vs. kim yaz­dı?
 
Ga­ze­te­ci Ha­lit Gün­gen öl­dü­rül­dü­ğün­de -bu­gün çok ce­sur gö­rü­nen­ler- Di­yar­ba­kı­r’­da­ki ev­le­rin­de sak­la­nır­ken bir avuç ki­şi biz ora­day­dık.

Bun­la­rı ya­par, ya­zar­ken....

Ba­na “Mu­sa An­ter Ödü­lü­”nü ve­rir­ler; ama ger­çek­ler bu kez iş­le­ri­ne gel­mez ise “fa­şis­t”­der­ler.

Av­ru­pa İn­san Hak­la­rı Mah­ke­me­si­’n­de Ela­zı­ğ’­da­ki fai­li meç­hul ci­na­yet­ler­le il­gi­li ta­nık­lık ya­par­ken, ki­mi­le­ri de “va­tan ha­ini­” de­miş­ti! Han­gi­si­ni ya­za­yım.

30 yıl­dır ger­çek­le­ri ya­zı­yo­rum, ha­ki­kat­le­ri sa­vu­nu­yo­rum.

“A­man yaz­ma­ya­yım şim­di ba­na ne der­le­r” tav­rı için­de hiç ol­ma­dım.

Bu ne­den­le Ay­dın­lık­çı­lar bi­le “CI­A aja­nı­” di­ye der­gi­le­ri­ne ka­pak yap­tı­lar!

Ki­mi­ne gö­re “MOS­SAD aja­nı­”; ki­mi­ne gö­re “ırk­çı-an­ti se­mi­ti­k”; ki­mi­ne gö­re “MİT gö­rev­li­si­”; Ce­ma­at’­e gö­re “Er­ge­ne­kon Te­rör Ör­gü­tü Üye­si­” idim! Şim­di de “fa­şis­t” ol­dum! Seç be­ğen al...

Bu ül­ke­nin de­ğiş­mez ka­de­ri­dir bu: Ya­zı­la­ma­ya­nı ya­za­nın, söy­le­ne­me­ye­ni söy­le­ye­nin ba­şı­na hep bun­lar ge­lir.

Ga­ze­te­ci ol­mak hiç ko­lay de­ğil­dir bu top­rak­lar­da...

 

HDP’­nin ada­yı­na bak

 
Bu­gün... 30 Ha­zi­ran 2015.

Ken­di­le­ri­ne sol­cu di­yen­ler...

HDP için­de­ki mil­let­ve­kil­le­ri...

Bu­gün siz­ler; par­ti­ni­zin TBMM Baş­ka­nı ada­yı Den­gir Mir Mehmet Fı­ra­t’­a mı oy ve­re­cek­si­niz?

Hiç­bi­ri­niz sor­ma­dı mı; “Fı­ra­t’­ı ni­ye aday yap­tı­k” di­ye!

Mir; Kürt­çe­’de “Be­y” de­mek­tir.

Rış­van aşi­re­ti­nin be­y’­idir; ağa­’sı­dır!

Ağa-bey/ şeyh-şıh sul­ta­sı­na kar­şı ağız­la­rın­dan bir tek kö­tü söz çık­ma­yan HDP’­nin, bir feo­dal be­yi aday çı­kar­ma­sı­nı na­sıl de­ğer­len­dir­me­li? (Sa­de­ce Fı­rat de­ğil sa­yı çok)

HDP.... Ni­ye ma­ra­ba­nın de­ğil, ağa­la­rın par­ti­si ol­du?.. Böy­le sol­cu­luk-dev­rim­ci­lik olur mu?

De­mir­taş, Da­vu­toğ­lu­’nu kas­te­de­rek “Ma­ho Ağa­’yı bal­ko­na çı­kar­ma­ya­ca­ğı­z” di­yor­du; şim­di Me­mo Ağa­’yı TBMM Baş­ka­nı yap­mak is­ti­yor!

Bit­me­di...

TBMM ça­tı­sı al­tın­da; bü­yük us­ta­mız Uğur Dün­da­r’­ın yap­tı­ğı Are­na prog­ra­mın­da Kı­lıç­da­roğ­lu, Den­gir Mir Mehmet Fı­ra­t’­ın yol­suz­luk­la­rı­nı or­ta­ya çı­kar­ma­dı mı? Bu ne­den­le Fı­rat, ku­ru­cu­su ol­du­ğu AK­P’­den tas­fi­ye edil­me­di mi?

İş­te... HDP bu­gün bu is­mi TBMM Baş­ka­nı yap­mak is­ti­yor?

Ek­ran­lar­da söy­len­miş:
 
Yol­suz­luk yap­mış...

Ha­ya­li ih­ra­cat şam­pi­yo­nu ol­muş...

TI­R’­la­rı uyuş­tu­ru­cu ta­şı­mış...

Ne öne­mi var HDP için?

Ki­mi­le­ri için sa­de­ce “Kür­t” ol­mak ye­ter­li re­fe­rans!

Oy­sa biz.... Hır­sız- rüş­vet­çi si­ya­sal ik­ti­da­ra kar­şı mü­ca­de­le eder­ken “Tür­k” olup ol­ma­dı­ğı­nı hiç dü­şün­me­dik. Ce­ma­at’­in “Tür­k” olup ol­ma­dı­ğı­nı bir gün ak­lı­mı­za ge­tir­me­dik.

Şim­di... Sor­mak du­ru­mun­da­yım; kim ırk­çı fa­şist?..

“Ne olur­sa ol­sun, ye­ter ki Kürt ol­su­n” an­la­yı­şı­nın si­ya­si ter­mi­no­lo­ji­de­ki kar­şı­lı­ğı ne­dir?..

 Si­ze so­ru­yo­rum or­da mı­sı­nız?

Mandacı koro

Ba­na “fa­şis­t” di­yen­le­rin ağız­la­rın­da ne­den “em­per­ya­lis­t” söz­cü­ğü yok?

Ni­ye... Ba­tı­’ya dö­nüp “Or­ta­do­ğu­’da ne işi­niz var, de­fo­lup gi­di­n” de­mi­yor­lar?

Ni­ye... “Biz so­run­la­rı­mı­zı kar­deş­lik te­me­lin­de ken­di­miz çö­ze­ri­z” de­mi­yor­lar?

Ak­si­ne hey­kel­le­ri­ni yap­mak is­ti­yor­lar!

İra­n’­a düş­man­lar, Su­ri­ye­’ye düş­man­lar, Ira­k’­a düş­man­lar.

AB­D’­yi se­vi­yor­lar.

Ame­ri­kan Man­da­sı­’na “e­ve­t” di­yor­lar.

Maz­lum halk­la­rın kan­la­rı pa­ha­sı­na “İ­kin­ci İs­ra­il/Kür­dis­ta­n” ku­rul­ma­sı­na “e­ve­t” di­yor­lar.

Yet­mi­yor: Soy­kı­rı­mı des­tek­li­yor­lar.

Ne­oli­be­ra­liz­min söz­cü­lü­ğü­nü ya­pı­yor­lar.

So­ro­s’­tan bes­le­ni­yor­lar.

“Tür­k” söz­cü­ğün­den nef­ret edip -baş­ta Ana­ya­sa ol­mak üze­re- her yer­den kal­dır­mak is­ti­yor­lar.

 Bir bü­yük oyu­nun gö­nül­lü kuk­la­la­rı ken­di­le­ri­ni sol­cu gös­te­ri­yor­lar.

ABD ca­na­va­rı/özel or­du­su IŞİD, “Kürt ko­ri­do­ru­” açı­yor. Ba­tı med­ya­sı “I­ŞİD kat­le­di­yor dün­ya uyu­yor mu­su­nu­z” di­ye ya­yı­na baş­lı­yor. Ve... Bir ba­kı­yor­su­nuz dün­ya­nın gün­de­mi­ne “Ko­ba­ni­” ge­li­yor; ar­dın­dan PKK “Ko­ba­ni­”yi alı­yor.

Bir adım da­ha at­ma­la­rı ge­re­ki­yor; “can­lı bom­ba­la­r” dev­re­ye so­ku­lu­yor; Ba­tı med­ya­sı “I­Şİ­D’­in can­lı bom­ba­la­rı öl­dü­rü­yor ey dün­ya uyu­yor mu­su­nu­z” di­ye yi­ne ya­yı­na baş­lı­yor. Ve ko­ri­dor bi­raz da­ha yol alı­yor!

AB­D’­nin, İs­ra­il’­in gü­cü yet­me­di­ği IŞİ­D’­i, PKK yer­le bir edi­yor! Yer­se­niz.

Ve siz...

“Bu em­per­ya­liz­min kan­lı oyu­nu­dur; Or­ta­do­ğu halk­la­rı­nı bir­bi­ri­ne kır­dı­rı­yor­la­r” der­se­niz “fa­şis­t” ya­pı­lı­yor­su­nuz!

İs­ti­yor­lar ki; Ba­tı göl­ge­sin­de­ki bu ya­lan­cı “bü­yük ko­ro­ya­” ka­tı­lın.

Ha­yır!.. Bu oyu­na gel­me­ye­ce­ğiz; ina­dı­na Or­ta­do­ğu­’da kar­deş­li­ği sa­vu­na­ca­ğız.

Kürt kar­deş­le­ri­mi­ze ya­pı­lan­la­rı dün na­sıl yaz­dım ise, bu­gün de Arap, Ezi­di, Sür­ya­ni ve Türk­men kar­deş­le­ri­mi­ze ya­pı­lan­la­rı yaz­ma­yı sür­dü­re­ce­ğim.

Evet... Man­da­cı­lık en­tri­ka­sı­nı ya­za­ca­ğım...

Or­ta­do­ğu bin yıl­lık ka­dim halk­la­rın top­ra­ğı­dır; bu­ra­da­ki ya­şam gö­nül­lü­lük esa­sı­na da­yan­ma­lı­dır. Halk­lar bir­bi­ri­ne dü­şü­rü­le­rek ka­lı­cı ba­rış sağ­la­na­maz.

Kür­t’­ün acı­sı­nı pay­laş­ma­ya­nın Türk ola­ma­ya­ca­ğı­nı yaz­dım hep.

Ken­di ka­de­ri­ni ta­yin hak­kı­nı sa­vun­dum ve hâ­lâ sa­vu­nu­yo­rum.

Bu­nu yaz­mak-sa­vun­mak an­cak em­per­ya­liz­me kar­şı dur­mak­la müm­kün olur.

Bi­lin­sin ki:

Hiç­bir za­man “dö­ne­min ada­mı­” ol­ma­dım.

Man­da­cı ko­ro’ya ka­tıl­ma­mı bek­le­me­yin ben­den...
 
Soner YALÇIN / 30.06.2015 / SÖZCÜ

HDP’nin ırgatları


Hürriyet’in “Beyaz Türklerin Yeni Türkiyesi” haberi, nesnellik sınırını bir ölçüde aşmış olsa da HDP’nin seçimde aldığı yüzde 13 oyun bileşimini anlamamıza yarayan bir araştırma. Bebek’in, Cihangir’in, Nişantaşı’nın, Caddebostan’ın vb “Beyaz Türkleri” HDP seçimde barajı aşsın diye “ırgat” gibi çalışmış. 

Batı’daki “yuppy”den apartma “Beyaz Türk” deyimi Turgut Özal’ın iktidarı döneminde ortaya çıktı. Bir de orta sınıfa işaret eden “orta direk” deyimini kullanmış olan Özal, bu toplum katmanını kurgulamaya özel bir önem verdi. Kurgulamanın ideolojik muhtevası, “insanı insanın kurdu” yapmaktı. “Her koyun kendi bacağından asılır”dı, “Benim memurum işini bilir”di, “köşeyi dönmek” başarıydı vs. 

HDP’ye oy varan “Beyaz Türkler” işte o kurgulamanın bakiyeleri. Bu toplumsal kümenin karakteristiklerini kısaca şöyle özetleyebiliriz: 

BEBEK, NEW YORK 

Bebek’te, Nişantaşı’nda, Cihangir’de otururlar. Yaz aylarında Bodrum yaparlar. Aslında en rahat ettikleri, en kendileri oldukları yerler New York’tur, Dubai’dir. Bebek’i, Nişantaşı’nı, Cihangir’i New York’a benzetmek için uğraşırlar. AKP’ye karşıtlıklarının nedeni de bu ayrıcalıklarına dokunmasıdır. Ayrıcalıklarına dokunmasa onlar için “gelen ağam, giden paşam.”  

Yazarları Ahmet Altan’dır. “Bir kadın memesine vatan satar”lar. 

“Gezi” dedikleri Haziran Halk Hareketi’ne, kendi “Beyaz Türkleri”ne alan açmakta olan AKP onların ayrıcalıklarına dokunduğu için katılmışlardır. Onlara bakarsanız “Gezi” onlarındır. Mülk yapma güdüleri, onca gencimizin uğruna canını verdiği Türkiye tarihinin en halkçı ve siyasileşmiş hareketini kendilerine mal edecek denli gelişmiştir. 

Sık sık bunalıma girerler. Bunalımdan çıkmak için de yogalara, psikiyatristlere taşınırlar. 

Hoşsohbettirler. İçki masasında keyif verirler, iyi arkadaş olurlar. 

KAMPÜS SOLCULUĞU 

Çoğu üniversite yıllarında solcuydu. Kampüs solcuğu, baba parası solculuğu. Aldıkları iyi eğitim, arkalarının sağlamlığı, onları forumlarda “ajitasyon” kürsülerine bile çıkarmış olabilir. “Hayata atıldıktan” sonra yaptıkları işlerin stajını oralarda yaptılar. 

Hep bir adım öndedirler. Ne kadar yetenekli, donanımlı ve çalışkan olursanız olun onlar yarışı önde bitirir. Dişinizle tırnağınızla geldiğiniz yere yukarıdan paraşütle inerler. 

İşsizlik nedir bilmezler. İşsiz kalmanın nasıl oluyor da bir emekçiyi intihara bile sürükleyebildiğini anlayamazlar. Aileden varlıklıdırlar. Bir iş yapmasalar da farketmez, “portföy” büyüterek geçinip giderler. 

Haklarını yemeyelim, şimdi de biraz solcudurlar. Eşcinsellere, etnik gruplara, dini inançlara özgürlük solculuğu... Kedi-köpek hakları solculuğu... 

MARKA TEMSİLCİLİĞİ 

Emekçilere yaklaşımları, AKP kodamanlarının pompaladığı “sadaka” kültüründen farklı değildir. Bahşişi verir, her işlerini gördürürler. 

“Marka temsilcisi”dirler. Gencecik teksil işçilerinin asgari ücretin bile altında paralarla ciğerlerini kaybederek taşladığı blucin markalarını pazarlarlar. 

“Halkla ilişkiler uzmanı”dırlar, ağızları iyi laf yapar. Batı medyasından aldıkları feyzle, silahlı gücünü ABD’nin emrine sunarak Türkiye’nin en gerici kuvvetlerinden biri haline gelen PKK’yi size allayıp pullarlar. 

Yaratıcılıkları yoktur, ezberci ve basmakalıptırlar. En yaratıcı oldukları alan rantı yönetmektir. Onca donanıma karşın bir buluş yapmak, bir kuram geliştirmek, halkın yaşamını kolaylaştıracak bir proje üzerinde kafa yormak akıllarının ucundan bile geçmez. 

En düşman oldukları kesim, hiç kuşkunuz olmasın, bu satırların yazarı gibi düşünenlerdir. Bu düşmanlık, AKP karşıtlığının bile üstüne çıkar. 

HDP’NİN BİLEŞİMİ 

Kuşkusuz mayası sağlam kesimlerden de şu veya bu propagandaya kanarak HDP’ye oy veren çok oldu. Her ne kadar HDP’ye oy vermelerinin amaçlarına aykırı sonuçlara yol açacağı uyarısına kulak tıkamış olsalar da, bu kesimler AKP’den kurtulma isteklerinde samimidirler. Ancak AKP’den kurtulmanın basit bir aritmetik olayı olmadığını görecekler. Onları önümüzdeki günlerde yaşanacaklardan ders çıkarmaya çağırıyoruz ve HDP bileşiminin dışında tutuyoruz. 

HDP’nin eskiden beri güçlü bir toprak ağaları damarı vardır. Bu damara, şimdi AKP’den oy kayışıyla büyük bir şeyhler, melleler ayağı eklendi. “Beyaz Türkler” bu gerici yoğunlaşmanın “Batı”daki eksiğini tamamlıyor. Bu bileşimi PKK’nın silahlı gücü birarada tutuyor. 

26 Haziran 2015 Cuma

Pentagon Paying ISIS-Linked ‘Rebels’ $400 per Month to ‘Eventually’ Fight Assad





Recently declassified Pentagon documents confirmed West's role in using radicals to topple Syria
 
by Mikael Thalen | Infowars.com | June 25, 2015
 
The Pentagon announced Monday that it has begun paying “moderate” Syrian rebels up to $400 per month to fight ISIS and eventually the Syrian government.
The program, deemed “critical” by Secretary of Defense Ashton Carter, aims to equip as many as 5,400 fighters within the next 12 months, reports USA Today.
 
According to Pentagon spokeswoman Elissa Smith, roughly 6,000 Syrians have already expressed interest in the program, with more than half preparing to be vetted.
 
The program has reportedly taken months to move forward due to a lack of fighters willing to “adhere to laws of war and pledge to conduct themselves properly.”
 
The announcement raises several red flags given recently declassified Pentagon documents confirming Western governments’ regional support of al-Qaeda, a terrorist organization now deceptively labeled “moderate.”
 
In reality, as stated by USA Today, the alleged fight against ISIS, another group with documented ties to the West, is merely about creating an opposing force to bring down the Assad government.
 
“Their primary mission will be to protect their towns and villages from ISIL fighters,” USA Today states. “Eventually, they are also envisioned to become a viable opposition to the regime of President Bashar Assad.”
 
As admitted by retired four-star General Wesley Clark in 2007, the overthrow of Syria has been a goal of the Pentagon since at least 2001.
 
Clark’s comments dismantle the “civil war” talking point pushed by Western media, which alleges that so-called “rebels” spontaneously rose up against Assad without US influence.
Knowledge of this fact has even become a detriment to ISIS recruitment, as jihadists refuse to join the terror group due to its ties to the Obama administration and Western intelligence.
Desperate to keep radicals in the fight, the US recently accused Assad of supporting ISIS in the toppling of his own country, a major narrative shift which aims to shape public opinion.

ISIL: Made in Langley

 
 
It is becoming more and more apparent that the Islamic State for Iraq and the Levant (ISIL), or «Daesh» as it is known in Arabic, or ISIS – the Islamic State of Iraq and al-Sham -- preferred by Israel supporters because of the uncomforting similarity between «Israel» and «ISIL» – is part of another Central Intelligence Agency operation to artificially create a new «strategy of tensions» for the Eurasian and African land masses. 
 
Yet another example of ISIL’s non-Islamic nature has been witnessed in the ancient Syrian city of Palmyra – the blowing up of the tomb of Mohammad Bin Ali, a descendant of the Prophet Mohammed's cousin Imam Ali, by the brigands and mercenaries of ISIL. ISIL’s true goal is to eradicate the Arab and pre-Arab history of the Middle East with one major exception. There have been virtually no reports of important antiquities sacred to the Zionists having been destroyed by ISIL in either Syria or Iraq. The major targets for the ISIL demolition teams have been Sumerian, Akkadian, Babylonian, Roman, Assyrian, Persian, Alawite, Druze, Turkmen, Yazidi, Parthian, Christian, Shi’a, and Sufi (the other major tomb destroyed in Palmyra was the tomb of Nizar Abu Bahaa Eddine, a Sufi scholar who lived 500 years ago). ISIL destroyed the Tomb of Yunus (Jonah) Mosque in Iraq not because it honored the Jewish patriarch Jonah but because it was a mosque.
 
The alleged tomb of the Jewish prophet Daniel destroyed by ISIL in Mosul is but one of six Daniel tombs located in Iraq, Iran, and Uzbekistan. The Talmud, the Jewish book from which the Zionists obtain most of their geo-political inspiration, strictly prohibits any images of faces, but permits owning images of faces created by non-Jews. Although ISIL and Talmudists are on the same page on destroying sculptures, tiles, and paintings depicting people, the Talmud’s exception that allows Jews to own images created by non-Jews has resulted in a lucrative black market for antiquities stolen by ISIL and sold through brokers in Tel Aviv, Amsterdam, and Geneva.
 
It is becoming clear that ISIL, from the very beginning, was a construct of the CIA and its pro-Saudi and pro-Israeli director, John Brennan; Israel's Mossad, which has ensured that Israeli targets are exempt from ISIL attack; and Saudi Arabia, which actually permitted ISIL attacks against two Shi'a mosques, one in the village of al-Qadeeh and the other in Dammam, in the Eastern Province, where Shi'as have a majority over Wahhabist Sunnis. In Iraq and Syria, U.S. and Israeli weapons have been seen by eyewitnesses being transferred to ISIL and forces of its allies, including the Al Nusra Front in Syria. Saudi bank cash receipts have been found in abandoned ISIL headquarters in both Syria and Iraq. The ISIL attacks on the Shi'as of Saudi Arabia are believed by many to be warnings by the unholy alliance of Washington, Tel Aviv, and Riyadh against predominantly Shi'a Iran.
 
From the terrorist Gladio «stay behind» network of fascists, which carried out terrorist attacks in Europe in the 1970s and 80s that were blamed on leftist irregulars, to the grand alliance of terrorists from Angola’s UNITA, the Afghan mujaheddin, the Nicaraguan contras, Laotian Hmongs who, under American auspices, met in 1985 in Jamba, Angola, the CIA has historically found that terrorist groups make advantageous allies. The CIA clandestinely and illegally violated two U.S. laws, the Clark and Boland Amendments, respectively, to support Angolan and Nicaraguan terrorists.
 
ISIL now serves as an important CIA, Saudi, and Israeli asset against common foes like Iran. ISIL has made no secret of its desire to bring the death and destruction it has visited upon Syria and Iraq into the heart of Iran. The destabilization of Iran by sponsoring terrorist attacks in Iran and against Iranian targets abroad has long been the modus operandi of the U.S., Israel, and Saudi Arabia, acting mostly through the anti-Tehran Mojahedin-e-Khalq (MEK) and Baluchi separatists based in Pakistan. ISIL refers to Iran, Afghanistan, Pakistan, India, Tibet, Sri Lanka, Tajikistan, Uzbekistan, Kazakhstan, Kyrgyzstan, and Turkmenistan as «Wilayat Khorasan» or Korasan State. An ISIL affiliate, known as the Khorasan Group, has been fighting in Syria and is believed to be made up of central Asian ISIL recruits and commanders. 
 
It was recently announced that Colonel Gulmurod Khalimov, the one-time head of the Tajikistan elite anti-terrorism police force, known as OMON, defected to ISIL and is now one its top field commanders in Syria. Khalimov, who was trained by U.S. Special Operations, Blackwater, and CIA officers during a number of official visits to the United States, has vowed to return to the Tajikistan to «slaughter» Tajik President Emomali Rakhmonov, recruit Tajiks working in Russia to launch terrorist attacks inside Russia itself and Tajiks in Tajikistan to attack Russian military troops stationed in Tajikistan (which makes Khalimov an ally of NATO top military commander General Philip Breedlove and U.S. Defense Secretary Ashton Carter, who want to increase military pressure on Russia to Cold War levels). ISIL guerrillas, mostly Chechens, fresh from combat in Syria and Iraq, have been discovered fighting for Ihor Kolomoisky's Israeli- and neo-Nazi-led mercenary battalions against the pro-Russian forces of Donetsk and Lugansk in Eastern Ukraine.
 
ISIL has, conveniently for the West, attacked Taliban forces in Afghanistan. The Taliban declared ISIL's self-declared caliphate as illegitimate, and its caliph leader, Abu Bakr al-Baghdadi, who may be an artificial product of the CIA's and Mossad's psychological warfare units, to be a fraud. The Taliban became alarmed as some of its members broke ranks with the jihadist movement and joined ISIL in Afghanistan and Pakistan. Moreover, ISIL declared the Taliban to be «kafirs», or unbelievers of Islam. In April, Al-Baghadi declared the Taliban's Mullah Omar to be «a fool and illiterate warlord.» It is no coincidence that ISIL's rhetoric about the enigmatic Taliban leader matches nicely with that issued forth by the U.S. military psy-ops units in Afghanistan at the height of the U.S. military intervention in that country. In mid-June, ISIL released a video tape showing its forces decapitating a Taliban prisoner in Afghanistan.
 
ISIL has, also, in concert with increasing U.S. military pressure on China and North Korea, declared jihad or holy war on the two Asian nations. In May, a North Korean couple, who worked as doctors at the local hospital in Zallah, Libya, were taken captive by ISIL in Libya. No word has been received on the fate of the North Korean husband and wife medical duo. In January, ISIL computer hackers, known as the «Cyber Caliphate», claimed credit for altering the Facebook page of Air Koryo, North Korea's state-owned airline. ISIL's black and white flag was pasted on the Facebook page with a statement calling North Korea's leader Kim Jong Un «a crying pig.» The ISIL hackers also had a warning for both North Korea and China: «North Korea, the communist thug nation, and the Chinese communist thugs will pay a price for their collaboration with the enemies of the mujahideen».
 
ISIL propaganda rhetoric about China and North Korea also coincide with pronouncements emanating from the U.S. Pacific Command in Hawaii about the military threats posed by Beijing and Pyongyang. North Korea has responded to the ISIL threats by providing the Type 73 machine gun, manufactured by the First Machine Industry Bureau of North Korea to Iraqi government and Kurdish forces fighting against ISIL in Iraq. North Korean military advisers are also believed to be assisting Syrian government and Lebanese Hezbollah forces battling ISIL in Syria. South Korea, which never misses an opportunity to confront North Korea militarily, permitted a South Korean citizen, known only by the very common Korean name «Kim», to join ISIL ranks in Syria in February. It is more likely that «Kim» is a South Korean intelligence agent who is responsible for coordinating ISIL attacks on North Korean assets in the region, including the North Korean medical couple in Libya.
 
Venezuela's president Nicolas Maduro, who the CIA is busy trying to overthrow, called ISIL a «Frankenstein, a monster nursed by the West itself» in a speech to the United Nations General Assembly in 2014. Not coincidentally, as President Barack Obama declared that Venezuela posed a «national security threat» to the United States in March, there were reports of nascent ISIL activity in Venezuela. The U.S. Army War College, including Professor Robert Bunker, began issuing statements that increased ISIL activity in Venezuela would be good for U.S. national security because ISIL is the natural enemy of Hezbollah, which the U.S. neocons are claiming has gained a strategic toehold in Venezuela. The links between ISIL and the West in Latin America have not been lost on the Western Hemisphere's sage senior statesman, former Cuban president Fidel Castro. In September 2014, Castro accused Israel's Mossad, in league with Senator McCain, of helping to create ISIL.
 
The ultimate perpetrators of ISIL's ravaging of the Middle East are not to be found in the deserts of the Middle East and the mountains of Afghanistan but in the seventh floor director's suite at CIA headquarters in Langley. In 1985, the same year the CIA sponsored the summit of right-wing terrorist groups in Jamba, Angola, the CIA tried to kill Lebanon’s Shi’a Grand Ayatollah Muhammad Hussein Fadl-Allah with a car bomb in Beirut. The CIA missed the ayatollah but killed 80 innocent people and wounded 256. Today, the CIA allows ISIL to get its fingers dirty in carrying out such terrorist attacks from Iraq and Syria to Yemen and Libya. ISIL cannot be brought to its knees without dealing harshly with Mr. Brennan and his top advisers.
 

ONLINE JOURNAL
 
Wayne MADSEN | 26.06.2015
 
 

25 Haziran 2015 Perşembe

Çıkış yolu: Hem koridor, hem IŞİD

Bölge kaynaklarıma sordum. 
Suriye’de ABD koridoru Türkiye’yi karıştırdı. 
Fakat: İran, Irak ve Suriye’de öyle olmadı. 
Ciddi bir gündem oluşturmadı. 
Niçin? 
 
*** 
Cevap, öngördüğüm gibi. 
PKK/PYD tehdidiyle ilgili üç tespitleri var. 
Bir: “Öncelikli değil.” 
İki: “Yakın değil.” 
Tamamlayıcı görüşleri. 
Üç: “Ehven-i şerdir.” 
“Özel” sohbette söylenenler böyle. 
 
*** 
Resmî görüşler de farksız. 
Öncelikli “şer” olarak kimi görüyorlar? 
İran Meclis Başkanı Ali Laricani’nin mesajı (17 Haziran 2015). 
İslam ülkeleri meclis başkanlarına gönderdi. 
Dedikleri açık. 
Konu: “İslam ümmetinin güvenliği, bütünlüğü, ilerlemesi.” 
Bunların önündeki “en önemli sorun”: “Tekfirciler.” 
Yani önüne geleni “kafir” sayanlar. 
Yani yakın tehdit bu. 
Takip edenler bilir. 
İran terminolojisinde tekfirciliğin adresi: Vahabilik, IŞİD, El Kaide ve türevleridir. 
 
*** 
Hemen kaydedelim. 
Bağdat ve Şam’ın duruşu da böyle. 
 
*** 
Soralım: Bu tercihler doğru mu? 
Tartışmak fazla anlamlı gözükmüyor şimdi. 
Ama ortada anlaşılır bir durum var. 
İki ülkedeki yakın tecrübeye bakalım. 
Irak: 2003’ten beri. 
Suriye: 2011’den beri tekfirci selefilerle savaşıyor. 
İki ülkenin yaklaşık %25’i onların kontrolünde. 
 
*** 
IŞİD Irak’ta 2 yıldır atakta. 
Felluce ve Musul’dan sonra Ramadi’ye de girdi. 
Bağdat ve Kerbala kapılarını zorluyor. 
 
*** 
Suriye’de şehirler, köyler yakıldı, yıkıldı. 
Nüfusun yarısı evini barkını terketti. 
4 milyonu komşularda mülteci. 7-8 milyonu ülkede göçmen. 
 
*** 
Tabloda İran’ın konumu da net. 
Herkes biliyor: IŞİD için bir numaralı düşman Şiilik. 
Yani İran’ın resmî mezhebi. 
Sorun, Tekfircilerin din anlayışından kaynaklanıyor. 
Onlara göre: Hıristiyanlar ve Museviler ehli kitap. 
Dolayısıyla yaşama hakları var. 
Fakat: Şiileri sapkın sayıyorlar. Düpedüz kafir. 
Zaten: “Tekfirci” adı da buradan geliyor. 
Sonuç: Tahran, IŞİD’in yaygınlaştırılmasından rahatsız. 
Onları, Şia düşmanlığının koçbaşı görüyor. 
 
*** 
Bu tabloda Türkiye’nin konumu ne? 
Üç komşumuz da AKP’yi suçluyor. 
Tekfirci/selefi militanları Suriye’ye sokmakla. 
Onlara silah vermekle. 
Barındırmakla. 
Suriye: Açıkça itham ediyor. 
İran ve Irak: Örtülü konuşuyor. 
 
*** 
Artık asıl soruna gelebiliriz. 
En başta söyledik. 
Türkiye’nin öncelikli meselesi Suriye’de Amerikan koridoru. 
Önlemek için komşularının desteğini nasıl alacak? 
 
*** 
Önce bir ilkeyi kayda geçirelim. 
Elbette: Her ülke için öncelik kendi milli çıkarlarıdır. 
Komşu hatırına aykırı tercihler yapmak zorunda değiliz. 
Bu: Genel prensip. 
 
*** 
Somut durum ne? 
Sözü hiç dolaştırmayalım. 
Bir: Komşularımız “tekfircilik”i yakın tehlike görüyor. 
Türkiye’yi de onların başlıca destekçilerinden biri. 
 
*** 
İki: Türkiye, bir “imkansız”la karşı karşıya. 
Ankara hem koridoru önleyecek. 
Hem de tekfirci çetelere yardıma devam edecek. 
Mümkün değil. 
 
*** 
Üç: Türkiye koridora karşı harekete geçti diyelim. 
Çetelerle ilişkisini koparmadıysa: İnisiyatif elden kaçar. 
İlk sonuç: PKK/PYD’nin bölgedeki desteği artar. 
Koridor kalıcı hale gelir. 
 
*** 
Dört: Bütün yollar aynı kapıya çıkıyor. 
Nesnel olarak: Koridor ve çeteler aynı tarafta. 
İkisinin de önünü açan güç: ABD. 
Bölgeyle birleşmek istiyorsak: Çetelere yardım kesilecek.

RAFET BALLI / Aydınlık / 24.06.2015