3 Haziran 2015 Çarşamba

Sosyalizm ve "Demokratik Özerklik" 5: “Ekotopya”


Burada AKP’nin ümmet toplumu tasarımıyla çakışmalar da olmuştur. Bilindiği gibi AKP, Kürtlerin kültürel ve ulusal bir varlık olduklarını kabul etmiş, bunun dışında bir Türk tanımı yapmayarak Kürtlerin de dahil olduğu otuz altı etnik grubun İslam kardeşliği temelinde bir arada yaşayacağı bir ümmet toplumu kurgulamıştır. Bookchin de Ecology of Freedom adlı kitabında Çeşitlilik içinde birlik, kendiliğindenlik ve tümleyici ilişkiler imgesi, her türlü hiyerarşi ve hakimiyetten özgürdür” demektedir. Bookchin, toplumsal ilişkilerin örgütlenmesine dair bir “ekotopya” (Bookchin’in kendi anarşist ekolojik toplumuna verdiği isim) geliştirmiştir. Buna göre toplum bir “özyönetim komünleri konfederasyonu” olarak var olacaktır. Her komün bir doğrudan demokrasi forumuyla kendisini yönetecektir. Bir bakıma bu, Grek polis’indeki (şehir devleti) gibi bir yüz yüze demokrasi olacak, temsil ve yetki devri olmayacaktır. Toplumun kendisi bir “siyasi organ” haline gelecek; özel mülkiyet kaldırılacak, mallar bireysel ihtiyaçlara göre dağıtılacaktır.
  Selahattin Demirtaş’ın Eylül 2011’de BDP’nin 2.Olağan Kongresi’nde yaptığı “demokratik özerklik” tanımı, Öcalan dolayımıyla Bookchin’in “ekotopya”sından alınmıştır: Temsili demokrasilerin, demokrasi adına büyük sorunlara yol açtığı gerçeğinden hareketle, her yerde en fazla katılımcılığı ve doğrudan demokrasiyi hayata geçirmenin formüllerini üretmek zorundayız. Bu nedenle, Demokratik Özerklik olarak tanımladığımız yönetim ve toplumsal örgütlenme modelini ulaşabildiğimiz her yerde inşa etmeliyiz.” Bu bir rejim değişikliğini ve devletin egemenlik alanı içinde ikili, üçlü iktidar odaklarının oluşmasını gerektirmektedir. En azından mevcut Anayasa’ya aykırıdır. Buna rağmen, gerek iktidar odakları gerekse muhalefet partileri “demokratik özerklik” kavramının bu yanıyla ilgilenmemişlerdir. HDP, Haziran seçimlerinden sonra “bu katılımcı ve doğrudan demokrasi”yi fiilen uygulamaya başlayacağını açıklamıştır.

  Rakka Valiliği’ne bağlı bir Suriye şehri olan, PKK’nın “Rojava” dediği yerleşim yeri için hazırlanan “Anayasa”da da aynı etkiyi görmekteyiz. Bookchin’in yerel, bölgesel ve ulusal meclisler aracılığıyla federe bir yapı önerisi bir “toplum sözleşmesi”ni gerektirmektedir. Aynı terminoloji, Rojava Anayasası’nın giriş/gerekçe bölümünde, Toplumsal Sözleşme’nin oluşması, demokratik toplumun inşasının aracı ve toplumsal adaletin güvencesi olan Demokratik Özerkliğin tesisi ve bilimsel bir toplumun inşası için… sözleriyle yer almaktadır.
   Aslında bu durum, yani batı toplumları için önerilmiş marjinal bir “eko-anarşist” toplum modelinin, feodal ilişkilerin hakim olduğu, dini tarikatların yaygın ve etkin olduğu bir bölgede, gerektiğinde üyelerini ve ikinci sınıf liderlerini kurşuna dizmekten çekinmeyen “askeri hiyerarşik” bir örgüt tarafından savunulması enteresan bir durumdur ve özünde, pragmatik savrulmalara batı kamuoyunu ürkütmeyecek, tam tersine ona şirin görünecek bir “teorik” çerçeve oluşturma, taraftarlarına bir hedef gösterme çabasının ürünüdür. Bu çerçeve, doğal olarak, din sömürüsünün yasaklanmasını, laisizmi, toprak reformunu, ağalık ve aşiret düzeninin kaldırılmasını, bölgede bir tür “demokratik anti-feodal devrim”i içermez. Bu türden hedeflerin, PKK’nın son zamanlarda bölgedeki feodal yapılarla bütünleşme sürecine girmesiyle, HDP yöneticilerinin ve milletvekillerinin sınıfsal kökeniyle, Öcalan’ın “İslam Konferansı” toplama önerisiyle; örgütün, hem “çözüm süreci”nin bir gereği olarak, hem de Hüda-Par gibi örgütlerle siyasi rekabeti ve dindar görünme yarışı nedeniyle benimsenmediği anlaşılabilir.

 Abdullah Öcalan 2004 yılının başlarında, kendisini Bookchin’in öğencisi olarak tanımladığını, onun görüşlerini Ortadoğu toplumlarına uyarlamak istediğini, avukatları aracılığıyla ilan etti. “Demokratik konfederal” yapıların Ortadoğu halklarının tarihinde doğal olarak var olduğunu, aşiret ve tarikatların gevşek yönetim yapılarının bu türden bir toplum biçimine yatkın olduğunu öne sürdü. Bookchin’le yazıştı ve ondan bir destek mektubu aldı. Janet Biehl, New Compass dergisinin 16 Şubat 2012 tarihli sayısında yer alan Bookchin, Ocalan and the Dialectic of Democracy” başlıklı makalesinde, PKK’nın onun görüşlerini hayata geçireceğine “ant içtiğini” iddia etmiştir.

  Bir sosyal ekolojist olan Janeth Biehl’in konuya ilişkin yazıları ve görüşleri, öğretici olmanın yanı sıra, Batı’daki çevreci, post-marksist, sol-liberal akımların PKK’ya nasıl baktıklarını da ortaya koymaktadır. Mesela, Zan Enstitüsü’nün internet sayfasında yer alan bir söyleşide Biehl, Rojava’yı 1789’un Paris’i, 1905’in St.Petersburg’u ve 1917’nin Petrograd’ı ve 1937’nin Barselona’sı gibi görmekte, orada “Marksist diktatörlükler”e karşı devrimci bir potansiyel bulduğunu öne sürerek şöyle demektedir: Diktatörlükten kurtulmuş olan Rojava halkı ise Demokratik Konfederalizm ilkelerini izleyerek, tıpkı Bookchin’in tasavurrundaki gibi, halk meclisleri ve farklı kademelere sahip konfederal konseyler oluşturdular.” Rojava’da bir devrim olduğu, oradaki çatışmaların İspanyol İç Savaşı’nı andırdığı görüşü, Türkiye’deki bazı sosyalistleri etkilemeyi, Batı’daki sol hareketlerin sempatisini kazanmayı amaçlayan, ne yazık ki sosyalist solun bazı kesimlerinin yüzeyselliği nedeniyle kısmen başarılı olmuş, basit ve kaba bir propagandadır. Demek ki PKK/PYD Türkiye’nin güneydoğu sınırlarında anarko- ekolojist Murray Bookchin’in görüşlerine uygun bir toplumsal yönetim biçimi uygulamayı amaçlamakta, hatta bunu fiillen gerçekleştirmektedir. IŞİD örgütünün saldırısı sırasında, ABD’nin askeri ve lojistik desteğinin yanı sıra, özellikle Fransa ve Almanya’nın örgüte yaptığı silah yardımı (muhtemelen askeri uzmanlarla birlikte) Batı Kapitalizminin bu türden bir “toplumsal devrim”i tehlike olarak görmediğini, hatta ciddiye almadığını ortaya koymuştur. Amaç orada çevre devletlerden bağımsız bir Kürt yönetim alanı, bir köprübaşı, geleceğin Büyük Kürdistan’ının nüvesini yaratmaktır. Bu nüvenin anarko-ekolojik olması ya da orada proleteryanın devrimci demokratik diktatörlüğünün kurulması ya da sosyalist komünist bir devrimin gerçekleşmesi bugünün dünyasında batılı emperyalisti ilgilendirmemekte ve mevcut iktisadi ve sosyal yapıya temas etmeyen bu türden söylemler, kapitalizme bir alternatif olarak görülmemektedir.

   Bilindiği gibi emperyal nihai amaç, bölgede, Türkiye sınırlarını da kapsayacak şekilde bir Kürt devletinin kurulması, öncesinde de kanton tipi egemen Kürt bölgelerinden oluşan bir zincirin Irak ve Suriye’nin kuzey bölgeleri üzerinden Akdeniz’e açılmasıdır. Bu projenin rafa kaldırıldığını ya da yenilgiye uğradığını gösteren hiçbir belirti bulunmamaktadır. İran ve Türkiye’nin istikrarsızlaşmasını ve askeri bakımdan felç edilmesini, Suriye’de Esat rejiminin devrilmesini gerektiren, ancak bu durumda gerçekleşebilecek olan bu devlet, petrol trafiğinin uluslararası şirketler tarafından daha yakından denetlenmesini; İsrail’in çok geniş bir stratejik alan kazanmasını sağlayacak; özellikle Pakistan’da etkili olan Çin’in faaliyetlerine bir set çekecek ve Türkiye’nin içlerine doğru uzanarak Kafkasya’nın ve Hazar petrol havzalarının denetlenmesine imkan sağlayacaktır. Emperyalizm bu hedefe doğrudan müdahalelerle değil, bölge ülkelerini bu ülkelerin etnik ve dini yapılarını yönlendirerek ulaşmaya çalışmaktadır. Murray Bookchin’in “ekotopyası”nın bu türden bir stratejiye hizmet etmesi, herhalde 21.yüzyılın trajik ironilerinden biridir.
Yavuz ALOGAN / Sosyalizm ve "Demokratik Özerklik"
Bilim ve Ütopya /Mayıs 2015 Sayı:251