Bugünün dünyasında Ekim Devrimi kapsamında ya da klasik sömürgecilik çağının sona ermesiyle oluşan anlamda bir “ulusal sorun” mevcut değildir. Klasik sömürgecilik 1950’lerden itibaren yerini yeni-sömürgecilik biçimlerine bırakmış, Sovyetler Birliği’nin 1991’de resmen dağılması, ÇHC’nin ise Komünist Partisi yönetiminde kapitalist piyasa ekonomisine geçmesi ve tek kutuplu dünyanın oluşmasıyla birlikte “ulusal sorun” farklı bir nitelik kazanmıştır.
Kapitalist emperyalizmin yeni sisteminde etnik ve dini talepler “insan hakları” bağlamında yeniden yorumlanmış ve özellikle eski Üçüncü Dünya bölgelerindeki ulus-devletlerde bu taleplerin desteklenmesi, federatif, giderek bağımsız yönetimlerin oluşması, “demokrasi”nin bir gereği sayılmıştır. Yugoslavya’nın parçalanması (1990- 1995) bu bağlamda bir model oluşturmuştur. Süreç, ülkenin en gelişmiş iki bölgesinde yaşayan Hırvatlar ile Slovenlerin bağımsız devlet kurma taleplerinin bütün emperyalist ülkeler tarafından desteklenmesiyle başlamış, Kosova’nın 1999’da Birleşmiş Milletler yönetimine girmesi ve 2008’de bağımsızlığını ilan etmesiyle tamamlanmıştır.
Daha sonra birinci (1991) ve ikinci (2003) Körfez Savaşlarıyla benzer bir parçalanma Irak devletinde yaşanmış ve ülke birbiriyle çatışan üç bölgeye, Sünniler ve Şiiler olmak üzere iki mezhebe ve Araplar ile Kürtlerden oluşan iki ana etnik gruba bölünmüştür. Irak’ın emperyalizm tarafından ortaçağ çatışmalarına ve hayat tarzına doğru geriletilerek parçalanma süreci, bölgedeki diğer ülkeleri, Suriye, İran ve Türkiye’yi tehdit etmektedir.
Bilim ve Ütopya /Mayıs 2015 Sayı:251
Hiç yorum yok :
Yeni yorumlara izin verilmiyor.