29 Aralık 2015 Salı

Suriye savaşında Kürtler

Suriye devleti, krizin başından itibaren, vatandaşları olan Kürtlerin, “mevcut oldukları bölgeleri terör örgütlerine karşı savunma hakkını” tanıdı ve destek verdi. Başta YPG olmak üzere çok farklı Kürt yapılanmalarına askeri, mali ve siyasi desteğini eksik etmedi. Suriye devleti için, bu aşamada, başta YPG olmak üzere, hiçbir Kürt yapılanmasını birinci dereceden tehdit olarak telakki edilmemektedir. Ancak Suriye devleti ayrılıkçı söylem ve eylemlerden ciddi bir rahatsızlık duymaktadır. Lakin Suriye ordusu sahada güç kazandıkça Kürtler, sorun olarak telakki edilen birçok siyasi-sosyal konunun uzlaşma yoluyla çözülmesine daha çok destek verecek. Rusya ve İran, büyük oranda Suriye devletinin Kürt meselesine bakışını desteklemektedir. Konu ile ilgili Türkiye medyasında tedavüle sokulan, “Suriye ve Rusya’nın Kürtlerle dansı veya Kürtleri Türkiye’ye karşı kullanma” haberleri objektif bir değerlendirmeden yoksundur. Malum medya, Türk milletinde PKK’ya karşı mevcut olan haklı hassasiyetlerin istismar edilmesine hizmet etmektedir. Ayrıca Rusya ve Suriye ile yaşadığı kavgada desteğine ihtiyaç duyduğu milliyetçi kesimlerin kazanılmasına hizmet amacı gütmektedir.

DAVUTOĞLU DA PYD KARTINI OYNADI

Unutulmamalıdır ki, Davutoğlu hükümeti, Suriye Kürtlerini Esada karşı kazanmak umuduyla, PYD-YPG ile sıkı ilişkiler arzuladı. Aynı amacı güden ve Suriye Kürtleri üzerinde sulta sahibi olmak isteyen Barzani ile ortak hareket etti. Irak peşmergelerinin, ABD askeri müsteşarların ve yabancı savaşçıların PYD-YPG’ye katılarak onlarla birlikte savaşmalarına altyapı oluşturdu. Kendi itirafları ile onlarca YPG savaşçısının Türkiye’de tedavi ve korumaya hâsıl olmasını mümkün kıldı. Ancak bütün bu yardımlar Suriye Kürtlerini Esad’a karşı savaşmaya ikna etmedi. Hizbullah, Rusya ve İran’ın direkt müdahaleleri ile sağlanan yeni askeri dengelerin Suriye ordusuna muazzam bir askeri ve psikolojik üstünlük sağladığını gördü. Ayrıca bulundukları bölgelerde Suriye devleti ile hareket eden önemli bir mahalli kuvvetin mevcut olduğunun idrakinde. Buna mukabil Suriye devleti, bazı kapışmalara rağmen, Kürt silahlı yapılanmalarını rahatsız edecek davranışlardan kaçındı. Askeri ve mali desteğini devam ettirdi.

Bu vakıa karşısında Davutoğlu hükümeti YPG’yi PKK ile bir tutarak ve onu terörist örgüt addederek köprüleri yaktı. Buna mukabil hükümetin “müttefiki” ABD, YPG’ye tonlarca silah ve askeri müsteşarlar sunmaktadır. Nitekim ABD sahada aleni olarak beraber görünebileceği yegane kuvvetin “laik” Kürtler olduğunu bilir. Ancak ABD’nin yardımları YPG’yi tam anlamıyla “ABD taşeron örgütü” yapmadı.

ABD, boşlukları amaçlarına uygun doldurmayı hedef edinir. Bu sebeple PYD-YPG’yi tamamen kontrolüne alabilmesi için büyük bir çaba içinde. Ancak Suriye, Rusya ve İran’da boşluk istememektedir. Dün ABD, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın desteği ile başkent Riyad’ta başlayan “ılımlı Suriye örgütlerin” toplantılarına PYD-YPG’nin davet edilmemesi bu kapışmanın henüz ABD ve şüreka takımı lehine sonuçlanmadığı içindir.

SURİYE VE RUSYA’NIN BAŞARISI BELİRLEYİCİ

Hakikat odur ki, YPG çok başlı olup, somut duruma uygun konumlanmaktadır. Bazı kesimlerde depreşen ABD ile derin ilişkiler kurma gerçeğine rağmen, Suriye ve Rusya’nın sahada sağladığı her başarı bu yapılanmadaki fikir ayrılığını derinleştirecektir. Kaldı ki, Haseke bölgesinde mevcut olan Kürt nüfusu bölgeyi askeri-siyasi olarak koparma tamahının gerçekleşmesi için yeterli değildir. 5 senedir süren savaşa rağmen Haseke ve Kamışlı kentinde ciddi bir Suriye ordusu varlığı mevcuttur. Bölgenin aksamadan işleyen sivil havalimanı Suriye devletinin idaresi altındadır. Kamışlı-Türkiye hudut kapısı halen ordu tarafından denetlenmektedir.

Türkiye’de az bilinen konuların başında gelen bir başka önemli husus ise, en kalabalık Kürt nüfusunun Halep-Afrin bölgesinde mevcut olduğu gerçeğidir. Bu bölgede yarım milyondan fazla Kürt kökenli Suriyeli yaşamaktadır. Burasının savaşın en şiddetli yaşandığı bölgelerden birisi olduğunu hatırlatalım. Onlarca cihatçı örgüt tarafından kuşatılmış olan bu bölgenin ahalisi Suriye’den kopma fikrine sıcak bakmamaktadır. Aslında YPG de böyle bir talebin uygulanmasının gayri mümkün olduğunu bilmektedir. Suriye ve Rusya tarafından sağlanan ciddi yardımları takdir edilmektedir. Buna mukabil ABD, Barzani, İsrail ve hatta Türkiye’nin “Kürtleri yanına çekme” projesi üzerinde ciddi uğraşıları var. Bu mücadeleyi kim kazanır sorusunun cevabı, sahada hangi kuvvet kazanırsa olacaktır.

Mehmet YUVA- Aydınlık / 09.12.2015

27 Aralık 2015 Pazar

Büyük şair, kötü adam


Gündüzler size kalsın, verin bana karanlıkları,

Islak bir yorgan gibi bürüneyim,


Örtün, örtün üstüme serin karanlıkları.


Ne güzel dizeler...


Baudelaire’den aşırmış olsa da Necip Fazıl’a ait mükemmel bir şiir.(1)


Necip Fazıl.


Büyük şair.


Geçen yüzyılın önemli isimlerinden. 


Öyle ki şu an bile ülkemizi yöneten kadroların fikir babası.


Seversin sevmezsin ama hayran olmamak elde değil.


Menderes’ten illegal olarak para isteyebilecek ve hatta o parayı da almayı başarabilecek bir adamdı.
(2)


İnsanlar onu sadece şiirleri ile tanıdı.


Ama o halbuki aynı zamanda tiyatro, roman ve hikaye yazarı idi.


Tarihçilik bile yaptı. 


Ama kötü bir tarihçi idi.


Kitapları kaynaksız ve uydurma idi. Bazen de uydurmaktan bıktı, intihalde dünya lideri oldu.
(3)


CHP’den milletvekili olmak istedi. Olamadı.(4)


Tek parti dönemini karaladı. İnkılaplara karşı çıktı.


Hep kötülediği tek parti iktidarı, gençliğinde onu yurt dışına gönderdi


Okuması için verilen parayı kumarda kaybetti.


Zar zor ülkeye geri döndü.
(5)


Gençliğinde uyuşturucu kullandı.(6)


Kadınlarla yattı.(7)


Sonunda tövbe etti.


Geçmişini arkada bıraktı.


Ama sonra yine bir kumarhane baskınında yakalandı.


“Gözlem yapıyordum” dedi.
(8)


Nazım Hikmet, Falih Rıfkı, Nurullah Ataç, Sabahattin Ali..


Hepsi ile bir zamanlar dosttu.


Sonrasında arkalarından ağza alınmayacak laflar söyledi.


Arkadaşlıklarını bitirdi.
(9)


50’lerde İnönü’ye düşmandı.


Menderes’e divane idi.


Ama en çok Demokrat Parti döneminde hapis yattı.
(10)


Menderes’e sırtını dayadı.


Adnan Menderes için “Peygamber’in sağ elinde Adnan var” dedi.


Menderes öldü.


“Menderes’in İslamiyeti koruduğu yalandır” dedi.
(11)


Sakarya şiirini yayınladığında, “Bu şiir İnönü mükafatına talip değildir” diye ekledi.


Fakat Sabırtaşı’na verilen mükafatı aldı. Kurtuluş Savaşı’nı küçümsedi.


Yunan askerlerine “Operet askerleri” dedi.


Bir zamanlar methiyeler düzdüğü Atatürk’ü yerdi.


1983’te öldü.


Ölmeden 80 darbesini gördü ve alkışladı.


“80 darbesi şahlanıştır” dedi.

Ve gerçekten de dediği gibi oldu. 

Şahlandılar...


KAYNAKLAR1. Je vais me coucher sur le dos
    Et me rouler dans vos rideaux
   O rafraichissanstes tenebres (Baudelaire’in şiiri)
2. Alaatin Karaca, Necip Fazıl Adnan Menderes İlişkisi, Lotus Yayınevi, Ankara, 2009
3. Sinan Meydan, El-Cevap, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2014
4. Oktay Akbal, Şairlere Ölüm Yok, Özgür Yay., İstanbul, 1994
5. Necip Fazıl Kısakürek, Babıali, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2004
6. N.Fazıl Kısakürek, Babıali,
7. Fikret Adil, Asmalımescit 74, İletişim, İstanbul, 1988
8. Ayşe Hür,Öteki Necip Fazıl
9. Vecihi Timuroğlu, Yazınımızdan Portreler, Adam, Başak Yayınları,Ankara,1991
10. Ayşe Hür, Öteki Necip Fazıl
11. Vecihi Timuroğlu, Yazınımızdan Portreler


Ahmet Özgür TÜREN / Aydınlık / 05.12.2015

Örtülü hedef: Suriye ve Irak’ta yeni Sünni devlet




2014 Aralık sonları: Washington’dayım.

Kulisleri dolaşıyorum.

Cevabını aradığım sorulardan biri: ABD, IŞİD’i neden ciddi vurmuyor?

Çünkü: ABD tekrar Irak’a dönmüş. Gerekçesi IŞİD.

Fakat seçici:

IŞİD, Musul’u işgal ediyor (9 Haziran 2015).
Washington sadece seyirci.
Örgüt, Barzani’nin başkenti Erbil’e yürümeye kalkıyor.
Amerikan uçakları hemen bombardımana başlıyor.
Ancak etkisiz.
Sahadaki manzara: ABD vuruyor fakat çökertmiyor.
Yapılan sadece örgütü sınırlama. Belki de yönlendirme.

***
Kulislerde bir açıklamaya rastladım: “ABD aslında IŞİD’i yok etmek istemiyor.”

Amaç: “Bölgede yeni bir Sünni devlet kurmak.”

Tarif edilen coğrafya: Irak ve Suriye’nin Sünni bölgeleri.

IŞİD’i bölgeye ve dünyaya nasıl kabul ettirecek?

Verilen cevap: “Ehlileştirilecek. Ilımlı unsurların başa geçmesi sağlanacak.”

***
(Bir not: IŞİD’de lider değişimi nedense pek zor olmuyor.

Ebubekir Bağdadi kuruluştan beri dördüncü lider.

Diğerleri ABD bombardımanlarında öldürüldü.

Kurucu lider Zerkavi dahil.)

***

8 Temmuz 2015 Temmuz: Ankara’dayım.

AKP cenahından bir isimle konuşuyorum.

Stratejik aklı temsil edenlerden.

Konu: Amerikalı General John Allen’in Ankara temasları.

Obama’nın IŞİD konusunda özel temsilcisi.

Kapsamlı bir pazarlık yapıldığı biliniyor.

***
Muhatabım, söylediklerinden emin sıralamaya başladı.

“ABD ile mutabakat tamam.”
“İncirlik açılacak.”
“Haritalar değişecek bölgede...”

İddiaları dehşetengizdi. Yazmadım.
Biraz gelişmelere bakayım dedim.

***
16 Eylül’de kısmen özetledim.

Mehmet Ali Güller’in kitabına yazdığım önsözde.
(Suriye’nin Sevr’i: Amerikan Koridoru, Kaynak Yayınları.)

Bir bölümünü aktarayım:

“Bir: Türkiye, Irak ve Suriye’nin birliğini savunmaktan vazgeçti.”
“Çünkü, artık birleşmelerini mümkün görmüyor.”
“İki: Bölgenin gündeminde yeni bir Sünni devlet var.”
“Irak ve Suriye’nin Sünni bölgelerinde kurulacak.”
“Ürdün’ün bir kısmı da katılacak buraya.”
“Üç: Böylece hem İran’ın önü kesilecek hem de ‘Amerikan koridoru’ mümkün olmayacak.”

***
Devam edelim.
John R. Bolton. ABD eski BM Daimi Temsilcisi.
New York Times’ta yazdı (24 Kasım 2015).
Temel fikir: “Kuzeydoğu Suriye’de ve Batı Irak’ta IŞİD’e en iyi alternatif bağımsız bir Sünni devleti kurmaktır”.

***
Washington’da bir kaynak.

Gelişmeleri üst düzeyde yakın takip eder.

Bolton imzalı son yazıyı hatırlatıp “Sünni devlet”i soruyorum.

Cevabı:

“Sünni devleti işin en can alıcı tarafı.”
“Erdoğan başından beri buna oynuyor zaten.”
“Amerika’da da özellikle istihbarata yakın adamlar bu fikre bayılıyor.”
“98 km’lik Cerablus-Mare hattı etrafında koparılan fırtına da bu.”

Yoruma ihtiyaç var mı?

***
Son söz:

Tarihin kanunu kesindir. Devletler savaşla kurulur, savaşla yıkılır.
Yani haritalar kanla çizilir.

Bakalım: Mehmetçiği savaşa sürmeye cesaret edebilecekler mi?

Uyaralım: Bedeli büyük olur. Ülkemize de, kendilerine de...

Sivil-asker ayrımı yapmadan kayda geçsin.

Rafet BALLI- Aydınlık/03.12.2015

Kanlı ‘süpürge’ çöpe gider mi?..

O korku ve kaos militanları, kapkara kıyafetleri ve satırlarıyla ortaya çıktığında adlarını bile kimse bilmiyordu...

Şeriat bayraklarıyla bir anda sahneye çıkan uzun saçlı ve sakallı militanları “El Kaideci” diye adlandıranlar da az değildi... Çünkü daha üç yıl öncesine kadar o gizemli şiddet grubunun emaresi bile okunmuyordu!..

Abartılı gibi olmasın ama sanki o dehşet ordusunun üyeleri bir laboratuvarda üretilmişçesine aniden ortaya çıktılar ve tüm dünyada korku uyandıracak kadar insanlık dışı eylemlere giriştiler... Hem de acımasızca ve pervasızca...

İşte bu kan donduran süreçte, sokaklarda kafa kestiler, insanları kafeslerin içinde havuzlara atarak boğdular, kurbanları canlı olarak yüksek binalardan attılar ve yüzlerce Suriye askerini çöllerde topluca kurşuna dizdiler...

Ve o bağnaz teröristler, insanlık tarihinin en acımasız işkence yöntemlerini bile aratırcasına, kurbanlarını bazen roketlerle katlettiler, bazen de üzerlerinden tankla geçecek kadar vahşileştiler...

“Kim onlar” demeyin... Tabii ki IŞİD... Hani, kanlı eylemlerinin başındayken ve henüz “devlet” diye gösterilecek bir metrekare toprağı bile olmadan “Irak-Şam İslam Devleti” diye tanımlanan El Kaide kafasındaki şeriatçı örgütü var ya, işte o!..

Dehşetin asıl misyonu!..

Aniden ortaya çıkması ve şoke edici biçimde büyüyerek koca Ortadoğu coğrafyasına egemen olmaya başlaması nedeniyle IŞİD’in bir “ABD projesi” olduğunu düşünenlerin sayısı giderek artıyor...

Yani onların da, Rus-Afgan savaşında, ABD’nin desteğiyle ortaya çıkan El Kaideciler gibi Washington tarafından kumanda edildiğini düşünenlerin oranı hiç de az değil...

IŞİD, güvenilir bir kaynaktan güç almamış olsaydı, daha kimse adını bile bilmeden terör tehdidiyle Irak’ta yayılmaya başlayarak, koca Musul’u ele geçirebilir miydi acaba?..

Ve öyle olmasaydı; IŞİD, vatanları işgal altındaki savunmasız insanları kırbaç ve satırla hizaya getirerek, üç yıl içinde Suriye’nin de neredeyse yarısına hükmedebilir miydi?..

IŞİD’in, dünyanın en donanımlı askeri stratejilerini bile alt üst eden şaşırtıcı örgütlenme, silahlanma, saldırma, işgal etme ve hızla yayılma devinimi toplumları sarsmaya devam ediyor...

Selefi grubun varlık gerekçesi ve misyonu hep tartışma yaratacak ama yalnızca güç aldığı dayanağı değil, kimin desteğiyle bu kadar büyüyebildiği ve nasıl olur da bir türlü durdurulamadığı sorusu da yanıt arayacak...

Örgüt kan döktükçe ve dayanağı hep sorgulandıkça da masaya her zaman kanlı “Arap Baharı” tezgahı indirilecek ve insanlık bu tezgahın dişlilerini harekete geçiren mekanizmaya lanet etmeye devam edecek!..

Sınırda coğrafya temizliği!..

Unutmayınız ki, tam da “Arap Baharı” faşizminin uygulamaya sokulduğu kaotik bir dönemde sahneye çıkmaları, IŞİD’e aslında bir “süpürge” görevi verildiği kuşkularına da yol açıyor...

Peki, neden mi “süpürge?..” Nedeni çok basit; “şiddet uygula-korku yarat ve hedef bölgeyi insandan arındır” stratejisi!..

Çünkü ABD-Avrupa tezgahının Ortadoğu’daki yeraltı kaynaklarına hakim olma çabaları sırasında, olası toplumsal direnişi kırmanın en iyi yolu şeriatçı terörü dayatarak insanları coğrafyalarından etmekti... Yani başkalarına yer açma temizliği!..

Şeyh-aşiret yapısının petrolle şahlandığı coğrafyada, özellikle laik çizgideki Irak, Libya ve Suriye gibi ülkelerde korku ve kaos yaratmanın en iyi yolu dehşet uyandırarak kan akıtmak olmalıydı ki, IŞİD tam da böyle bir proje için biçilmiş kaftan olarak piyasaya sürüldü...

İşte bu sırada, örgütün Irak-Şam coğrafyasında bir şeriat devleti kurmaktan çok, Ortadoğu’nun parçalanması ve yeniden şekillenmesi konusunda bir “taşeron” olarak görevlendirildiği iddiası yaygınlaştı...

Çünkü IŞİD’in ürkütücü eylemlerinin Irak ve Suriye gibi ülkelerde, eyaletleri “insansızlaştırma” projesine hizmet ettiği de kısa süre sonra ortaya çıkmaya başladı...

Özellikle Suriye’de, IŞİD nereyi işgal ettiyse oranın demografik yapısı ile yönetim şekli hızla değişti... İnsanların IŞİD şiddetinden kaçması nedeniyle, Türkiye sınırındaki Cizre-Kobani coğrafyasının bugün PKK-PYD denetiminde olması da bunun en çarpıcı kanıtı...

Bir ordu yok edildi!..

Peki, tüm bu verileri niçin mi anımsattık?.. Bu satırlarla IŞİD’in görevinin irdelenmesinin asıl gerekçesi, Rusya-Suriye ittifakının örgütü püskürtmeye başlaması değil...

Türkiye’nin yanı sıra, Fransa’daki terör saldırılarıyla Avrupa’nın IŞİD’e cephe alması da öncelik arz etmiyor... Asıl soru şu, “süpürge” görevi verilen IŞİD de tıpkı El Kaide gibi çöpe atılabilir mi?..

Ortadoğu’daki “Doğal Kararlılık Operasyonu”nun sözcüsü Albay Steve Warren’in, birkaç gün önce ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’nde düzenlediği basın toplantısı sadece bu sorulara yanıt vermiyordu...

Warren’in bilgileri, IŞİD’e karşı son bir yılda sürdürülen operasyonların bilançosunu açıklarken, aynı zamanda dinci terör örgütünün birkaç yıl içinde nasıl büyüdüğünü, askeri donanım açısından nasıl ve neyle yapılandırıldığını da sorgular hale getiriyordu!..

ABD’li komutan, Washington öncülüğündeki uluslararası koalisyon gücünün, 2014’ün Ağustos ayından itibaren Irak ve Suriye’de 8 bin 500 hava saldırısı gerçekleştirdiğini ve IŞİD’e bağlı “23 bin” silahlı militanın öldürüldüğünü açıkladı.

Albayın, “Irak ve Suriye’de 20 ile 30 bin arasında silahlı IŞİD militanı bulunduğunu tahmin ediyoruz” demesi de öldürülen terörist sayısı kadar ürkütücü...

Meselenin özeti şu; ABD koalisyonunun öldürdüklerinden fazla militan halen Ortadoğu’da terör estirmeye devam ediyor... Yani Irak ve Suriye’nin yeniden yapılanmasında adeta “süpürge” görevi verilen IŞİD’i bölgeden süpürmek öyle sanıldığı gibi kolay görünmüyor!..

Bakalım şiddetin “süpürge”sinden daha nerelere ve ne kadar kan sıçrayacak?.. Eminim bu sorunun yanıtını Suriye gafilleri bile uzun süre veremeyecek!..

Suriye’de 4 ordu, 4 proje

Bugün Suriye ordusu dışında muhalefet sahasında etkili 3 ordu bulunmaktadır. En güçlü kolu oluşturan YPG başta olmak üzere “Kürt” kimlikli ordu. IŞİD ordusu ve El-Nusra’nın başını çektiği Fetih ordusu. Sayıları yüze ulaşan, şatafatlı osmanlı sultanları isimleri alan “Türkmen” gruplar dahil, bütün diğer orducuklar bu üç ordunun feleğinde hareket ederler. Her üç ordunun dış bağlantıları kuvvetlidir. ABD, Türkiye, Katar ve Suudi Hanedanlıkları başta olmak üzere bir çok devletin bu ordular içinde uzantıları vardır. IŞİD ve Fetih ordusu Suriye’de kendi “Sünni” İslam yorumları ile örtüşen dine dayalı bir sistem hedeflemektedir.

YPG’NİN KONUMU

YPG’nin başını çektiği birinci ordunun siyasi hedefleri çelişkiler arz eder. Bu kesim Suriye devleti dahil bütün aktörlerle temas halindedir. Konjöktüre uygun pozisyon almaktadır. Kendi içinde homojen değildir. Barzani ile yakın münasebet içinde olanlar olduğu gibi PKK yı kardeş örgüt olarak telakki edenler vardır. “Demokratik bir Suriye” için ülkenin Kürt, Sünni ve Alevi bölgelere ayrıştırılmasının elzem olduğunu telkin edenler de mevcuttur.

ABD ile hareket etmenin Kürdistan’ın kurulmasına hizmet edeceğini ifade edenler olduğu gibi, “laik ve devrimci” bir karekter taşıyan Kürt silahlı hareketinin ABD ve İsrail’e mesafeli kalması gerektiğini bir ihtimal Rusya ile hareket etmenin daha faydalı olacağını düşününler de vardır. Son dönemlerde, Suriye’nin toparlanması ve karşı atağa geçmesinden mütevellit Suriye’den ayrılıp bağımsız bir Kürdistan arzulamadıklarını, demokratik bir Suriye içinde demokratik mahalli yönetim talep ettiklerini dillendiren kesimde öne çıkmıştır.

Bu ordulara destek veren yabancı devletlerin farklı hedefleri zuhur etmektedir. Ancak şu an sahada dört bariz proje rekabet halindedir. ABD’nin Lazkiye denizi veya İskenderun körfezine taşımak istediği Kürdistan planı uzun bir zamandır tedavüldedir. Bu günlerde Suriye ve Türkiye’de hayal gücü kuvvetli bazı Kürt medyasının Bayır-Bucak bölgesinde 90 bin Kürt keşfeden ve Rus hava saldırıları Suriye ordusunun operasyonları sonucu 64 Kürt köyünün yerle bir edildiğini, Kürtlerin bir katliama maruz kaldıklarını tedavüle sokan hikayelerine maruz kalıyoruz. Bütün bu uğraşılar ABD ve İsrail’in Barzanistan-Denizistan hülyasını süsleyen önemli araçlardır. Ancak bu hülya kabusa dönüşürse o vakit Suriye devletinin Kuzey coğrafyasından Kürt kantonları vasıtasıyla uzak tutulması planı devreye girecektir.

Rusya, Suriye devletinin her karış toprağına egemen olduğu ancak Kürtlerin demokratik haklarının teslim edildiği bir projenin daha rasyonel olacağını düşünmektedir. Suriye devletinde egemen olan anlayış, farlı sesler duyulsa da, anayasal haklar ile güvence altına alınmış bölgesel ve mahalli yerinden yönetimlerin desteklenmesi ama bir devlet, bir bayrak, bir ordu ve bir millet temelleri üzerine inşa edilen daha diri ve daha güçlü bir Suriye arzulamaktadır. Rusya, Kürt kantonlarıyla Suriye devleti arasında seçim yapmak zorunda kalırsa seçimini Suriye devletinden yana yapacağını düşünüyorum.

NUSRA ÖNCÜLÜĞÜNDE FETİH ORDUSU

Türkiye, ABD’nin projesi ile Rusya’nın hedefleri arasına bir kama sokmak arzusundadır. Türkmen kökenli cihatçıların da parçası oldukları Nusra öncülüğündeki Fetih ordusunun Lazkiye’nin Kuzeyinden Fırat nehrinin Batısına kadar olan alanda hakimiyet sağlamasını istemektedir. Böylece hem Kürt kantonların Halep ve Lazkiye’ye sarkmalarına engel olacağı hem de kontrolünde kalacağı bu bölge üzerinden Esad iktidarı üzerinde baskı kurmaya devam edeceği inancındadır. Ayrıca desteği ile sağlanan askeri kazanımlar sayesinde Suriye’nin siyasi geleceğinde söz sahibi olabileceğini beklemektedir. Suriye’nin dağılması halinde, son ihtimal olarak, bu bölgeleri Türkiye’ye ilhak etme arzusunda olanlarda mevcuttur.

Rus hava operasyonlarının Türkiye’nin projesine zarar vermesi Erdoğan-Davutoğlu iktidarında zuhur eden derin rahatsızlığın sebebidir. Suriye ordusu an itibariyle sahada en kuvvetli hamleleri yapabilen ve sonuç alan konumdadır. Diğer her üç ordu vur-kaç ve alanlarını savunma pozisyonundadır. Suriye ordusu kararlı Rus müdahalesi sonrasında önemli bir üstünlük elde etti. Ancak bu üstünlüğü nihai bir zafere kavuşturması için henüz zaman erken. Ayrıca Suriye, her an yeni müdahalelere ve gelişmelere gebe olmaya müsait bir sahadır.

Mehmet YUVA / Aydınlık- 03.12.2015

26 Aralık 2015 Cumartesi

Akdeniz diyetinin kalple neden dost olduğu gösterildi

Bilim insanları, Akdeniz diyetindeki gıdaların birçoğunda bulunan DMB bileşiği aracılığıyla bağırsak mikrobiyotasının kalp damar hastalığı riskini artıran bileşikleri üretmesini engelledi


Kırmızı et ve yüksek yağlı süt tüketimini sınırlandırarak, daha fazla meyve, fındık türleri, sebzeler ve sağlıklı yağlar yemeyi vurgulayan Akdeniz diyetinin yararları son yıllarda hekimler ve bilim insanları tarafından sıkça dile getiriliyor. Ancak, bu diyetin yararlarını gösteren kesin moleküler mekanizmaları açığa çıkarmak bugüne kadar pek mümkün olmadı. Şimdi, Cleveland Klinik araştırmacıları bazı soğuk preslenmiş sızma zeytinyağı, balsamik sirke ve üzüm çekirdeği yağlarında doğal ve bol bulunan bağırsak mikroplarına metabolik aktivite ile müdahalettiler. Böylece ateroskleroza(*) neden olan sağlıksız gıdalara dönüşümü önleyen yeni bir birleşik tanımladılar. Farede yapılan bu çalışmada elde edilen bulgular; Akdeniz diyetinin bağırsak mikroplarının aktivitesini değiştirerek yararlı sağlıklı etkileri olduğunu düşündürüyor. İnsanlarda çoğaltılabilir ise, çalışmayla dünya çapında ölüme sebep veren en üst iki neden olan kalp hastalığı ve inmeyi tedavi etmek ve muhtemelen önlemek için yeni bir strateji geliştirilebilir.

Çalışmanın kıdemli yazarı, Cleveland Klinik’te Hücresel ve Moleküler Tıp Departmanı Başkanı Dr. Stanley Hazen, ateroskleroz, obezite ve diyabet gibi birçok kronik hastalığın bağırsak mikroplarına bağlı olduğunu vurguladı. Hazen, “Bu çalışma ile aterosklerozun önlenmesi için, bir bağırsak mikrobiyal yolağının hedeflenebileceği ve ayrıca diyete bağlı kalp hastalıklarının ilerlemesinin önlenebileceği ya da başlangıcının geciktirilebileceği heyecan verici bir olasılık olarak görülmektedir. Bu çalışma ateroskleroz ve diğer metabolik hastalıklarda yeni tip tedaviler için geleceğe doğru yeni bir kapı açar” dedi. Elde edilen bulgular “Ateroskleroz Tedavisinde Gut Mikrobiyal Trimetilamin Üretiminin ölümcül olmayan inhibisyonu” başlığıyla saygın bilim dergilerinden Cell’de yayımlandı.


PLAK OLUŞUMU ENGELLENDİ

Bağırsak mikrobiyotası et, yumurta sarısı, ve yüksek yağlı süt gibi bileşiklerde zengin olarak bulunan kolin ve karnitin gibi birleşikleri trimetilamin (TMA) adında bir birleşiğe çevirir. Bu da konakçı enzimleri tarafından trimetilamin-N-oxi’de (TMAO) dönüştürülür. Bu metabolitin hayvan modellerinde aterosklerozu arttırdığı ve insanlarda da kalp krizi riskini arttırdığı gösterilmiştir. 

Daha önce, terapötik bir fayda için bu yolağı hedefleyen çabalar TMA’yı TMAO’ya dönüştüren konakçı enzimlerini inhibe etmeye odaklanmıştır. Bununla birlikte, bu yaklaşım, karaciğer hasarı ve TMA’nın sağlıksız artmasına neden olmuştur. Cleveland ekibi daha iyi bir yaklaşım olan doğrudan bağırsak mikroplarını hedefleyerek ilk etapta TMA oluşumunu önleyen bir yaklaşımı hipotez ettiler. 

Dr. Hazen ve ekibi TMA üretimi inhibitörleri için tarama çalışmaları yaptılar. Akdeniz diyetindeki gıdaların birçoğunda 3,3- dimetil-1-butanol (DMB) adlı bir bileşik tespit ettiler. Araştırmacılar kolin açısından zengin diyet ile beslenen ve genetik olarak ateroskleroza yatkın farelere bu bileşiği verdiklerinde TMAO seviyelerinin önemli ölçüde düştüğünü ve toksik etkilere yol açmadan arteriyel plak oluşumunu engellediğini bildirdiler. 

İlginçtir, araştırmacılar DMB’nin gut mikroplarını öldürmediğini ama TMA, TMAO ve ateroskleroz ile ilişkili bazı bakterilerin oranlarını azalttığını buldular. Dr. Hazen, bu ilacın mikrobu öldürmeden yolağı bloke ettiğini görmenin çok özel olduğunu belirtti. Hazen, bir antibiyotikten daha ölümcül olmayan bu ilaca karşı direnç gelişmesi için daha az seçici baskı olması gerektiğini de sözlerine ekledi.

(*) Ateroskleroz, atardamarları (arterleri) etkileyen bir hastalıktır. Yaygın olarak “damar sertleşmesi” olarak adlandırılanarteriosklerozun bir türüdür. Orta boy ve büyük arterlerde görülen “aterom” veya “plak” olarak adlandırılan yapısal bozukluklardan (lezyonlardan) 
oluşur.

YENİ BİR YAKLAŞIM SUNABİLİR

Araştırmacılar, yaptıkları çalışmada elde edilen sonuçlar ile çok heyecanlandıklarını, ancak çalışmaların insanlardan çok daha farklı bağırsak mikrobiyomları olan farelerde uygulandığını bu yüzden sonuçların çok dikkatli yorumlanması gerektiğini de vurguladı. 

Dr. Hazen, gelecek süreçte bu bulguların kardiyovasküler ve metabolik hastalıkların tedavisi için yepyeni bir yaklaşım sunabileceğini ifade etti. Bu süreç boyunca bizler de kalp hastalığı ve diğer sağlık sorunlarını savmak için Akdeniz diyeti tüketebiliriz.  

Doç. Dr. Şehime Temel

Aydınlık / 25.12.2015


Non-lethal Inhibition of Gut Microbial Trimethylamine Production for the Treatment of Atherosclerosis

Cell- Volume 163, Issue 7, p1585–1595, 17 December 2015 

Summary

Trimethylamine (TMA) N-oxide (TMAO), a gut-microbiota-dependent metabolite, both enhances atherosclerosis in animal models and is associated with cardiovascular risks in clinical studies. Here, we investigate the impact of targeted inhibition of the first step in TMAO generation, commensal microbial TMA production, on diet-induced atherosclerosis. A structural analog of choline, 3,3-dimethyl-1-butanol (DMB), is shown to non-lethally inhibit TMA formation from cultured microbes, to inhibit distinct microbial TMA lyases, and to both inhibit TMA production from physiologic polymicrobial cultures (e.g., intestinal contents, human feces) and reduce TMAO levels in mice fed a high-choline or L-carnitine diet. DMB inhibited choline diet-enhanced endogenous macrophage foam cell formation and atherosclerotic lesion development in apolipoprotein e−/− mice without alterations in circulating cholesterol levels. The present studies suggest that targeting gut microbial production of TMA specifically and non-lethal microbial inhibitors in general may serve as a potential therapeutic approach for the treatment of cardiometabolic diseases.

24 Aralık 2015 Perşembe

Fransız Ortadoğu Uzmanı Thierry MEYSSAN'dan Bir Makale: "Ìtìraf edìlemeyen sözde Kürdìstan projesì"




Fransa’nın, İsrail’in ve Birleşik Krallığın Suriye’ye
müdahalesi meşru mu?

Irak ve Suriye’de yeni savaşlarını başlatabilmek için, Fransa, İsrail ve Birleşik Krallık, 20 Kasım tarihinde, BM Güvenlik Konseyi’nde 2249 sayılı kararı onaylattılar [1]. Metni hazırlayan BM’deki Fransız temsilcisine göre onaylanan karar, BM Sözleşmesinin 51nci maddesi, yani « meşru müdafaa » ilkesi gereğince ortak eyleme geçilmesine izin veriyor. İngiliz Dışişleri Bakanı David Cameron’a göre ise metin, « Suriye’de ve Irak’ta da bu katil ve şeytani hizbe karşı her türlü eylemi » desteklemektedir [2].

Oysa, Avam Kamarası kitapevi araştırma servisi uzmanlarına göre durum hiç de öyle değil. Arabella Lang, yaptığı ayrıntılı hukuksal araştırmada, BM kararının kesinlikle güç kullanımına izin vermediğini, ama meşru imkanı olanlara çabalarını iki misline çıkarma çağrısında bulunduğunun altını çizmektedir [3]. Öyle olunca da burada sadece Irak ve Suriye tarafından müdahaleye davet edilen Devletler söz konusu olabilir.

Bu amaçla Irak, her ne kadar İslam Emirliği Irak’ta kurulmuş olsa da, Genel Sekretere ve Güvenlik Konseyine, Suriye topraklarından kaynaklı IŞİD saldırılarına maruz kaldığını belirten bir mektup gönderdi. İsrail değil ama Fransa ve Birleşik Krallık, Irak tarafından davet edildikleri için, her iki Devlet de « ortak meşru savunma » haklarını kullandığını iddia ediyor. Ayrıca, bu devletlerin her biri Suriye kaynaklı IŞİD saldırılarına maruz kaldıklarını ve tek tek Devletler olarak bireysel meşru müdafaa haklarına sahip olduklarını ileri sürüyorlar. Ne yazık ki bu gerekçeler ancak Paris ve Londra’nın IŞİD’in Suriye’den yakın zamanda gerçekleşecek bir saldırının planladığının kanıtlanması durumunda geçerlidir ki bu durum da söz konusu değildir [4].

Dolayısıyla Fransa, İsrail ve Birleşik Krallık’ın, Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümetinden önceden onay almaksızın gerçekleştireceği bir Suriye müdahalesi gayri meşru olmaya devam ediyor.

Öte yandan Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin ve Genel Kurulun konuyla ilgili kararlarının, BM’ye üye bir devleti devirmeyi hedefleyen hükümet dışı gruplara askeri destek verilmesi kesin biçimde yasakladığını hatırlatalım. Fransa ve Birleşik Krallık bu nedenle Suriye’deki silahlı gruplara sadece savunma amaçlı malzeme gönderdiklerini iddia ettiler. Ancak ne yazık ki bu gruplara, çok büyük miktarlarda saldırı amaçlı silahlar (özellikle tüfekler, havan topları, tanksavar ve karadan havaya füzeler) gönderiliyor. 2014 Ağustos’unda, Fransız Cumhurbaşkanı François Hollande, Le Monde gazetesine verdiği bir mülakatta Suriyeli isyancılara saldırı amaçlı silahlar teslim ettiğini kabul etti [5]. Daha sonra, gazeteci Xavier Panon’e verdiği mülakatlarda, Fransa’nın şüpheye yer bırakmadan uluslararası hukuku çiğneyecek ve « haydut ülkeler » [6] sınıfına düşecek şekilde, 2012’den beri [7] 20mm’lik toplar, makineli tüfekler, roketatarlar ve tanksavar füzeleri tedarik ettiğini belirtecektir.

Fransa, İsrail ve Birleşik Krallık’ın itiraf edilemez projesi

Fransa 20 Kasım’dan beri, IŞİD’e karşı mücadele etmek ve özellikle de Rakka’yı almak için bir koalisyon oluşturmayı deniyor. Oysa Fransızları hükümetlerinin 13 Kasım Paris saldırılarına karşılık verme iradesine ikna etmeye yeten bu söylemin, Cumhurbaşkanı Hollande’ın sömürgeci niyetlerini örtmede çok da başarılı olduğu söylenemez. Tamam, IŞİD’i Rakka’dan kovalım, ama hangi kara birlikleriyle ve kimin yararına?

Rusya’nın yürüttüğü hava saldırıları, karada Suriye Arap Ordusu’nu destekliyor, oysa Fransız Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’a göre Fransız-İngiliz ortak hava saldırıları, Libya’daki El Kaide üyelerince örgütlenen Özgür Suriye Ordusuna, Sünni Arap Güçlerine (yani Türk Ordusunun desteklediği türkmen milislere) ve Kürtlere (hem Suriyeli YPG’ye, hem de Irak Bölgesel Kürt Hükümetinin peşmergelerine) destek verebilir.


Bu güçler Rakka’yı ele geçirmeyi başarırlarsa, kent onu ilhak edecek olan Irak Bölgesel Kürt Hükümetine teslim edilecektir. Irak’tan Suriye’ye uzanan bir « Kürdistan »ın ilan edilmesi, ardından da burada yaşayan Suriyeli halkların kovulması ve bu yeni Devlete 10 milyon Türkiyeli Kürdü nakletmek söz konusu olacaktır.


2011 yılında, Fransa adına Alain Juppé ve Türkiye adına ise Ahmet Davutoğlu, terörist bir örgüt aracılığıyla (IŞİD) Irak ve Suriye’yi kapsayacak bir Sünnistan ve yine aynı şekilde iki ülke üzerinde bir Kürdistan devleti kurulması konusunda gizlice anlaştılar. Projeleri İsrail ve Birleşik Krallık tarafından da destekleniyordu.

Juppé planı

2011 yılında, Fransız Dışişleri Bakanı Alain Juppé ve Türk mevkidaşı Ahmet Davutoğlu gizli bir anlaşmaya imza attılar. Bu anlaşmanın, « Türk topraklarının bütünlüğüne zarar vermeden », « Kürt sorunun çözülmesi », yani Suriye’de sözde bir Kürdistan kurulması da dahil olmak üzere birçok karşılıklı taahhüdü içerdiğini biliyoruz.

Alain Juppé’nin hala De Gaulle’cu olduğunu sanan Fransızlar, 2005’te yaşadığı sapmayı kavrayamadılar. O dönem, kamu fonlarını zimmetine geçirerek siyasi partisini finanse etmek suçundan tecil edilebilir 14 ay hapis ve bir yıl da seçilme yasağı cezasına çarptırılmıştı. Fransa’yı terk edip Montreal’de ders vermeye başladı. Bu arada, Kanada’da çok durmayıp, üçüncü bir ülkede gizlice eğitim gördü. Bugün, muhalefet üyesi sıfatıyla, Cumhurbaşkanı Hollande’ın tarihe ve Fransa’nın çıkarlarına karşı yürüttüğü Ortadoğu politikasının başlıca ilham kaynaklarından biridir.

Kürdistan ve Suriye

Kürtler, bugün Türkiye, Irak ve İran arasında paylaşılmış topraklarda yüzyıllardır yaşamını sürdüren bir halktır. 1962 yılındaki nüfus sayımında, Suriye’de sadece 169 000, yani toplam nüfusun çok küçük bir parçası kadar Kürt yaşıyordu. Ancak 1980-90 yılları arasında Türkiye’deki iç savaş boyunca, 2 milyon Kürt Suriye’ye sığındı. Fransa, İsrail ve Birleşik Krallığın aklında, kendi evleri olan Türkiye’de değil ama kendilerini cömertçe karşılayan ülkeyi sömürgeleştirerek onlara bir devlet kurmak vardı.

1916’daki Sykes-Picot Anlaşması kapsamında, 1920’de San Remo Konferansı sırasında Suriye, Fransa ve Birleşik Krallık arasında daha önce ikiye bölünmüştü. Tarihsel olarak, sadece bugünkü Suriye topraklarını değil ama Filistin, İsrail, Lübnan, Ürdün, İskenderun Sancağı (Türkiye’de Antakya) ve Irak’ın bir bölümünü de içeriyordu. Dolayısıyla bugünkü proje bu bölünmenin sürdürülmesini hedeflemektedir.


Suriyeli Kürt lider Salih Müslim, 31 Ekim 2014 tarihinde Paris’te François Hollande ve Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edildi. Üç lider Suriye’de bir sözde Kürdistan kurulması, buradaki Sünni ve Hıristiyan nüfusun ihraç edilmesi ve Türkiyeli Kürtlerin buraya nakledilmesi konusunda anlaştılar.

Kürtler kimdir?

Kürtler tek bir kültür oluşturmakla birlikte, Kurmançi, Sorani, Pehlivani ve ilk üçünden tamamen farklı olan bir dördüncü dil olan Zaza-Gorani gibi farklı dilleri konuşmaktadırlar.

Soğuk Savaş boyunca Kürtler, birincisi İsrail ve ABD, ikincisi ise Suriye ve SSCB tarafından desteklenen iki ayrı gruba bölündüler.

Türkiye’deki iç savaş sırasında Marksist-Leninist eğilimli başlıca Türkiyeli Kürt partisi PKK ve önderi Abdullah Öcalan, Türkiye’de bağımsız bir Kürdistan kurulması için mücadele yürüttü. Suriye’nin topraklarına yönelik hiçbir emellerinin olmadığını özellikle belirttiler. Öcalan, Şam tarafından siyasi sığınmacı olarak kabul edildi ve buradan Türkiye’de askeri harekatlarını yönetti. Baskıdan kaçan 2 milyon Kürt Suriye’ye sığındılar. Ama 1998’de Ankara, PKK’yı barındırmaya devam etmesi halinde Şam’ı savaş ilanıyla tehdit etti. En sonunda Cumhurbaşkanı Hafız Esad, Abdullah Öcalan’dan kendisini ağırlayacak bir başka ülke bulmasını istedi ve Kürt mültecileri korumaya devam etti.

Suriye’ye karşı yürütülen savaşın başlarında, Cumhurbaşkanı Beşar Esad, çok sayıda Türkiyeli Kürt mülteciye Suriye vatandaşlığı hakkı tanıdı. Onları yerel milisler oluşturup vatan topraklarının savunmasına katılmaya teşvik etti. İlk iki yıl boyunca, Suriye güvenlik güçleriyle tam bir işbirliği içerisinde hareket ettiler, ancak 2014’te bu durum bozulmaya başladı.

31 Ekim 2014’te, Suriye Demokratik Birlik Partisi (PYD) lideri Salih Müslim, Kobane savaşının hemen ertesinde, Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşen François Hollande tarafından kabul edildi. O ana kadar Suriyeli Kürtleri desteklemeyi reddeden her iki Devlet Başkanı, PKK’nın taahhütlerine ihanet etmesi ve kendi projesine katılması durumunda şahsen karlı çıkacağı konusunda Salih Müslim’i ikna ettiler.

Salih Müslim bir yıl sonra, Suriye’nin Kuzeyinde, yerel halkların özellikle de Süryani Hıristiyanları ve Sünni Arapların tepkisine yol açan, bir zorla Kürtleştirme operasyonu başlattı [8].

Öte yandan, Fransa, İsrail ve Birleşik Krallık Suriye’de Kürdistan yaratma operasyonunu başlattıklarında, Salih Müslim, savaşçı bulmakta çok büyük zorluklarla karşılaştı. Irak’a sığınmış bulunan genç Kürtler, sömürgeci projeye katılmayı kitlesel olarak reddettiler [9].
Salih Müslim, 27 Kasım Cuma günü yeniden Paris’teydi.

Rus Sukhoï 24 uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi

1 Ekim 2015’te gerçekleşen Rus askeri müdahalesi, sömürgeci güçlerin planını sarstı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açısından, Juppé planının ve Türkiye’nin Kürtlerden arındırılması düşünün gerçekleştirilmesi olasılığını bir kez daha uzaklaştırıyordu. Siyasi iktidarın yasadışı icraatlarını önceden haber veren Fuat Avni’nin daha önce ifşa ettiği gibi, bir Rus uçağına yönelik olayın hazırlanması için ordusuna talimat verdi.

16 Kasım’da Rusya, Suriye’deki terörist gruplara karşı yürüttüğü askeri harekatını, bu kez mali kaynakları hedef alarak siyasi olarak genişletti. Devlet Başkanı Vladimir Putin, Antalya’daki G20 toplantısında, oturum başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı isim vermeden suçlayınca şaşkınlık yarattı. Orada bulunan diplomatlara Suriye’den Türk limanlarına nakliye yapan yakıt tankeri konvoylarının uydu fotoğraflarını gösterdi ve bu yolla IŞİD’in milyarlarca dolar kazanmasına izin verenlerin ihmalini teşhir etti [10].

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington’un kendisine verdiği desteği abartarak ya da Rusya’nın gücünü küçümseyerek, 24 Kasım’da Türk hava sahasına 17 saniye süresince giren bir Rus Sukhoï uçağının düşürülmesini emretti [11]. Moskova çok beklemeden, Ankara’ya karşı ağır ekonomik yaptırımlar uygulayarak ve havada yaşanan olayın radar kayıtlarını yayınlayarak [12], S-400 füzelerini konuşlandırarak ve nihayet de 2 Aralık’ta Genelkurmay Başkanının yaptığı bir basın toplantısı sırasında IŞİD’in finansmanında Türk Devletinin sorumluluğuna ilişkin uydu görüntülerinden oluşan kanıtları sunarak karşılık verdi [13].

Kısa sürede, bir yıldan beri gerçeği inkar eden uluslararası basın, bir anda Ankara’daki zorba ve ailesine karşı sitemler yağdırmaya başladı.


29 Kasım 2015 tarihinde, Avrupa Birliği Türkiye’nin önüne yeniden kırmızı halı serdi. Üyelik müzakerelerine yeniden başlıyor, vize serbestisi getiriyor ve Türkiye’ye 3 milyar Euro’yu armağan ediyordu (Kürsüde bulunanlar: Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker).

Fransız ve İngilizlerin müdahalesi

Oysaki, 29 Kasım’da Avrupa Birliği Türkiye’yle özel bir zirve düzenledi. Vladimir Putin’in G20’deki beyanatlarını ve IŞİD petrolünün Kıbrıs, İtalya ve Fransa kanalıyla AB piyasasına sürüldüğünü belgeleyen, Yüksek Temsilci Federica Mogherini’nin kamuoyuna açıklanmayan raporlarını görmezden gelen katılımcılar şu sonuca vardılar: « Türkiye ve AB, Antalya’da düzenlenen son G20 zirvesinin sonuç bildirgesine ve 2015’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2249 sayılı kararına atıfla, terörizmle mücadelenin öncelik konusu olmaya devam ettiğini bir kez daha teyit etmektedirler » (sic) [14].

2011 tarihli Juppé planının uygulanmasıyla, Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerine yeniden başlanmış, mevcut vize uygulaması kaldırılma yoluna girmiş ve pastanın süsü olarak da güya Suriyeli sığınmacılar sorunuyla başa çıkmasına yardımcı olmak üzere Avrupa Birliği Türkiye’ye 3 milyar Euro ödeme taahhüdünde bulunmuştur.

2249 numaralı kararın Şam’ın önceden onayı alınmaksızın Suriye’ye müdahale imkanı verdiğine inanan Fransız Parlamentosu [15] ve İngiliz Avam Kamarası [16], yürütme güçlerine Suriye’ye askeri müdahalede bulunma izni verdiler. Sadece hava saldırılarıyla sınırlandırılacak olan bu müdahaleler, IŞİD’i hedef alıyormuş gibi sunuldu. Tartışmalar sırasında, söz konusu meclislerin hiçbirinde sözde Kürdistan sorunu dile getirilmedi.

Basına yapılan açıklamaların aksine, IŞİD’e karşı politikasını kimse değiştirmedi. Terörist örgüt onu kuranlar (David Petreaus ve John Negroponte çevresindeki ABD’li şahsiyetler, Suudi, Katar ve Türk Hükümetleri) tarafından hala destek görmeye devam ediyor. IŞİD’e karşı sadece Iraklı Şiiler, Lübnan Hizbullahı, Suriye Arap Ordusu ve Rusya savaşıyor. ABD Koalisyonunun yürüttüğü harekatların amacı hiçbir zaman IŞİD’i ortadan kaldırmak değil ama onu hep « durdurmak » oldu. Bugün oynanan oyun, ardından hemen Iraklı Kürtlere işgal ettirmek ve IŞİD’i kendisi için ayrılan El Anbar eyaletine geri püskürtmek için Suriye’nin Kuzeyini bir an önce « kurtarmaktan » ibaret. Rus müdahalesinden beri oluşan tek fark Batılıların IŞİD’in Suriye çölünü işgal etmesine izin vermekten vazgeçmesidir.

Unutmayalım

- Fransa ve Birleşik Krallık, kendi kamuoyların 2249 sayılı kararın IŞİD’e karşı Suriye’ye müdahale etmelerini izin verdiği konusunda inandırmayı başardılar. Bu temelden hareketle, Suriye’nin onayı olmaksızın hava bombardımanlarını başlatmak üzere parlamentolarından onay aldılar.

- Karada, Türkmen milislere (Türk Ordusunca desteklenen) ve Kürt YPG’den (Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi ve İsrail tarafından desteklenen) destek alabileceklerini düşünüyorlar.

- Bu müdahalelerin amacı, uyguladıkları etnik temizlik nedeniyle IŞİD’i ortadan kaldırmak değil, ama onun El Anbar’a doğru yer değiştirmesini sağlamak ve bu kez burada bir sözde Kürdistan kurmak için Suriye’nin Kuzeyinde etnik temizliği sürdürmektir.


Voltairenet.org / 18 Aralık 2015


[1] « Résolution 2249 », Réseau Voltaire, 20 novembre 2015.
[2] “PM statement on the United Nations Security Council Resolution”, 10 Downing Street, November 20, 2015.
[3] “Legal basis for UK military action in Syria”, by Arabella Lang, Voltaire Network, 26 November 2015.
[4] « La Résolution 2249 n’autorise pas à bombarder en Syrie », par Nicolas Boeglin, Réseau Voltaire, 1er décembre 2015.
[6] Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin de 2011’de, özellikle Milan füze ateşleme sistemleri gibi ağır silahlar teslim ettiğini ama bu arada daha temkinli davranarak bunu kamuoyu önünde açıkça kabul etmediğini hatırlatmamız gerekir.
[7] Dans les coulisses de la diplomatie française, par Xavier Panon, L’Archipel, 13 mai 2015.
[10] “Vladimir Putin’s Responses to journalists’ questions following the G20 summit”, by Vladimir Putin, Voltaire Network, 16 November 2015.
[11] « Pourquoi la Turquie a-t-elle abattu le Soukhoï russe ? », par Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 30 novembre 2015.
[12] « Les enregistrements radars de l’attaque turque contre l’avion russe », par Valentin Vasilescu, Traduction Avic, Réseau Voltaire, 29 novembre 2015.
[13] « La Russie expose les preuves du trafic de pétrole de Daesh via la Turquie », par Valentin Vasilescu, Traduction Avic, Réseau Voltaire, 3 décembre 2015.
[14] « Déclaration UE-Turquie », Réseau Voltaire, 29 novembre 2015.
[16] “UK House of Commmons Motion on ISIL in Syria”, Voltaire Network, 2 December 2015.