24 Aralık 2015 Perşembe

‘Kriz yönetimi’nin doğasını kavrayamayanlar

Kriz yönetimi ince bir sanattır... Harbi yönetmek bile daha kolaydır! Bu sanatın derinliklerine nüfuz eden onlarca faktör vardır. Askeri birliklerin manevraları, askeri-politik analizler, hüner dolu bir diplomasi işin doğasında yer alır...

ANGAJMAN KURALLARINA TESLİM OLMAK

Ayrıca bölgesel dengeler, küresel aktörler, iç politik durum, ekonomik zorunluluklar, ülkeye yönelik risk ve tehditler, uluslararası hukuk dikkatle gözden geçirilir. Ancak en önemlisi içinde bulunduğunuz özel durumdur... Daha açık bir ifadeyle, karşınızda küresel düzeyde bir nükleer ve konvansiyonel güç varsa, hesap kitaptaki ince ayar daha da büyük önem kazanır... Böyle bir durumda, güncel dış siyasi atmosfer ile angajman kuralları, ikiz kardeşler gibi birbirine yapıştırılır!

Angajman kuralları krizin yönetimindeki faktörlerden sadece birisidir. Tetiğe basan kadar inisiyatif sizin elinizdedir... Ancak tetiğe bastığınız andan itibaren bütün kontrolü kaybedersiniz. Çünkü muhatabınız, sınırlı bir çatışmadan topyekûn bir harbe kadar hiç beklemediğiniz tarzda size karşılık verebilir! Bu aşamadan sonra hiçbir şeyin garantisi yoktur... Kriz yönetimi biter ve bambaşka bir gerçeklikle karşı karşıya kalırsınız. Reklamlardan aşina olduğumuz, “Kontrolsüz güç güç değildir!” olgusu hayatın her alanına hâkim olur!

NEHİR DENİZE DOĞRU AKIYORDU!

Gelişmeleri sözde değil özde izleyenler ve emareleri yan yana koyanlar, Türkiye’nin uçuruma doğru sürüklendiğini görüyorlardı... Bu nedenle 20 Kasım 2015 günü bu köşede, “Suriye’de Avrupa-Atlantik cephesi Avrasya ile karşı karşıya” başlıklı bir yazı kaleme aldım. Bu yazıda ABD’nin Türkiye’yi, “Haydi koçum!” diyerek ateşe atmaya çalıştığını, içimizdeki bazı kişilerin de buna çanak tuttuğunu anlatmaya çalıştım.

“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür!” ifadesi ile TSK’ya, 31 Temmuz 2015 günü Sayın Sabahattin Önkibar’a gönderdiği bilgilerin yer aldığı yazıyı hatırlattım. Çünkü Sayın Önkibar’ın bu önemli yazısından, “TSK’nın bölgedeki gelişmelerin farkında olduğu” izlenimi edindim... TSK’yı kastederek, bu değerlendirmeleri yapan bir devlet aklının, “ülkemizi salimen limana götürecek bir rota çizeceğine inandığımı” ifade ettim. “Türkiye’nin Amerikan postalı giymeyi kabul etmemesi gerektiğini” vurguladım.

Bu görüşlerimi Ulusal Kanal’ın canlı yayınında birçok kez dile getirdim. Akıl tutulmasının yaşandığı dönemde, 24 Kasım 2015 günü, maalesef Rus uçağı düşürüldü! Sosyal medyaya baktığımda, şu yazının paylaşıldığını gördüm: “Rus uçağı neden düşürüldü? İşte yanıtı: Soner Polat’ın öngörüsü bugün doğrulandı. ABD, Türkiye’ye Avrasya’ya karşı hamle yaptırdı!”

O üzücü günde sıcak saatler yaşanırken, Ulusal Kanal’da Sayın Gizem Güneş’in öğlen haber bültenine bağlandım. “Böyle bir sonucun benim için sürpriz olmadığını!” canlı yayında belirttim...

DÜŞÜRÜLEN UÇAĞIN RADAR İZİ

Radarda iz takibi yapmak profesyonel bir yetkinlik gerektirir ve teknik bir meseledir. İzler şarkıdaki sözlere benzer: “Gözler kalbin aynasıdır; asla yalan söylemez onlar...” İzler de benzer şekilde her şeyi söyler... Meslek hayatımın neredeyse yarısı radar ekranlarındaki temas izlerine bakmakla geçti. Şüpheli bir vasıtanın düşmanca bir niyet ve maksadının olup olmadığı iz takibi ile kolayca anlaşılır.

Düşürülen uçağın radar izini dikkatle inceledim... Türkiye coğrafyası o alanda dar bir hat ile güneye doğru bir çıkıntı yapmaktadır. Rus uçağı doğudan batıya doğru seyretmektedir. İhlal olsa bile, kayış istikameti, uçağın çok kısa süre içinde Türk hava sahasını terk edeceğini göstermektedir. Korumasız Rus uçağı rotasını kuzey, kuzeydoğu, kuzeybatı yönlerine, yani Türkiye’nin derinliklerine çevirmiş olsaydı, belki o zaman ileri tedbirlere geçilmesi düşünülebilirdi... Bir geminin savaş harekât merkezindeki en kıdemsiz subay bile bu izin bir çatışma nedeni olamayacağını görürdü! Bu koşullarda düşürme kararı çok aşırı bir değerlendirmedir!

KRİZ YÖNETİMİ KARNE NOTU!

İmparatorluklar kurma geleneğine sahip Türk devleti, üzülerek söylemeliyim ki bütün kurumlarıyla Kriz Yönetimi’nden sıfır çekmiş ve sınıfta kalmıştır! Aydınlık’ın manşetine taşıdığı, “YAŞ’tan Rusya’ya dostluk mesajı!” başlıklı haber, yapılan büyük hatanın itirafı niteliğindedir... Yangını çıkaranların yangın söndürme faaliyetlerine katılması kaderin garip bir cilvesidir. Ancak bu yeni adım son kerte olumlu ve yapıcı bir yaklaşımdır... Bu tutum Ruslarla el sıkışıncaya dek, Batı’nın sinsi tuzaklarına yem olmadan inatla ve kararlılıkla sürdürülmelidir!

“Russia Today” televizyonu benimle yaptığı söyleşide ısrarla düşen uçak ile ilgili sorular sordu. Şunu söyledim: “Bu tartışmanın bir faydası yok! Türk milleti çok üzgün! Ölen pilotunuzun ailesine ve Rus ulusuna başsağlığı diliyoruz. Bu konunun gündemde tutulması sadece iki ülke halkını birbirine düşman eder! Biz yeniden Atatürk döneminde olduğu gibi dostluğu öne çıkaralım! Batılı emperyalist çetelerin kirli oyunlarını bozalım...”

Bir askeri gemi en fazla bir saat içinde karasularını terk eder ve uluslararası sulara girer... Denizci diplomat olmak zorundadır! Uluslararası alanda kriz yönetimi ve angajman kuralları ile birlikte yaşar ve bunların doğasını öğrenir. Her denizci meslek hayatı boyunca onlarca defa bu tür olaylarla karşı karşıya kalır... Tetik, angajman kuralı, radar dili ve arka plan arasındaki dengeyi çok iyi kurar ve asla yaş tahtaya basmaz! Tertip davalar sürecinde Türkiye’de en fazla yıpranan ve kayıp veren kurum Türk Deniz Kuvvetleri olmuştur. Rakamlar ortadadır! Bunu tesadüfle açıklayamayız... Türk devleti ve Türk milleti, Genelkurmay Başkanlığı makamı da dâhil olmak üzere denizcilerin tecrübe ve birikiminden her alanda yararlanmalıdır...

DERS ALMAZSAK TEKERRÜR EDER!

Türk devleti, sistem içindeki kontrol ve denetim (check and balance) mekanizmalarını yeniden ve etraflıca gözden geçirmeli ve boşlukları kapatmalıdır. Konu, hassasiyeti ve uluslararası boyutu nedeniyle bütün çıplaklığı ile kamuoyu ile paylaşılmayabilir... Ama bu vahim hadise bütün boyutlarıyla sorgulanmalı, soruşturulmalı ve köklü tedbirler mutlaka alınmalıdır!

Çünkü “üç beş bomba atarım!” diyenler, her an Türkiye’nin başını daha büyük belalara sokabilirler... Bütün komşularla kavgalı olmayı, “değerli yalnızlık!” olarak pazarlayan zihniyet, şimdi de meydanı boş bularak bir küresel devi ülkemize karşı kışkırttı!

Dünyada göze göz, dişe diş, kora kor kıyasıya bir mücadele var... Bu kavgaya zihnen ve fiziken hazır olmayanlar, sadece kendilerini değil, Türk milletini de ateşe atarlar...

Son sözü Atatürk’e bırakalım:

Milli mücadelenin sonunda bir telgraf aldım. “Emir ver bir hafta sonra Matapan (Mora) burnundayım!” Derhal kendisine “dur” emri verdim. Biz ülkeleri değil, insanların kalplerini fethetmek isteriz. Biz o vakit durmasını bilmeseydik, bütün dünyaya şamil prestijimiz ne olurdu?

Komutanlar da sanatkârlar gibidir. Yerinde durmasını bilmezlerse, zaferleri payidar olmaz!

Amiral Soner POLAT / Aydınlık- 02.12.2015