19 Aralık 2015 Cumartesi

Şam’a giderken Diyarbakır’dan olmak

Normal insanlar muhataplarının makul düşündüğünü varsayma eğilimindedirler. Bu yüzden, gelenek ve göreneğe göre makul kabul edilen davranışlardan büyük sapmalar olduğu zaman, bunları bir şekilde akla uydurarak içselleştirmeye çalışırlar. Fakat muhataplarının açgözlülüğü ve hırsları her türlü akıl ölçüsünü aştığında şaşırırlar ve kendi davranışlarında da ölçüyü ve orantıyı kaybetmeye başlarlar. Ülkeler arasındaki ilişkiler de böyledir.

1914’ten önce sıradan insanlar uygarlığın yeni bir dünya savaşını asla kaldıramayacağına inanıyorlardı. Askeri uzmanlar ise savaşın kaçınılmaz olduğunu biliyor, fakat silah teknolojisinin vardığı düzeyi dikkate alarak çatışmanın dünya çapında genişlemeyeceğini, çok kısa süreceğini tahmin ediyorlardı. Savaş bütün dünyaya yayıldı ve dört yıl sürdü. Aynısı II. Dünya Savaşı için de geçerlidir. İki savaş arası dönemde, Hitler dahil bütün yöneticilerin iyi niyetli ve makul oldukları düşünülüyordu.

En büyük korkular Soğuk Savaş döneminde yaşandı. Nükleer savaş felaketi herkesin kâbusuydu. Kennedy ile Huruşov arasında bir kırmızı telefon hattı çekilmişti. Onlar makul olduklarını kanıtladılar, fakat bu kez de bir askerin kazara ya da delirerek nükleer silah anahtarını çevirivermesinden korkuluyordu. Bu korkuyu anlatan kitaplar yazılmış, filmler yapılmış, her türlü senaryo üretilmiştir.

MÜSTEVLİNİN SİYASİ EMELLERİ

Günümüzde nükleer silahlar, füzeler, sofistike bombalar öylesine gelişti ve yaygınlaştı ki kimse bu türden korkuları dile getirmiyor. Elbette amaçsız şiddet içeren filmlerin, kanlı bilgisayar oyunlarının, bütün dünyanın Ortadoğu’nun kadim şehirlerinin emperyalist bombardıman altında yok oluşunu canlı yayında izleyişinin yol açtığı bir kanıksama hali de var.

Saddam, Kaddafi, Beşar Esad, Kim Jong-un gibi adamlar bize deli gibi gösterilirken; Tony Blair alçağı, paranoyak Reagan ve işçi düşmanı Demir Leydi kendimizi yakın hissedebileceğimiz normal insanlar gibi tanıtıldı. Onlar medeni insanlar, onlar yapmaz, ötekiler yapar! Halbuki tam tersi oldu.

Şimdi bu tersliğin daniskasını göreceğiz. Sıkıntı çekme sırası bizde. Mazlum bir Asyalı millet olduğumuzu şimdi idrak edeceğiz. “Laikliğe aykırı faaliyetlerin odağı”nı oluşturduğu mahkeme kararıyla sabit, yolsuzluğunun boyutlarını vatandaşın tv ekranlarından izlediği, sessiz devrim ayağına memleketin bütün malını mülkünü haraç mezat satıp taraftarlarına yediren, ülkeyi askeri bakımdan savunmasız bırakan bir iktidarın “şahsi menfaatlerini müstevlinin siyasi emelleriyle nasıl tevhit ettiğini” asıl şimdi göreceğiz, herhalde iyice anlayacağız.

EMPERYALİST KUŞATMA

Uçağını gemisini kapan emperyalist gelip bizim askeri üslerimize konuşlanacak, kara sularımıza demirleyecek. Bölgemizi kuşatma altına alıyorlar. Paylaşım mücadelelerinin sıcak savaşını kendi güzel Avrupa’larında değil, bizim kadim topraklarımızda verecekler. 1 Mart Tezkeresi’yle (2003) kapıları kapattığımız bütün güçler misliyle geri geliyor. Başımızdaki satraplar da bunu fırsat bilerek sessiz devrimlerini tamamlamaya, bütün aykırı sesleri susturmaya çalışacaklar.

Putin’in de makul ve ölçülü olduğunu söyleyemeyiz. Şu sözler eğer çeviri hatası değilse, gerçekten vahim: “Allah Türk yönetimini vicdan ve adalet duygusu ile akıldan yoksun bırakarak cezalandırmaya karar verdi.” Sanki Tanrı’nın yeryüzündeki sureti yüce Çar Hazretleri konuşuyor! Hitler de bir keresinde, dönemin İngiltere ve Fransa başbakanları, Chamberlain ve Daladier’yi kast ederek şöyle bağırmıştı: “Onların şahsında kırbaçlanmak isteyen maymunlar görünüz!”

“Biz gerekirse kendi maymunlarımızı kırbaçlarız, ekselans,” desek de vakit yok. Ermenistan sınırındaki askeri üsleri teyakkuza geçirip Gümrü’ye yığınak yapmaya başladılar. Bunu daha önce Suriye krizi patlak verip bizimki Emevi camiinde öğleyi edâ edeceğini ilan ettiğinde de yapmışlardı. Oligarkların Çarı, bir yandan da, “Türk halkı iyi, yetenekli ve çalışkandır,” diyor. Hiç utanmıyor muyuz? Bir hükümet hem kendisini hem de halkını bu seviyeye nasıl düşürür?

Emperyalistlerin çıkardığı savaşların temerküz kampı, emperyalist orduların atış poligonu mı olacağız, yoksa tarihte örnekleri görüldüğü gibi Cumhuriyet son bir refleksle silkinip bu büyük tuzaktan kurtulacak mı? Hükümet Şam’a doğru gitmeye devam ederse, Diyarbakır’dan olacağız.

Yavuz ALOGAN / 05.12.2015 / Aydınlık