7 Aralık 2015 Pazartesi

‘Topyekun savaş’

Samuel Huntington “Medeniyetler Çatışması”1996’da yazdı. Kitap bir bakıma Francis Fukuyama’nın dört yıl önce yazdığı “Tarihin Sonu” adlı kitaba verilmiş bir yanıttı. Özetle, “Merak etmeyin,” diyordu, “sınıf savaşı ve komünizm tehdidiyle birlikte tarih sona ermedi, nice savaşlar bizi bekliyor, önümüzde daha medeniyetler ve kültürler çatışması var.”

Batılı emperyalizm nihayet medeniyetler çatışması kılığına bürünmüş yeni bir sömürgecilik savaşını başlatmış görünüyor. Savaşın ve barbarlığın esas failleri G-20 Zirvesi için Antalya’da toplanırken, Paris’te patlak veren IŞİD saldırısı çatışmayı biraz daha körükledi. Hollande, saldırının “savaş nedeni” olduğunu ilan ederken, Sarkozy “Fransa topyekûn savaş ilan etmelidir,” dedi. Bu arada Papa Hazretleri “Üçüncü Dünya Savaşı başladı” şeklinde fetva verdi. Batılı ülkeler kendi tüketim toplumlarını savaşa razı etmek için bir fırsat daha yakalamış oldular.

Patlayıcı madde ve silah üretiminin ve trafiğinin, yanı sıra potansiyel suçluların, güçlü istihbarat örgütleri tarafından adım adım izlendiğini biliyoruz. Büyük şiddet eylemleri ancak istihbarat akışının kasıtlı olarak kesintiye uğratıldığı noktalarda gerçekleşebilir. Dolayısıyla günümüzde terör, emperyalist ülkelerin, güçlü istihbarat örgütleri aracılığıyla siyaseten kullandıkları bir araçtır.

BÜTÜN SAVAŞLARIN ANASI

Bu türden vahşi saldırılar olduğunda bir türlü olayın kendisi üzerinde odaklanamıyorum. Aklıma hep başka şeyler geliyor. Mesela zamanın ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın Mayıs 1997’de Hudson River’daki bir uçak gemisinin güvertesinde askerlere hitap ederken söylediği şu ünlü söz: “Kullanmadıktan sonra, dünyanın en büyük askeri gücüne sahip olmuşsunuz, neye yarar?” Ya da mesela Sosyalist Arap Cemahiriyesi’nin lideri Muammer Kaddafi’nin aralarında İngilizce konuşan adamların da olduğu bir güruh tarafından parçalandığını gösteren videoyu izlerken Hilary Clinton’un “waoov!” nidasıyla sevincini belirtmesi; ya da 2003’te Saddam Amerikan askerleri tarafından yakalandığında Bağdat’taki Amerikan elçisi Paul Bremer’in kahraman şerif pozunda “We got him!” (onu enseledik) demesi; ekranların önünde mal gibi oturup havai fişek gösterisi gibi seyrettiğimiz ilk Bağdat bombardımanı sırasında Saddam Hüseyin’in şu sözleri: “Bütün savaşların anası başlıyor!”

Kendi besili ve cahil evlatları incinmesin diye Ortadoğu halklarını etnik ve dini olarak parçalayıp vekâleten savaştırdılar. Bunu enerji kaynaklarını ve aktarım yollarını denetlemek için yaptılar. Kullandıkları şiddet, uyguladıkları vahşet göçmen dalgaları halinde kendi tüketim imparatorluklarının kıyılarına vurdu. Besili evlatları incinmedi ama, bizzat yetiştirdikleri, eğitip donattıkları nihilist barbarlar onların kentlerinde sıradan masum yurttaşları gündelik hayatın içinde bombalar ve kalaşnikovlarla kitle halinde katletmeye başladılar.

Fransızların maruz kaldıkları vahşeti kınarken, Fransız elçiliğinin önünde mum yakıp çiçek bırakırken, Doğu’ya Batılı gözüyle bakmayalım. Edward Said’in “Oryantalizm” yazılarını hatırlayalım. Sömürgeciliğin ve emperyalist alçaklığın yarattığı patolojik kitle psikolojisini, Franz Fanon’un “Dünyanın Ezilenleri” kitabında söylediklerini hatırlayalım.

Ve en önemlisi, ülkemizin bu emperyalist medeniyetler savaşının en kritik noktasında, en ağır çelişkiler içinde bulunduğunu; Kuruluş ilkelerine dönüp gerekirse en devrimci yöntemlerle laik bir toplum yapısı oluşturamadığımız, Cumhuriyet modernizmini yeniden tanımlayıp kuramadığımız taktirde bizi büyük felaketlerin beklediğini unutmayalım. Batı’da ulusal bilinç taş gibi dururken, bizi yönetenler “ulus-devlet’le hesaplaşmak lazım” diyebiliyorlar. Bu süreci AKP zihniyetiyle aşmak kesinlikle imkânsızdır.

KIYASLAYALIM

Yakamıza “Je Suis Paris” yazılı kokart takarken, Paris’in ve Ankara’nın şiddete karşı tepkisini kıyaslayalım. Fransızlar hemen meydanlarda toplanıp “Yurttaşlar, silahlanın!” diyen kadim devrimci ulusal marşları “La Marseillaise”i söylemeye başladılar. Burada, meydanlarda toplanıp marş söylemek şöyle dursun, günlük güneşlik felaket gününde insanlar kafelerde, sokaklarda istiflerini bozmadılar, kitle anında dağıldı. Konya’da saygı duruşu yapanlar yuhalandı, tekbir sesleriyle protesto edildi. Fransız Cumhuriyet Savcısı olay gecesi en ayrıntılı açıklamayı yaparken, bizde muazzam bir bilgi kirliliği olayın üstüne çöktü. Hollande da herhalde önümüzdeki günlerde çıkıp “Paris katliamı oylarımızı artırdı” demeyecektir.

“Kederde, tasada ve kıvançta ortak” olmak bir toprak parçası üzerinde yurttaş olarak onurlu yaşamanın asgari koşuludur. Sınıf mücadelesini eşzamanlı olarak veririz yine, sosyalizmi savunuruz, hatta kurarız. Ama önce ortak bir yurttaşlık bilincimiz olsun; bir ulus-devletimiz olsun da biz onu yine yıkmaya çalışalım. Var olmayan şeyi nasıl ele geçirip dönüştüreceğiz? “Sosyalist devrim ulusal arenada başlar, uluslararası arenada gelişir...” denilmiştir. Ulusal arena etnik ve dini olarak parçalanmışsa, sosyalizmi kime nasıl anlatacağız?

Yavuz ALOGAN / Aydınlık / 17.11.2015