Fransa’nın, İsrail’in ve Birleşik Krallığın
Suriye’ye
müdahalesi meşru mu?
Irak ve Suriye’de yeni savaşlarını
başlatabilmek için, Fransa, İsrail ve Birleşik Krallık, 20 Kasım tarihinde, BM
Güvenlik Konseyi’nde 2249 sayılı kararı onaylattılar [1].
Metni hazırlayan BM’deki Fransız temsilcisine göre onaylanan karar, BM
Sözleşmesinin 51nci maddesi, yani « meşru müdafaa » ilkesi gereğince ortak
eyleme geçilmesine izin veriyor. İngiliz Dışişleri Bakanı David Cameron’a göre
ise metin, « Suriye’de ve Irak’ta da bu katil ve şeytani hizbe karşı her türlü
eylemi » desteklemektedir [2].
Oysa, Avam Kamarası kitapevi araştırma servisi
uzmanlarına göre durum hiç de öyle değil. Arabella Lang, yaptığı ayrıntılı
hukuksal araştırmada, BM kararının kesinlikle güç kullanımına izin vermediğini,
ama meşru imkanı olanlara çabalarını iki misline çıkarma çağrısında
bulunduğunun altını çizmektedir [3]. Öyle olunca da burada sadece Irak ve Suriye tarafından
müdahaleye davet edilen Devletler söz konusu olabilir.
Bu amaçla Irak, her ne kadar İslam Emirliği
Irak’ta kurulmuş olsa da, Genel Sekretere ve Güvenlik Konseyine, Suriye
topraklarından kaynaklı IŞİD saldırılarına maruz kaldığını belirten bir mektup
gönderdi. İsrail değil ama Fransa ve Birleşik Krallık, Irak tarafından davet
edildikleri için, her iki Devlet de « ortak meşru savunma » haklarını
kullandığını iddia ediyor. Ayrıca, bu devletlerin her biri Suriye kaynaklı IŞİD
saldırılarına maruz kaldıklarını ve tek tek Devletler olarak bireysel meşru
müdafaa haklarına sahip olduklarını ileri sürüyorlar. Ne yazık ki bu gerekçeler
ancak Paris ve Londra’nın IŞİD’in Suriye’den yakın zamanda gerçekleşecek bir
saldırının planladığının kanıtlanması durumunda geçerlidir ki bu durum da söz
konusu değildir [4].
Dolayısıyla Fransa, İsrail ve Birleşik
Krallık’ın, Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümetinden önceden onay almaksızın
gerçekleştireceği bir Suriye müdahalesi gayri meşru olmaya devam ediyor.
Öte yandan Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin
ve Genel Kurulun konuyla ilgili kararlarının, BM’ye üye bir devleti devirmeyi
hedefleyen hükümet dışı gruplara askeri destek verilmesi kesin biçimde
yasakladığını hatırlatalım. Fransa ve Birleşik Krallık bu nedenle Suriye’deki
silahlı gruplara sadece savunma amaçlı malzeme gönderdiklerini iddia ettiler.
Ancak ne yazık ki bu gruplara, çok büyük miktarlarda saldırı amaçlı silahlar
(özellikle tüfekler, havan topları, tanksavar ve karadan havaya füzeler)
gönderiliyor. 2014 Ağustos’unda, Fransız Cumhurbaşkanı François Hollande, Le
Monde gazetesine verdiği bir mülakatta Suriyeli isyancılara saldırı amaçlı
silahlar teslim ettiğini kabul etti [5]. Daha sonra, gazeteci Xavier Panon’e verdiği mülakatlarda,
Fransa’nın şüpheye yer bırakmadan uluslararası hukuku çiğneyecek ve « haydut
ülkeler » [6] sınıfına düşecek şekilde, 2012’den beri [7] 20mm’lik toplar, makineli tüfekler, roketatarlar ve tanksavar
füzeleri tedarik ettiğini belirtecektir.
Fransa, İsrail ve Birleşik Krallık’ın itiraf edilemez
projesi
Fransa 20 Kasım’dan beri, IŞİD’e karşı
mücadele etmek ve özellikle de Rakka’yı almak için bir koalisyon oluşturmayı
deniyor. Oysa Fransızları hükümetlerinin 13 Kasım Paris saldırılarına karşılık
verme iradesine ikna etmeye yeten bu söylemin, Cumhurbaşkanı Hollande’ın
sömürgeci niyetlerini örtmede çok da başarılı olduğu söylenemez. Tamam, IŞİD’i
Rakka’dan kovalım, ama hangi kara birlikleriyle ve kimin yararına?
Rusya’nın yürüttüğü hava saldırıları, karada
Suriye Arap Ordusu’nu destekliyor, oysa Fransız Dışişleri Bakanı Laurent
Fabius’a göre Fransız-İngiliz ortak hava saldırıları, Libya’daki El Kaide
üyelerince örgütlenen Özgür Suriye Ordusuna, Sünni Arap Güçlerine (yani Türk
Ordusunun desteklediği türkmen milislere) ve Kürtlere (hem Suriyeli YPG’ye, hem
de Irak Bölgesel Kürt Hükümetinin peşmergelerine) destek verebilir.
Bu güçler Rakka’yı ele geçirmeyi
başarırlarsa, kent onu ilhak edecek olan Irak Bölgesel Kürt Hükümetine teslim
edilecektir. Irak’tan Suriye’ye uzanan bir « Kürdistan »ın ilan edilmesi,
ardından da burada yaşayan Suriyeli halkların kovulması ve bu yeni Devlete 10
milyon Türkiyeli Kürdü nakletmek söz konusu olacaktır.
2011 yılında, Fransa
adına Alain Juppé ve Türkiye adına ise Ahmet Davutoğlu, terörist bir örgüt
aracılığıyla (IŞİD) Irak ve Suriye’yi kapsayacak bir Sünnistan ve yine aynı
şekilde iki ülke üzerinde bir Kürdistan devleti kurulması konusunda gizlice
anlaştılar. Projeleri İsrail ve Birleşik Krallık tarafından da destekleniyordu.
Juppé planı
2011 yılında, Fransız Dışişleri Bakanı Alain
Juppé ve Türk mevkidaşı Ahmet Davutoğlu gizli bir anlaşmaya imza attılar. Bu
anlaşmanın, « Türk topraklarının bütünlüğüne zarar vermeden », « Kürt sorunun
çözülmesi », yani Suriye’de sözde bir Kürdistan kurulması da dahil olmak üzere
birçok karşılıklı taahhüdü içerdiğini biliyoruz.
Alain Juppé’nin hala De Gaulle’cu olduğunu
sanan Fransızlar, 2005’te yaşadığı sapmayı kavrayamadılar. O dönem, kamu
fonlarını zimmetine geçirerek siyasi partisini finanse etmek suçundan tecil
edilebilir 14 ay hapis ve bir yıl da seçilme yasağı cezasına çarptırılmıştı.
Fransa’yı terk edip Montreal’de ders vermeye başladı. Bu arada, Kanada’da çok
durmayıp, üçüncü bir ülkede gizlice eğitim gördü. Bugün, muhalefet üyesi
sıfatıyla, Cumhurbaşkanı Hollande’ın tarihe ve Fransa’nın çıkarlarına karşı
yürüttüğü Ortadoğu politikasının başlıca ilham kaynaklarından biridir.
Kürdistan ve
Suriye
Kürtler, bugün Türkiye, Irak ve İran arasında
paylaşılmış topraklarda yüzyıllardır yaşamını sürdüren bir halktır. 1962
yılındaki nüfus sayımında, Suriye’de sadece 169 000, yani toplam nüfusun çok
küçük bir parçası kadar Kürt yaşıyordu. Ancak 1980-90 yılları arasında
Türkiye’deki iç savaş boyunca, 2 milyon Kürt Suriye’ye sığındı. Fransa, İsrail
ve Birleşik Krallığın aklında, kendi evleri olan Türkiye’de değil ama
kendilerini cömertçe karşılayan ülkeyi sömürgeleştirerek onlara bir devlet
kurmak vardı.
1916’daki Sykes-Picot Anlaşması kapsamında,
1920’de San Remo Konferansı sırasında Suriye, Fransa ve Birleşik Krallık
arasında daha önce ikiye bölünmüştü. Tarihsel olarak, sadece bugünkü Suriye
topraklarını değil ama Filistin, İsrail, Lübnan, Ürdün, İskenderun Sancağı
(Türkiye’de Antakya) ve Irak’ın bir bölümünü de içeriyordu. Dolayısıyla bugünkü
proje bu bölünmenin sürdürülmesini hedeflemektedir.
Suriyeli Kürt lider
Salih Müslim, 31 Ekim 2014 tarihinde Paris’te François Hollande ve Recep Tayyip
Erdoğan tarafından kabul edildi. Üç lider Suriye’de bir sözde Kürdistan
kurulması, buradaki Sünni ve Hıristiyan nüfusun ihraç edilmesi ve Türkiyeli
Kürtlerin buraya nakledilmesi konusunda anlaştılar.
Kürtler kimdir?
Kürtler tek bir kültür oluşturmakla birlikte,
Kurmançi, Sorani, Pehlivani ve ilk üçünden tamamen farklı olan bir dördüncü dil
olan Zaza-Gorani gibi farklı dilleri konuşmaktadırlar.
Soğuk Savaş boyunca Kürtler, birincisi İsrail
ve ABD, ikincisi ise Suriye ve SSCB tarafından desteklenen iki ayrı gruba
bölündüler.
Türkiye’deki iç savaş sırasında
Marksist-Leninist eğilimli başlıca Türkiyeli Kürt partisi PKK ve önderi
Abdullah Öcalan, Türkiye’de bağımsız bir Kürdistan kurulması için mücadele
yürüttü. Suriye’nin topraklarına yönelik hiçbir emellerinin olmadığını
özellikle belirttiler. Öcalan, Şam tarafından siyasi sığınmacı olarak kabul
edildi ve buradan Türkiye’de askeri harekatlarını yönetti. Baskıdan kaçan 2
milyon Kürt Suriye’ye sığındılar. Ama 1998’de Ankara, PKK’yı barındırmaya devam
etmesi halinde Şam’ı savaş ilanıyla tehdit etti. En sonunda Cumhurbaşkanı Hafız
Esad, Abdullah Öcalan’dan kendisini ağırlayacak bir başka ülke bulmasını istedi
ve Kürt mültecileri korumaya devam etti.
Suriye’ye karşı yürütülen savaşın başlarında,
Cumhurbaşkanı Beşar Esad, çok sayıda Türkiyeli Kürt mülteciye Suriye
vatandaşlığı hakkı tanıdı. Onları yerel milisler oluşturup vatan topraklarının
savunmasına katılmaya teşvik etti. İlk iki yıl boyunca, Suriye güvenlik
güçleriyle tam bir işbirliği içerisinde hareket ettiler, ancak 2014’te bu durum
bozulmaya başladı.
31 Ekim 2014’te, Suriye Demokratik Birlik
Partisi (PYD) lideri Salih Müslim, Kobane savaşının hemen ertesinde, Türk
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşen François Hollande tarafından
kabul edildi. O ana kadar Suriyeli Kürtleri desteklemeyi reddeden her iki
Devlet Başkanı, PKK’nın taahhütlerine ihanet etmesi ve kendi projesine
katılması durumunda şahsen karlı çıkacağı konusunda Salih Müslim’i ikna
ettiler.
Salih Müslim bir yıl sonra, Suriye’nin
Kuzeyinde, yerel halkların özellikle de Süryani Hıristiyanları ve Sünni
Arapların tepkisine yol açan, bir zorla Kürtleştirme operasyonu başlattı [8].
Öte yandan, Fransa, İsrail ve Birleşik Krallık
Suriye’de Kürdistan yaratma operasyonunu başlattıklarında, Salih Müslim,
savaşçı bulmakta çok büyük zorluklarla karşılaştı. Irak’a sığınmış bulunan genç
Kürtler, sömürgeci projeye katılmayı kitlesel olarak reddettiler [9].
Salih Müslim, 27 Kasım Cuma günü yeniden
Paris’teydi.
Rus Sukhoï 24
uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi
1 Ekim 2015’te gerçekleşen Rus askeri
müdahalesi, sömürgeci güçlerin planını sarstı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan açısından, Juppé planının ve Türkiye’nin Kürtlerden arındırılması
düşünün gerçekleştirilmesi olasılığını bir kez daha uzaklaştırıyordu. Siyasi
iktidarın yasadışı icraatlarını önceden haber veren Fuat Avni’nin daha önce
ifşa ettiği gibi, bir Rus uçağına yönelik olayın hazırlanması için ordusuna
talimat verdi.
16 Kasım’da Rusya, Suriye’deki terörist
gruplara karşı yürüttüğü askeri harekatını, bu kez mali kaynakları hedef alarak
siyasi olarak genişletti. Devlet Başkanı Vladimir Putin, Antalya’daki G20
toplantısında, oturum başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı isim vermeden suçlayınca
şaşkınlık yarattı. Orada bulunan diplomatlara Suriye’den Türk limanlarına
nakliye yapan yakıt tankeri konvoylarının uydu fotoğraflarını gösterdi ve bu
yolla IŞİD’in milyarlarca dolar kazanmasına izin verenlerin ihmalini teşhir
etti [10].
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington’un
kendisine verdiği desteği abartarak ya da Rusya’nın gücünü küçümseyerek, 24
Kasım’da Türk hava sahasına 17 saniye süresince giren bir Rus Sukhoï uçağının
düşürülmesini emretti [11]. Moskova çok beklemeden, Ankara’ya karşı ağır ekonomik
yaptırımlar uygulayarak ve havada yaşanan olayın radar kayıtlarını
yayınlayarak [12], S-400 füzelerini konuşlandırarak ve nihayet de 2 Aralık’ta
Genelkurmay Başkanının yaptığı bir basın toplantısı sırasında IŞİD’in
finansmanında Türk Devletinin sorumluluğuna ilişkin uydu görüntülerinden oluşan
kanıtları sunarak karşılık verdi [13].
Kısa sürede, bir yıldan beri gerçeği inkar
eden uluslararası basın, bir anda Ankara’daki zorba ve ailesine karşı sitemler
yağdırmaya başladı.
29 Kasım 2015 tarihinde,
Avrupa Birliği Türkiye’nin önüne yeniden kırmızı halı serdi. Üyelik
müzakerelerine yeniden başlıyor, vize serbestisi getiriyor ve Türkiye’ye 3
milyar Euro’yu armağan ediyordu (Kürsüde bulunanlar: Türkiye Başbakanı Ahmet
Davutoğlu, Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı
Jean-Claude Juncker).
Fransız ve İngilizlerin müdahalesi
Oysaki, 29 Kasım’da Avrupa Birliği
Türkiye’yle özel bir zirve düzenledi. Vladimir Putin’in G20’deki beyanatlarını
ve IŞİD petrolünün Kıbrıs, İtalya ve Fransa kanalıyla AB piyasasına sürüldüğünü
belgeleyen, Yüksek Temsilci Federica Mogherini’nin kamuoyuna açıklanmayan
raporlarını görmezden gelen katılımcılar şu sonuca vardılar: « Türkiye ve AB,
Antalya’da düzenlenen son G20 zirvesinin sonuç bildirgesine ve 2015’te
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2249 sayılı kararına atıfla,
terörizmle mücadelenin öncelik konusu olmaya devam ettiğini bir kez daha teyit
etmektedirler » (sic) [14].
2011 tarihli Juppé planının uygulanmasıyla,
Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerine yeniden başlanmış, mevcut vize
uygulaması kaldırılma yoluna girmiş ve pastanın süsü olarak da güya Suriyeli
sığınmacılar sorunuyla başa çıkmasına yardımcı olmak üzere Avrupa Birliği
Türkiye’ye 3 milyar Euro ödeme taahhüdünde bulunmuştur.
2249 numaralı kararın Şam’ın önceden onayı
alınmaksızın Suriye’ye müdahale imkanı verdiğine inanan Fransız
Parlamentosu [15] ve İngiliz Avam Kamarası [16], yürütme güçlerine Suriye’ye askeri müdahalede bulunma izni
verdiler. Sadece hava saldırılarıyla sınırlandırılacak olan bu müdahaleler,
IŞİD’i hedef alıyormuş gibi sunuldu. Tartışmalar sırasında, söz konusu
meclislerin hiçbirinde sözde Kürdistan sorunu dile getirilmedi.
Basına yapılan açıklamaların aksine, IŞİD’e
karşı politikasını kimse değiştirmedi. Terörist örgüt onu kuranlar (David
Petreaus ve John Negroponte çevresindeki ABD’li şahsiyetler, Suudi, Katar ve
Türk Hükümetleri) tarafından hala destek görmeye devam ediyor. IŞİD’e karşı
sadece Iraklı Şiiler, Lübnan Hizbullahı, Suriye Arap Ordusu ve Rusya savaşıyor.
ABD Koalisyonunun yürüttüğü harekatların amacı hiçbir zaman IŞİD’i ortadan
kaldırmak değil ama onu hep « durdurmak » oldu. Bugün oynanan oyun, ardından
hemen Iraklı Kürtlere işgal ettirmek ve IŞİD’i kendisi için ayrılan El Anbar
eyaletine geri püskürtmek için Suriye’nin Kuzeyini bir an önce « kurtarmaktan »
ibaret. Rus müdahalesinden beri oluşan tek fark Batılıların IŞİD’in Suriye
çölünü işgal etmesine izin vermekten vazgeçmesidir.
Unutmayalım:
Fransa ve Birleşik Krallık, kendi kamuoyların 2249 sayılı kararın IŞİD’e karşı Suriye’ye müdahale etmelerini izin verdiği konusunda inandırmayı başardılar. Bu temelden hareketle, Suriye’nin onayı olmaksızın hava bombardımanlarını başlatmak üzere parlamentolarından onay aldılar.
Karada, Türkmen milislere (Türk Ordusunca desteklenen) ve Kürt YPG’den (Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi ve İsrail tarafından desteklenen) destek alabileceklerini düşünüyorlar.
Bu müdahalelerin amacı, uyguladıkları etnik temizlik nedeniyle IŞİD’i ortadan kaldırmak değil, ama onun El Anbar’a doğru yer değiştirmesini sağlamak ve bu kez burada bir sözde Kürdistan kurmak için Suriye’nin Kuzeyinde etnik temizliği sürdürmektir.
Voltairenet.org / 18 Aralık 2015
Çev.
Osman Soysal
Osman Soysal
[1]
« Résolution 2249
», Réseau Voltaire, 20 novembre 2015.
[2]
“PM
statement on the United Nations Security Council Resolution”, 10 Downing
Street, November 20, 2015.
[3]
“Legal basis for UK
military action in Syria”, by Arabella Lang, Voltaire Network, 26
November 2015.
[4]
« La Résolution 2249
n’autorise pas à bombarder en Syrie », par Nicolas Boeglin, Réseau
Voltaire, 1er décembre 2015.
[5]
«François
Hollande confirme avoir livré des armes aux rebelles en Syrie», Le Monde,
20 août 2014.
[6]
Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin de 2011’de, özellikle Milan füze ateşleme sistemleri
gibi ağır silahlar teslim ettiğini ama bu arada daha temkinli davranarak bunu
kamuoyu önünde açıkça kabul etmediğini hatırlatmamız gerekir.
[7]
Dans
les coulisses de la diplomatie française, par Xavier Panon, L’Archipel,
13 mai 2015.
[8]
« Les États-Unis et
Israël débutent la colonisation du Nord de la Syrie », Réseau Voltaire,
1er novembre 2015.
[9]
« Le YPG proclame la
conscription obligatoire des réfugiés kurdes syriens », Réseau Voltaire,
24 novembre 2015.
[10]
“Vladimir Putin’s
Responses to journalists’ questions following the G20 summit”, by Vladimir
Putin, Voltaire Network, 16 November 2015.
[11]
« Pourquoi la Turquie
a-t-elle abattu le Soukhoï russe ? », par Thierry Meyssan, Réseau
Voltaire, 30 novembre 2015.
[12]
« Les enregistrements
radars de l’attaque turque contre l’avion russe », par Valentin Vasilescu,
Traduction Avic, Réseau Voltaire, 29 novembre 2015.
[13]
« La Russie expose les
preuves du trafic de pétrole de Daesh via la Turquie », par Valentin
Vasilescu, Traduction Avic, Réseau Voltaire, 3 décembre 2015.
[14]
« Déclaration
UE-Turquie », Réseau Voltaire, 29 novembre 2015.
[15]
« Débat à l’Assemblée
nationale française sur l’engagement militaire en Syrie », « Débat au Sénat français
sur l’engagement militaire en Syrie », Réseau Voltaire, 25 novembre
2015.
[16]
“UK House of Commmons
Motion on ISIL in Syria”, Voltaire Network, 2 December 2015.