24 Aralık 2015 Perşembe

Fransız Ortadoğu Uzmanı Thierry MEYSSAN'dan Bir Makale: "Ìtìraf edìlemeyen sözde Kürdìstan projesì"




Fransa’nın, İsrail’in ve Birleşik Krallığın Suriye’ye
müdahalesi meşru mu?

Irak ve Suriye’de yeni savaşlarını başlatabilmek için, Fransa, İsrail ve Birleşik Krallık, 20 Kasım tarihinde, BM Güvenlik Konseyi’nde 2249 sayılı kararı onaylattılar [1]. Metni hazırlayan BM’deki Fransız temsilcisine göre onaylanan karar, BM Sözleşmesinin 51nci maddesi, yani « meşru müdafaa » ilkesi gereğince ortak eyleme geçilmesine izin veriyor. İngiliz Dışişleri Bakanı David Cameron’a göre ise metin, « Suriye’de ve Irak’ta da bu katil ve şeytani hizbe karşı her türlü eylemi » desteklemektedir [2].

Oysa, Avam Kamarası kitapevi araştırma servisi uzmanlarına göre durum hiç de öyle değil. Arabella Lang, yaptığı ayrıntılı hukuksal araştırmada, BM kararının kesinlikle güç kullanımına izin vermediğini, ama meşru imkanı olanlara çabalarını iki misline çıkarma çağrısında bulunduğunun altını çizmektedir [3]. Öyle olunca da burada sadece Irak ve Suriye tarafından müdahaleye davet edilen Devletler söz konusu olabilir.

Bu amaçla Irak, her ne kadar İslam Emirliği Irak’ta kurulmuş olsa da, Genel Sekretere ve Güvenlik Konseyine, Suriye topraklarından kaynaklı IŞİD saldırılarına maruz kaldığını belirten bir mektup gönderdi. İsrail değil ama Fransa ve Birleşik Krallık, Irak tarafından davet edildikleri için, her iki Devlet de « ortak meşru savunma » haklarını kullandığını iddia ediyor. Ayrıca, bu devletlerin her biri Suriye kaynaklı IŞİD saldırılarına maruz kaldıklarını ve tek tek Devletler olarak bireysel meşru müdafaa haklarına sahip olduklarını ileri sürüyorlar. Ne yazık ki bu gerekçeler ancak Paris ve Londra’nın IŞİD’in Suriye’den yakın zamanda gerçekleşecek bir saldırının planladığının kanıtlanması durumunda geçerlidir ki bu durum da söz konusu değildir [4].

Dolayısıyla Fransa, İsrail ve Birleşik Krallık’ın, Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümetinden önceden onay almaksızın gerçekleştireceği bir Suriye müdahalesi gayri meşru olmaya devam ediyor.

Öte yandan Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin ve Genel Kurulun konuyla ilgili kararlarının, BM’ye üye bir devleti devirmeyi hedefleyen hükümet dışı gruplara askeri destek verilmesi kesin biçimde yasakladığını hatırlatalım. Fransa ve Birleşik Krallık bu nedenle Suriye’deki silahlı gruplara sadece savunma amaçlı malzeme gönderdiklerini iddia ettiler. Ancak ne yazık ki bu gruplara, çok büyük miktarlarda saldırı amaçlı silahlar (özellikle tüfekler, havan topları, tanksavar ve karadan havaya füzeler) gönderiliyor. 2014 Ağustos’unda, Fransız Cumhurbaşkanı François Hollande, Le Monde gazetesine verdiği bir mülakatta Suriyeli isyancılara saldırı amaçlı silahlar teslim ettiğini kabul etti [5]. Daha sonra, gazeteci Xavier Panon’e verdiği mülakatlarda, Fransa’nın şüpheye yer bırakmadan uluslararası hukuku çiğneyecek ve « haydut ülkeler » [6] sınıfına düşecek şekilde, 2012’den beri [7] 20mm’lik toplar, makineli tüfekler, roketatarlar ve tanksavar füzeleri tedarik ettiğini belirtecektir.

Fransa, İsrail ve Birleşik Krallık’ın itiraf edilemez projesi

Fransa 20 Kasım’dan beri, IŞİD’e karşı mücadele etmek ve özellikle de Rakka’yı almak için bir koalisyon oluşturmayı deniyor. Oysa Fransızları hükümetlerinin 13 Kasım Paris saldırılarına karşılık verme iradesine ikna etmeye yeten bu söylemin, Cumhurbaşkanı Hollande’ın sömürgeci niyetlerini örtmede çok da başarılı olduğu söylenemez. Tamam, IŞİD’i Rakka’dan kovalım, ama hangi kara birlikleriyle ve kimin yararına?

Rusya’nın yürüttüğü hava saldırıları, karada Suriye Arap Ordusu’nu destekliyor, oysa Fransız Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’a göre Fransız-İngiliz ortak hava saldırıları, Libya’daki El Kaide üyelerince örgütlenen Özgür Suriye Ordusuna, Sünni Arap Güçlerine (yani Türk Ordusunun desteklediği türkmen milislere) ve Kürtlere (hem Suriyeli YPG’ye, hem de Irak Bölgesel Kürt Hükümetinin peşmergelerine) destek verebilir.


Bu güçler Rakka’yı ele geçirmeyi başarırlarsa, kent onu ilhak edecek olan Irak Bölgesel Kürt Hükümetine teslim edilecektir. Irak’tan Suriye’ye uzanan bir « Kürdistan »ın ilan edilmesi, ardından da burada yaşayan Suriyeli halkların kovulması ve bu yeni Devlete 10 milyon Türkiyeli Kürdü nakletmek söz konusu olacaktır.


2011 yılında, Fransa adına Alain Juppé ve Türkiye adına ise Ahmet Davutoğlu, terörist bir örgüt aracılığıyla (IŞİD) Irak ve Suriye’yi kapsayacak bir Sünnistan ve yine aynı şekilde iki ülke üzerinde bir Kürdistan devleti kurulması konusunda gizlice anlaştılar. Projeleri İsrail ve Birleşik Krallık tarafından da destekleniyordu.

Juppé planı

2011 yılında, Fransız Dışişleri Bakanı Alain Juppé ve Türk mevkidaşı Ahmet Davutoğlu gizli bir anlaşmaya imza attılar. Bu anlaşmanın, « Türk topraklarının bütünlüğüne zarar vermeden », « Kürt sorunun çözülmesi », yani Suriye’de sözde bir Kürdistan kurulması da dahil olmak üzere birçok karşılıklı taahhüdü içerdiğini biliyoruz.

Alain Juppé’nin hala De Gaulle’cu olduğunu sanan Fransızlar, 2005’te yaşadığı sapmayı kavrayamadılar. O dönem, kamu fonlarını zimmetine geçirerek siyasi partisini finanse etmek suçundan tecil edilebilir 14 ay hapis ve bir yıl da seçilme yasağı cezasına çarptırılmıştı. Fransa’yı terk edip Montreal’de ders vermeye başladı. Bu arada, Kanada’da çok durmayıp, üçüncü bir ülkede gizlice eğitim gördü. Bugün, muhalefet üyesi sıfatıyla, Cumhurbaşkanı Hollande’ın tarihe ve Fransa’nın çıkarlarına karşı yürüttüğü Ortadoğu politikasının başlıca ilham kaynaklarından biridir.

Kürdistan ve Suriye

Kürtler, bugün Türkiye, Irak ve İran arasında paylaşılmış topraklarda yüzyıllardır yaşamını sürdüren bir halktır. 1962 yılındaki nüfus sayımında, Suriye’de sadece 169 000, yani toplam nüfusun çok küçük bir parçası kadar Kürt yaşıyordu. Ancak 1980-90 yılları arasında Türkiye’deki iç savaş boyunca, 2 milyon Kürt Suriye’ye sığındı. Fransa, İsrail ve Birleşik Krallığın aklında, kendi evleri olan Türkiye’de değil ama kendilerini cömertçe karşılayan ülkeyi sömürgeleştirerek onlara bir devlet kurmak vardı.

1916’daki Sykes-Picot Anlaşması kapsamında, 1920’de San Remo Konferansı sırasında Suriye, Fransa ve Birleşik Krallık arasında daha önce ikiye bölünmüştü. Tarihsel olarak, sadece bugünkü Suriye topraklarını değil ama Filistin, İsrail, Lübnan, Ürdün, İskenderun Sancağı (Türkiye’de Antakya) ve Irak’ın bir bölümünü de içeriyordu. Dolayısıyla bugünkü proje bu bölünmenin sürdürülmesini hedeflemektedir.


Suriyeli Kürt lider Salih Müslim, 31 Ekim 2014 tarihinde Paris’te François Hollande ve Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edildi. Üç lider Suriye’de bir sözde Kürdistan kurulması, buradaki Sünni ve Hıristiyan nüfusun ihraç edilmesi ve Türkiyeli Kürtlerin buraya nakledilmesi konusunda anlaştılar.

Kürtler kimdir?

Kürtler tek bir kültür oluşturmakla birlikte, Kurmançi, Sorani, Pehlivani ve ilk üçünden tamamen farklı olan bir dördüncü dil olan Zaza-Gorani gibi farklı dilleri konuşmaktadırlar.

Soğuk Savaş boyunca Kürtler, birincisi İsrail ve ABD, ikincisi ise Suriye ve SSCB tarafından desteklenen iki ayrı gruba bölündüler.

Türkiye’deki iç savaş sırasında Marksist-Leninist eğilimli başlıca Türkiyeli Kürt partisi PKK ve önderi Abdullah Öcalan, Türkiye’de bağımsız bir Kürdistan kurulması için mücadele yürüttü. Suriye’nin topraklarına yönelik hiçbir emellerinin olmadığını özellikle belirttiler. Öcalan, Şam tarafından siyasi sığınmacı olarak kabul edildi ve buradan Türkiye’de askeri harekatlarını yönetti. Baskıdan kaçan 2 milyon Kürt Suriye’ye sığındılar. Ama 1998’de Ankara, PKK’yı barındırmaya devam etmesi halinde Şam’ı savaş ilanıyla tehdit etti. En sonunda Cumhurbaşkanı Hafız Esad, Abdullah Öcalan’dan kendisini ağırlayacak bir başka ülke bulmasını istedi ve Kürt mültecileri korumaya devam etti.

Suriye’ye karşı yürütülen savaşın başlarında, Cumhurbaşkanı Beşar Esad, çok sayıda Türkiyeli Kürt mülteciye Suriye vatandaşlığı hakkı tanıdı. Onları yerel milisler oluşturup vatan topraklarının savunmasına katılmaya teşvik etti. İlk iki yıl boyunca, Suriye güvenlik güçleriyle tam bir işbirliği içerisinde hareket ettiler, ancak 2014’te bu durum bozulmaya başladı.

31 Ekim 2014’te, Suriye Demokratik Birlik Partisi (PYD) lideri Salih Müslim, Kobane savaşının hemen ertesinde, Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşen François Hollande tarafından kabul edildi. O ana kadar Suriyeli Kürtleri desteklemeyi reddeden her iki Devlet Başkanı, PKK’nın taahhütlerine ihanet etmesi ve kendi projesine katılması durumunda şahsen karlı çıkacağı konusunda Salih Müslim’i ikna ettiler.

Salih Müslim bir yıl sonra, Suriye’nin Kuzeyinde, yerel halkların özellikle de Süryani Hıristiyanları ve Sünni Arapların tepkisine yol açan, bir zorla Kürtleştirme operasyonu başlattı [8].

Öte yandan, Fransa, İsrail ve Birleşik Krallık Suriye’de Kürdistan yaratma operasyonunu başlattıklarında, Salih Müslim, savaşçı bulmakta çok büyük zorluklarla karşılaştı. Irak’a sığınmış bulunan genç Kürtler, sömürgeci projeye katılmayı kitlesel olarak reddettiler [9].
Salih Müslim, 27 Kasım Cuma günü yeniden Paris’teydi.

Rus Sukhoï 24 uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi

1 Ekim 2015’te gerçekleşen Rus askeri müdahalesi, sömürgeci güçlerin planını sarstı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açısından, Juppé planının ve Türkiye’nin Kürtlerden arındırılması düşünün gerçekleştirilmesi olasılığını bir kez daha uzaklaştırıyordu. Siyasi iktidarın yasadışı icraatlarını önceden haber veren Fuat Avni’nin daha önce ifşa ettiği gibi, bir Rus uçağına yönelik olayın hazırlanması için ordusuna talimat verdi.

16 Kasım’da Rusya, Suriye’deki terörist gruplara karşı yürüttüğü askeri harekatını, bu kez mali kaynakları hedef alarak siyasi olarak genişletti. Devlet Başkanı Vladimir Putin, Antalya’daki G20 toplantısında, oturum başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı isim vermeden suçlayınca şaşkınlık yarattı. Orada bulunan diplomatlara Suriye’den Türk limanlarına nakliye yapan yakıt tankeri konvoylarının uydu fotoğraflarını gösterdi ve bu yolla IŞİD’in milyarlarca dolar kazanmasına izin verenlerin ihmalini teşhir etti [10].

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington’un kendisine verdiği desteği abartarak ya da Rusya’nın gücünü küçümseyerek, 24 Kasım’da Türk hava sahasına 17 saniye süresince giren bir Rus Sukhoï uçağının düşürülmesini emretti [11]. Moskova çok beklemeden, Ankara’ya karşı ağır ekonomik yaptırımlar uygulayarak ve havada yaşanan olayın radar kayıtlarını yayınlayarak [12], S-400 füzelerini konuşlandırarak ve nihayet de 2 Aralık’ta Genelkurmay Başkanının yaptığı bir basın toplantısı sırasında IŞİD’in finansmanında Türk Devletinin sorumluluğuna ilişkin uydu görüntülerinden oluşan kanıtları sunarak karşılık verdi [13].

Kısa sürede, bir yıldan beri gerçeği inkar eden uluslararası basın, bir anda Ankara’daki zorba ve ailesine karşı sitemler yağdırmaya başladı.


29 Kasım 2015 tarihinde, Avrupa Birliği Türkiye’nin önüne yeniden kırmızı halı serdi. Üyelik müzakerelerine yeniden başlıyor, vize serbestisi getiriyor ve Türkiye’ye 3 milyar Euro’yu armağan ediyordu (Kürsüde bulunanlar: Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker).

Fransız ve İngilizlerin müdahalesi

Oysaki, 29 Kasım’da Avrupa Birliği Türkiye’yle özel bir zirve düzenledi. Vladimir Putin’in G20’deki beyanatlarını ve IŞİD petrolünün Kıbrıs, İtalya ve Fransa kanalıyla AB piyasasına sürüldüğünü belgeleyen, Yüksek Temsilci Federica Mogherini’nin kamuoyuna açıklanmayan raporlarını görmezden gelen katılımcılar şu sonuca vardılar: « Türkiye ve AB, Antalya’da düzenlenen son G20 zirvesinin sonuç bildirgesine ve 2015’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2249 sayılı kararına atıfla, terörizmle mücadelenin öncelik konusu olmaya devam ettiğini bir kez daha teyit etmektedirler » (sic) [14].

2011 tarihli Juppé planının uygulanmasıyla, Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerine yeniden başlanmış, mevcut vize uygulaması kaldırılma yoluna girmiş ve pastanın süsü olarak da güya Suriyeli sığınmacılar sorunuyla başa çıkmasına yardımcı olmak üzere Avrupa Birliği Türkiye’ye 3 milyar Euro ödeme taahhüdünde bulunmuştur.

2249 numaralı kararın Şam’ın önceden onayı alınmaksızın Suriye’ye müdahale imkanı verdiğine inanan Fransız Parlamentosu [15] ve İngiliz Avam Kamarası [16], yürütme güçlerine Suriye’ye askeri müdahalede bulunma izni verdiler. Sadece hava saldırılarıyla sınırlandırılacak olan bu müdahaleler, IŞİD’i hedef alıyormuş gibi sunuldu. Tartışmalar sırasında, söz konusu meclislerin hiçbirinde sözde Kürdistan sorunu dile getirilmedi.

Basına yapılan açıklamaların aksine, IŞİD’e karşı politikasını kimse değiştirmedi. Terörist örgüt onu kuranlar (David Petreaus ve John Negroponte çevresindeki ABD’li şahsiyetler, Suudi, Katar ve Türk Hükümetleri) tarafından hala destek görmeye devam ediyor. IŞİD’e karşı sadece Iraklı Şiiler, Lübnan Hizbullahı, Suriye Arap Ordusu ve Rusya savaşıyor. ABD Koalisyonunun yürüttüğü harekatların amacı hiçbir zaman IŞİD’i ortadan kaldırmak değil ama onu hep « durdurmak » oldu. Bugün oynanan oyun, ardından hemen Iraklı Kürtlere işgal ettirmek ve IŞİD’i kendisi için ayrılan El Anbar eyaletine geri püskürtmek için Suriye’nin Kuzeyini bir an önce « kurtarmaktan » ibaret. Rus müdahalesinden beri oluşan tek fark Batılıların IŞİD’in Suriye çölünü işgal etmesine izin vermekten vazgeçmesidir.

Unutmayalım

- Fransa ve Birleşik Krallık, kendi kamuoyların 2249 sayılı kararın IŞİD’e karşı Suriye’ye müdahale etmelerini izin verdiği konusunda inandırmayı başardılar. Bu temelden hareketle, Suriye’nin onayı olmaksızın hava bombardımanlarını başlatmak üzere parlamentolarından onay aldılar.

- Karada, Türkmen milislere (Türk Ordusunca desteklenen) ve Kürt YPG’den (Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi ve İsrail tarafından desteklenen) destek alabileceklerini düşünüyorlar.

- Bu müdahalelerin amacı, uyguladıkları etnik temizlik nedeniyle IŞİD’i ortadan kaldırmak değil, ama onun El Anbar’a doğru yer değiştirmesini sağlamak ve bu kez burada bir sözde Kürdistan kurmak için Suriye’nin Kuzeyinde etnik temizliği sürdürmektir.


Voltairenet.org / 18 Aralık 2015


[1] « Résolution 2249 », Réseau Voltaire, 20 novembre 2015.
[2] “PM statement on the United Nations Security Council Resolution”, 10 Downing Street, November 20, 2015.
[3] “Legal basis for UK military action in Syria”, by Arabella Lang, Voltaire Network, 26 November 2015.
[4] « La Résolution 2249 n’autorise pas à bombarder en Syrie », par Nicolas Boeglin, Réseau Voltaire, 1er décembre 2015.
[6] Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin de 2011’de, özellikle Milan füze ateşleme sistemleri gibi ağır silahlar teslim ettiğini ama bu arada daha temkinli davranarak bunu kamuoyu önünde açıkça kabul etmediğini hatırlatmamız gerekir.
[7] Dans les coulisses de la diplomatie française, par Xavier Panon, L’Archipel, 13 mai 2015.
[10] “Vladimir Putin’s Responses to journalists’ questions following the G20 summit”, by Vladimir Putin, Voltaire Network, 16 November 2015.
[11] « Pourquoi la Turquie a-t-elle abattu le Soukhoï russe ? », par Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 30 novembre 2015.
[12] « Les enregistrements radars de l’attaque turque contre l’avion russe », par Valentin Vasilescu, Traduction Avic, Réseau Voltaire, 29 novembre 2015.
[13] « La Russie expose les preuves du trafic de pétrole de Daesh via la Turquie », par Valentin Vasilescu, Traduction Avic, Réseau Voltaire, 3 décembre 2015.
[14] « Déclaration UE-Turquie », Réseau Voltaire, 29 novembre 2015.
[16] “UK House of Commmons Motion on ISIL in Syria”, Voltaire Network, 2 December 2015.