25 Aralık 2018 Salı

Kapitalizmin En Alçak Aşaması



Emperyalist politikalar vardır, fakat emperyalizmin kendisi bir politika değildir. Mesela Donald Trump, bir sabah uyanınca, “Yahu bu emperyalizm bize çok masraf çıkarıyor, artık bundan vazgeçelim” diyemez. Fakat buna benzer şeyler düşünebilir. Farklı bir başkan çünkü, tıpkı Berlusconi, Erdoğan, Macron gibi neoliberal çağın ruhunu yansıtıyor. Roosevelt’ten Obama’ya kadar başkanlık yapmış, establishment’ın (yerleşik Amerikan düzeni) içinden geçip gelmiş, yedi kız kardeşin (BP, Shell, Mobil,Chevron, Gulf, Exxon, Texaco) tezgâhında dokunmuş ya da baba oğul Bushlar gibi Pentagon ve CIA’yla halvet olmuş, Harward doktoralı biri değil. Basit tüccar, otel işletmecisi. Küresel ya da yerel bir sorunla karşılaştığı zaman, Pentagon’la iç içe geçmiş petrokimya-silah-finans baronlarının “emperyal yankee” mantığıyla değil, basit tüccarın “cost-benefit” (maliyet-fayda) mantığıyla düşünüyor.

Ne yapacak? Roosevelt’in “New Deal”ı gibi bir tür Keynesçi (devlet ağırlıklı) iktisat politikası oluşturup, Çin’den Hindistan’a, Tayland’dan Güney Kore’ye kadar emek maliyeti düşük alanlara saçılmış Amerikan sanayisini toplayıp ülkeye getirerek, Pittsburgh’tan Detroit’e uzanan, bir zamanlar ağır sanayinin yerleştiği fakat günümüzde metruk hâle geldiği için “Pas Kuşağı” (Rust Belt) olarak adlandırılan bölgeye mi yerleştirecek? Bunların hiçbirini yapamayacak. Ya Pentagon ve baronlara boyun eğecek ya da onu kovacaklar.

Amiral Alfred Mahan’a 1890 yılında “ABD’nin savunulması dünyanın bütün denizlerinden başlar” dedirten jeopolitik süreç, neoliberal dönemde ekonomi politik değişmiş olsa da devam etmektedir. Amerikan emperyalizmi varlığını sürdürmek için İran Körfezi, Pasifik Adaları, Malakka Boğazı, Karadeniz, Barents Denizi ve Antarktika’da güç göstermek, Çin ve Rusya’ya karşı enerji kaynaklarına ve ticaret yollarına hâkimiyet mücadelesini sürdürmek zorundadır.

Sonsuz mudur? Hep muzaffer midir? Elbette değildir. Doğu Roma İmparatorluğu 400 yıl sürdü, Kavimler Göçüyle (wolkerwanderungen) zayıflayıp merkeze en uzak bölgelerden çözülerek önce bölündü, sonra yıkıldı. Britanya’nın emperyal hâkimiyetinin (1600-1945) çöküş süreci yüzyıldan fazla sürdü; günümüzde bile her taşın altından çıkıyor. Amerikan emperyalizminin tarihe karışması ancak Amerikan halkının yeni Vietnamlarla eşzamanlı olarak sisteme karşı ayaklanmasıyla ya da dünya savaşıyla mümkündür. Günümüzde emperyalizme karşı mücadelenin temel birimi, yurttaşlarıyla birlikte ulus-devlettir.

Olayın teorik boyutu da var. Lenin mali sermayenin bilgisayar hızıyla dünyayı fırdönerek ucuz emek bulduğu yerde sanayi sermayesine dönüştüğünü, kapitalizmin bütün pazarlara hâkim olarak dünyayı McDonald’laştırdığını, küresel düzeyde kültürel çöküşü, “nüfuz bölgeleri” arasındaki eşitsizliğe kimsenin aldırmadığını, teknolojinin insan emeğini üretim sürecinde yeniden örgütleyerek proletaryayı parçaladığını, küçük üretim birimlerine dağıtılan işçileri köleleştirdiğini, batı ülkelerinde halkın kendisini sömürecek sermaye arayıp bulamadığını, alt-orta sınıfların 18. asır tarzında ayaklanma eğilimi gösterdiğini, iletişim teknolojisinin doğru bilgiyi kitlelerden sakladığını, siyasî partilerin ve sendikaların sermayeyle bütünleştiğini, komünist partilerin yok olduğunu, zayıf ulus-devletlerin varlıklarını sürdürmek için emperyalizmle, müşteriye dönüşmüş insanların ise yurttaş olmak için neoliberalizmle boğuştuklarını, ticaret yolları ve enerji kaynakları için emperyalist ülkelerin nükleer savaşa hazırlandıklarını, yedi milyarlık dünyanın doğayı tahrip ederek tüketim histerisine kapıldığını görseydi, “Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” kitabını yeniden yazardı. Adını da belki “Kapitalizmin En Alçak Aşaması” koyardı.

Yavuz ALOGAN
25.12.2018

18 Aralık 2018 Salı

Amerikan Rüyası Bitmiştir!

Dünya ve Türkiye’nin Durumunu Amerika’dan Öğrenmek


AMERİKA’nın sorunu, uluslararası ilişkilerde “dayatan ve kazanan” taraf olmaktan çıkmış olmasıdır. Özellikle 1990’larda ABD’nin dilinden düşmeyen “kazan-kazan”, Amerika kaybederken başkaları kazandığı için, yerini artık “öyle yağma yok”a bırakmıştır. “Her tarafa kılıç sallama”, Trump’ın “siyaset ve strateji bilmezliği”nden çok, ABD’nin giderek derinleşen “yalnızlaşma süreci”nden kaynaklanmaktadır. “ABD yandaşlığı”nın geçer akçe olmaktan çıktığı bir dünyada, Trump, Suudi Arabistan yönetimine dahi “desteğim olmasa iktidarınızı 15 gün bile sürdüremezsiniz” diye “aba üstünden sopa gösterme” ihtiyacını duymaktadır.


Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kısa bir süreliğine tek kutuplu hale gelen dünya sahnesinde, yeni bir “Amerikan rüyası” kurgulandı. Rüya, ABD’nin rakipsiz dünya jandarması olarak, yeryüzünde üretilen bütün zenginliklerde “hak sahibi” kılınmasıydı. Bu “hak”ka dayanarak toplanacak “haraç”, Amerika’yı “çalışmadan kazanan” ve “üretmeden tüketen” bir güce dönüştürecekti. Zenginliklerin ABD’ye aktarılması da, suyunu mali sermaye araçlarının oluşturduğu bir “devridaim makinesi”yle gerçekleştirilecekti.

Küreselleşmeden kasıt, milli devletlerin yıkılarak mali sermayenin dolaşımı önünde engel olabilecek bütün ülke sınırlarının ortadan kaldırılmasıydı. Milli devletlerin yıkımı, Amerika’nın
dünya jandarmalığına rakip olabilecek güçlerin daha büyümeden ortadan kaldırılmasını esas almaktaydı. Bu dönemde çıkarılan ABD Strateji Belgelerinin hepsi, dünyanın neresinde olursa olsun, bu “rüya”yı gölgeleme olasılığını içinde barındıran oluşumlara “anında müdahale hakkı”nı kendisine temel almaktaydı.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla insanlığın “devrim ve uygarlık birikimi”nin de yok olduğunu varsayan bu yaklaşım, tarih açısından rekor sayılabilecek kadar kısa bir sürede çökertildi. Üstelik bu süreçte Ezilen Dünya, emperyalist sistemin asalaklığını sınırlamanın çok daha ötesine geçerek, kendi içinden emperyalist sisteme hayatın her alanında rakip olan bir Gelişen Dünya çıkardı. Bugün 1990’larda Yeni Dünya Düzeni adı verilen neoliberal uluslararası düzen işlerliğini yitirmiş olup, dünya eşitlik ve karşılıklı egemenliğe saygı temeline dayalı yeni bir düzen oluşturmanın sancılarını yaşamaktadır. Günümüzde Amerika’nın izlediği siyasetin temel hedefi, artık kendi gerileyişini frenlemek haline gelmiştir.

Bugün Trump’ı ABD’nin bütün ikili ilişkilerini “kazanan kim, kaybeden kim?” ölçütüne göre yeniden düzenlemeye zorlayan süreç, budur. Çünkü Amerika artık “oyun kurucu” rolünü büyük ölçüde yitirmiş ve siyasetlerini rakiplerinin oyununu bozma ve onları yıpratma temelinde belirlemeye başlamıştır. Bu esas, ABD’nin ülkemizle olan ilişkileri açısından da geçerlidir. Amerika’nın kısa ve orta erimli Türkiye Programı, Türkiye’yi hizaya getirip yeniden kendi safına kazanma değil, Avrasya’ya güçten düşmüş bir Türkiye bırakma üstüne kuruludur.

ABD Kongresi üye ve komitelerini gündemdeki konulara ilişkin bilgilendirme amacını taşıyan “Congressional Research Service”, 31 Ağustos 2018 tarihinde Jim Zanotti ve Clayton Thomas tarafından hazırlanmış “Turkey: Background and U.S. Relations” (Türkiye:Arka Planı ve ABD İlişkileri) başlıklı bir rapor yayımladı. Bu raporun gündeme getirerek irdelediği temel sorunsal, “Türkiye’nin ABD ve NATO ile olan müttefikliği”dir.

Rapor, Kongre üye ve komitelerine, Türkiye’ye ilişkin kararlarını, “Türkiye’yi diğer bölgesel aktörlere göre güçlendirmenin ne ölçüde Amerikan çıkarlarına hizmet edeceği” sorusunu yanıtlayarak almalarını tavsiye etmektedir. Bu sorunun yanıtı, raporun “statü”süne uygun bir dille raporun içinde de yer almaktadır. Türkiye ile ABD arasındaki bütün çatışma konularının sergilendiği rapor, ülkemiz açısından da “ışık tutucu” bir nitelik taşımaktadır. (27.11.2018)


Eskiye Katlanmak mı, Yeniyi Yaratmak mı?

“Amerikan rüyası” bitmiştir. Dünya üstünde bu rüyanın peşinden sürüklenen hiç kimse kalmamıştır. Emperyalist söylem, artık insanlığın geleceğine ilişkin herhangi bir vaat içermemektedir. “Yeni ve mutlu bir hayat”, Gelişen Dünya’nın belgisi haline gelmiştir. Emperyalist söylem, artık “Gelişen Dünya’nın kötülenmesi”ne odaklıdır. Çünkü Gelişen Dünya’nın insanlığın gelecek düşlerinin çekim merkezi haline gelmesi, “Amerikan rüyası”nın yerini “Amerika’nın kâbusu”na bırakmasına yol açacaktır.

Yaşama anlamını veren, geleceğe bakış açısıdır. Geleceği kendi ellerine alıp kurma iradesi, yaşamı bir mutluluk kaynağına dönüştürür. Geleceği inşa ederken zorlukların üstesinden gelmek, insanı yormaz. Tam tersine, yepyeni toplumsal enerji kaynaklarının açığa çıkmasına yol açar. Öte yandan, mevcut toplumsal çerçeveye teslim olmak, yaşamı bir enerji kaynağı olmaktan çıkararak, “katlanılması gereken bir sürece” indirger. “Yeni”yi yaratmak gündemden düşer, yerini “eskiyi sürdürmenin maliyetini en aza indirgeme”ye bırakır.

Trump’ın herkese yeni faturalar çıkarıp, yaptırımlar uygulama kurgusu, bu gerçeklikten kaynaklanmaktadır. ABD hakimiyetinin çöküşünü frenlemenin yolu, başkalarının hayatını zorlaştırmak olarak belirlenmiştir. Amerika, yeni bir dünya kurma hedefini güdenleri maliyet kıskacına alarak, emperyalist sisteme seçenek oluşturan bir çekim merkezinin inşasını engellemeye çabalamaktadır. Hesap, stratejik yaklaşımları taktik sorunlara boğarak köreltme üstüne kuruludur.

Ülkemizde ABD yandaşlığından hâlâ vazgeçemeyenlerin tutumu da, bu açıdan son derece öğreticidir. Bu tutumun bir ayağını “Avrasya’nın kötülenmesi” ve Avrasya Seçeneği’nin Türkiye’yi bir “Ortadoğu ülkesi” olmaya mahkum edeceği söylemi oluşturmaktadır. Bu söyleme eşlik eden diğer ayak ise, günümüzde uluslararası düzlemde bütün ittifakların artık stratejik değil taktik gerekçelere dayandırılması gerektiği savıdır. ABD’nin tutumunu ve Amerika’ya yakın durmayı açıktan savunamaz hale gelenler, ülkemizi yeni dünyanın kuruluşundan uzak tutma mevzisine konuşlanmışlardır. Üstelik bu tutum, toplumsal iklimimizin ABD’nin ülkemize yönelik baskılarını daha etkili hale getirecek biçimde şekillendirilmesine hizmet etmektedir.

31 Ağustos 2018 tarihinde yayımlanmış ve Jim Zanotti ile Clayton Thomas tarafından hazırlanmış “Turkey: Background and U.S. Relations” (Türkiye: Arka Planı ve ABD İlişkileri) başlıklı rapor, Türkiye’ye yönelik baskı ve yaptırımlar konusunda ABD Kongresi üye ve komitelerine “bilgilendirme” adı altında yapılan “tavsiyeler”den oluşmaktadır. Raporun özü, siyasal, toplumsal ve iktisadi hayatın bütün alanlarında, Ege ve Doğu Akdeniz’den Hürmüz Boğazı’na kadar uzanan cepheden Türkiye’ye yöneltilmekte olan ve yöneltilmesi gereken tehditlerden oluşmaktadır. İki ülke arasındaki “anlaşmazlık konuları” adı altında ortaya konan sorunsal, bölgemizde ABD açısından kayıplara yol açmadan Türkiye’yi zaafa uğratmanın ve Avrasya ile olan ilişkilerini baltalamanın yollarının aranmasıdır.

Amerika, bu baskı ve tehditlerinde başarılı olmak için, Türkiye’nin iç ve dış cephesinde gediklere yol açan ikircikli tutumlara bel bağlamıştır. Amerika’nın hedefi, ülkemizi kendi safına kazanmak değil, bu gediklerden yararlanarak zaafa uğratmaktır. “Katlanmanın maliyetini azaltma kaygısı”nın belirleyici hale geldiği bir toplumsal ve siyasal iklim, Amerika’nın başarısının önkoşuludur. Onun için ülkemizin en acil ihtiyacı, iç ve dış cephelerde kurcalanmaya elveren gedikleri kararlılıkla kapatan bir programa sahip bir “milli demokratik iktidar”ın oluşturulmasınadır. (11.12.2018)

Prof.Dr.Semih KORAY