CEM GÜRDENİZ;'Doğu Akdeniz'de Enerji Üzerinden Jeopolitik Tuzak' etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CEM GÜRDENİZ;'Doğu Akdeniz'de Enerji Üzerinden Jeopolitik Tuzak' etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2016 Perşembe

Doğu Akdeniz’de enerji üzerinden jeopolitik tuzak


Osmanlı döneminde Yahudiler ile Yunanlı Hıristiyan Ortodokslar anlaşamazdı. Aralarında İsa ve Judas yüzünden ortaya çıkmış bin beş yüz yıllık bir kan davası vardı. Kan davası, Yunan bağımsızlığı sonrası arttı. 1830 yılından itibaren özellikle Yahudilerin azınlıkta olduğu Atina ve Pire’de Yunanlılar tarafından çok kere pogrom uygulanmış ve Yahudiler, Anadolu’ya ya da Avrupa’ya göçe zorlanmışlardır. 

YAHUDİ-ORTODOKS DÜŞMANLIĞI

“Kan iftirası” adı altında fanatik Yunanlılar Yahudileri günah keçisi yapıyor, mallarına zorla el koyuyor ya da göçe zorluyorlardı. Onları ancak batılı devletler koruyabiliyordu. Örneğin, 1847 yılında Atina ve Pire’de yaşayan Yahudilere karşı Paskalya Yortusu esnasında Yunanlılar saldırılara başladı. Pireli zengin Sefarad Yahudisi David Pacifico’nun evine saldırıldı. Canını zor kurtaran Pacifico, aynı zamanda İngiliz vatandaşı olduğundan İngiltere Büyükelçiliği’ne sığındı. İngiliz hükümeti ona verilen zararın tazmini için Yunan hükümetine nota verdi. Yunan Hükümeti 1850 yılına kadar bu talepleri karşılamayınca, 1850 yılında İngiliz Akdeniz Filosu’nun zırhlıları Pire Limanını ablukaya aldı. Ekonomi durma noktasına geldi. Tazminat derhal ödendi. Benzer şekilde 9 Kasım 1912 günü Osmanlı Selanik’i terk ederken de en büyük zarar Yahudi mahallelerine verildi. Hepsini yaktılar. Neredeyse bu Yahudi nüfusun en yoğun yaşadığı şehirde ( 157 binin 61 bini Yahudi) hiç birine kalma hakkı tanınmadı. Onbinlerce Türk’le birlikte Yahudiler de öldürüldü. Çok büyük bir çoğunluğu ya İzmir’e ya da İtalya’ya kaçtı. Bu sebeple Mütareke dönemi ve Kurtuluş Savaşı sırasında Osmanlı’nın Yahudi cemaati işgalci Rumlarla işbirliği yapmadı ve sonuna kadar Kurtuluş Savaşını destekledi.

ENERJİ DOSTLUĞU 

Aradan geçen 100 yıl sonrasında 21’nci yüzyılın jeopolitik ve ekonomik koşulları Yunan ve Rum Ortodoks Hristiyanları Yahudilerle enerji üzerinden bir araya getirdi. 2012 yılında İsrail ve GKRY (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) Doğu Akdeniz’de deniz sınırlandırılması antlaşması imzaladılar. Üçlü, aralarında Türkiye’ye karşı savunma ve güvenlik işbirliğini ortak tatbikatlar yapacak kadar geliştirdiler. Ama son gelişme bu süreçte en önemli ve tarihi bir mihenk taşı oldu. GKRY, Yunanistan ve İsrail, Lefkoşa’da 28 Ocak 2016 tarihinde başbakanlar seviyesindeki üçlü görüşmeler sonunda AB ve her üç ülkenin enerji güvenliğine katkıda bulunacak ortak enerji projelerinin ilerletilmesi üzerinde anlaştı. Aynı peygamber ve dine sahip İslam alemi, batı emperyalizminin palazladığı koşullarda Şii ve Sünni hesaplaşmasına ve boğazlaşmaya giderken, Judeo-Hristiyan ittifakı, Doğu Akdeniz’i enerji jeopolitiği üzerinden şekillendiriyor. Yani medeniyetler çatışması aslında İslam aleminde medeniyet içi çatışma şekline sokulurken, binlerce yıl birbirine düşmanlık etmiş dinsel kimlikler birbirine yaklaşıyor. 

LEFKOŞA BİLDİRİSİ 

Bu anlaşma kamuoyuna Lefkoşa Bildirisi adı altında GKRY lideri tarafından açıklandı. Eğer her şey yolunda giderse, 2019’a kadar İsrail-Kıbrıs ve Girit’in elektrik kablosuyla bağlantısı ve 2022’de doğalgazın İsrail’den Kıbrıs’a ve buradan da Yunanistan’a taşınması gerçekleştirilecek. İsrail doğalgazı ya denizaltından geçecek boru hattı ile ya da sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) taşıyan tankerler ile taşınacak. Açıklamada, Yunan Başbakanı, Kıbrıs ve İsrail’de bulunan doğalgaz yataklarının Avrupa’ya aktarılmasında Yunanistan’ın “köprü” rol oynayacağını vurguladı. (Yani Türkiye’nin rolünü çalıyor) Ayrıca hızını alamayarak, Kıbrıs sorununun çözümünde 1959 Garanti Antlaşması’na referans yaparak “garantiler ve ordular” gibi çağa uymayan uygulamaların yer almaması gerektiğini söyledi. (Nasıl olsa artık Türkiye’ye karşı İsrail de yanımızda olacak diyor.) GKRY lideri de üçlü antlaşmanın Doğu Akdeniz’de barış ve istikrara katkı sağlayacağını belirtti. (Yeni bir bloklaşmanın faydaları mı?)

ANTLAŞMANIN JEOPOLİTİK SONUÇLARI

Her ne kadar hedeflenen projelerin ekonomik ve siyasi nedenlerle uygulanabilirliği tartışmalı olsa da, yarattığı jeopolitik sonuçlar büyük önem arz ediyor. Hatırlayalım AB, 2004 yılında GKRY’yi kanunsuz bir şekilde bünyesine aldı. Çiçeği burnunda Türk Hükümeti bu jeopolitik kuşatmayı “yes be annem” sloganı ile alkışladı. (KKTC’nin düştüğü ve halen düşmeye devam ettiği acıklı duruma yer darlığı nedeniyle değinmiyorum.) Halbuki AB doğu sınırlarını İsrail karasularına kadar genişletmiş ve Judeo-Hristiyan ittifakı ilk kez denizde sınırdaş olmuştu. AB, bu genişlemeyle sadece bize karşı değil, hem ABD’ye hem de Rusya’ya karşı büyük jeopolitik avantaj sağlamıştı. Sadece Kıbrıs kıta sahanlığında bulunan hidrokarbon kaynaklarına kavuşmayıp aynı zamanda zengin İsrail kaynaklarına da komşu olmuştu. (İsrail-Mısır ve Kıbrıs doğal gaz potansiyeli 10-15 trilyon metre küp ve bu miktar, bölge dışında Avrupa ihtiyacına da yetiyor.) Şimdi söz konusu komşuluk artık ev arkadaşlığına dönüşebilecek. 

NİYET BEYANI ÖNEMLİ

Şu an gerek finans sorunları, gerekse diğer nedenlerle her iki projenin fiiliyata geçirilmesi zor görünse de niyet ilanı çok önemlidir. Enerji dünyasında bir gecede sözleşmelerin yok sayılması sürpriz değil. Nabucco’yu kaç kişi hatırlıyor? Ancak AB’nin enerji güvenliği içinde artık İsrail’in bir ortak olmasından bahsediyoruz. Bu gelişmeyi yakında İsrail’in NATO üyeliğine daveti izlerse şaşırmamak gerekir. Türkiye’ye de şu mesaj veriliyor: Sakın ola ki Kıbrıs sorununun ve MEB sınırlandırılmasının çözümünde Anadolu jeopolitiği refleksi ile hareket etme. Seni Antalya Körfezi içine hapsediyorum. Buna karşı çıkma. Çözüm süreci bitince İsrail gazını sana taşıttıracağım. Bu da sana yeter. Yoksa bak görüyorsun planlarım hazır. 

Evet, Müslümanlar birbirini boğazlarken, İslam aleminin bir zamanların laik kalesi Türkiye, Vahabi Suudi İslam’ının peşine takılırken Atlantik’in her iki kayısındakiler ellerini ovuşturuyor. Tuzak geliyorum diye haykırıyor. Bu tuzak Türkiye’yi zaten teslim olmuş KKTC hükümeti ile aynı cepheye sokmaya ve KKTC’ye elveda diyerek adadaki Türk askeri varlığını geri çekmeye kadar gidebilir. Bu kaybın hesabını gelecek kuşaklara kimse vermez. 

Amiral CEM GÜRDENİZ
Aydınlık/07.02.2016