31 Ağustos 2016 Çarşamba

Şaşkın Demokrat




Polisin, FBI ile birlikte Türk Ordusu’na operasyon yapmasının normal karşılandığı Ergenekon günleriydi, biz de mahpustaydık...

FETÖ’nün STV’si bizi her gün ana haberde infaz ediyordu. Cezaevinden mahkemeye yazdım: “Hukuk yok mu? Durdurun bu yargısız infazı...” Davayı reddeden savcı Murat D. FETÖ suçlamasıyla gözaltında...

Ertesi gün başka bir yayın... Ben yine mahkemeye yazdım. Davayı reddeden savcı Yılmaz Ş. FETÖ suçlamasıyla gözaltında.

Ben tutuklanmadan birkaç saat öncesiydi. O sırada Ümraniye-Çakmak polis karakolunda bir polis, Ergenekon davası ilan edilmeden 8,5 ay önce kahkahalar atarak şöyle diyordu: “Soruşturma Ergenekon olduğu zaman s...rim hakimini de savcısını da...” Çekim yapan polis kamerası bile umurunda değildi. Yıllar sonra o kayıtlar ortaya çıktı. Mahkemede dinlettim, “İşte tertip, görmüyor musunuz” dedim. “Çağırın şu adamı ifadesini alın, sorun bakalım kime güveniyormuş? Ey hâkimler bu polis size küfrediyor, duymuyor musunuz” dedim.

Konuşan ben değildim, kaydeden ben değildim, ama “Hâkimlere hakaret”ten beni mahkemeye verdiler. Hakim Hasan Hüseyin Ö. bugün tutuklu. Hakkımda dava açan savcı Fazıl B. FETÖ suçlamasıyla gözaltında...

Aynı CD’den söz etti diye Mehmet Demirtaş hakkında dava açan savcı Burhanettin Ö. FETÖ suçlamasıyla gözaltında...

“Savunma hakkı, Engizisyon dönemlerini yaşamış insanlığın kazandığı haklardan biridir” dedim. Hakaretten mahkemeye verdiler. Şaka değil... O gün bu saçma şikâyeti bir davaya dönüştüren savcı M. Durmaz FETÖ suçlamasıyla gözaltında... Mahkemeye veren hâkim ise firarda.

Bir de gardiyanlar vardı. Hakkımızda düzmece tutanaklar yazıp şikâyet ederlerdi. Hepsinden beraat ettim. Ama o gardiyanlara “Bunu niye yazdın” diye sorulmadı. O tutanaklardan biri yüzünden hakkımda dava açan savcı İbrahim B. FETÖ suçlamasıyla gözaltında...



Hangi birini yazayım? Şimdi ise “Aaa bu kadar hâkim ve savcının hepsi mi FETÖ’cü” diye şaşıranlara şaşırıyorum... Tankın namlusu dayandı hala anlamadılar.

Nasıl olacak bilmiyorum.


Oktay YILDIRIM
Aydınlık/24.07.2016

WILLIAM ENGDAHL: "Darbenin Ardında CIA Olduğuna Şüphem Yok"



Türkiye’nin 15 Temmuz günü yaşadığı FETÖ’cü darbe girşiminde ABD ve NATO’nun rolü sıkça konuşuluyor. Kalkışmanın ilk dakikalarında istikrar talep eden ABD’nin darbe girşimi başarısız olunca yaptığı demokrasi vurgusu kamuoyunu ikna etmedi. Aksine CIA Başkanı Brennan’ın verdiği kaçamak yanıtlar, 15 Temmuz kalkışmasının İncirlik’ten aldığı destek, ABD Dışişleri Bakanı’nın darbeden saatler önce Moskova’daki görüşmelerini keserek büyükelçiliğe geçip Pentagon ve Beyaz Saray ile kurduğu temas soru işareti olarak kalmaya devam ediyor.

Aydınlık, bu kez sözü Washington politikalarını yakından takip eden
William Engdahla verdi. Bu zamana kadar kitapları 14 dile çevrilen, Al Jezeera, CCTV ve RT gibi kanalların sık sık yorumlarına başvurduğu araştırmacı ve yazar Engdahl ile geçekleştirdiğimiz söyleşiyi okurlarımıza sunuyoruz.


| Türkiye’de gerçekleşen darbe girişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce darbe girişimi neden başarısızlıkla sonuçlandı?

Temmuz ayında yazdığım gibi bu darbe CIA ve NATO’nun Erdoğan’ın siyaseten değişimine yanıttı. Erdoğan, mayıs ayında NATO’nun adamı olan Davutoğlu’nu kovarak Rusya ve İsrail ile gizli temaslara başladı, özellikle Rusya ile bir çeşit yakınlaşma sağlandı. Darbe başarısızlıkla sonuçlandı çünkü bana göre Erdoğan’ı yakalamayı ya da öldürmeyi başaramadılar. Suriye’deki üslerinde bulunan Rus haberleşme sinyalleri askeri helikopterlerin Erdoğan’ın peşinden gittiğini algılayarak açıkça uyardı.


| ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ilk açıklamasında özellikle ‘demokrasi’ değil ‘istikrar’ kelimesini tercih etti. Türk halkı darbede ABD’nin rolünü sorguluyor. Sizce bu darbe CIA tarafından desteklendi mi?

CIA’nın bu darbenin arkasında olduğuna ve Türkiye içinde Fetullah Gülen ağını kullandığına şüphe yok. Washington’un demokrasi gibi kelimeleri silah gibi kullandığına ve gerçek demokrasiyi umursamadığına da şüphe yok. Her yerde gerçekleşen ‘Demokrasi devrimlerine’ bakın. Arap Baharı, Ukrayna... John Kerry ve Washington Türkiye’nin NATO’dan çıkması ihtimali karşısında çok çok sinirlendiler. Bu ABD’nin yalnızca Ortadoğu için değil tüm dünyadaki güç projesi için yıkım anlamına gelir.


| Birçok siysetçi ve yorumcu İncirlik’in kapatılmasını talep ediyorlar. Türkiye ve Amerika arasındaki ilişkinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Pentagon’un yıkım için kullandığı nükleer üssün kapatılması dünya barışı için iyi olurdu. Problem şu ki benim ülkem Amerika bugün gerçek demokrasiye dair hiçbir şeyi çağrıştırmıyor. Siyasetçiler yozlaşmanın ötesindeler, Wall Street ve askeri endüstri Eisenhower’ın 1961 veda konuşmasında uyardığı konumda.

Tercihlerine bakın Hillary Clinton; savaş adayı ve katil. Ahlak yok. Ya Trump? Roy Cohen gibi Atlantic City gazino mafyasının, suç şebekelerinin adayı. Hiçbir siyasi deneyimi yok sadece kocaman bir ağzı var. Tehlikeli faşist bir demagog o. Türkiye, Washington hakkında rüya görmese iyi olur. Bu ülke Türkiye’nin 1952 yılında katıldığı NATO’nun Amerikası değil.


| Türkiye yakında zaman Rusya ile ilşkileri düzeltti ve Suriye politikasının değişeceğine dair güçlü sinyaller verdi. Sizce Türkiye’nin dış politikasındaki değişiklik ve darbe girişimi arasında bir bağlantı var mı?

Bu tablonun kesinlikle ABD’nin darbeyi desteklemesine yol açtığı konusunda ikna oldum. Recep Tayyip Erdoğan’ın destekçisi olmaktan uzaktayım. Dünya’da meydana gelen olayların ekonomik, politik sonuçlarını analiz etmeye çalışıyorum. Yine de o bir mücadeleci ve onun Rusya ile yakınlaşarak ve ardından Suriye’deki Esad için ilk adımları atarak gerçekleştirdiği jeopolitik değişiklik ABD’nin yalnızca Ortadoğu’daki güç politikasını değil aynı zamanda Rusya’ya, Çin’e, Şangay İşbirliği Örgütü ve BRİCS’e karşı stratejisini tehdit ediyor.

Avrupa Birliği’ndeki halklar da hayati bir noktaya işaret ediyor. Brexit Avrupa Birliği olarak adlandırılan yıkıcı projenin başlangıcıydı. Bu açık. İtalya yakın zamanda ayrılmak zorunda kalacak. Belki sonra Macaristan ve ardından Marie le Pen’in partisi güç kazanmaya devam ederse belki Fransa. Almanya’da yayımlanmayan anketlere göre halkın yüzde 66’sı seçim düzenlenmesi halinde AB’den çıkış için oy kullanmak istiyor. Ancak Almanya’da anayasa bu tip bir referanduma izin vermiyor. Halk artık bıktı çünkü AB onlar için fayda getiren bir proje değil. Avro başarısız bir deneyim oldu.

Anglo Sakson egemenliğine dayanan dönemin bittiğini görüyoruz. Beş yüzyıl önce Venedik’in Avrupa’nın finans merkezi olduğu dönem sonra eriyor.



‘GÜLEN BİR HOLLYWOOLD YAPIMI ONU BIRAKMAZLAR’

Türkiye, FETÖ’cü darbe girişimin ardından örgütün lideri Fetullah Gülen’in iadesini Washington’dan talep etti. Bu talebe verilecek yanıt aynı zamanda ABD ve Türkiye ilişkilerinin kaderini belirleyecek. Amerikalı yazar bu kapsamda Gülen’in CIA’nın en büyük projelerinden biri olduğunu söyleyerek şöyle konuştu: “Gülen, yeni kitabım ‘The Lost Hegemon’da belirttiğim gibi, CIA’nın tarihinde yarattığı en büyük projelerden biri. Bağlantıları kıtalara yayılıyor. Almanya’dan Çin Halk Cumhuriyeti’ne, Xinjiang’da Uygurlara kadar her yere sızmış durumda. Graham Fuller ya da George Fides gibi CIA ajanları, ABD’nin eski Amerikan büyükelçisi Morton Abramovitz gibi isimler Gülen’in ABD’nin Saylorsburg Pennsylvania eyaletinde özel statüde kalma sürecini yönettiler. Dünya genelinde İslam’ı kullanarak kirli operasyonlarını yönetenler Fetullah Gülen’i ılımlı islam bilgini, Papa’nın dostu, barış adamı gibi göstererek bir efsane yarattılar. Bu yüzden bu adam bir Hollywood yapımıdır. Onu bırakamazlar.”


ABD BATIK BİR DEVLET

TÜRKİYE KENDİ YOLUNA BAKSIN

Uluslararası çevrelerin gözü ABD’de gerçekleşecek başkanlık seçimlerine kitlenmiş durumda. Türkiye’de kimi çevreler şimdiden ABD’nin yeni başkanı olacak kişinin Ankara’ya yönelik daha ılımlı bir politika izleyeceğini düşünüyor. Konuyu sorduğumuz
Engdahl, ABD’nin batık bir devlet olduğunu vurgulayarak şunları söyledi: “Türkiye, Hillary Clinton ya da Donald Trump’la bağları onarmak istiyor mı? Türkiye sürekli Washington’a bakmayı bırakıp kendi yolunu bulsa daha iyi olur diye düşünüyorum.

Bugün ABD ekonomik olarak çökmüş durumda. Ekonomik durgunluk 1930’lara oranla daha kötü. Hükümetin istatistikleri acı gerçeği saklamak için yalan söylüyor. ABD’nin kamu borçları yüzde 140’ın üzerinde. Rusya ile karşılaştırırsan Rusya’nın devlet borcu gayrisafi yurtiçi hasılaya oranla yüzde 17 civarında. Daha kötüsü ne biliyor musun kesin olarak Amerika ekonomiye nazaran ahlaki bir çöküş içerinde”


WİLLİAM ENGDAHL KİMDİR?

Almanya’da ikamet eden Amerikalı araştırmacı ve yazarın şimdiye kadar yayımlanmış 7 kitabı bulunmakta. Toplamda 14 dile çevirilen kitapların en yenisi olan The Lost Hegemon, FETÖ’cü yapılanmanın lideri Gülen ve ABD ilişkisine ışık tutmakta. Aynı zamanda Global Research, Asia Times gibi mecralarda makaleleri yayımlanan
Engdahl, Moskova’ya yakın yayınlar yapan RT, Çin’in resmi televizyonu CCTV ve Al Jezeera gibi kanallara ise yorumcu olarak katılıyor.

Çin Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın davetiyle Pekin’de alternatif enerji üzerine konferans veren
Engdahl, Türkiye-Avrasya Ticaret Konseyi’nin çağrısıyla İstanbul’da da konuşmacı olarak bulundu.  

Gökhun Göçmen
Aydınlık / 24.07.2016


Canlı Bombalar 15 Temmuz İçindi


Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 73 şüpheli hakkında hazırlanan “FETÖ ana dava” iddianamesi Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Davanın ilk duruşması, 22-25 Kasım 2016’da görülecek. İddianamede FETÖ darbe girişiminin sinyallerini veren ayrıntılar dikkat çekti. Henüz darbe girişimi olmadan önce açıklanan iddianamede FETÖ’nün darbe girişiminde bulunacağı ve PKK’nın da buna destek verdiği kaydedildi.

BÖLÜCÜ ÖRGÜT-FETÖ İTTİFAKI

İddianamede FETÖ’nün 2007 ve sonrasında hem TSK’ya karşı hem de PKK’ya karşı vurulan darbelerde inisiyatif alarak, devlet içerisinde vazgeçilemez bir konum elde etmek istediği kaydedildi. İddianamede şu ifadelere yer verildi: “FETÖ, 17 Aralık 2013 sonrasında bu stratejisinden vazgeçmiş, PKK terör örgütü ve bunun uzantısı yapılanmaların en büyük savunucularından biri oluvermiştir. Önce 2014 Mart yerel seçimlerinde sonra Cumhurbaşkanlığı ve en sonra da 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 milletvekili genel seçimlerinde PKK örgütü ile irtibat kurmuş, bu örgütün siyasi kanadını oluşturan partiye destek verip birlikte hareket etmiştir. İşin en korkunç yanı ise polis, hakim, savcı ve askerlerin oy kullandığı sandıklardan örgütün desteklediği siyasi partiye çıkan oyların nispetidir.”

Her türlü terör örgütünde Fethullahçı bir yapılanmanın oluşturulduğu belirtilen iddianamede şunlar kaydedildi:

TÜNELLER GÖRMEZDEN GELİNMİŞ

“Bölücü terör örgütü PKK ile FETÖ işbirliği yeni olmayıp bu iki örgüt arasında zaman zaman amaç birliği, işbirliğine dönüşmüştür. Bölücü örgütün şehir yapılanmasında Fethullahçı birçok kimse görev almıştır. İşbirliğinin bir sonucu olarak bölücü terör örgütü, FETÖ’nün hiçbir kurumuna saldırmamış ve zarar vermemiştir. Karşılığında FETÖ, bölücü örgüte istihbarat sağlamış, bilgi vermiş, eylemlerinde yardımcı olmuş, şehirlerdeki kazılan tünelleri görmezlikten gelmiş, şehirlerde bomba, silah ve patlayıcı madde taşınıp depolanmasına FETÖ kadroları ses çıkarmamıştır. Devletin bölücü örgütün faaliyetlerinden haberdar olmak için kullandığı istihbarat elemanlarının kimliği bölücü örgüte verilerek deşifre edilmiştir. FETÖ ile PKK arasındaki irtibat Denizli, Afyon, Bursa ve Şanlıurfa’daki olaylarda tespit edilmiştir. Örnek olarak seçilen Denizli’de cemaat evinde uzun bir süre terör örgütü üyesi bir kimsenin barındırılması ve keşif yaparak eylem hazırlığına destek sağlanmasıdır.”

DARBE YAPABİLECEK TEK GÜÇ FETHULLAHÇILAR

Fethullahçı Terör Örgütü’ne ilişkin hazırlanan çatı iddianamede bu yapının darbe yapabileceği çok açık ifadelerle yazıldı. FETÖ’nün TSK içindeki konumu şöyle anlatıldı: 

“Emniyet, Jandarma, TSK içinde elindeki silahları bir gün ülkenin meşru güçlerine doğrultmak üzere örgütten emir bekleyen bir yapılanma bulunmaktadır. TSK içinde en organize ve güçlü hakim yapılanma Fethullahçılardır. Deniz, Kara, Jandarma ve Hava Kuvvet Komutanlığı askeri personelinin en az %60’ı -bazılarında %90- FETÖ kadrolarından oluşmaktadır. Sonuç olarak devletin zannedilen silahlar, çoğu kadroları üzerinden, artık örgütün emrinde ve kontrolündedir. Türkiye’de bundan sonra muhtemel bir askeri darbe yapabilecek tek organize güç Fethullahçı kadrolardır. TSK, emniyet gibi devletin silahlarını, yönettiği kadroları üzerinden elinde tutan FETÖ, silahlı bir terör örgütüdür.”

UYGUN ORTAMI YARATMAK İÇİN İŞBİRLİĞİ YAPTILAR

İddianamede tanık Ümit Akdemir’in ifadesine de yer verildi. Akdemir, ifadesinde FETÖ’nün darbe girişimi ile PKK’nın canlı bombaları arasındaki ilişkiyi anlattığı görüldü. İddianamede Ümit Akdemir’in ifadesine dayanılarak şöyle denildi:

“PKK ile Fethullahçıların işbirliği yaptığını, Emin Uçar isimli FETÖ mensubu kişinin 2005-2009 yılları arasında Nahcivan ve İran üzerinden PKK’nın Kandil üssüne sigara, yiyecek malzemesi, giyecek türü ürünler gönderdiğini öğrendiği, bunu Erzurum’da bir üniversitede sohbet ettiği bir kişiden teyit ettiği, Nahcivan’da Osman Kodak isimli Urfalı birinin PKK sempatizanlarının bulunduğu evde yaşayan öğrencilerle tanıştığını, evlerde örgüt bayrakları, poster ve dokümanlar olduğunu söylediğini, Nahcivan’daki cemaat ağabeylerinin onu istihbarat elemanı olmakla suçlayıp yurttan attırmak istediklerini, cemaat ve PKK yandaşlarının Osman Kodak’ı sıkıştırdığını, PKK ile cemaat arasındaki ilişkinin Nahcivan’da kendisini rahatsız ettiğini, FETÖ içerisinde TSK’nın darbe yapması için uygun bir zemin hazırlanması, kaos ortamı sağlanması için PKK ile işbirliği yapıldığını, önemli ölçüde yardım edeceğini umduklarını, canlı bomba, polis ve askerin şehit edilmesinin darbe ortamını sağlayacağı düşüncesinde olduklarını anlatmıştır.”

ÜMİT AKDEMİR KİMDİR?

Ümit Akdemir Erzurum’un Narman ilçesinde Zaman gazetesi temsilciliği yaptı. Daha sonra Avrupa’ya gönderildi, ardından Nahçıvan’da açılan yeni üniversitenin dört yıl süreyle yurt müdürlüğünü yaptı. 2009 yılında Türkiye’ye döndüğünde Fethullah Gülen’in akrabalarına yönelik bir vakıf kurmak ve Gülen’in hayatını yeniden yazmak için görevlendirildi. Bir yıl süreyle bu görevde çalışırken Mustafa Özcan ile tanıştı. Ancak yazdığı kitap Alvarlı Efe, Bediüzzaman ve Necip Fazıl’ı ön plana çıkardığı ve bazı eleştirileri olduğu için iptal edildi. 2010’un ikinci yarısında Zaman Gazetesi Doğu Anadolu Bölge Halkla İlişkiler Müdürü olarak göreve başladı. Gülen Eğitim Araştırma Vakfı’nda çalıştığı dönemde Cemaatin tabanına yönelik konferanslar ve sunumlar yaptı. 17-25 Aralık darbesi sırasındaki itirazları ve farklı çıkışları nedeniyle tüm görevlerinden alındı.   


Olcay Kabaktepe / Ankara

Aydınlık/23.07.2016

Şok Mangası!




1980’li yıllarda bir gün üniversiteye 12 Eylül darbesinden sonra giren bir grup öğrenciyle konuşuyordum. Kaldıkları yurdun güvenlik görevlisinden şikâyet ediyorlardı. Adam binanın kapısında dikiliyor, geç gelenleri azarlıyor, içki muayenesi yapıyor, hatta bazen elindeki sopayla öğrencilere vuruyordu.

“Neden dövmüyorsunuz adamı?” diye sordum. “Nasıl döveriz ağbi?” dediler. “Adam hepimizi tanıyor, kampüste jandarma devriye geziyor.” Arkadan yaklaşıp başına çuval geçirdikten sonra sopalarla girişerek... Hayır, düşünmek bile istemiyorlardı. Bir önceki dönemde binlerce devrimci öğrencinin miting yaptığı kampüste eli sopalı tek bir adama teslim olmuşlardı. Değişen maddi ve ideolojik koşullar bir kez daha insanların bilincini ve kaderini belirlemişti.

Çok hazin bir durumdu. Geçmişte yurtlara ve okullara hâkim olan öğrenciler darbeden sonra çocuklaşmışlar, yurt bekçisinden korkar hale gelmişlerdi. Yeni düzen onların memleket sorunlarıyla ilgilenmelerini, okullarda örgütlenmelerini, seslerini duyurmalarını her türlü baskı ve yıldırma yöntemine başvurarak önlüyordu. Devlet, aile ve okul yönetiminden oluşan bir üçgenin içinde sıkışıp kalmışlardı. Siyasetle ilgilenen, kitap okuyan, ağzını açıp itiraz eden her öğrenci potansiyel suçlu muamelesi görüyordu.

Mustafa Önsel’in, kısa sürede on baskı yapan Ağacın Kurdu (Alibi Yayıncılık, 2016) adlı kitabını okurken, o çocuklarla aramda geçen konuşmayı hatırladım. Kitap, sıradan yurttaşın kafasındaki TSK imajını yerle bir edecek cinsten anekdotlarla dolu.

Bilinen şeyleri tekrarlamak istemem. FETÖ örgütü yıllarca süren, ancak 2008’den itibaren hızlanan sinsi bir casusluk faaliyetiyle Harp Okulları’nda kadrolaşıyor. Aslında çok basit bir sistem kurmuşlar. Tayin ve atama işleriyle uğraşan merkezdeki FETÖ’cüler okullardaki takım ve bölük komutanlıklarına kendi adamlarını yerleştiriyorlar, onlar da ailesinde subay olan, askeri liseden gelen Kemalist yurtsever öğrencileri “şok mangası” uygulamasıyla yıldırarak, bazen de alenen tehdit ederek ya da FETÖ’cü doktorların sahte sağlık raporlarıyla okuldan uzaklaştırıyorlar.

İki nokta göze çarpıyor: birincisi, öğrencilerin ancak bireysel olarak, tek başlarına direnebilmeleri; ikincisi, üst askeri makamların bu olayları görmezden gelmeleri, gözlerine sokulduğunda bile aldırmamaları.

Öğrenciler arasında en ufak bir iletişim, örgütlenme ve toplu direniş çabası yok. Karşılaştıkları baskı ve zorbalığı kendi aralarında tartışıp ortak bir karar alamıyorlar.

Ailelerinden başka dertlerini anlatabilecekleri kimse yok. Topluca isyan etmiyorlar mesela, gizli örgüt kurmuyorlar; üstelik kendilerinden kuşkulanıyor, “şok mangası” işkencesi altında neredeyse bir tür “Stockholm sendromu” (kişinin kendisine zulmedenle empati kurması) yaşıyorlar.

Hiçbir özgür alan bırakmayan, insanların sindirilip ezildiği böyle bir eğitim/öğretim ortamında yetişen bir subayın ne orduya ne memlekete faydası olur. Kurtuluş Savaşı’na komuta eden askeri kadro “vatan ve hürriyet” fikirlerini besleyen düşüncelerle Manastır Askerî İdadisi’nde tanışmıştı. Memleketin sorunlarıyla, geleceğiyle, dünyanın durumuyla ilgilenmeyen askeri öğrenci olur mu? Bu ülkedeki bütün devrimci ve özgürlükçü fikirlerin kaynağı harbiye-mülkiye-tıbbiye üçlüsü değil midir?

Herkes sorumludur. Okul komutanlarının ve yüksek rütbeli subayların CIA destekli FETÖ’cülerin faaliyetini, “şok mangası” rezilliğini, savaş pilotlarının nasıl sinsi ve alçakça bir ayıklanmaya tabi tutulduklarını fark etmemiş olmaları mümkün mü? Nitekim Önsel, öğrencilerin ve ailelerin üst kademelere pek çok kez başvurduklarını kitabında örneklerle anlatıyor. Fakat ses yok! Emperyalizm FETÖ’yü kullanarak bir yanda yurtsever Kemalist subayları tasfiye ediyor, öte yanda öğretim kademelerinden başlayarak askeri kadroları elekten geçiriyor. Diğerleri de bunu seyrediyorlar. Terfi tayin işlerinin yolunda gitmesi için karışık işleri görmezden gelmek, her şey yolundaymış gibi davranmak gerekiyor herhalde. Genç insanların onurları kırılarak gericilere kurban edilişini uzaktan izliyorlar.

Şimdi AKP orduyu sivilleştirerek, emir-komuta yapısını parçalayarak bütün bunların üzerine tüy dikmeye çalışıyor. İmam subaylar dönemi başlayacak. Orta vadede bu kez başka cemaatler TSK’nin tamamını “şok mangası”na dönüştürecek. Gençliğin kendi kafasıyla özgürce düşünme, örgütlenme ve isyan hakkına sahip olamadığı bir ülkenin geleceği yoktur. Çok küçük gibi görünen sorunların bile ancak büyük devrimlerle çözülebileceği bir döneme giriyoruz.


Yavuz ALOGAN
Aydınlık / 13.08.2016 

29 Ağustos 2016 Pazartesi

CİA’nin Yasal Penceresi NED 4

Bir sistemin bilançosu

   USAID, NED, uydu kuruluşları ve aracı vakıfları zamanla geniş ve iştahlı bir bürokrasinin doğmasına neden oldular. Her yıl Kongrede NED’in bütçesinin görüşülmesi sırasında bu dokunaçlı sistemin yararsızlığı ve bu kurumu yönetmekle sorumlu ABD’li siyasetçilerle ilgili zimmete para geçirme dedikoduları üzerine şiddetli tartışmalar yaşanıyor.


   Daha iyi bir yönetim kaygısıyla, bu mali akışların etkisini ölçmek üzere birçok araştırma sipariş edildi. Uzmanlar, her bir Devlete ayrılan tutarlarla, Freedom House’un bu Devletlere ilişkin verdiği demokrasi notlarını karşılaştırdılar. Ardından, bir Devletin demokrasi notunu bir puan kadar yükseltebilmek için fert başına ne kadar dolar harcanması gerektiğini hesapladılar.


Hillary Clinton’un sivil toplum ve gelişen demokrasiler konusundaki danışmanı Tomicah Tillemann, Dışişleri Bakanlığında NED’in düzeneğini denetlemektedir.


   Tabii ki bütün bunlar kendini meşrulaştırma girişiminden ibarettir. Bir demokrasi notu düzenleme düşüncesinin hiçbir bilimsel yanı yoktur. Totaliter bir yaklaşımla, sadece bir tür demokratik kurum olduğunu varsaymaktadır. Ve çocuksu bir şekilde, tutarsız bir kriterler listesi düzenleyerek, toplumsal karmaşıklığı tek tip bir rakama indirgemek için bunları hayali katsayılarla dengelemektedir.

  Sonuç olarak, bu incelemelerin büyük bir çoğunluğu başarısızlığa işaret etmektedir: dünyadaki demokrasilerin sayısı artıyor olsa da, Ulusal Güvenlik Konseyinin harcadığı paralarla, demokratik gelişme ya da gerileme arasında hiçbir bağ yoktur. Öte yandan, USAID’in sorumluları Vanderbilt Üniversitesinin gerçekleştirdiği bir araştırmadan söz etmektedirler. Buna göre, NED’in sadece USAID ile ortak finanse ettiği operasyonlar etkili olmuştur, çünkü USAID bütçesini dikkatli yönetmektedir. Bu çok özel araştırmanın USAID tarafından finanse edildiğini söylersem şaşırmayın.

   Ne olursa olsun, 2003 yılında, yirminci kuruluş yıldönümü dolayısıyla NED, faaliyetlerinin bir siyasi bilançosunu çıkarır ve bu raporda dünya çapında 6 000’den fazla siyasi ve toplumsal kuruluşu desteklediğini açıklar. Bu sayı bugüne kadar artışını sürdürmüştür. Vakıf Polonya’da Solidarnoc sendikasını, Çekoslovakya’da Charta 77 (77’ler Bildirgesi) ve Sırbistan’da Otpor’u tamamen kendisinin kurduğunu kabul ediyor. Eski Yugoslavya’da radyo B92’yi ya da Oslobodjenje gazetesini ve « özgürleştirilen »Irak’ta birçok yeni bağımsız medyayı tam teşekküllü olarak kurmakla övünüyor.


Aralık 2011’de, Mısırlı yetkililer Kahire’deki National Democratic Institute ve International Republicain Institute kurumlarının merkezlerinde arama yaparlar. Bulunanlar, 1979 yılında Tahran’daki “ajan yuvasının” ele geçirilmesinden beri ABD’nin müdahalesini anlatan en önemli belgelerdir. Casuslukla suçlanan NED yetkilileri adalete sevk edilirler: fotoğrafta Robert Becker (NDI’nin Kahire Müdürü) davanın ilk duruşmasında görülüyor. Belgeler NED’in, Müslüman Kardeşleri iktidara taşımak için 4000 ölümle sonuçlanan Tahrir Meydanı sözde devrimini tamamen kışkırttığını ve yönlendirdiğini ortaya koyuyor.

Örtü değiştirmek

Dünya çapında başarılı olduktan sonra, demokratikleşme söylemi artık ikna edici olmuyor. Başkan George W.Bush bunu her durumda kullanarak tüketmeyi başardı. Artık kimse NED’in yaptığı desteklerin uluslararası terörizmi ortadan kaldıracağı düşüncesini ciddi olarak destekleyemez. Aynı şekilde, ABD birliklerinin Saddam Hüseyin’i Irak’lılara demokrasiyi armağan etmek için devirdiğini bundan böyle kimse iddia edemez.

Üstelik dünyanın her yerinde demokrasi için mücadele eden yurttaşlar kuşkucu olmaya başladılar. NED’in ve yalancı ayaklarının armağan ettiği yardımın aslında onları yönlendirmeye ve ülkelerini tuzağa düşürmeye yönelik olduğunu anladılar. Dolayısıyla da gün geçtikçe kendilerine önerilen « karşılıksız » bağışları kabul etmiyorlar. ABD’nin farklı rüşvet kanallarındaki yetkililer de bir kez daha sistemi susturmayı öngördüler. CİA’nin süslü darbelerinden ve NED’in şeffaflığından sonra, güvenilirliğini yitirmiş bir oluşumdan görevi devralacak yeni bir yapı kurmayı öngörmektedirler. Bu yapı artık sendikalar, işverenler ve iki büyük parti tarafından değil, Asia Foundation modelinde olduğu gibi çokuluslu şirketler tarafından yönetilecektir.

80’li yıllarda basın, Asia Foundation’un CİA’nin Asya’da komünizmi yenmek için kullandığı bir paravan yapı olduğunu ifşa etmişti. O zaman vakıfta reform yapılmış ve yönetimi çokuluslu şirketlere (Boeing, Chevron, Coca-Cola, Levi Strauss v.b. gibi) emanet edilmişti. Bu yeni imaj, kuruluşundan beri CİA’ye hizmet eden bir yapıya, hükümet dışı ve saygın bir görünüm vermek için yeterli olmuştu. SSCB’nin dağılmasından sonra, ortaya çıkan yeni Asya Devletlerinde gizli faaliyetleri yaygınlaştırmak üzere bu kuruma Eurasia Foundation adında bir kardeş daha gelmiştir.

Bir başka tartışmalı konu da « demokrasinin teşviki » için yapılan bağışların sadece belirli projelerin gerçekleştirilmesi için bir tür sözleşme kapsamında mı yoksa sonuç zorunluluğu olmaksızın verilen destekler olarak mı verileceğidir. Birinci formül daha iyi bir yasal koruma sağlarken ikincisi yolsuzluk için daha büyük kolaylıklar sağlamaktadır.

Karşımızdaki manzaraya baktığımızda, bunun için geliştirdikleri bürokrasi aşırı ve aşırı titiz olsa da, Vladimir Putin ve Vladislav Surkov’un Rusya’daki STK’ların finansmanına kurallar getirilmesi şartı meşrudur. ABD Ulusal Güvenlik Konseyinin otoritesi altında yapılanan NED düzeneği, dünyadaki demokratik çabaları desteklemekle kalmıyor, onları zehirliyor da.

Thierry Meyssan

Çeviri
Osman Soysal

Kaynak
Odnako (Rusya)

Bu makale ilk olarak Rus dergisi Odnako’nun 35nci sayısında (27 Eylül 2010 tarihli) yayınlanmıştır.

CIA'nın Yasal Penceresi NED 1

CIA'nın Yasal Penceresi NED 2
http://kaziminci.blogspot.com.tr/2016/08/cianin-yasal-penceresi-ned-2.html

CIA'nın Yasal Penceresi NED 3


28 Ağustos 2016 Pazar

Fethullah Gülen’i Örgütleyen İki İsim


Konu: Fethullah Gülen’in keşfedilmesi ve Gladyo’da örgütlenmesi.

Yine bir parantezle başlayalım.

Kıdemli bir Cemaatçiyi aradım. Aylar önce yurt dışına çıkan ekipten. Hâlâ bağlı.

“Darbe”yi ve “Cemaat”in yapısını konuştuk.

Bir tespitimi söyledim. Dün de yazdım: “Hiçbir illegal örgüte benzemiyor... Bir İSTİHBARAT örgütü var sanki karşımızda.”

***
Muhatabım güldü.Teyiden bir anısını anlattı.

Bir İranlı diplomatla sohbet etmişler.

Konu: Fethullah Gülen’in kişilik özellikleri.

İranlı soruyor: “Yahu, bu ardamın hiç mi zaafı yok?”

Belli ki İran tarafı Gülen’i çözmek istiyor.

Kıdemli Cemaatçi karşılıksız bırakmıyor bu soruyu.

Amacı yermek değil, övmek. Cevap iki kelime: “Var. İstihbarat.”

***
Bir tasavvuf hareketi düşünün.

Ama “istihbarat”, temel faaliyetleri arasında.

15 Temmuz’la birlikte öğrendik. FETÖ, TSK’nın nefes alışını bile izlemiş.

Falan ya da filan askeri birimle sınırlı kalmamış.

Genelkurmay Başkanlarının öksürüğünü bile kaydetmişler. Doğrudan ve her gün.

Şifreli, şifresiz bütün yazışmalar ellerinden geçmiş.

Mahalle bakkalının veresiye defteri bile bizim askeri sırlardan daha korunaklıymış.

***
Bu faaliyetin adı bellidir: Casusluk.

Kural açık: Kullanmayacaksan, toplamazsın.

Satmayacaksan, almazsın.

FETÖ dinleme kayıtlarını hangi devlete aktarıyordu acaba?

Bu ayıp bir “sır”dır! Ama “tiyatro” masallarına inanan safdiller için.

***
Fethullahçılığın istihbaratçılığı yeni değil.

Aslında “istihbaratçı” olarak imal edildiler.

“Nasıl”ını anlatayım.

Şimdi izninizle 1960’ların başına gidelim. 27 Mayıs’ın (1960) hemen sonrasına.

Türkiye, fikri bir silkinme sürecine girer. “Sol” bir rüzgar esmeye başlar.

Özellikle üniversitelerde. Sadece akademisyenler değil, öğrenciler de sola yönelir.

Sonuç: İdeolojik hegemonya sola geçmektedir.

***
İşte bu günlerde (1962), bir kitap sürülür piyasaya.

Adı: İslamda Sosyal Adalet.

Yazarı: Seyid Kutup.

Müslüman Kardeşler’in en radikal liderlerinden biri.

El Kaide türü hareketlerin fikir babası.

Çeviren: Yaşar Tunagür.

Onu daha çok Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olarak biliriz.

İsmet İnönü’nün rahatsız olduğu bir isim.

***
Bu kitap, 15 Temmuz’a giden yolda kilometre taşlarından biridir.

Çünkü: Kitabı MİT Müsteşarı General Fuat Doğu çevirtmiştir.

Niçin: “O dönem yükselmekte olan Marksizme karşı.”

Bu söylediklerim “iddia” değildir.

Bütün İslamcı camia bilir. Televizyonlarda, sempozyumlarda, hatıratlarda sıkça anlatıldı.

(Bak: Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi ve Hareketi, sayfa 371. AKP’li Zeytinburnu Belediyesi’nin yayını-2013)

***
Yaşar Tunagür, anlaşılacağı gibi istihbaratla bağlantılı bir isim.

1960’ların başında Edirne’de görevlidir.

Henüz yolun başındaki vaiz Fethullah Gülen’le aynı günlerde.

Tunagür, Gülen’i keşfetmekte gecikmez.

Himayesine ve “kadro”suna alır. Önünü açar.

***
Tunagür’ün himayesi sonuçlarını verir.

Bir: Gülen, Diyanet’in Hac kafilesinde yönetici olarak görevlendirilir.

Sadece kıdemli müftülerin yaptığı görevdir bu.

Oysa: Gülen henüz düz bir vaizdir.

İki: Bir süre sonra İzmir’e tayin edilir. Kestane Pazarı’na.

Burası Gülen’in kendi örgütünün temellerini attığı yerdir.

Üçüncüsü: Tunagür, Gülen’i MİT Müsteşarı Fuat Doğu ile tanıştırır.

***
Tanışma tarihini tam bilmiyorum. Ancak, 1964’ten sonra değil.

Niçin böyle diyorum.

Çünkü: Üst düzey bir isimden yeni öğrendim. Bilebilecek birisi.

1964 tarihinde bir toplantıdan söz etti.

Üç kişi katılmış: Fuat Doğu, Fethullah Gülen ve bir işadamı.

Şimdilik üçüncü ismi yazmıyorum. Fazla büyük, fazla ünlü.

***
Bu yıllardan itibaren ne oldu?

Fethullah Gülen hep en ziyade müsaadeye mazhar oldu.

Korundu, desteklendi, büyütüldü, dışa açıldı.

En önemlisi: Adım adım, bilerek, isteyerek devlete yerleştirildi.

***
Bugünün özeti.

Bir: Türkiye’de İslamizasyon 70 yıldır bir “devlet” politikası oldu.

Türkiye’nin 1947’de Truman Doktrini kapsamına alınmasından beri.

Doktrin NATO stratejisine dönüştü.

Buna göre: Baş düşman komünizmdi.

Din, en etkili ideolojik silah olarak kullanıldı, desteklendi.

***
İki: Şimdi görüyoruz. Gülen hareketi hep “özel” olmuş.

Diğer cemaat ve tarikatlarla farklılaşmış.

Sadece “iç” değil, “dış” koruma altında tutulmuş.

***
Üç: Cemaat 1980’lerin sonundan beri hep tartışıldı.

Devlete sızmaya çalıştıkları hep konuşuldu.

En bilinen alanlar: Harp okulları, polis, mülki idare görevleriydi.

Kimler biliyordu bunu? Bütün hükümetler. Bütün partiler. MİT. Genelkurmay. Medya. Üniversiteler.

Fakat: Cemaat’in gücü katlanarak arttı.

***
Stratejik soru şudur: Türkiye niçin Cemaat’i bugüne kadar durduramadı?

Bilemediği, tanıyamadığı için mi?

Cevap: Tam tersine tanıdığı, bildiği için önleyemedi.

Olan ve olamayan şudur: Türkiye’nin “devlet aklı” için Fethullahçı Gladyo, ABD demekti.

Türkiye biliyordu ki, Fethullahçı Gladyo’ya vurmak, Amerika’ya vurmaktı. Onu tasfiye etmek, ABD’ye başkaldırmaktı.

***
Hiçbir hükümet son döneme kadar bunu göze alamadı.

17-25 Aralık’ta (2013) Tayyip Erdoğan hamle etti. Fakat “devlet” de, AKP de geri durdu.

CHP’nin durumu da öyle. Parti yönetimi niye Gülen hareketiyle bitişik nizam durdu?

Sebep: Gülen’in kişisel hatırı değil elbette. Arkasındaki güç biliniyordu.

***
Sonuç: Şimdi Türkiye, Atlantik sürecindeki makus talihini kırmakta.

ABD ile bir büyük hesaplaşmaya girdik.

Bu, milletin topyekün davasıdır. 


Rafet BALLI
Aydınlık / 23.07.2016 

CİA’nin Yasal Penceresi NED 3

Troçkist strateji

   NED, kuruluş aşamasında (1984) Allen Weinstein, sonra da dört yıl boyunca John Richardson (1984-88) ve son olarak da Carl Gershman tarafından yönetildi (1998’den beri).


   Bu üç adamın, üç ortak noktası bulunuyor. Üçü de Yahudi, Social Democrats USA adlı Troçkist partinin eski militanı ve Freedom House’da çalışmışlar. Bunun bir mantıklı açıklaması var: Stalinizme duydukları nefret nedeniyle kimi Troçkistler, Sovyetlerle mücadele etmek için CİA’ye katıldılar. Beraberlerinde, « renkli devrimlere » ve « demokratikleşmeye » aktardıkları dünya ölçeğinde iktidarın ele geçirilmesi teorisini de getirdiler. Troçkist kutsal söylemi Antonio Gramsci tarafından analiz edilen kültürel mücadeleye uyarladılar: iktidar güçten çok bilinçle ilgilidir. Kitleleri yönetmek için, öncelikle bir seçkin grubunun onlara egemen olan iktidarı kabullerini programlayan bir ideoloji aşılaması gerekir.

Amerikan Uluslararası İşçi Dayanışması Merkezi (ACILS)




   Solidarity Center adıyla tanınan, NED’in sendikal kolu ACILS, çok uzaktan bakıldığında onun başlıca kanalıdır. Vakfın bağışlarının yarısından fazlasını dağıtmaktadır. Soğuk Savaş süresince Vietnam’dan Angola’ya, Fransa’dan Şili’ye dünyadaki komünist olmayan sendikaları yapılandırmaya hizmet eden önceki kuruluşların görevini devralmıştır.

  CİA’nın programını gizlemek için sendikacıların tercih edilmesi, benzeri görülmemiş bir ahlak bozukluğudur. « Dünyanın bütün işçileri birleşin! » Marksist sloganının çok uzağında kalan ACILS, ABD’li işçi sendikalarını diğer ülkelerin işçilerini ezen emperyalizmle birleştirmektedir.

  Bu yan kuruluş, 1948 yılından 1989’daki ölümüne kadar, çok renkli bir kişiliğe sahip olan Irving Brown tarafından yönetildi.


Irwing Brown, 1981 yılında İşçi Gücü genel sekreteri André Bergeron’un yardımcılığı görevine Jean-Claude Mailly’yi getirir. Mailly, faaliyetlerini CİA sayesinde finanse ettiğini kabul edecektir. Mailly, 2004 yılında İşçi Gücü’nün Genel Sekreteri olur.


  Bazı yazarlar, Brown’un bir beyaz Rus’un, yoldaş Aleksandr Kerenski’nin oğlu olduğunu söylüyorlar. Kesin olan bir şey varsa, İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’nin gizli servisi OSS’nin ajanı olarak çalışmış ve CİA ve NATO’nun Gladyo ağının kuruluşunda görev almıştır. Doğrudan kuruluşun yönetiminde yer almayı reddetmiş ve kendi uzmanlık alanı olan sendikalar konusuna yoğunlaşmayı tercih etmiştir. Washington’a değil, ama İtalya ve Fransız kamuoyunda özel bir etki yaratacak şekilde Roma’ya, ardından da Paris’e yerleşmiştir. Yaşamının son günlerinde, Fransız İşçi Gücü sendikasını el altından yönetmekle, öğrenci sendikası UNI (ki bu sendikada Nicolas Sarkozy ve Michèle Alliot-Marie ve Millet Meclisi Başkanı Bernard Accoyer ve Parlamento Çoğunluk Grubu Başkanı Jean-François Copé görev almışlardır) ve sol kesimde aralarında Jean-Christophe Cambadelis ve geleceğin Başbakanı Lionel Jospin’in de bulunduğu bir küçük Troçkist grubun üyelerini şahsen eğitmekle öğündü.

  90’lı yılların sonunda, AFL-CIO konfederasyonu üyeleri, ACILS’in gerçek faaliyetlerine ilişkin hesap verilmesi talebinde bulundular, oysa bu sendikanın birçok ülkede suç işlediği birçok belgeyle ortaya konulmuştu. Bu büyük itiraftan sonra işlerin değiştiğine inanılabilirdi. Ancak hiç de öyle olmadı. ACILS 2002 ve 2004 yılında, Venezüella’da Devlet Başkanı Hugo Chavez’e karşı gerçekleştirilen başarısız darbe girişimine ve Haiti’de Cumhurbaşkanı Jean-Bertrand Aristide’e karşı bu kez başarılı olan darbeye aktif bir şekilde katıldı.

   ACILS, bugün kendisi de Social Democrats USA adlı Troçkist Parti kökenli olan AFL-CIO konfederasyonunun eski Başkanı John Sweeney tarafından yönetilmektedir.

Özel Girişim Uluslararası Merkezi (CIPE)



   Uluslararası Özel Girişim Merkezi (CIPE), liberal kapitalist ideolojinin yayılması ve yolsuzluğa karşı mücadele konuları üzerine odaklanıyor.

   CIPE’nin ilk başarısı, 1987 yılında European Management Forum –Avrupalı büyük patronlar kulübü-‘un World Economic Forum –uluslarötesi yönetici sınıfın kulübü-‘a dönüştürülmesi olmuştur. İsviçre’deki Davos kayak istasyonunda gerçekleştirilen, Gotha global ekonomik ve siyasal büyük yıllık buluşması, bir ulusal kimlik ötesi sınıf aidiyetinin pekiştirilmesine yol açmıştır.

   CIPE, Davos’taki Forum ile hiçbir yapısal bağının olmamasına özen göstermektedir ve World Ekonomik Forum’un CİA tarafından araçsallaştırıldığını –en azından şimdilik- kanıtlamak mümkün değildir. Aksi ile kanıtlamak gerekirse, Davos sorumluları, bazı siyasi liderlerin, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nde planlanan operasyonlardan ibaret olan büyük öneme sahip olayları oynamak üzere onların Ekonomik Forumunu neden kullandığını açıklamakta bir hayli zorlanacaklardır. Örneğin 1988 yılında, Yunanistan ve Türkiye –BM’de değil- Davos’ta barışmışlardır. 1989 yılında, iki Kore Bakanlar düzeyindeki ilk toplantılarını ve iki Almanya ise birleşme yolundaki ilk zirvelerini yine Davos’ta gerçekleştirirler. 1992 yılında, Frederik de Klerk ve Nelson Mandela Davos’a birlikte gelip Güney Afrika için tadarladıkları ortak projelerini açıklarlar. Yine daha inanılmazı, 1994 yılında, Oslo mutabakatı sonrasında, Şimon Peres ve Yaser Arafat Davos’ta müzakere için bir araya gelirler ve mutabakatın Gazze’de ve Eriha’da uygulamasına ilişkin protokolü imzalarlar.

   Forum ve Washington arasındaki bağlantı, herkesin bildiği gibi, Dışişleri Bakanlığı çalışanları meslek derneği eski müdiresiyken, CIPE’yi yöneten ABD Ticaret Odası Vakfının Müdiresi olan Susan K. Reardon sağlamaktadır.

   Uluslararası Özel Girişim Merkezi’nin bir diğer başarısı da Transparency International’dır. Bu « STK » resmi olarak, aynı zamanda CIPE’nin de yöneticisi ve halen FBI’nin istihbaratçılarının işe alım sorumlusu ve özel istihbarat ajansı Fairfax Group’un Genel Müdürü olan, ABD askeri istihbarat subayı Michael J. Hershman tarafından kurulmuştur.

   Transparency International, her şeyden önce CİA’nin ekonomik istihbarat faaliyetleri için kullandığı bir paravan kuruluştur. Aynı şekilde, Devletleri pazarlarını dışa açmak üzere yasalarını değiştirmeye ikna etmek için kullanılan bir iletişim aracıdır.

   Transparency International’ın kökenini gizlemek için CIPE, Dünya Bankasının eski basın yayın müdürü yeni-muhafazakar Frank Vogl’un bilgilerinden yararlanma yolunu seçer. Vogl, sivil toplum kökenli bir dernek izlenimi vermeye hizmet edecek bir şahsiyetler Komitesi kurdu. Bu vitrin komitesi, eşi 2004 ve 2009 yılları arasında SPD’nin Federal Almanya Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı adayı olan, Dünya Bankasının Doğu Afrika’daki eski müdürü Peter Eigen tarafından yönetilmiştir.

  Transparency International’in çalışmaları ABD çıkarlarına hizmet ediyor ve hiç de güvenilir değil. Sözde STK, 2008 yılında, Venezüella Devlet Petrolleri Şirketi PDVSA’daki yolsuzlukları ifşa ediyor ve tahrif edilmiş haberlerden hareketle bu kurumu dünya kamu şirketleri sıralamasında son sıraya yerleştiriyordu. Amaç tabii ki, Devlet Başkanı Hugo Chavez’in anti-emperyalist politikasının ekonomik temelini oluşturan bir şirketin itibarını sabote etmekti. Basının yönlendirirken suçüstü yakalanan Transparency International, Latin Amerika basınının sorularını cevaplandırmayı ve raporunu düzeltmeyi reddetti. CIPE’nin Venezüella temsilcisi Pedro Carmona’nın, 2002 yılında ABD tarafından Hugo Chavez’e karşı gerçekleştirilen darbe sırasında iktidara yerleştirildiğini hatırladığımızda bu durum hiç de şaşırtıcı değildir.

 Transparency International, medyaların dikkatini ekonomik yolsuzluk üzerinde odaklayarak, yönetici seçkinlerin Anglosaksonlar yararına siyasi yolsuzluğu NED’in faaliyetlerini bir şekilde gizlemektedir.

Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü (IRI) ve Uluslararası İlişkiler için Ulusal Demokratik Enstitüsü (National Democratic Institute for International Affairs – NDI)



  Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü (IRI) sağcı partilere rüşvet vermesiyle tanınırken, Uluslararası İlişkiler için Ulusal Demokratik Enstitüsü (NDI) sol partilerle ilgilenir. Birincisinin Başkanı John McCain, ikincisinin ise Madeleine Albright’tir. Dolayısıyla bu iki şahsiyetin birer basit siyasetçi, muhalefet lideri ve bilge emekli olarak değil ama Ulusal Güvenlik Konseyinin aktif sorumluları olarak algılanmaları gerekir.




   IRI ve NDI, dünyadaki başlıca siyasi partileri eğitmek için, Liberal Enternasyonal ve Sosyalist Enternasyonal’i kontrol etmekten vazgeçmiştir. Onların yerine Uluslararası Demokratik Birlik (IDU) ve Demokratların İttifakı (AD) gibi rakip örgütler kurmuşlardır. Birinci kurumun Başkanlığını Avustralyalı John Howard yürütmektedir. Adil Dava (Правое дело)‘dan Rus Leonid Gozman Başkan Yardımcısıdır. İkincisi ise İtalyan Gianni Vernetti tarafından yönetilmekte, eşbaşkanlığını ise Fransız François Bayrou yapmaktadır.

   IRI ve NDI aynı zamanda Avrupa’daki büyük siyasi partilere (Almanya’da altı, Fransa’da iki, Hollanda’da bir ve bir tanesi de İsveç’te) bağlı siyasi vakıflardan da destek almaktadır.

  Bunun dışında, kimi operasyonlarda, son olarak Afganistan’daki hileli seçimleri düzenleyen Democracy International Inc. gibi, bazı gizemli özel şirketlerin taşeronluğundan da yararlanılmaktadır.


Rahm Emanuel’in eski yardımcısı ve NDI’nin bugünkü sorumlusu Tom McMahon, Sosyalist Partinin ön seçimlerini düzenlemek için Fransa’ya geldi.


  Bunlar kulağa hiç de hoş gelmiyor. ABD, dünyadaki büyük siyasi partilerin ve sendikaların birçoğuna rüşvet dağıttı. Sonuç olarak, destekledikleri « demokrasi », her ülkenin iç sorunlarını –özellikle kadın ya da eşcinsel hakları gibi toplumsal sorunları- tartışmak ve tüm uluslararası sorunlarda Washington’la birlikte hareket etmeyi gerektirmektedir.

  Seçim kampanyaları, NED’in kimisine hiç sunmamakla birlikte bazılarına ihtiyacı olan mali imkanları sunarak casting’ini oluşturduğu gösterilere dönüştüler. NED, kendisiyle aynı uluslararası ve savunma politikasını izlemesi kaydıyla bir kampı ya da bir diğerini alternatif olarak desteklediği için, ardışıklık kavramı bile anlamını kaybetmiştir.

   Günümüzde Avrupa Birliği ve diğer yerlerde demokrasinin yaşadığı krizden şikayet edilmektedir. Bunun açık bir şekilde sorumlusu NED ve ABD’dir. Peki, John McCain gibi başlıca muhalefet liderinin aslında Ulusal Güvenlik Konseyinin memuru olduğu, ABD gibi bir rejimi nasıl nitelemeliyiz? Kesinlikle demokrasi olarak değil.

Thierry Meyssan
Çeviri
Osman Soysal
Kaynak
Odnako (Rusya)

Bu makale ilk olarak Rus dergisi Odnako’nun 35nci sayısında (27 Eylül 2010 tarihli) yayınlanmıştır.

CIA'nın Yasal Penceresi NED 1

CIA'nın Yasal Penceresi NED 2