24 Ağustos 2016 Çarşamba

CIA’nin Yasal Penceresi NED 1





 2006 yılında Kremlin, Amerikan Ulusal Demokrasi Vakfı (National Endowment for Democracy - NED) tarafından yürütülen, bazıları ülkenin istikrarsızlaştırılmasına yönelik olan bir gizli plana katılan yabancı kuruluşların Rusya’daki sayısının artışından şikayet ediyordu. Olası bir « renkli devrimin » önüne geçmek için, Vladislav Surkov, bu « sivil toplum kuruluşlarına (STK) » yönelik sıkı kurallar getirdi. Batı’da bu idari adım, « diktatör » Putin’in ve danışmanının örgütlenme özgürlüğüne karşı yeni bir saldırısı olarak tanımlandı.

  Bu politika, uluslararası basının « diktatörlük » olarak sunduğu başka Devletler tarafından da izlendi.

 ABD hükümeti « dünyada demokrasinin geliştirilmesi » için çabaladığını belirtiyor. Kongrenin NED’i ve bu kurumun da bu kez kendi payına doğrudan ya da dolaylı olarak dünyanın her yerinde bu yönde çaba harcayan dernekleri, siyasi partileri ya da sendikaları mali açıdan desteklemesi talebinde bulunmaktadır. Tanımları gereği, sivil toplum kökenli yani « hükümet dışı » olması gereken STK’lar, Büyükelçiliklerin, bunlara konu olan Devletlerin hükümranlığını ihlal etmeden gerçekleştiremeyeceği siyasi girişimlerde bulunabilirler. Dolayısıyla tüm sorun tam da burada gizleniyor: NED ve finanse ettiği STK ağı, Kremlin’in haksız bir şekilde baskı astlında tuttuğu sivil toplum girişimleri mi yoksa müdahale ederken suçüstü yakalanan ABD gizli servislerinin paravan kuruluşları mıdır?

 Bu soruya yanıt vermek için, National Endowment Democracy’nin kökeni ve çalışma şekline göz atacağız. Ama her şeyden önce, ABD resmi « demokrasi ihracı » projesinin tam olarak ne anlama geldiğini incelemeliyiz.

ABD’yi kuran püritenler, burayı dünyayı aydınlatan « ışık saçan ülke » haline getirmek istiyorlardı. Kendilerini bir politik modelin misyonerleri olarak görüyorlardı.

Hangi demokrasi?

   Halk olarak ABD’liler, kurucu atalarının ideolojisine bağlıdırlar. Kendilerini, Tanrı’ya itaat eden bir kent kurmak için Avrupa’dan gelmiş bir koloni olarak görmektedirler. Ülkelerini, iki yüzyıl boyunca Devlet Başkanlarının söylevlerinde kullanılan Aziz Matta’nın « dağa vuran ışığı » olarak düşünmektedirler. ABD, bir dağın tepesinden bütün dünyayı aydınlatacak örnek bir ulus olacaktır. Ve yeryüzündeki diğer bütün halklar selamete erişmek için bu modeli örnek alma umudu içerisinde olacaklardır.

   ABD’liler için bu saf inanış, ülkelerinin kendiliğinden örnek bir demokrasi olduğu ve bunu dünyanın geri kalanına yaymak biri Mesihçi bir görevleri bulunduğu sonucuna varıyor. Aziz Matta, adil bir yaşam sürdürmenin inancın yayılması için yeterli olmasını öngörürken, ABD’nin kurucu ataları ateş yakılması ve bunun bir rejim değişikliği olarak yayılmasını düşünüyorlardı. İngiliz püritenleri, Hollanda ve ABD’ye kaçmadan önce I.Charles’in kafasını keserler ve ardından Yeni Dünya’nın yurtseverleri İngiliz Kralı III. George’un otoritesini reddederek ABD’nin bağımsızlığını ilan ederler.

  Bu ulusal efsaneyi benimseyen ABD’liler hükümetlerinin dış politikasını emperyalizm olarak algılamazlar. Onların gözünde, kendilerinden farklı olan yani uğursuz bir modeli canlandırma hevesi içerisindeki bir hükümeti devirmek meşrudur. Aynı şekilde, Mesihçi misyonlarına o kadar çok inanıyorlar ve buna o kadar çok memur olmuşlar ki, işi işgal ettikleri ülkelerde güç kullanarak demokrasi dayatmaya kadar vardırmışlardır. Örneğin okullarında GI’lerinin (Deniz Piyadelerinin) Almanya’ya demokrasi getirdiğini öğretiyorlar. Tarihsel gerçeklerin bunun tamamen tersi olduğunu görmezden geliyorlar: Hükümetleri, Sovyetleri yenmesi için, Weimar’ı devrilmesinde ve bir askeri rejimin kurulmasında Hitler’e yardım etmiştir.

   Bu akıldışı ideoloji, kendi kurumlarının niteliğini ve « zorla demokrasi » kavramının saçmalığını sorgulamalarına engel oluyor.

    Oysa Başkan Abraham Lincoln’un formülüne göre, « demokrasi, halkın, halk tarafından halk için yönetimidir ».

   Bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde ABD, bir demokrasi değil ama yasama ve yargı karşı iktidarlarıyla halkın keyfiliğini sınırlandırabildiği oligarşinin elinde olan yürütme erkinden oluşan bir melez sistemdir. Her ne kadar Kongreyi ve bazı hakimleri seçen halk ise de yürütme erkini seçen federal devletlerdir ve yüksek hakimleri de belirleyen yürütmedir. Mahkeme’nin 2000 yılında Bush’a karşı Gore olayında hatırlattığı gibi, her ne kadar yurttaşlardan devlet başkanları konusundaki tercihleri sorulsa da, oyları sadece istişari niteliklidir. ABD Anayasası halkın egemenliğini tanımaz, çünkü iktidar halk ve Federal devletler, yani yerel seçkinler arasında paylaşılmıştır.

   Bu arada, « Rusya Federasyonunda egemenliği elinde bulunduran ve iktidarın tek kaynağı çok uluslu halkıdır » (Başlık I, 1. bölüm, sayfa 3) ifadesinin yer aldığı Rusya Federasyonunun Anayasasının, aksine –en azından kağıt üzerinde- demokratik olduğunu gözlemleriz.

  Bu entelektüel bağlam, ülkelerinin Anayasal olarak demokratik olmamasına rağmen, hükümetleri « demokrasi ihraç etmek » istediğini duyurduğunda ABD’lilerin neden destek verdiklerini açıklıyor. Ama ellerinde olmayan ve kendi ülkelerinde görmek istemedikleri bir şeyi nasıl ihraç edebileceklerini bilemiyoruz.


 Son otuz yıl içerisinde, bu çelişki NED ile taşındı ve birçok Devletin istikrarsızlaştırılmasıyla somutlaştı. Binlerce avanak militan ve STK, vicdan rahatlığının dingin gülüşüyle halkların egemenliğini ihlal ettiler.




Çoğulcu ve bağımsız bir vakıf

 Başkan Reagan, 8 Haziran 1982 tarihinde İngiliz Parlamentosunda yaptığı ünlü konuşmasında, Sovyetler Birliğini « Şer İmparatorluğu » olmakla suçladı ve burada ve diğer yerlerde bulunan muhaliflere yardım edilmesi önerisinde bulundu. « Demokrasi için gerekli altyapının oluşturulmasına katkı yapılması söz konusudur: basın özgürlüğü, sendikalar, siyasi partiler, üniversiteler; böylece halklar kültürlerini geliştirmek ve aralarındaki sorunları barışçıl yollardan çözmek için kendilerine hangi yolun uygun olduğunu seçmekte özgür olacaklardır ».

 Zorbalığa karşı mücadele konusunda uzlaşılan bu temelde, iki partili bir düşünce komisyonu Washington’a Ulusal Demokrasi Vakfı (NED)’in kurulmasını önerdi. Vakıf, Kasım 1983’te Kongre tarafından kuruldu ve hemen finanse edilmeye başlandı.

 NED, yurtdışındaki işçi ve işveren sendikalarına ve sağ ve sol partilere ayrılan parayı dağıtan dört özerk yapıyı beslemektedir. Bunlar:

   Bugün Amerikan Uluslararası İşçi Dayanışması Merkezi (American Center for International Labor Solidarity – ACILS) adını alan ve AFL-CIO işçi sendikasına bağlı Hür Sendikalar Enstitüsü (Free Trade Union Institue-FTUI);

  ABD Ticaret Odasına bağlı Uluslararası Özel Girişim Merkezi (Center for International Private Entreprise – CIPE);

 Cumhuriyetçi Parti’ye bağlı Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü (International Republican Institue – IRI);

 Ve Demokrat Parti tarafından yönetilen Uluslararası İlişkiler için Ulusal Demokratik Enstitüsü (National Democratic Institute for International Affairs – NDI).

   Bu şekilde sunulduğunda, NED ve dört yalancı ayağı, sanki toplumsal çeşitliliğini ve siyasi çoğulcuğunu yansıttıkları sivil topluma dayalıymış gibi görünmektedir. Kongre aracılığıyla ABD halkı tarafından finanse edilen bu kurumlar, evrensel bir ideal uğruna çaba harcıyor gibidir. Başkanlık yönetiminden tamamen bağımsız görünmektedirler. Ve şeffaf faaliyetleri, itiraf edilemeyen ulusal çıkarlara hizmet eden gizli operasyonların örtülmesine olanak veremez.

Oysa gerçek tamamen farklıdır.

ABD 1982 yılında, « Şer İmparatorluğunu » devirmek için Birleşik Krallık ve Avustralya’nın ortaklığıyla NED’i kurdu.


Thierry Meyssan
16.08.2016
voltairenet.org

Çeviri
Osman Soysal

Bu makale ilk olarak Rus dergisi Odnako’nun 35nci sayısında (27 Eylül 2010 tarihli) yayınlanmıştır.