2006 yılında Kremlin, Amerikan Ulusal Demokrasi Vakfı (National Endowment for Democracy - NED) tarafından yürütülen, bazıları ülkenin istikrarsızlaştırılmasına yönelik olan bir gizli plana katılan yabancı kuruluşların Rusya’daki sayısının artışından şikayet ediyordu. Olası bir « renkli devrimin » önüne geçmek için, Vladislav Surkov, bu « sivil toplum kuruluşlarına (STK) » yönelik sıkı kurallar getirdi. Batı’da bu idari adım, « diktatör » Putin’in ve danışmanının örgütlenme özgürlüğüne karşı yeni bir saldırısı olarak tanımlandı.
Bu
politika, uluslararası basının «
diktatörlük » olarak sunduğu başka Devletler tarafından da izlendi.
ABD
hükümeti « dünyada demokrasinin geliştirilmesi
» için çabaladığını belirtiyor. Kongrenin NED’i ve bu kurumun da bu kez kendi
payına doğrudan ya da dolaylı olarak dünyanın her yerinde bu yönde çaba
harcayan dernekleri, siyasi partileri ya da sendikaları mali açıdan desteklemesi
talebinde bulunmaktadır. Tanımları gereği, sivil toplum kökenli yani « hükümet dışı » olması gereken
STK’lar, Büyükelçiliklerin, bunlara konu olan Devletlerin hükümranlığını ihlal
etmeden gerçekleştiremeyeceği siyasi girişimlerde bulunabilirler. Dolayısıyla
tüm sorun tam da burada gizleniyor: NED ve finanse ettiği STK ağı, Kremlin’in haksız
bir şekilde baskı astlında tuttuğu sivil toplum girişimleri mi yoksa müdahale
ederken suçüstü yakalanan ABD gizli servislerinin paravan kuruluşları mıdır?
Bu
soruya yanıt vermek için, National Endowment Democracy’nin kökeni ve çalışma
şekline göz atacağız. Ama her şeyden önce, ABD resmi « demokrasi ihracı » projesinin tam olarak ne anlama geldiğini
incelemeliyiz.
Hangi
demokrasi?
Bugün
Amerikan Uluslararası İşçi Dayanışması Merkezi (American Center for
International Labor Solidarity – ACILS) adını alan ve AFL-CIO işçi sendikasına
bağlı Hür Sendikalar Enstitüsü (Free
Trade Union Institue-FTUI);
ABD
Ticaret Odasına bağlı Uluslararası Özel
Girişim Merkezi (Center for International Private Entreprise – CIPE);
Cumhuriyetçi Parti’ye bağlı Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü (International Republican Institue – IRI);
Ve
Demokrat Parti tarafından yönetilen Uluslararası İlişkiler için Ulusal Demokratik Enstitüsü (National
Democratic Institute for International Affairs – NDI).
ABD’yi kuran püritenler, burayı dünyayı aydınlatan « ışık saçan ülke
» haline getirmek istiyorlardı. Kendilerini bir politik modelin misyonerleri
olarak görüyorlardı.
Hangi
demokrasi?
Halk olarak ABD’liler, kurucu atalarının ideolojisine bağlıdırlar.
Kendilerini, Tanrı’ya itaat eden bir kent kurmak için Avrupa’dan gelmiş bir
koloni olarak görmektedirler. Ülkelerini, iki yüzyıl boyunca Devlet
Başkanlarının söylevlerinde kullanılan Aziz Matta’nın
« dağa vuran ışığı » olarak düşünmektedirler. ABD, bir dağın tepesinden bütün dünyayı aydınlatacak örnek
bir ulus olacaktır. Ve yeryüzündeki diğer bütün halklar selamete erişmek için
bu modeli örnek alma umudu içerisinde olacaklardır.
ABD’liler
için bu saf inanış, ülkelerinin kendiliğinden örnek bir demokrasi olduğu ve
bunu dünyanın geri kalanına yaymak biri Mesihçi bir görevleri bulunduğu
sonucuna varıyor. Aziz Matta, adil bir yaşam sürdürmenin inancın
yayılması için yeterli olmasını öngörürken, ABD’nin kurucu ataları ateş
yakılması ve bunun bir rejim değişikliği olarak yayılmasını düşünüyorlardı.
İngiliz püritenleri, Hollanda ve ABD’ye kaçmadan önce I.Charles’in kafasını keserler ve
ardından Yeni Dünya’nın yurtseverleri İngiliz Kralı III. George’un otoritesini
reddederek ABD’nin bağımsızlığını ilan ederler.
Bu ulusal efsaneyi benimseyen ABD’liler
hükümetlerinin dış politikasını emperyalizm olarak algılamazlar. Onların gözünde,
kendilerinden farklı olan yani uğursuz bir modeli canlandırma hevesi
içerisindeki bir hükümeti devirmek meşrudur. Aynı şekilde, Mesihçi misyonlarına
o kadar çok inanıyorlar ve buna o kadar çok memur olmuşlar ki, işi işgal
ettikleri ülkelerde güç kullanarak demokrasi dayatmaya kadar vardırmışlardır.
Örneğin okullarında GI’lerinin (Deniz Piyadelerinin) Almanya’ya demokrasi
getirdiğini öğretiyorlar. Tarihsel gerçeklerin bunun tamamen tersi olduğunu
görmezden geliyorlar: Hükümetleri, Sovyetleri yenmesi için, Weimar’ı
devrilmesinde ve bir askeri rejimin kurulmasında Hitler’e yardım etmiştir.
Bu akıldışı ideoloji, kendi kurumlarının
niteliğini ve « zorla demokrasi » kavramının saçmalığını sorgulamalarına engel
oluyor.
Oysa
Başkan Abraham Lincoln’un
formülüne göre, « demokrasi, halkın, halk tarafından halk için yönetimidir ».
Bu
bakış açısıyla değerlendirildiğinde ABD, bir demokrasi değil ama yasama ve
yargı karşı iktidarlarıyla halkın keyfiliğini sınırlandırabildiği oligarşinin
elinde olan yürütme erkinden oluşan bir melez sistemdir. Her ne kadar Kongreyi
ve bazı hakimleri seçen halk ise de yürütme erkini seçen federal devletlerdir
ve yüksek hakimleri de belirleyen yürütmedir. Mahkeme’nin 2000 yılında Bush’a
karşı Gore olayında hatırlattığı gibi, her ne kadar yurttaşlardan devlet
başkanları konusundaki tercihleri sorulsa da, oyları sadece istişari
niteliklidir. ABD Anayasası halkın egemenliğini tanımaz, çünkü iktidar halk ve
Federal devletler, yani yerel seçkinler arasında paylaşılmıştır.
Bu
arada, « Rusya Federasyonunda egemenliği elinde bulunduran ve iktidarın tek
kaynağı çok uluslu halkıdır » (Başlık I, 1. bölüm, sayfa 3) ifadesinin yer
aldığı Rusya Federasyonunun Anayasasının, aksine –en azından kağıt üzerinde-
demokratik olduğunu gözlemleriz.
Bu
entelektüel bağlam, ülkelerinin Anayasal olarak demokratik olmamasına rağmen,
hükümetleri « demokrasi ihraç etmek » istediğini duyurduğunda ABD’lilerin neden
destek verdiklerini açıklıyor. Ama
ellerinde olmayan ve kendi ülkelerinde görmek istemedikleri bir şeyi nasıl
ihraç edebileceklerini bilemiyoruz.
Son otuz yıl içerisinde, bu çelişki NED ile taşındı ve birçok Devletin istikrarsızlaştırılmasıyla somutlaştı.
Binlerce avanak militan ve STK, vicdan rahatlığının dingin gülüşüyle halkların
egemenliğini ihlal ettiler.
Çoğulcu ve bağımsız bir vakıf
Başkan Reagan, 8 Haziran 1982
tarihinde İngiliz Parlamentosunda yaptığı ünlü konuşmasında, Sovyetler
Birliğini « Şer İmparatorluğu »
olmakla suçladı ve burada ve diğer
yerlerde bulunan muhaliflere yardım edilmesi önerisinde bulundu. «
Demokrasi için gerekli altyapının oluşturulmasına katkı yapılması söz
konusudur: basın özgürlüğü, sendikalar, siyasi partiler, üniversiteler;
böylece halklar kültürlerini geliştirmek ve aralarındaki sorunları barışçıl
yollardan çözmek için kendilerine hangi yolun uygun olduğunu seçmekte özgür
olacaklardır ».
Zorbalığa karşı mücadele konusunda uzlaşılan
bu temelde, iki partili bir düşünce komisyonu Washington’a Ulusal Demokrasi Vakfı (NED)’in
kurulmasını önerdi. Vakıf, Kasım 1983’te
Kongre tarafından kuruldu ve hemen finanse edilmeye başlandı.
NED,
yurtdışındaki işçi ve işveren sendikalarına ve sağ ve sol partilere ayrılan
parayı dağıtan dört özerk yapıyı beslemektedir. Bunlar:
Cumhuriyetçi Parti’ye bağlı Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü (International Republican Institue – IRI);
Bu şekilde sunulduğunda, NED ve dört yalancı ayağı, sanki toplumsal
çeşitliliğini ve siyasi çoğulcuğunu yansıttıkları sivil topluma dayalıymış gibi
görünmektedir. Kongre aracılığıyla ABD halkı tarafından finanse edilen bu
kurumlar, evrensel bir ideal uğruna çaba harcıyor gibidir. Başkanlık
yönetiminden tamamen bağımsız görünmektedirler. Ve şeffaf faaliyetleri, itiraf
edilemeyen ulusal çıkarlara hizmet eden gizli operasyonların örtülmesine olanak
veremez.
Oysa gerçek tamamen farklıdır.
ABD
1982 yılında, « Şer İmparatorluğunu » devirmek için Birleşik Krallık ve
Avustralya’nın ortaklığıyla NED’i kurdu.
Thierry Meyssan
16.08.2016
voltairenet.org
Çeviri
Osman Soysal
Osman Soysal
Bu makale ilk olarak Rus dergisi Odnako’nun 35nci sayısında
(27 Eylül 2010 tarihli) yayınlanmıştır.