Birinci Tez, Başkan Obama, 12 mart 1947 tarihli Truman Doktrini’ni yenileme kararı
almış ve ilan etmiştir. Obama’nın, sağlık harcamalarını sosyal sigorta
kapsamına almasından sonra, ki bu Amerikan halkına karşı en uzun ve en haksız
ihmallerden birisiydi ve kısmen giderilmiştir. “Obama Doktrini” de, Amerika ölçüsünde tarihseldir.
Truman
Doktrini, Yunanistan ve Türkiye’yi, “Demir Perde” içine almış ve daha önce
ilan edilmiş olan Soğuk Savaş’ı teyid etmiştir. Tarihin Yönünü değiştirici bir
role sahip olduğunu biliyoruz.
a)
Tarif edilen komünizm tehlikesine karşıdır,
b)
Türk askerleri ile Türkiye’de kurulacak Amerikan askeri üslerine dayanıyordu,
c)
Böylece ABD, Sovyetler Birliği ile hemsınır olmuştur. Gözetleme ve casusluk
imkanları elde etmiş olup, bu imkanı hep kullanmaktan geri kalmamıştır.
İkinci Tez, Obama Doktrini 11 Eylül 2014
tarihlidir ve sınırları pek belli olmayan Orta Doğu için, ilk planda, bir perde
ilan etmektedir. Bununla bir Amerikan Orta Doğu’su yaratma hedefi aşikardır.
Bunu yaratmadan ve Orta Doğu’yu önemli ölçüde laisize etmeden, anlaşılabilir
hedeflerine ulaşması imkansızdır. İlk adımları uygundur.
a)
Radikal islam olarak tarif edilse de, pratikte ayrılması çok zor olduğu için
bütün islama karşıdır. Yavaş yavaş bu noktaya gelmesi kaçınılmazdır.
b)
Yeni savaşın merkez üssü Irak’tır.
c)
Silahlı güç olarak Barzani peşmergeleri ile PKK gerillalarını kullanmak
durumundadır. Böylece esker-i kürdi tabii mevzilerini bulmuş olmaktadırlar.
Amerikan komutası altındadır.
d)
Hızla talim edilmeleri ve hızla modern silahlarla donatılmaları normaldir.
Üçüncü Tez, TİT
sektörü ile, Tekstil-İnşaat-Turizm, dengelerini yitiren ve kendini bilmez
hale gelen Türk drijanlarının, Özal’ın “21.yüzyıl
Türk yüzyılı” ya da Demirel’in “Adriyatik’ten
Çin Seddi’ne” türünden böbürlenmeleri ham çıkmıştır.
a)
Türkiye küçülmüştür;
b)
Başından beri bir phantom-köprü’ye dayandırılan stratejik konum yıkılmıştır ve
yıkımın süreceği anlaşılmaktadır;
d)
Batı’da, Batı’nın artık bir nightmare/kabus saydığı “radikal islam” ile sıradan
islamın birbirinden ayrılmalarının imkansızlığı netleştiği için, mevcut
iktidardan kurtulma peşindedirler ve duacıdırlar. O halde, bu “Medine Müslümanı”
akepe artık gidici görünmektedir ve öyle gördüklerini görebiliyoruz.
Dördüncü Tez, Türkler İstanbul’un Fethi/1453 ve
Büyük Ermeni Felaketi/1915 tarihlerinden bu yana ve bunlar dahil, dünyanın en
çok sevilmeyen kavmi haline gelmiş aşamadadırlar. İçinde olduğumuz için tabii “nefret
edilen” nitelemesini kullanamıyoruz ve yalnız, bu acıklı halin, uzun süren bir
yobaz ve aynı ölçüde cahillerden mürekkep bir iktidar zamanında ortaya çıkması,
her açıdan normaldir. “Medine İslamı”, med-cezir hareketlidirler ve her yerde,
korku ve nefret yaratıyorlar.
Medine’de
zevat-ı kiram için, hırsızlık, zina, ırza geçme, yalan ve katliam mübahtır.
İspatlıdırlar.
Beşinci Tez,
IŞİD, 2003 yılında, sultan/halife ilanını programına alan ve bunu saklamayan
Erdoğan’ın pilot-projesi idi ve buna mahkum görünmektedir. Türk Devleti’nin
kuruluş konvansiyonlarını parça parça eden ve ülkeyi şimdiden primitif ve yobaz
bir Medine/Şehir haline getiren aynı Erdoğan’dır ve bu Erdoğan, IŞİD’in
çıkışını hazırlayanlar arasında görülüyor; IŞİD’i çok desteklediği ve başarısı
için çalıştığının artık aşikar olduğu içeride ve dışarıda kabul ediliyor.
IŞİD
şimdi sınır tanımayan “tehdit” olmuştur.
Sabık Başkan Bush ile Erdoğan’ın, bu tehdit’in
genesis’inde payları büyüktür. Büyük Proje’de başkan ve başkan yardımcısı
oldular.
11 Eylül 2014 Obama Doktrini’nin ilanından
hemen sonra, Amerikan basını, aşikar olanı en sert ve en anlaşılabilir bir
şekilde açıklamaya başlamıştır. Açıklananlar, Erdoğan’ı istifaya zorlayıcı
mahiyettedir. Matbuat, şaşırtan bir refleks ile, uyum eğiliminde görünüyor.
Altıncı Tez, yobazizm, Turgut Özal’ı ceddi saymaktadır. Haklıdırlar, Özal’ın da mühim bir cumhuriyet yıkıcısı olduğundan şüphe edemeyiz;
kabiliyetsiz ve cüretkar birisi olarak tanıyoruz. Ve pek biliyoruz, hiç
ummadığı yerlere gelen yeteneksizler cüretkar oluyorlar ve örnekleri çoktur.
Demirel
ise, büyük özenle doğurduğu ve büyüttüğü bu canavarlar’dan, hem kabiliyetsiz ve
hem de cahildirler, bu nedenle imkanlarını bilmemekte mazurdurlar, ahir ömründe
ürkmüş ve frenlemeye çalışmıştır; canavarların atalarını reddetmelerinin en
önemli nedenini burada görüyoruz. Demirel,
eninde-sonunda, bir cumhuriyet teknisyeni olarak yoğrulmuş ve ancak
gidebileceği kadar gitmiştir; redde haklıdırlar.
Yedinci Tez,
ancak, bu yobazları kucağında yetiştiren ve koruyan, henüz ortaya çıkmadıkları
zamanda benzer bir programı uygulayan ve proto-akepe oynayan, eylülist
diktatörlerdir; başta Kenan Evren ve
ordunun kendisini sürdüren komutanlarıdırlar, demek istiyorum. Tekrarlıyorum,
2002 sonunda oyların üçte biriyle hükümeti aldıkları veya aynı anlama gelmek
üzere, hükümet verildiği zaman, ezcümle, “yüksek komutanların otuz beş yıldır
aradıkları ekip budur” şeklindeki açıklamam işte budur. Neden mi, 1966
ve 1967 yılını, oligarşi ile ordunun diktatoryal tertipler arayışının
başlangıcı sayıyorum.
Ve 9 mart 1971 tarihinde, Baas benzeri bir
program ile çıkan devrimci aydınlar ile yüksek komutanlar birleştiler; sonra
komutanlar kaldılar. Ceza tertibi yoluna gidilmemesi, dönenlerin yüksek komutan
olmalarından kaynaklanıyor.
Ve 12 eylül 1980 sabahı başlayan diktatoryanın
ilk zamanlarında olduğu kadar, Türkiye, hiçbir zamanda ve buna akepe yılları da
dahildir, islamın karanlığına batmamıştı. Ramazan günlerinde henüz resmi iftar
sofraları icat edilmemişti, ancak iftar zamanı yaklaştığında sokaklar
boşaltılıyordu. Subayların sofulaştırıldığı ve hepsinin “Türk-müslüman” sözünü
ezberledikleri bir tarihtir. 28 şubat son reflekstir.
Kenan Evren’in dışarıya açılan hoparlörü en
çok örgütünde duyulmuş, dinlenmiş ve hıfz edilmiştir. Hafız doğalarına uygun
düşmüştür.
Ve nihayet, kemalizme ihanet eden bir ordumuz
var.
Özel kuvvetler, modeldir ve yobazizme
yakındırlar. Ahlaken, Medine’ye ve politik olarak MHP’ye benziyorlar. O kadar
öyle ki, emekliliğe erişen albayları, bazı partiler, “ülkücü albaylar bizi
seçiyorlar” ilanları ve övünçleriyle duyuruyorlar.
Sekizinci Tez,
Washington,
a)
orduyu laisizme çekmek;
b)
ordulaştırmak;
c)
daha müdahaleci davranabilmeleri için eğitmek durumundadır.
Çünkü
şu anda hiçbir işe yaramamaktadırlar. Bundan kurtulmak için, tahrik etmeyi
planladıklarını duyabiliyoruz.
Dokuzuncu Tez, Ordunun çökertilmesi “28 şubat
eylemi”, 1997, ile başlamıştır. Bu eylem ile ordu, laik ve cumhuriyetçi
resonance/titreşimler vermiştir ve son’u bulmuştur.
a) Ordunun kendisi, saldığı titreşimlerden
hemen korkmuş ve derhal tasfiyeci olmuştur.
b) Bu yol, intihara teşebbüs ve müdahaleyi
davet demektir.
c) “28 şubat davası”, budur. 12 eylül Darbesi
ise, bir hacivat-karagöz oyunudur. Bir cilvedir ve Medine’den bu yana, “Türk-İslam
Tezi” tarihimiz cilvelerle doludur.
Onuncu Tez,
1) Hiç yapmamış ve hep yapılmıştır.
2) İllegal Devlet’in, ki bu, kısaca, “ordu+tüsiad/oligarşi+Washington”
anlamındadır, marifeti olup, CHP ve MHP yamak’tırlar.
3) Turgut
Sunalp’e kurdurulan partinin başarısız olması ve Erbakan’ın, anti-İsrael, anti-Avrupa Birliği hassasiyetlerinden
vazgeçmemesi ve bütün tutarsızlıklarıyla birlikte, Müslüman bir cumhuriyet
öğretmeni kalması ve bundan ayrılmaması, sanayileşme ile emekçilere iş
sağlamayı önemli sayması, muhalefetini yaratmıştır.
Akepe, bir İsrael mamulatıdır.
Tel-Aviv, Orta Doğu proje ve komplolarında Washington’ın
danışmanlığını Londra’dan almış
durumdadır. Londra, danışmanlıkta
eskimiş ve devrini tamamlamıştır. Washington
için Orta Doğu artık İsrael’den sorulmaktadır. İsrael Türkiye’de çok güçlüdür ve Türkiye, bazen önceden, fakat
eninde-sonunda arkadan gelmektedir.
Yalçın KÜÇÜK
ÇIKIŞ
6.Basım Şubat 2015
(S.85-88)