31 Ağustos 2016 Çarşamba

Şok Mangası!




1980’li yıllarda bir gün üniversiteye 12 Eylül darbesinden sonra giren bir grup öğrenciyle konuşuyordum. Kaldıkları yurdun güvenlik görevlisinden şikâyet ediyorlardı. Adam binanın kapısında dikiliyor, geç gelenleri azarlıyor, içki muayenesi yapıyor, hatta bazen elindeki sopayla öğrencilere vuruyordu.

“Neden dövmüyorsunuz adamı?” diye sordum. “Nasıl döveriz ağbi?” dediler. “Adam hepimizi tanıyor, kampüste jandarma devriye geziyor.” Arkadan yaklaşıp başına çuval geçirdikten sonra sopalarla girişerek... Hayır, düşünmek bile istemiyorlardı. Bir önceki dönemde binlerce devrimci öğrencinin miting yaptığı kampüste eli sopalı tek bir adama teslim olmuşlardı. Değişen maddi ve ideolojik koşullar bir kez daha insanların bilincini ve kaderini belirlemişti.

Çok hazin bir durumdu. Geçmişte yurtlara ve okullara hâkim olan öğrenciler darbeden sonra çocuklaşmışlar, yurt bekçisinden korkar hale gelmişlerdi. Yeni düzen onların memleket sorunlarıyla ilgilenmelerini, okullarda örgütlenmelerini, seslerini duyurmalarını her türlü baskı ve yıldırma yöntemine başvurarak önlüyordu. Devlet, aile ve okul yönetiminden oluşan bir üçgenin içinde sıkışıp kalmışlardı. Siyasetle ilgilenen, kitap okuyan, ağzını açıp itiraz eden her öğrenci potansiyel suçlu muamelesi görüyordu.

Mustafa Önsel’in, kısa sürede on baskı yapan Ağacın Kurdu (Alibi Yayıncılık, 2016) adlı kitabını okurken, o çocuklarla aramda geçen konuşmayı hatırladım. Kitap, sıradan yurttaşın kafasındaki TSK imajını yerle bir edecek cinsten anekdotlarla dolu.

Bilinen şeyleri tekrarlamak istemem. FETÖ örgütü yıllarca süren, ancak 2008’den itibaren hızlanan sinsi bir casusluk faaliyetiyle Harp Okulları’nda kadrolaşıyor. Aslında çok basit bir sistem kurmuşlar. Tayin ve atama işleriyle uğraşan merkezdeki FETÖ’cüler okullardaki takım ve bölük komutanlıklarına kendi adamlarını yerleştiriyorlar, onlar da ailesinde subay olan, askeri liseden gelen Kemalist yurtsever öğrencileri “şok mangası” uygulamasıyla yıldırarak, bazen de alenen tehdit ederek ya da FETÖ’cü doktorların sahte sağlık raporlarıyla okuldan uzaklaştırıyorlar.

İki nokta göze çarpıyor: birincisi, öğrencilerin ancak bireysel olarak, tek başlarına direnebilmeleri; ikincisi, üst askeri makamların bu olayları görmezden gelmeleri, gözlerine sokulduğunda bile aldırmamaları.

Öğrenciler arasında en ufak bir iletişim, örgütlenme ve toplu direniş çabası yok. Karşılaştıkları baskı ve zorbalığı kendi aralarında tartışıp ortak bir karar alamıyorlar.

Ailelerinden başka dertlerini anlatabilecekleri kimse yok. Topluca isyan etmiyorlar mesela, gizli örgüt kurmuyorlar; üstelik kendilerinden kuşkulanıyor, “şok mangası” işkencesi altında neredeyse bir tür “Stockholm sendromu” (kişinin kendisine zulmedenle empati kurması) yaşıyorlar.

Hiçbir özgür alan bırakmayan, insanların sindirilip ezildiği böyle bir eğitim/öğretim ortamında yetişen bir subayın ne orduya ne memlekete faydası olur. Kurtuluş Savaşı’na komuta eden askeri kadro “vatan ve hürriyet” fikirlerini besleyen düşüncelerle Manastır Askerî İdadisi’nde tanışmıştı. Memleketin sorunlarıyla, geleceğiyle, dünyanın durumuyla ilgilenmeyen askeri öğrenci olur mu? Bu ülkedeki bütün devrimci ve özgürlükçü fikirlerin kaynağı harbiye-mülkiye-tıbbiye üçlüsü değil midir?

Herkes sorumludur. Okul komutanlarının ve yüksek rütbeli subayların CIA destekli FETÖ’cülerin faaliyetini, “şok mangası” rezilliğini, savaş pilotlarının nasıl sinsi ve alçakça bir ayıklanmaya tabi tutulduklarını fark etmemiş olmaları mümkün mü? Nitekim Önsel, öğrencilerin ve ailelerin üst kademelere pek çok kez başvurduklarını kitabında örneklerle anlatıyor. Fakat ses yok! Emperyalizm FETÖ’yü kullanarak bir yanda yurtsever Kemalist subayları tasfiye ediyor, öte yanda öğretim kademelerinden başlayarak askeri kadroları elekten geçiriyor. Diğerleri de bunu seyrediyorlar. Terfi tayin işlerinin yolunda gitmesi için karışık işleri görmezden gelmek, her şey yolundaymış gibi davranmak gerekiyor herhalde. Genç insanların onurları kırılarak gericilere kurban edilişini uzaktan izliyorlar.

Şimdi AKP orduyu sivilleştirerek, emir-komuta yapısını parçalayarak bütün bunların üzerine tüy dikmeye çalışıyor. İmam subaylar dönemi başlayacak. Orta vadede bu kez başka cemaatler TSK’nin tamamını “şok mangası”na dönüştürecek. Gençliğin kendi kafasıyla özgürce düşünme, örgütlenme ve isyan hakkına sahip olamadığı bir ülkenin geleceği yoktur. Çok küçük gibi görünen sorunların bile ancak büyük devrimlerle çözülebileceği bir döneme giriyoruz.


Yavuz ALOGAN
Aydınlık / 13.08.2016