müyesser yıldız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
müyesser yıldız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mart 2014 Cuma

Müyesser Yıldız'ın ODATV'de Serdar Öztürk ile yaptığı röportaj 4

BATIRILMAK İSTENEN GEMİ VE ÇALAN KAPTAN DENKLEMİ
 
Soru : Bu kapsamda 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarını nereye oturtuyorsunuz?
 
Öztürk : 17 Aralık operasyonu asla bir temiz eller operasyonu değildir. Tümüyle ülkeyi istikrarsızlaştırmak için değişik bir yol ve yöntemin denenmesidir. Yabancı bir gizli servisin kontrolünde olan cemaatin, bu gizli servisin yürüttüğü operasyonun manivelası olduğu çok açıktır. Cemaat sürekli ‘delil gösterin’ diyerek, herkesi aptal yerine koymaya çalışsa da Türk Milleti Cemaat ve Amerikalıların sandığının aksine öngörülü ve ne olduğunu anlayabilecek birikime sahiptir. Bu bir örtülü faaliyettir. Örtülü faaliyet demek aynı zamanda casusluk faaliyeti demektir. 17 Aralık şu ya da bu. Bir tarafta Amerikalıların kontrolünde gemiyi batırmaya çalışan adamlar var. Deşifre olunca, ‘gemi kaptanı hırsızlık yapıyor’ denerek, gemiyi batırma faaliyeti gözden kaçırılmak istendi. Gemi kaptanı hırsızsa, kaptanlık yapacak çok kimse var, ama gemi batarsa herkes gider. O yüzden asli hedefimiz gemiyi batırmak isteyenler olmalıdır. Hırsızlık ciddi, ama bunun yanında tali bir konudur. Bir başka örnek vereyim; Sizi öldürmeye çalışan biri var, bir de cebinizden cüzdanınızı çalmaya çalışan. Önce hangisiyle mücadele edersiniz?
 
Soru : AKP-Cemaat bir bütündü ve aynı kaynaktan güç alıyorlardı. Ne oldu da bu kırılma yaşandı?
 
Öztürk : ABD, AKP’yi kendi küresel projelerini uygulamak için getirdi, yol arkadaşı olarak da Cemaati yanına koydu. AKP’in geniş kadrosu yoktu, ama parası vardı. Cemaatin ise hem kadrosu, hem parası vardı. AKP, ABD’nin istediklerini istediği şekilde yerine getiremedi. Türk Milleti’nin Kıbrıs, Ermenistan, D. Karabağ’la ilgili hassasiyeti ve ülkenin bütünlüğünün korunması konusundaki kararlılığı nedeniyle AKP başarılı olamadı. ABD kendi istediklerini, istediği şekilde yapamadığı için AKP’yi saf dışı bırakmaya çalışıyor. Buradaki savaş aslında Cemaate karşı değil, bunun arkasındaki Amerikan savaş çeteleriyledir. Kastım, ABD’nin istihbarat örgütleri ve ordusu içinde yapılanmış, finans ve silah şirketleri tarafından yönlendirilen, güya Amerikan halkının çıkarları ve Amerikan halkını korumak için değişik ülkelerde örtülü operasyonlar yapan gruplardır.  

Müyesser Yıldız'ın ODATV'de Serdar Öztürk ile yaptığı röportaj 3

CEMAAT GENERAL SEVİYESİNE ULAŞTI
 
Soru : Erdoğan her gün suçlama yapıyor, ama icraat, ciddi bir soruşturma veya dava yok. Sadece görevden almalar var. Sizce acilen yapılması gereken nedir?
 
Öztürk : Devleti yönetenlerin ilk yapması gereken, TSK içindeki cemaat yapılanmasını temizlemektir. Bize göre, şu anda general seviyesine ulaşmış bu kişilerin bir gecede emekliye sevk edilmesi gerekiyor. Hükümet şu anda bunu yapacak güçte ve yapmalıdır da. Halk, ordu içindeki temizliği ‘orduya kumpas’ olarak değerlendirmez, çürük elmaların ayıklanması olarak kıymetlendirir. Devletin bin yıllık geleneği var. Orduya, camiye ve okula siyaset sokulmaz. Böye bir şeye tevessül eden haindir. Ordu içinde ayrılık gayrılık yaratacak, cemaat veya siyasi akımlara asla müsamaha gösterilemez. Hele hele müttefik bir ülke bile olsa, ülkemizi hedef almış bir operasyonun kontrolünde olan Cemaat yapılanmasının ordu içinde uzantısının olması kabul edilemez.

Müyesser Yıldız'ın ODATV'de Serdar Öztürk ile yaptığı röportaj 2

DEVLETTE BİN GLADYO
 
Soru : ABD’nin hedefi ve bu operasyonlarda cemaatin rolü nedir? 
 
Öztürk : Olay şematik olarak şudur; ABD, Türkiye’yi zayıflatmak istiyor. Bunun için de cemaatin yargı, emniyet, ordu ve basın içindeki yapılanmasını operasyonel olarak kullanıyor. ABD’nin hedefi, zayıf düşen Türkiye’nin bölünmesini sağlayarak, K. Irak ve Türkiye topraklarından kopartılacak parçalarla kukla bir Kürt devleti kurmaktır. Bu küresel operasyonu da Kürtleri çok sevdiğinden değil, sadece İsrail’in güvenliğini sağlamak, petrol ve maden yataklarını rahatça sömürmek için yapıyor. Cemaat sadece taşerondur. İşin gerçeği şudur; Cemaatin yargı ve polisteki örgütlenmesi, Amerikan istihbarat örgütlerindeki savaş çetelerinin tetikçisidir. Cemaatin içindeki herkes tabii ki örgüt ve örgüt üyesi değildir Bir takım insanlar halisane dini duygularla cemaat içindedir. Ama ABD bu dönemde gladyo yapılanmasını MİT, emniyet, yargı, ordu ve basın içinde gizli olarak teşkilatlanmış cemaat üyeleri içinden teşkil etmiştir. Bu kişilerin sayısı da yaklaşık bin kişi civarındadır.
 
Soru : Genelkurmay Başkanlığına, komutanlıklara özel mektuplar yazdınız, resmi dilekçelerle suç duyurusunda bulundunuz, ama hiçbir tebdir alınmadı veya gidişat önlenemedi. Neden?
 
Öztürk : Operasyon AKP ve hükümeti aşan, doğrudan Türk Milleti ve devletini hedef alan bir operasyondu. Kişisel kanaatim operasyonun arkasında Amerika’nın olduğunu anladıkları için çekindiler. Ordunun o dönemde bu operasyona engel olma gücü yoktu diye düşünüyorum. O yüzden de tek güç olan Türk Milleti’ni uyandırma ve bilgilendirmeye çalıştık. Gezi Parkı olayları ve halkın Silivri’de ayağa kalkması, tümüyle Amerikalıların kontrolündeki bu operasyona ve bunu yürüten taşeronlarına tepki niteliğindedir.

Müyesser Yıldız'ın ODATV'de Serdar Öztürk ile yaptığı röportaj I

Serdar Öztürk, müvekkili ve silah arkadaşı Avukat Levent Göktaş tutuklandıktan sonra “Cemaat örgütünün” üstüne gitmeye başladı. Bir gün bürosunu basan polisler sözde “AKP ve Gülen’i Bitirme Planı”nı buldu. O da tutuklandı ve 5 yıl 9 ay hapis yattı. Tutuklanmadan önce ve sonra tam 84 isimle birlikte Beşiktaş’ta görevli özel yetkili hakim ve savcılar, dönemin HSYK üyeleri hakkında her yere suç duyurusunda bulundu. Listenin başına da hep Fetullah Gülen ve CIA’cı John Kunstadter’in yanında Ali Fuat Yılmazer, Recep Güven, Mutlu Ekizoğlu gibi polis şeflerini koydu. Bu isimlerin, “Askeri casusluk, yasa dışı telefon dinlemesi yapma, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, sahte resmi evrak kullanma ve düzenleme” gibi tam 18 ayrı suçtan yargılanmasını talep etti.
 
Serdar Öztürk bu yapılanmaya karşı adeta dava açma rekoru kırdı. Açtığı davalar ve yaptığı suç duyuruları 400’ü aştı. Çünkü tutuklandığı gün şu yemini etmişti:  
 
“Oğullarımın döktüğü her bir gözyaşının hesabını sorup, gördüğüm hukuksuzluklara karşı yasal yollara başvuracağım.” 
 
STOCKHOLM SENDROMU YAŞAMIYORUM, BAŞBAKAN DOĞRU SÖYLÜYOR  
Serdar Öztürk 15 gün önce tahliye oldu. Başbakan Erdoğan ve AKP iktidarı 5 yıl sonra onun çizgisine geldiğine, deşifre ettiği isimlerin tamamına yakınını görevden aldığına göre, söyleyecekleri olmalıydı. İşte Öztürk’ün sorularımıza verdiği cevaplar:
 
Soru : Başbakan Erdoğan, “Cemaat casususluk faaliyeti yapıyor” diyor. Ne dersiniz?
 
Öztürk : Doğru söylüyor. Yanlış adam doğruyu söylüyor diye doğru değişmez. Gerekçesi ne olursa olsun, AKP’nin hata yaptıklarını açıklaması ve hatadan dönüleceği iradesini göstermesi önemlidir. Aynı iradenin Balyoz sanıkları için de en kısa zamanda gösterilmesi gerekmektedir. Bu saatten sonra Cemaatin yapacağı en doğru şey de Türk Milleti’ne doğruları anlatıp, hatalarını kabul etmeleri, Türk Milleti’nin adaletine sığınmalarıdır. Çünkü yaptıkları işin Müslümanlıkla da bir ilgisi yoktur. İslam dini hiç kimsenin tekelinde değildir. Biz inancımızın gereği sadece Allah’a taparız, kullara tapmak bizim kârımız değil, ama cemaatte böyle bir hastalık olduğu anlaşılıyor. Ülkenin 100 yıllık geleceği için herkesin yaptığı hataları samimiyetle kabul etmesi, açıklaması ve Türk Milleti’nin kararına da saygı duyması gerekir. Biz millet olarak inancımızın gereği, affetmeyi severiz. Şimdi beni Stockholm sendromu diye eleştirenler çıkabilir. Biz bu insanlara hiçbir zaman hayranlık beslemedik, ama bunlar maalesef bu toplumun çocukları. Yaptıkları hatayı anlamışlarsa, kişisel olarak ben bana yapılanı affederim. Bunu da Türk Milleti’nin 100 yıllık geleceği için yaparım. Ama asıl helâllik almaları gerekenler Kuddusi Okkır’ın eşi Sabriye Hanım, Ali Tatar kardeşimin annesi Satı Ana ve ağabeyi Ahmet Tatar ve bu süreçte hayatını kaybeden diğer değerli insanlarımızdır. Eğer bu süreç Türk Milleti’nin birliğine hizmet ederse, bu musubetten böyle bir hayır çıkartma imkânımız olursa ne mutlu bize. Ancak aynı hatayı yapmaya, hatada ısrara devam ederlerse, bu milletin yüzde 82’sinin kendisini Türk-Müslüman ve Atatürkçü olarak tanımladığı gerçeği gözönüne alındığında, birleşen bu Cumhuriyetçi insanlar ihanettte ısrar edenleri hiç çekinmeden ezer. Mesleği, yüksek rütbesi, makamları ne olursa olsun.
 
Soru : 2009’da kimse daha ne olduğunu anlamazken, siz Cemaat ve Cemaat-ABD bağlantısı olduğu kanaatine, buna dair bilgi ve belgelere nasıl ulaştınız?
 
Öztürk : Levent (Göktaş) Albay gözaltına alındığında Genelkurmay’ı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığını ‘Fetullah Gülen askeri casusluk yapıyor’ diye uyardık. Yazılı kanıtları verdik. Neydi o kanıtlar? Avukat Hüseyin Buzoğlu’nun el konulan flash diskini İTÜ bilgisayar laboratuvarında çözdürdük. Bunun içeriğinin başkası için hazırlandığını, daha sonra onunla ilgili verilerin silinip, Buzoğlu’na uyan verilerin yüklendiğini ve bunun da Emniyette yapıldığını kanıtladık. Levent Albayın ofisinde el konulan DVD’nin de ona ait olmadığını net olarak biliyorduk. Burada Levent Albay’ın tutuklanmasını sağlamak için askeri sır niteliğinde bilgiler yüklenmişti. Birilerinin ellerinde hedef kişilerin listesi vardı ve operasyonu yapan da Amerikalılardı. Mesela benim ofisimin aranması için gösterilen dayanak 24 Mayıs 2009 tarihli bir ihbar e-mailidir, ama burada benim adım geçmiyor. Bunu hiçkimse hukuki, yargısal bir faaliyet olarak açıklayamaz. Ofisime yönelik organizasyonda yer aldığından şüphelenip, hakkında suç duyurusunda bulunduğum polislerden birinin ABD Büyükelçiliği ile doğrudan telefonla görüştüğünü, ofiste keşfi yaptığını iddia ettiğim polislerin ise İsrail’le doğrudan telefonla görüştüğü ortaya çıkardık. Levent Albay daha gözaltındayken bir polis memurunun gelip, ‘Komutanım biz de Ülkücüyüz. Ne yapılmaya çalışılıyor, anlamıyoruz. Sürekli toplantılar oluyor, Amerikalılar gelip gidiyor’ demesini ciddiye aldık. 10 veya 11 Ocak saat 22.30’da Amerikalıları İstanbul Emniyet İstihbarat Şubesinin bulunduğu C blokun önünde bizzat gördüm. Daha sonra Ergenekon iddianamesi eklerinde, Tuncay Güney’in CIA görevlisi John Kunstadter’in elemanı olduğuna dair bazı dökümanlar bulduk. Avukatlık yaptığım süreçte bu operasyonun kurgulama aşamasında olduğunu bildiğimiz bir kişiyi tanık gösterdik, dinlenmedi. Bize verdiği bilgiler, hedef kişileri belirlemek için Türkiye’de bir şirket kurulduğuydu. Bu şirketin araştırılması talebimiz de kabul edilmedi. En nihayet Wikileaks belgelerinde de Amerikalıların, polislerden birifing alacak kadar işin göbeğinde olduğu ortaya çıktı. Dolayısıyla bu tümüyle bir dış operasyondur, cemaat mensubu bazı kişiler bu operasyonda fiilen yer almışlar, kendi milletine ve dinine ihanet etmişlerdir. Tüm bunları birleştirince, bir askeri casusluk faaliyeti ile karşı karşıya olduğumuzu anladık. Biz NATO üyesi olsak da, her ülkenin milli planları vardır. Müttefik ülke olsak bile ciddi hiçbir ülke buna müsaaade etmez.  
 
 

13 Ekim 2013 Pazar

Müyesser Yıldız Taha Akyol'un yalanını ortaya çıkardı


10.10.2013 16:04 ODA TV

Balyoz kararlarını onayan Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin üyelerini övüp, “Hâkimlerle uğraşmak yanlış” demiş Hürriyet Gazetesi’nin hukukçu Başyazarı Taha Akyol.

Hukuka, adelete inanan bir Allah’ın kulu kalmamışken, “Bu tür davalarda hukuka uygun bir sonuca varılmasının yolunun yine hukuk” olduğunu anlatan Akyol, bakın Yargıtay hâkimlerine nasıl sahip çıkmış:

“Evvela şunu belirteyim: Yargıtay kararını veren 9. Ceza Dairesi’nin başkanı 18 yıldır, üyelerden biri 15 yıldır, biri de 12 yıldır Yargıtay’da tetkik hâkimi ve üye olarak çalışan yargıçlardır. Açıkçası, 2010 referandumundan sonra Yargıtay’a gelmiş isimler değildir. Diğer üyelerden biri ‘Büyük Hizbullah davasını sonuçlandıran hâkim’dir. Beşinci üye de kıdem ve kararlarıyla saygın bir yargıçtır.” 

Türkçesi, “İktidarın, yeni devletin sahiplerinin hâkimleri değiller” demeye getirmiş.

O hâkimlerin özgeçmişini bir de ben anlatayım, kararı siz verin:

Başkan: 1957 doğumlu. Ankara Hukuk Fakültesi’nden 1983’te mezun oldu. Ankara hâkimliği, Ordu Ulubey, İliç, Güneysu, Susurluk Cumhuriyet Savcılıklarından sonra Yargıtay Tetkik Hakimliğine atandı. 16 Mart 2003’te Yargıtay üyeliğine seçildi. Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nca 9. Ceza Dairesi Başkanlığına atanma tarihi 24 Ekim 2011.

Üye Hâkim: 1969 doğumlu. Ankara Hukuk’tan 1987’de mezun oldu. Göreve Ankara hâkimi olarak başladı. 4 ilçede hâkimlik yaptı. Diyarbakır DGM Başkanlığı’ndan sonra Eyüp ve Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına getirildi. Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi Başkanıyken, “Ergenekon Terör Örgütü üyesi olmak, evrakta sahtecilik, tehdit ve iftira” suçlamalarıyla tutuklanan Erzincan eski Cumhuriyet Başsavcısı (CHP Denizli Milletvekili) İlhan Cihaner’in yürüttüğü İsmailağa Cemaati soruşturması kapsamında dinlenen telefon konuşmalarında kaydının bulunduğu ortaya çıktı. 24 Ocak 2011’de Yargıtay üyesi oldu.

Taha Akyol’un, “15 yıldır Yargıtay’da tetkik hâkimi” diye tarif ettiği Üye Hâkim: 1969 doğumlu. 1990 Ankara Hukuk mezunu. Ankara’da hâkim adayı olarak mesleğe başladı. İki ilçede hâkimlikten sonra Yargıtay Tetkik Hâkimliğine atandı. 24 Şubat 2011’de Yargıtay üyeliğine seçildi. Bu dönemde eşi de Yargıtay Başsavcı Yardımcısı oldu. İdari İşlerden Sorumlu ve mevcut Yargıtay Başsavcısına en yakın isimlerden birisi olarak biliniyor. 

Üçüncü Üye Hâkim: 1966 doğumlu. 1991 İstanbul Hukuk mezunu. Bursa hâkim adayı olarak görev başladıktan sonra 4 ilçede hâkimlik yaptı. Son olarak Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi Başkanıyken, 24 Şubat 2011’de Yargıtay üyeliğine seçildi. 

Yine Taha Akyol’un, “Büyük Hizbullah davasını sonuçlandıran hâkim” diye söz ettiği Üye Hâkim: 1969 doğumlu. 9 Eylül Hukuk Fakültesi 1990 mezunu. Uşak hâkim adaylığından sonra iki ilçede Cumhuriyet Savcılığı görevlerinde bulundu. Ardından Yargıtay tetkik hâkimi oldu. 24 Şubat 2011’de de Yargıtay üyeliğine seçildi. Sadece Hizbullah davası değil, Fetullah Gülen’in beraatiyle sonuçlanan dava dosyasını da bu üye inceledi. 

Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde daha kıdemli üyeler varken, Balyoz kararını verecek olan bu üyeleri bizzat Daire Başkanının seçtiğini de ekleyelim. 

Balyoz’un temyiz duruşması 15 Temmuz’ta başladı, 12 Ağustos’a sona erdi. Toplam 17 gün oturum yapıldı. Karar için 9 Ekim tarihi belirlendi. 361 sanığın dosyasının tek tek incelendiği söyleniyor. Toplam 57 günde 361 sanığın dosyasını inceleyebilmek, mucize değilse nedir?

Taha Akyol şunu da söylüyor:

“Hâkimleri suçlamak çıkar yol değildir. Elbette adli hatalar olabilir, fakat eleştirilmesi gereken hâkimlerin kendileri değil, kararlarıdır.”  

Soralım: Hâkimler, kararlarından ayrı düşünülebilir mi? Hâkimler eleştirilmeyecekse, bu kararların sorumlusu kimlerdir?

Akyol’un bir diğer iddiası ise şu:

“Balyoz ve Ergenekon davalarına ‘karşı devrim’ diye bakmanın ve siyasi ajitasyonlar yapmanın hiçbir hukuki anlamı yoktur...  Kararları ‘siyasi ajitasyon’ için kullanmanın sanıklara da hukukun gelişmesine de hiçbir yararı olmaz." 

Yaşananların, “karşı devrim” olmadığını, bizlerin de “siyasi ajitasyon” yaptığını varsayalım. Peki aylarca önce The Economist Dergisi neden şunları yazdı?

“Askerlerin yargılandığı davalarla, bir zamanlar herşeye muktedir Türk ordusu, aciz değilse de sindirilmiş, zayıf ve bölünmüş durumda bırakıldı.”

Davalar için “hukuki yol” önermeye devam eden Akyol, “Bundan sonraki hukuki yol, Anayasa Mahkemesi’ne ‘bireysel başvuru’ ve sonra da AİHM’dir. Anayasa Mahkemesi ve AİHM siyasi ve ideolojik söylemleri ciddiye almaz; ciddiye alınmak için hukuk diliyle konuşmak gerekir” diyor.

Türkiye’nin kelimenin tam anlamıyla “dava cehennemine” atıldığı sırada Anayasa Mahkemesi’nin yeniden şekillendirilmesi, bireysel başvuru yolunun açılması ve AİHM’in, Türkiye’yi sırtından atıp, kendisini yeniden yapılandırmaya başlaması da mutlaka tesadüftür!..

“Kaf Dağı’na yürümeye devam edin. Belki orada adaleti bulursunuz”un ya da “Siz Atatürkçülere ekmek bile yok” demenin hukukçası, o kadar!..

Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler...

Müyesser Yıldız

Odatv.com