30 Kasım 2016 Çarşamba

Bozuk Selam

Dünyada Genelkurmay Başkanı’nın nasıl selam verdiğine dikkat edip bunu sosyal medyada eleştiren başka bir halk yoktur. Başka ülkelerde sıradan insanlar kendi Genelkurmay Başkanlarının nasıl selam verdiğini umursamazlar, hatta onu görmezler bile, hareketlerine dikkat etmezler. Bizde durum farklıdır.

10 Kasım törenlerinde Sayın Akar’ın Anıtkabir’de verdiği selam sosyal medyada tepkilere yol açtı. Ben de üşenmeyip tören videolarını inceledim. Yurttaşlar haklı. Gerçekten de Genelkurmay Başkanı’nın selamı bozuk.

Askerî selamlama biçimleri şunlardır: elle, başla, tüfekle selamlama; topuk selamı ve tören selamı. Son ikisi kural değildir. Fakat elle ya da başla selam verirken topuk şaklatmak makbuldür. Törenlerde de uzaktan görülecek şekilde dirsek omuz hizasından kırılarak selam verilir. Hareketin kararlı ve hızlı olması beklenir. Bunu beceremeyen askere, komutanı “asker, selamın bozuk!” ya da “selamını düzelt, asker!” diye bağırır.

Elle selamlamada başparmağın ucu işaret parmağının ikinci boğumuna getirilir, parmaklar bitişiktir ve avuç içi gösterilmez. Askerlikte selamlamanın tarihsel kökeni Roma lejyonları kadar gerilere gider. Selam vermek, “düşman değilim, seninle kader birliği ettim” anlamına gelir.

Askerlikte ritüeller önemlidir. Tekmil vermeler, taidat törenleri, iki flama arasında komutana bakıp selam vererek kaz adımlarıyla yürümeler vs... Bunların hepsinin bir mantığı vardır; yüzlerce yıllık göreneklerden gelen, askerler arasında “birlik beraberlik” ruhu yaratan ve muharebe meydanında topluca hareket alışkanlığı kazandıran zorunlu ritüellerdir.

Modern ulusal ordular 19. asrın başlarında kuruldu. Le Grand Armée denilen ve zorunlu askerlik hizmetine dayanan Fransız ordusunu Napoleon Bonaparte “silahlı ulus” olarak tanımlamıştır ki bunu, kulağımıza yabancı gelmeyen bir ifadeyle, “ordulaşmış millet” diye tercüme edebiliriz.

Milletin sürekli ordulaşması elbette gerekmez. Bu çok feci olurdu. Militarist bir toplum istemeyiz. Fakat ufukta büyük savaşların göründüğü dönemlerde ordu millet beraberliği şarttır. GKB bunu göstermek için 10 Kasım’da “Ata’nın huzurunda ordu millet el ele” etkinliği yapma girişiminde bulundu. Gerçi bir Pantheon’da 1881 balon uçurarak şamata yapmanın pek iyi bir fikir olduğunu söyleyemeyiz (bu gidişle çocuk parkı, futbol sahası, balon falan derken orada caz konserleri verilip, defileler yapılacak herhalde).Yine de niyet, engellenmiş olsa bile, önemlidir.

Kurmayın değerlendirme hatası yapma lüksü yoktur. Dediğini yapar, yapamayacağını demez. Millet şimdi, “Ordu saray el ele millet tek başına Anıtkabir’de” diye düşünmez mi?

Astsubayın generalin üstünde dedektörle silah arayıp kimlik tespiti yaptığı orduda “birlik beraberlik” ruhundan, “askerî hiyerarşi”den söz edilemez. “Bloomberg komplosu”yla orduyu kendisine bağlayan Hitler bile bu tip gösterilere cesaret edememişti. Kendisini Başkomutan ilan edip Reich’ın subaylarına biat yemini ettirene ve Gestapo’yu askeriyenin içine iyice yerleştirene kadar iktidarından emin olamadı.

TSK’da reformasyon şarttır. Bu reformasyonu ancak asker reformcular yapabilir. Akademisyenler ve sivil siyasetçiler askerî reform yapamazlar. NATO askeriyesinin Amerikanca’dan tercüme edilmiş bütün Sahra Talimnameleri yırtılıp atılmalı, yenileri yazılmalıdır. Devletin ordusu olur, partinin ordusu iç savaş etkenidir. İmamlar camide, askerler kışlada olur. Kışlada cemaat, cemaatte asker; imamdan bordo bereli olmaz. Bunlar beka sorunudur! Apaçık ortada duran gerçeğe ince yorum gerekmez.
Ama önce “bozuk selam”ı düzeltmek gerekir.

Yavuz ALOGAN
Aydınlık/15.11.2016

Doğu Perinçek: "Devletin ve Ordunun Esad'ı Yıkma Hedefi Yok"



Doğu Perinçek’in açıklaması şu şekilde: 

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, önceki gün “Kudüs ve Sürecin Problemleri Sempozyumu”nun açılışında, ünlü Emevi Camisinde namaz kılma iddiasını hatırlatan sözler söyledi. “Esed’in hükümdarlığına son vermek için biz oraya girdik” dedi (Aydınlık, 30 Kasım 2016).


NİÇİN GEÇERSİZ

Bu sözün hayatta geçerliği yok. Tayyip Erdoğan 4 Eylül 2012 günü AKP Genişletilmiş Grup Toplantısı’nda “En kısa zamanda Şam’da Emevi Camiinde namaz kılacağız” demişti (Gazeteler, 5 Eylül 2012). 

“En kısa zaman” bir yana, dört yıl geçti. Hani Emevi Camisinde namaz kılacaklardı? Ama Vatan Partisi heyetleri Suriye yönetiminin çağrılısı olarak Şam’a gidip, Emevi Camisini de ziyaret ediyorlar. Dört yılın tecrübesi budur. O zaman da belirttiğimiz gibi, Emevi Camisine tankla girilemiyor. 44 yıl sonra da aynı saptama yapılacaktır. 


NİÇİN SORUMSUZ

Recep Tayyip Erdoğan, “Esed’in hükümdarlığına son vermek için oraya girdik” diyor. Cumhurbaşkanı sıfatıyla böyle bir konuşma yapılamaz. Devlet terbiyesi böyle bir konuşmaya izin vermez. Çünkü Türkiye yönetimi ve TSK, Fırat Kalkanı harekâtıyla ilgili resmî açıklamalarında, “Türkiye’nin güvenliği ve Suriye’nin toprak bütünlüğü” için bu harekâtın yapıldığını” defalarca belirttiler. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı hedef alan bir resmî açıklama yok. Olması da mümkün değil. Çünkü artık herkes saptamaktadır: Beşar Esad önderliğindeki Suriye, bu savaşı kesin zafere götürüyor ve bütün çözümler artık Beşar Esad’la birlikte hayata geçirilecektir.”


NİÇİN OLANAKSIZ

Biz de, Vatan Partisi olarak buradan şu açıklamayı yapıyoruz: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dahil, hiç kimsenin ve hiçbir devletin Beşar Esad yönetimini yıkma olanağı yok. Bu iddia çoktan bozguna uğradı. Suriye’ye terör ihracına katılan bütün yönetimler, ders çıkarmış olmalılar. Şimdi herkes, Suriye’nin toprak bütünlüğü Beşar Esad ile birlikte nasıl sağlanacak arayışına girmiştir.

Hükümetin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin Fırat Kalkanı Harekâtıyla Beşar Esad yönetimini yıkma gibi bir hedefi yoktur. Tayyip Erdoğan, bu işi kendi olanaklarıyla başarabilir mi, böyle bir olasılık da yoktur. Kişisel hedef ile devletin hedefinin birbirine karıştırılmaması gerekir.


KİMLERİ SEVİNDİRİYOR


Tayyip Erdoğan’ın bu konuşması iddia sınırları içinde değer taşısa, üzerinde durulmayabilir. Ancak bu konuşmanın etkileri, daha şu anda Moskova’dan Pekin’e kadar yankılanmıştır. Belki gazetelere henüz yansımadı ama Tayyip Erdoğan’a duyulan uluslararası güvensizlik yeniden canlanmış bulunuyor. Peki bu güvensizliğin zararlarını niçin Türkiye ödesin? Sayın Cumhurbaşkanı, bu soru üzerinde düşünmelidir.

Türkiye’nin gerçek dostları, bu açıklamanın düzeltilmesini bekliyor, Türkiye’nin düşmanları ise ellerini oğuşturuyorlar. Türkiye, toprak bütünlüğünü güvenceye almak ve derinleşen ekonomik krizi aşmak için, Batı Asya ve Asya ile el ele vermek durumundayken, bu süreci baltalayan açıklamalar, bir tek ABD ve İsrail yöneticilerini sevindirmektedir. 

         
SAVAŞANLAR NE DİYOR

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yükü de ağırlaştırılmış bulunuyor. Komuta kademesi, Fırat Kalkanı Harekâtının hedefine ulaşması için Rusya, İran ve Suriye yönetimleriyle işbirliği konusunda duyarlı ve ısrarlıdır. Çünkü onlar savaşıyor ve “dostları azaltan, düşmanı çoğaltan” siyasal hataların bedelini onlar ödüyorlar. Daha önemlisi, bu harekâtın başarıyla sonuçlanması, vatan bütünlüğümüz, iç barış ve komşularla barış için belirleyici önemdedir. Nitekim 26. Genelkurmay Başkanı E. Org. İlker Başbuğ, önceki gün Washington’da yayınlanan The Hill gazetesinde yayımlanan yazısında, “Beşar Esad yönetimiyle yeniden temas kurmanın” şart olduğunu belirtti. “Suriye’de kalıcı barış için başka seçenek yok” dedi. Devlet sorumluluğu bunu gerektiriyor. 


NASIL DÜZELTİLİR

Sorumsuz konuşmalar kahve sohbetlerinde yapılabilir, ancak devlet yöneticileri sorumlu davranmak zorundadırlar. Kahve sandalyesi ile yönetici koltuğunun farklı sorumluluklar hatırlattığını, herkesten önce o koltuklara oturanların bilmesi beklenir.

Cumhurbaşkanının Anayasada güvence altına alınan sorumsuzluğu, sorumsuz davranma yetkisi vermez. O sorumsuzluk yalnızca ceza hukuku kapsamındadır. Siyasete giren herkesin siyasal sorumluluğu vardır. 

Sorumlu devlet yöneticileri, içlerindeki öfkeleri denetlemelidirler. Bir kez konuşmadan önce üç kez düşünmelidirler. 

Şu anda yalnız Türkiye için değil, AKP yönetimi açısından da düzeltilmesi gereken bir durum ortaya çıkmıştır. Emin olun şu satırların yazıldığı sırada Hükümet yöneticileri, TSK komutanları ve Dışişleri yöneticileri de bu işin içinden nasıl çıkacaklarını düşünüyor ve konuşuyorlar. Ama bu görüşlerini söyleme cesaretine sahipler mi, bilemiyoruz, ancak umut ediyoruz. Vatan Partisi’nin farkı buradadır.

Rus uçağının düşürülmesinden sonraki sorumsuz davranışların sonuçlarını düzeltebildik, bakalım bu sorumsuzluğu nasıl düzelteceğiz?

vatanpartisi.org
30.11.2016

Aleksey Puşkov: "Türk Ordusu'nun Esad'ı Devirmesi İmkansız"

Rusya parlamentosu üst kanadı Federasyon Konseyi Enformasyon Politikası Komisyonu Başkanı Aleksey Puşkov, Türk ordusunun Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı devirmesinin ‘imkansız’ olduğunu söyledi.


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Fırat Kalkanı harekatının amacının "Devlet terörü estiren zalim Esed'in hükümdarlığına son vermek” olduğu yönündeki açıklamasını kişisel Twitter hesabından değerlendiren Puşkov, “Erdoğan, Türk ordusunun Esad’ı devirmek amacıyla Suriye’ye girdiğini açıkladı. Ama bu hedef mümkün gibi görünmüyor” dedi.

Rus siyasetçi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasının, ‘siyasi söyleme’ benzediğini ifade etti.

sputniknews.com


27 Kasım 2016 Pazar

Cemaat'in Abisinin Çocuk Tecavüzleri Böyle Kapatıldı

Adı: Taner Topsakal...
Meslekten atılalı 10 yılı geçiyor.
Hikayesini okumayı mide kaldırmıyor.
İnsanlık kaldırmıyor.
Hukuk kaldırmıyor.
Kendisi de bir zamanlar ‘cemaatçi’ tabir edilen bir polisti...

Bir cemaatçi rehber öğretmeni dokuz çocuğu hukuki terimle fiili livata suçuyla kıskıvrak yakaladı.

Başına gelmeyen kalmadı, sen misin yakalayan bir buçuk yıl hapis yatırdılar.

On yıldır bir iş güç sahibi olamadı...

Mesleğinde kalsaydı bugün III. Sınıf emniyet amiri olacaktı...

Onu meslekten kovanların bir kısmı hala görevinde, diğer kısmı FETÖ’den yakalandı ama hala maaşlarını hapiste bile almaya devam ediyor.

Taner Topsakal’ı hizmetçilik yapan eşi geçindiriyor.
Beş parasız hapis sonrası günlerinde bir de annesi öldü...

Ey ülkemin TV programcıları, ey senaristleri, bu akıl dışı insanlık ötesi ‘hikayelerini’ neden okumazsınız...

Anlat Taner, tane tane anlat...

Taner Topsakal: Anlattım ağbi, ‘FETÖ Sıfır’ı Tüketiyor’ kitabımda başımdan geçenleri…

-Bu kitabı nerden bulabilirim...

Taner Topsakal: Cemaat kitabı yasaklayıp kaldırdı ağbi, bulamazsın, belki bir arkadaşımızda varsa...

-Bana bir tane gönderebilir misiniz?

Taner Topsakal: Kitabı da oku, karşılaştır ağbi, ben sadece başlangıç olayını kısaca anlatayım...

-Hepsini anlat Taner?

Taner Topsakal: Sayfana sığmaz ağbi, giriş hikayesi yeter...

İNGİLİZ POLİSLER SUNUM YAPIYOR

-Bir özet geç, o zaman...

Taner Topsakal: Şöyle ağbi, meslekteyken görevimiz Cinsel suçlar... İngiltere’ye toplantıya gidiyoruz. Cinsel Suçların Soruşturulması Komisyonu var... İngiliz polisler sunumda bize şunları söylediler: İngiltere merkezli bir internet sitesi var... Bu internet sitesinin ana teması çocuk pornografisi... Resimler, videolar, iğrenç resimler... Ülkelerinde çok ağır suç... Yakalanan 15-20 yıldan aşağı kurtulamaz…

- Sonra...

Taner Topsakal: İşte bunları anlattılar. Toplam 22 ülkeden bu siteye giriş varmış. Söz konusu ülkelerle ilgili operasyon yaptıklarını, ancak bunlardan ikisine, biri Türkiye, operasyon yapamadıklarını anlattılar. Zoruma gitti. 'Biz niye yapamıyoruz', dedik. ‘Bizim teknolojik altyapımızın, emniyetçi birikimimizin, Türkiye’de çocuk pornocularını yakalamaya yetmeyeceğini düşündüklerini’ söylediler...

-İngiliz polisler sizi aşağıladı mı?

Taner Topsakal: Yok ağbi, ağrımıza gitti, milli mesele yaptık, ‘biz bu operasyonu yapacağız’ dedik. O dönem İngilizlerin dediği kadar olmasa da geriydik biraz... Döndük Türkiye’ye ‘bilişim uzmanı’ aramaya başladık. Bilişim sektöründen profesyonel arkadaşlarımız vardı. Onlarla oturduk toplantılar yaptık. Bize... ‘Bu ICQ numarasına bir mesaj gönderin. Mesajı açtığı, okuduğu zaman bize mesaj düşecek. Oradan IP’sine ulaşabilirsiniz’ dedi…

-Film başladı yani…

SİSTEM KURULDU

Taner Topsakal: Nerden bilebilirdik, sonumuz başladı ağbi... Biz sistemi kurduk. Mesajı yolladık, beklemeye başladık. Açtı nihayet. IP numarası çıktı. Hemen servis sağlayıcısını tespit ettik. Ankara savcılıktan bir karar çıkarttık, servis sağlayıcısının bilgileri vermesini içeren bir yazı. Bilgileri aldık. Bursa’da bir telefon numarası çıktı. Telefonun sahibini de adresini de bulduk...

-Hatırladım, gazeteler televizyonlarda haberleri çıktı, o pornocu cemaatçi öğretmen olayı..

Taner Topsakal: Cemaatçi rehber öğretmen, adı: Özgen İmamoğlu isimli bir şahıs... Bakan adına bir görevlendirme ile 10 kişilik bir ekip olarak gittik Bursa’ya. Müdürümüzün adı Mutlu... Sıkı bir şekilde tembih etti. Çok hassas konu. Kimseye bahsedilmeyecek. Eşleriniz bile duymayacak. Bursa Emniyet müdürü Reşat Altay’dı. Ona da ne için geldiğimizi söylemedik, rahatsız bile oldu hatta.

-Eee sonra...

Taner Topsakal: Özgen İmamoğlu hakkında araştırma yapmaya koyulduk. Geçmişine baktık. Gördük ki cemaate bağlı bir okulda rehber öğretmenlik yapıyor. Daha önce Gaziantep’te zihinsel engelli çocuklarla ilgili bir devlet okulundaymış... Sonra bağlantılı olduğu şahıslara baktık. Bir kuruyemişçi bir de şekerlemeci esnaf var. Onunla sıkı irtibatta olduğunu gördük. O siteye, o dükkandan da girilmiş. Esnaf da cemaatten birisiydi...

-Hem himmet topluyor hem çocukları düzüyorlar yani...

Taner Topsakal: Bu sapık tek katlı evde oturuyor. Evin karşısında şansımıza bir inşaat var. Müteahhidine dedik ki, ‘karayollarından geliyoruz, karşıda yolun yoğunluğunu ölçeceğiz, müsaade eder misin? Gerekirse kira filan de veririz...’ Zaten hava şartları kötü inşaat da durmuş. Etrafta kimse yok yani. Bu arada Bursa Emniyeti bizden huylandı. Onlar da bizi takip ediyor... Komedi...

-Eee, polisler polislere karşı birbirinize mi girdiniz...

Taner Topsakal: Komedi. Köşe kapmaca oynuyoruz. Etrafa soruyoruz çaktırmadan, herkes ‘çok iyi adamdır, çocuklara ücretsiz ders verir’ filan diyor. Gerçekten de evine sürekli 10-11 yaşlarında çocuklar geliyor. Bir çocuk geliyor. O içerdeyken başka çocuk gelirse içeri almıyor. Çocuk ısrarla zile basarsa camdan ‘yarım saat sonra gel’ diye bağırıyor. Çocukları tespit ettik.

‘Bu çocuklarla mülakat yapalım’ dedik ama sıkıntılı bir iş. Hem psikolojileri açısından hem olayın gizlenmesi açısından…

-Sonra Taner?

Taner Topsakal: Bir pedagog bulduk, bir hanım. Operasyonla ilgili bilgi verdik. Bir senaryo hazırladık. Resmi yazıları yazdık. Çocukların okuluna gittik. ‘Milli Eğitim Bakanlığı’ndan geliyoruz testler yapacağız’ diyerek. Tabii asıl Özgen İmamoğlu’nun (cemaatçi sapığın) evine girip çıkan çocuklara odaklanıyoruz. Uzman bize, bir rapor hazırladı: ‘Bu adam bu çocuklara tecavüz edecek, henüz etmemiş ama hazırlanıyor. Küçük küçük istismarlara başlamış. Beyinlerini de hazırlıyor’.

-Tecavüze hazırlandığını nasıl anladınız?

Taner Topsakal: Mesela ders çalışırken ‘hadi biraz dinlenelim’ diyor. Bilgisayar da çok yaygın değil o zamanlar çocukların ilgisini çekiyor. Ekranda oyun oynarken birden porno bir resim çıkartıyor. Çocuk şaşırıyor, bu gülüyor filan. Görüntüler genelde çocuk pornosu, erkek çocuk pornosu... O görüntü sanki çok normalmiş gibi davranıyor. Aşama aşama yapıyor bunları. Zaten kendisini sevdiriyor. Hediyeler alıyor, derslerine yardım ediyor...

FETHULLAH’IN KİTAPLARI HER YERDE

-Eee sonra?

Taner Topsakal: Bir ay takip ettik. Neden uzattınız derseniz ailelerin infialini dikkate alıyoruz. Bir de cemaat mensubu ya... Cemaat ‘bize çamur atıyorsunuz’ demesin diye, hiç hata olmasın istiyoruz... ‘Suçüstü yapabilir miyiz?’ derdindeyiz. Sonunda yüzün üstünde bir polis ekibiyle operasyona karar verdik. Biz eve girinceye kadar delilleri yok eder diye endişeleniyoruz. Her sabah aynı saatte evden çıkıyor. Kapısının önüne çıktığında... Bursa Ahlak Büro Amiri Hakan Yüksel koluna girdi. Dondu kaldı...

-Kıskıvrak yakalandı…

Taner Topsakal: Gözaltına alındığını söyledi. Taşkınlık yapmadı, sonra Mutlu müdür koluna girdi, ne için geldiğimizi biliyor musunuz, dedi. Bu (sapık) ‘evet biliyorum’ dedi... CD‘ler, fotolar, artık onların peşindeyiz. Eve girdik aramaya başladık. Cemaat’in Fethullah’ın kitapları sağda solda. Ve çekyatın altında bir çanta... İçinde belki binlerce çocuk pornosu görüntüsü... CD’ler var, çıktılar alınmış... Bilgisayarını aldık, sildiği dosyalara ulaştık. Binlerce görüntü.

-Kurtulma şansı kalmadı...

Taner Topsakal: Sorun şu ki bizim mevzuatımızda bu ağır suç değil, mevzuatın ‘kabahatler’ bölümünde düzenlenmiş. Gülünç bir parayla yırtabilir. İçimiz içimizi yiyor. Biliyoruz bu adam sapık, ama adama tırnağımızı geçiremiyoruz...

-İyi de kanıtlarıyla yakaladınız işte...

Taner Topsakal: Dur ağbi, avukatları akın etmeye başladı. Bir anda 5-6 avukat. Birisi de abisi. Kötü davranışlar tersleşmeler başladı. Sanki haksız hukuksuz bir operasyon yapmışız gibi. Bu arada görüntüleri incelemeye devam ediyoruz. Gaziantep’teki okulda da yapmış, duştaki çocukları çekmiş. Bir yandan avukatlarla boğuşuyoruz. Biri geliyor diğeri gidiyor. ‘Yargısız infaz yapıyorsunuz’ diye bağırış çağırış... Biri de ‘siz bu cemaat’i karalamak için yapıyorsunuz, sizinle hesaplaşacağız’ diyor...

İNSANIN MİDESİ KALDIRMIYOR

-Eee sonra...

Taner Topsakal: Tam o sırada ağbi, inanılmaz bir şey oldu, yukarıdan bağırtı sesleri geldi. Baktık, bizim kaset seyretsin diye koyduğumuz memur... ‘Acil gelin’ diye bağırıyor... Çıktık yukarı. Özgen İmamoğlu, engelli çocuklara tecavüz ediyor... Alenen fiili livata...

-Filme almış, çocukları düzerken kasete almış, kaydetmiş…

Taner Topsakal: Sekiz dokuz ayrı çocuğa ayrı ayrı... Hatta bir tane bebe var iki yaşında çocuğa...

-Ya ne diyorsun sen ya…

Taner Topsakal: Ağbi sıkı dur, bir de Özgen İmamoğlu’nun (sapık) yeğeni var, ona da tacizde bulunuyor. Üstelik misafirlikte. Çocuk uyurken gitmiş, soymaya çalışıyor filan çocuğu... Midemiz kalktı, kustuk ağbi, bildiğin kustuk, bu görüntülere dayanılır mı ağbi, kustuk...

-Eee Taner?

Taner Topsakal: Bu da sorguda bir şeyler anlatıyor, psikolojik terimler kullanıyor, neymiş ‘geriye dönüş hastalığıymış...' O da kendisini çocuk zannediyormuş zaman zaman... İşte öyle oyunlar oynuyormuş... Ama artık sorgunun da bir hükmü yok. Kasetler elimizde kapı gibi maddi deliller. Gittik yanına, ‘bulduk’ dedik, gösterdik, o dakikadan sonra sustu, kitledi kendisini...

-Ee mahkeme?

Taner Topsakal: Dur ağbi, avukatlar sardı etrafımızı, ‘siz cemaate komplo kuruyorsunuz’ diye yeri göğü yıkıyorlar. ‘Gel’ dedim avukata, 'sana bir şey göstereyim. Kaset 90 dakika sürüyor ama 10 dakikadan fazla dayanıp izleyecek misin?...' Gene de izletmedim. Görüntülerden çıktı aldım. Özgen İmamoğlu, net, çocuk net, fiili livata net. Bağıran adam gördü... Gözleri doldu. Kağıtları ters çevirdi. Şunları söyledi... ‘Özür dilerim, cemaat’in imamları bizi çağırdılar. Bize karşı bir iftira kampanyası başlatıldı. Öğretmenimize iftira atıyorlar. Gidin kurtarın. Ona istinaden geldik. Olayın bu boyutlarını bilmiyorduk’ dediler...

-Avukatlar davadan çekildiler mi?

Taner Topsakal: Hayır ağbi, beş avukat vardı, üçü böyle dedi. Ama ikisi, birisi Özgen İmamoğlu’nun (sapığın) ağbisi. Onlar devam ettiler. Görüntüleri gördükleri halde, hala hakaret diklenme... ‘Ben hem abisi hem müvekkiliyim, görmek istiyorum müvekkilimi’ dedi... İtiraz ettim...

-Avukatlığına güveniyor…

LİNÇ ETMEYE GELDİLER

Taner Topsakal: ‘Siz avukatlığını yapamazsınız çünkü siz de mağdursunuz’ dedim, şaşırdı... Sonra cinsel taciz görüntülerini izlettim. ‘Bakın’ dedim, ‘mağdur çocuklardan birisi de sizin çocuğunuz... Sizin evinizde yapmış bunu...'

-Çıldıracağım...

Taner Topsakal: Avukatın karısı da yanındaydı, kadın görüntüleri görünce düştü bayıldı. Adam da şok oldu. Aldılar götürdüler. Bir daha hiç görmedim onları, müşteki de olmadılar.

-Ee Taner?

Taner Topsakal: Olay patladı. Gelen giden il müdürü ortalık fena karıştı. Kamuoyu duyunca halk galeyana geldi. Bursa emniyet müdürlüğünün önünde beş-altı bin kişi. Linç etmek istiyorlar. Mutlu müdür ‘Çok hassas operasyon, hakaret istemiyorum’ dedi. Fiske değmeyecek. Bir polis arkadaşımızın annesi TV’den görmüş, oğlunu arıyor, ‘Ona bir tane vurmazsan hakkımı helal etmem’ diyor. Gitti müdüre, müdürüm, annem hakkını helal etmem diyor bir tane vurmam lazım, gitti bir yumruk attı.

Adliyeye çıkarttık, fırıldaklar başladı. Fezlekeyi psikolog hanımın raporuna yaslıyoruz, görüntüler de var. Çocukları çağırmaya başladık. İlk tuhaflık, Ağır Ceza bakması gerekirken Basın Savcılığına verildi iş. Neyse basın savcısı geldi, okudu, dosyalara baktı, çocukları çağırdı...

Savcıya 'ne yapacaksınız’ dedik, ‘çocukların ifadesini alacağım’ dedi... ‘Böyle sorgu olmaz, çocuklara testlerle filan yaklaştık, hem zaten psikoloğun raporunda her şey var. Maddi deliller de var.’ Savcı tersledi bizi. ‘İşime karışmayın’ dedi... Soruları kendisi önceden hazırlamış. Aynen şu kelimelerle soruyor: ‘Özgen İmamoğlu sana cinsel istismarda bulundu mu?’ Şimdi bunu sorduğu çocuk 12 yaşında. Çocuk istismarı ne bilir. ‘Yok bulunmadı’ diyor. Bu arada emniyete gelen Özgen İmamoğlu’nun avukatları, zaten öğrencilerin yakınlarını, ailelerini bağlamışlar. Çocuklarla yapılan uzman mülakat raporları var... Biz istiyoruz ki çocuklar en az hasarla kurtulsun. Gerekirse gelmesin, müşteki bile olmasın. Uzman psikolog böyle ifade alınır mı diyerek isyan etti, bağıra çağıra çıktı odadan...

Mutlu müdürle biz girdik içeri. Müdür, savcıya resmen hakaret etti. ‘Sen ne yaptığını sanıyorsun, neyin peşindesin?’ diyerek. O da dedi ki: ‘Ben savcıyım, ifadelerini alıyorum...’ İfadeyi aldık baktık, kargacık burgacık ismini yazmış altını da imzalamış. Oysa temel kuraldır hukukta 12 yaşındaki çocuğun ben şikayetçiyim ya da değilim deme durumu yok, onun adına babası annesi gelir ifade verir, şikayetçi olur veya olmaz...

GÖRÜNTÜLERİ YOK ETTİLER

-Ve cemaatle savaş başladı…

Taner Topsakal: Cemaat bu işin üzerini kapatacak. Bir yolunu bulup kurtaracaklar eminiz. Mutlu müdür, Adalet Bakanlığı'nı aradı, biz arıyoruz. Tanıdığımız hakim savcı bulalım telaşındayız. Yok olmadı... Savcı çocukların ifadesini o şekilde aldı... Bir yolunu bulup kurtaracaklar...

-Eee Taner?

Taner Topsakal: Biz Ankara’ya döndük... Bir hafta on gün geçti. Bursa Cumhuriyet Savcılığı daha doğrusu Bursa Mahkemesi ‘Bursa’da yaşanılan olaylarla ilgili, cinsel istismarla ilgili, delil tespit edilmediğini, zaten bu konuda hiçbir mağdurun şikayetçi olmadığını, delil görüntülerde şahsın daha önce çalışmış olduğu Gaziantep ilindeki okul öğrencileri olduğu için, olay yerinin Gaziantep olması sebebiyle dosyanın Gaziantep Mahkemesine gönderilmesi, yetkisizlik kararı verilmesi’, doğrultusunda bir açıklama yaptı. Özgen İmamoğlu da Gaziantep’e gönderildi. Gaziantep Mahkemesi de ‘delil bulunmadığı’ gerekçesiyle bu sapığı tahliye etti.

-Film yeni başlıyor yani…

Taner Topsakal: Şok olduk. Hakimi aradık. ‘bunu nasıl tahliye edersin...’ Hakim gelen dosyaların içinde bir şey olmadığını. Şikayetçi bulunmadığını. Sadece ifadesinin gönderildiğini söyledi. Kasetleri hatırlattık. '13 tane tecavüz görüntüleri de var’ dedik. ‘Yok’ dedi, 12 tane geldi bana onlarda da parkta filan çocukları çekmiş. Bunda bir şey yok ki... Resmen kaseti yok etmişler. Mutlu müdür ta başından kasetleri yok ederler diye kopyalar çıkartmıştı.

-Eee sonra Taner?

Taner Topsakal: Bir sabah işe geldik, bu işe bakan kim varsa çekmecesi zorlanmış, bazısı kırılmış, görüntüleri aramışlar. Ama hiçbirimiz görüntüleri büroda tutmuyorduk zaten...

ANA HABER’DE YAYINLANDI

-Kasetleri basına verseydiniz?

Taner Topsakal: Aynen öyle yaptık ağbi, duyarlılıkları artsın neyin haberini yaptıklarını bilsinler diye görüntüleri olduğu gibi basına verdik... Belki hatırlayanlar çıkar... Defne Samyeli Show TV Ana Haberi sunuyordu o günlerde de yeni anne olmuştu. Bununla ilgili haberi okurken hüngür hüngür ağlamıştı. ‘Ben bu görüntüleri izledikten sonra kendime gelebileceğimi zannetmiyorum. Zaten yayınlayabilmemiz mümkün değil. Böyle bir adamın serbest bırakılmasından ben insan olarak utanıyorum’ demişti…

-Hatırladım…

Taner Topsakal: Burası şahsi yorumum ağbi, Samyeli’nin o tepkisi cemaatin husumetini çekti, 2014 yerel seçimlerine gidilirken ‘Defne Samyeli ile Recep Tayyip Erdoğan’ın ilişkisi olduğu, muta nikahı kıydıkları’ haberleri çıktı, bu bir kanaat his...

-Ne oldu bu sapığa sonra...

Taner Topsakal: Kaçtı gitti. Facebook’tan yazdığı bir yazıyı okudum, yazıda Kırgızistan ve Kazakistan’da olduğundan, cemaat oraya kaçırmış, orada görev vermiş...

DAVALAR BAŞLADI

-Senin başına ne geldi Taner?

Taner Topsakal: Bu anlattığım olay sadece giriş ağbi, bir küçük fragman, asıl olaylar şimdi başlıyor, bunlar ipimi çekti, Nuh Mete Yüksel davasını bilirsin, ona kumpas kurdular, sonra beni, o zaman Ergenekon davaları başlamamıştı, önce meşhur Atabeyler davasına sonra Sauna davasına bağladılar...

-Anlaşıldı Taner, bunları anlattığın kitabı gönder bana, konuştuklarınla orada söylediklerini aynen düzeltip bu röportajı tamamlayayım, şimdi ne yapıyorsun nasıl geçiniyorsun?

Taner Topsakal: Meslekten attılar, işsizim, irili ufaklı bir çok iş denedim başaramadım, elde var sıfır, beni atanların bir yarısı hala emniyette... Afedersin eşim hizmetçilik yapıyor, bütün gelirim bu...

-Kitabın çıkmış hikayeyi baştan sona anlatmışsın ama olsun kamuoyu bir daha benim sütunumda okur.

Tabii Taner önce cemaatin resmi avukatlığını yapan CHP’li Atilla Kart okusun hikayeni…

Cemaatin bu resmi avukatlarını Halk TV ekranına çıkartanlar okusun...

Mehmet Altan’ları grup toplantısında özgürlük şampiyonu yapıp CHP’lilere Mehmet Altan ismini alkışlatan genel başkanları okusun…

Sonra Taner, Silivri’ye koşup, bu dosyaları görmeyip cemaat TV’lerinde onlarca yıl ahkam kesenleri fikir özgürlüğü kahramanlığı yapan CHP’li vekiller okusun...

“BEN DE CEMAATÇİYDİM”

Taner Topsakal: Bir daha unutmadan söyleyeyim ağbi, bu sapığın davasına başladığım güne kadar ben de cemaatçi tabir edilen polislerdendim, bu davayla hayatım, fikirlerim, inançlarım, dünyam değişti...

-Sağol Taner, cesaretin için onurlu duruşun için sağol...

Taner Topsakal: Ağbi bir gün gel sana ‘rüya imamlarını’ anlatayım...

-Rüyaların da mı imamı var…

Taner Topsakal: Ağbi, rüya imamları, cemaatte kim rüya görürse bütün rüyaları dinler, notlarını alır, bu rüya kullanılmaz, bu rüya işe yarar diye tasnif eder... Tabii cemaatçi çocuklar ağbilerin gözlerine girmek için sıkı rüyalar anlatırlar, rüya imamı bu rüyaları tek tek toplar...

-Taner kardeşim, benim ODA TV’deki yazı sütunum bitti, sen bu ‘rüya imamını’ Kemal Kılıçdaroğlu’yla tanıştırsan...

Sen bu rüya imamını Cemaatin resmi avukatlarını Halk TV’ye çıkartanlara anlatsan...

Taner Topsakal: Tam on sene sürdü davam ağbi, on sene, hukuki prosedürler bitti, biz bittik, kimse duymadı bizi, hiç kimse sesimiz olmadı, on sene süründük hala sürünüyoruz, sonunda beraat ettik, ama hala göreve dönemedik…

Nihat Genç
Odatv.com
24.11.2016

Fidel Castro Gerçek Bir Enternasyonalisttir



Anafikir.gen.tr Editör Notu: Latin Amerika’da bölgesel yayın yapan, merkezi Venezuela-Caracas olan TeleSUR (La Nueva Televisora del Sur) ”Güneyin Yeni Televizyonu”, Castro’nun yaşamı boyunca ilham verdiği ve desteklediği emperyalizm karşıtı belli başlı devrimci hareketlere ve onun dünya çapındaki yaşayan mirasına bir göz atmış. Aşağıdaki çeviride görüleceği gibi Sosyalist Küba’nın yardım ettiği, dayanışma içine girdiği örgütlerin, hükümetlerin hepsi de emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadele etmişler. Buradan ortaya çıkan bir gerçek de; devrimci Castro’nun emperyalist devletlerle mücadele etmeyen kuruluşlara destek olmadığıdır. Yaşadığımız coğrafyada bu sonuçtan ders çıkarması gereken, kendilerini “kurtuluş savaşçısı” olarak takdim eden çok kişi ve örgüt olduğunu biliyoruz.  Gerçek ulusal kurtuluşçular dünyanın hiçbir emperyalist devletine kendilerini zincirlemezler, geleceklerini onların gölgesinde aramazlar, onlara karşı mücadele ederler ve ancak dünyanın devrimci güçleriyle, sosyalist kuruluşlarla ittifak kurarlar.

1.       1. Güney Afrika’nın özgürleştirilmesi

Her ne kadar Angola 15 Ocak 1975 tarihinde Portekiz’den bağımsızlığını kazandıysa da, solcu Angola Halk Kurtuluş Hareketi (MPLA), Angola Ulusal Kurtuluş Cephesi (FNLA) ve Angola’nın Tam Bağımsızlığı İçin Ulusal Birlik (UNITA) arasındaki iç siyasi çatışmalar bu tarihten sonra tırmanışa geçmişti.
Gizli olmaktan çıkarılmış belgelere göre ABD, FNLA ve UNITA’nın finanse edilmesi ve desteklenmesi için 30 milyon dolar harcanmasıyla sonuçlanan bir CIA operasyonu yoluyla hegemonya elde etmeye çalıştı. Irk ayrımcı Güney Afrika hükümeti, istilalar, saldırılar ve Angola içindeki marksist güçlere karşı sabotajlar gerçekleştirmek suretiyle CIA operasyonunu destekledi.
Cuban soldiers, veterans of Cuito Cuanavale | Photo: The Greanville Post
Savaş esnasında Fidel’in öncülüğü altında 25 bini aşkın asker ve askeri danışman Angola’ya konuşlandırıldı ve bu girişim son kertede ülkenin bağımsızlığını kazanmasına yardımcı oldu.
1988 yılında MPLA, Küba’nın desteğiyle, altı aylık bir çarpışmanın ardından Cuito Cuanavale köyünde Güney Afrikalıları nihai olarak yenilgiye uğrattı. Bu çarpışma Güney Afrika açısından o denli hayatiydi ki, ırk ayrımcı hükümeti MPLA’ye ve onların Kübalı müttefiklerine karşı nükleer silah kullanmayı bile düşündü.
Küba, MPLA’nin Angola’nın geniş kesimleri üzerindeki kontrolünü savunmak ve komşu Namibya’nın bağımsızlığını desteklemek yoluyla, beyaz üstünlüğü yanlısı Güney Afrika’nın hırslarına gem vurdu. Savaş sonrasında da Küba, bir milyondan fazla Angolalıya okuma-yazma öğreten “Evet başarabilirim” programı gibi eğitim programlarıyla Angola’yı desteklemeye devam etti ve tıp ve takas programları sundu.
2.      2.  Irk ayrımcı Güney Afrika
Nelson Mandela hayattayken, Küba’nın Angola’da CIA destekli Güney Afrika’ya karşı yürütülen savaştaki desteğinden büyük bir ırk ayrımcılığı karşıtı zafer olarak bahsederdi. İkon olmuş Güney Afrikalı lidere göre Castro Küba’sı, beyaz egemenlerin yenilmezliği mitinin yıkılmasına yardım etti ve kendi ülkesinin Siyah nüfusuna ilham verdi.
Nelson Mandela with Fidel Castro in Matanzas, Cuba in 1991 | Photo: AFP
Mandela, 1990’ların başlarında Küba’yı ziyaret ettiği zaman “Küba halkının emperyalistlerin yönettiği, kirli bir kampanya karşısında bağımsızlığını ve egemenliğini korumadaki fedakârlıklarına hayranlık duyuyoruz” demiş ve eklemişti: “Biz de kendi yazgımızı kontrol etmek istiyoruz.”
İşte bu nedenle Küba, Mandela’nın hapisten çıktıktan sonra Afrika kıtası dışında ziyaret ettiği ilk ülke oldu.
Güney Afrikalı efsanevi lider, “Kübalılar bizim bölgemize doktorlar, öğretmenler, askerler, tarım uzmanları olarak geldi, ama asla sömürgeciler olarak gelmedi. Sömürgeciliğe, azgelişmişliğe ve ırk ayrımına karşı mücadelede bizimle aynı siperleri paylaştı” diyordu.
Mandela 1990 yılının Haziran ayında ABD’yi ziyaret ettiği zaman, Kübalı-Amerikalı topluluğundan sağcı protestocular tarafından, Fidel’i desteklediği için eleştirildi. Kendisine, komünizmi destekliyorsa Afrika’ya geri dönmesi gerektiği söylendi. Mandela liderliğindeki Afrika Ulusal Kongresi hiçbir zaman komünist olmayacaktı, fakat Fidel’e ve Küba Devrimi’ne, “bütün özgürlük sever insanların esin kaynağına” olan yakınlığı, sarsılmaz cinstendi.
“Yüzlerce Kübalı, öncelikli olarak kendilerinin değil bizim olan bir mücadelede gerçek anlamda canlarını verdi. Güney Afrikalılar olarak onları selamlıyoruz. Bu eşi görülmemiş özverili enternasyonalizm örneğini asla unutmayacağımıza ant içiyoruz.”
3.      3.  Salvador Allende’nin Şili’si
1970’li yıllarda solcu Salvador Allende Şili’de iktidara geldi ve ülkenin ekonomik ve sosyal temellerini dönüştürmeye, doğal kaynakları millileştirmeye, yoksullar için evler yapmaya ve sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimi geliştirmeye başladı.
Fidel Castro visits Salvador Allende in Chile. | Photo: AFP
1971 yılında Allende yönetimindeki Şili, Amerika Birleşik Devletleri’ne ve batı yarımküredeki devletlerin Küba’yla diplomatik ilişkiler kurmasını yasaklayan bir Amerikan Devletleri Örgütü protokolüne meydan okudu.
Bu, Fidel’in Şili’ye bir ay süren bir yolculuk yapmasına neden oldu. Fidel burada Allende’yle olan bağları güçlendirdiği gibi aynı zamanda işçilerle, öğrencilerle, köylülerle bir araya geldi ve solcu gösterilere katıldı.
Daha sonra 1973 yılında Fidel Allende’ye Şili’deki faşizme dikkat etmesini söyledi ve orduya çok fazla güvenmemesi yönünde onu uyardı.
Castro Allende’ye işçileri silahlandırmasını tavsiye etmişti. Daha ileride bu dönemi “Eğer her işçinin ve her köylünün elinde bunun gibi birer tüfek olsaydı, hiçbir zaman faşist bir darbe gerçekleşmezdi” sözleriyle hatırlayacaktı: “Bu, devrimciler için Şili’deki olaylardan çıkarılması gereken büyük bir derstir.”
Yaklaşık bu dönemlerde Fidel Allende’ye bir AK-47 silahı vermişti. Aktarıldığına göre Allende bu meşhur silahı, yaşamının son anlarına kadar La Moneda başkanlık sarayını savunmak için kullanacaktı.
Fidel ve Allende, Augusto Pinochet’nin CIA destekli kötü şöhretli darbeyle Allende’yi devirdiği 1973 yılına kadar yoğun yazışmalar yaptı. İki lider, ülkelerinde siyasi süreçlerin nasıl geliştirileceği konusunda birbirine mektuplar yazıyordu. Fidel’in Allende’nin siyasi partisi olan Halk Birliği’nin üyelerine tavsiyeler verdiği bilinir.
Allende’yi deviren 11 Eylül darbesi sonrasında Fidel bir konuşma yaparak, solcu lideri “bütün faşist ordunun toplamından daha fazla haysiyete, daha fazla onura, daha fazla cesarete ve daha fazla kahramanlığa” sahip olduğu için övdü.
4.      4.  Emperyalizme Karşı Sandinistalar
Küba devriminin 1960’lardaki başarısı, Orta Amerika’da sağcı diktatörlüklere ve ABD emperyalizmine karşı mücadele eden solcu toplumsal hareketlerde ve gerilla hareketlerinde bir kabarmanın kıvılcımını çaktı. Bu grupların çoğu Küba örneğinden ilham aldığı gibi, aynı zamanda Fidel’in Küba’sından doğrudan destek de alıyordu. Bunların arasında Dominik Cumhuriyeti, El Salvador, Guatemala, Haiti, Panama ve elbette Nikaragua’daki gruplar vardı.
Fidel Castro and Sandinista leader Daniel Ortega are received by Spanish President Felipe Gonzalez 
in 1984 | Photo: EFE
1960’lı yıllarda kurulmuş olan Nikaragua Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi, 1979 yılında Anastasio Somoza’nın ABD destekli diktatörlüğünü devirdi, kitlesel okuryazarlık ve sağlık kampanyaları başlattı ve ülkedeki cinsiyet eşitliğini ve ekonomik eşitliği çarpıcı düzeyde arttırdı. Fakat Latin Amerika’daki pek çok başka örnekte olduğu gibi, 1980’lerin başı itibariyle CIA, ülkedeki Kontralar diye bilinen sağcı ölüm mangalarını finanse etmeye başladı.
Fidel’in Küba’sı Sandinistaları 1960’ların sonlarında desteklemeye başlamış, gerilla liderlerine eğitim vermişti. Devrim sonrası dönemde bu destek genişleyerek eğitim ve sağlık alanlarını da içine aldı. ABD’nin müdahalesinin ve sağcı şiddetin artışıyla Küba, emperyalizme karşı savaşında Sandinistalara silah ve lojistik destek de sağladı.
5.       5. Bolivarcı Devrim
Yakın zamanda hayatını kaybeden eski Venezuela lideri Hugo Chavez, Latin Amerika’nın 21. yüzyıla getirilmesine yardımcı oldu. Chavez, 1999 yılında devlet başkanı olduktan sonra bölgenin “pembe istikamet”inde kilit konumdaydı ve bir yandan milyonlarca insanın hayatını dönüştüren sosyal politikaları hayata geçirirken, diğer yandan kıta çapında ABD emperyalizmine karşı çıkıyordu.
Fidel Castro and Venezuelan leader Hugo Chavez | Photo: EFE
Chavez’in öncülük ettiği Bolivarcı devrim hızla Latin Amerika çapına yayıldı ve başka devrimci liderlerin yanı sıra, dünyanın ilk Yerli devlet başkanı olan Evo Morales ile Ekvador lideri Rafael Correa’ya ilham verdi. Chavez bir keresinde, hayati önem taşıyacak şekilde Fidel’i “ustası” olarak tanımladı.
Bugün Küba ve Venezuela, enerji yönetiminden sağlık, eğitim ve tarım alanlarındaki sosyal programlarda işbirliğine kadar, kelimenin gerçek anlamıyla tüm sanayilerde ve sektörlerle ikili ilişkilere sahip. Küba devriminin – ve şimdi Bolivarcı devrimin – ideallerini mükemmel bir şekilde yansıtan bu tür programlardan biri, Operasyon Milagro. 2004 yılında iki ülkenin hükümetleri tarafından başlatılan Operasyon Milagro, her iki ülkede ve Küresel Güney çapındaki 34 başka ülkede görme bozukluğu olan kişilere parasız sağlık hizmeti sundu.
Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro 2015 yılında, “Bu, kıta çapında ve Afrika da dâhil olmak üzere kıta ötesinde son derece yaygın hale gelmiş, o denli güçlü bir misyondur ki, Fidel ve Chavez’in koyduğu 6 milyon hasta hedefine varmaya yaklaşıyoruz” demişti.
2008 yılında, o tarihte dışişleri bakanı olan Maduro, Chavez’in düşüncelerini yansıtmış, 1959 Küba Devrimi’ni hem 20. hem de 21. yüzyıllarda “gerçek siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel bağımsızlığın yolunu” etkileyen bir devrim olarak tanımlamıştı.
Maduro bu yorumları, Küba-Venezuela Siyasi İstişare Grubu’nun parçası olarak Küba’daki bir heyete liderlik ederken yapmış ve şu sözleri sarf etmişti: “Bizim ilişkimiz, kurucu babalarımızın hayal ettiği gibi tek bir halk, tek bir ülke haline gelmemizi sağlayan derin, geçmişi olan, stratejik bir kardeşliktir.”
Kaynak:
http://www.telesurtv.net/english/analysis/5-Times-Fidel-Proved-He-Was-a-True-Internationalist-20160812-0015.html
13.08.2016
Çev: Selim Sezer
medyasafak




25 Kasım 2016 Cuma

Türkiye’nin Düşürüldüğü Sarmaldan Çıkışı

Türkiye, 70'li yıllarda oldukça popüler olan “Asiye nasıl kurtulur” oyununda olduğu gibi herkes tarafından kurtarılmaya çalışılıyor. İçinde bulunduğumuz durumun ne kadar farkındayız ya da farkına varmak istiyoruz bilemiyorum. Hem siyasi, askeri, güvenlik, toplumsal, sosyal hem de ekonomik sahalarında büyük sorunlarla karşı karşıyayız. Söz konusu alanlardaki sorunları çözmenin sihirli bir formülü yok ya da bu sorunların bir anda bıçakla kesilir gibi kesilip atılması da mümkün değil. Türkiye’nin mevcut şartlar altında düzlüğe çıkması epey zaman alacağa benziyor. Tabii bunun için Türkiye’yi yönetenler büyük düşünmek ve çok yönlü bir politika ve strateji üretmek, uygulamak durumundalar. Yapabilirmiyiz, tabii ki yaparız. Bunu başaracak entelektüel birikime ve insan kaynağına sahibiz. Ayrıca jeopolitik/jeostratejik avantajlarımız bize bu konuda çok yardımcı olduğu gibi, kaynaklarımız, nitelikli insan gücümüz, bilgi birikimimiz bütün bu sorunların üstesinden gelmemizi sağlayacak bir olanak sunuyor Türkiye’yi yönetenlere ve yönetmeye talip olanlara.
 
ABD'nin en büyük uğraşısı önümüzdeki yüzyılda küresel hakimiyetini sürdürmek. Bunun için de stratejisi hem Çin’i hem de Rusya’yı çevrelemek, onların pazara, hammadde ve enerji kaynaklarına erişmesini önlemek, Rusya ile Çin’in işbirliğinin önüne geçmektir. Bu maksatla Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Karadeniz, Kafkaslar, Doğu Avrupa, Hazar Havzası, Orta Asya, Baltık bölgesinde kendine uygun düzenlemeleri yaparak, bu bölgeleri ve İsrail’i emniyete alarak Asya-Pasifik bölgesine yani Çin ile asıl kapışmanın yapılacağı yere dönmek istiyor. Yığınağını da buna göre yapmaya çalışıyor. Ama bundan önce kritik bölgelerde yani arka bahçesi olarak adlandırıldığı bölgelerde  gerekli güvenlik ve emniyeti alması gerekiyor.
 
Bu durumda ABD’nin iki önemli müttefike ihtiyacı var bölgede. Bunlardan birisi Rusya Federasyonu. ABD, önümüzdeki yüzyılda küresel hakimiyetini sürdürebilmek için Rusya’ya ihtiyacı var. Rusya olmaksızın arka bahçesi olarak adlandırdığı bölgeyi bırakıp Asya-Pasifik bölgesine dönemez. Zaten Çin ve Rusya’yı güçlü ordusu, daha çok da dünyanın her yerinde boy gösteren çok güçlü donanmasıyla kontrol etmektedir. Yani kritik bölgelerde kara ve hava gücü bulundurarak, kaos yaratarak, iç savaş çıkartarak vb. ile deniz ulaştırma hatlarını, kritik boğaz ve geçitleri kontrol altında tutarak bu amacını gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Ancak bütün bu tedbirler ekonomik çöküşü engellemeye veya Çin’in ekonomik yükselişini durdurmaya yetmeyecektir. Bunu için Rusya’ya ihtiyacı vardır.
 
İkinci olarak ihtiyaç duyduğu müttefik ise Türkiye. ABD, Türkiye’yi ya da Türkiye’nin bütünlüğünü hedef alan bir politika ve stratejiyle, bölgede PKK/PYD/YPG ve İran’ı kullanarak veya IŞİD tipi terör örgütlerini devreye sokarak arka bahçesini düzenleyip emniyete alamaz. Bunu sağlamak için Türkiye’ye, hem de iç barışını sağlamış, laik, demokratik Türkiye’ye, ekonomik sorunlarını halletmiş bir Türkiye’ye ihtiyacı var. Komşularıyla barış içinde yaşayan bir Türkiye olmadan Ortadoğu ve civarındaki bölgelerin ABD için tehditlerle dolu olduğunun bilinmesi gerekir. Yeni ABD yönetimine bu anlatılmalı ve ikna edilmelidir. 
 
Bu husus ABD’nin bölgede PKK/PYD/YPG’yi desteklemesine, Kürt koridoru ve sonrasında birleşik bir Kürt Devleti tesis etme yani ikinci bir İsrail yaratma projesinden vazgeçmesiyle sonuçlandırılmalıdır. Bu strateji bölgeye barış ve huzur getirecek, ABD’nin Asya-Pasifik’e yoğunlaşmasını sağlayacaktır. Bundan sonraki yazılarımda Rusya-Türkiye işbirliği, İran’ın bölgedeki tutumu ve Çin konusu ayrı ayrı analiz edeceğim. (22.11.2016)

***

Türkiye’nin içine itildiği/düşürüldüğü sarmaldan çıkışında etkili olabilecek ve ülkemizi düzlüğe çıkmasına yardımcı olabilecek en önemli aktörlerden biri de Rusya Federasyonu’dur. Diğer bir ifadeyle Türkiye-Rusya ilişkileri ve işbirliği ülkemiz açısından hayati değerdedir. Tabii aynı ihtiyaç Rusya açısından da geçerlidir. Türkiye-Rusya işbirliğinin stratejik bir çerçeveye oturtulması hem Rusya hem Türkiye hem de bölgemiz bakımından olmazsa olmaz bir şarttır.

Rusya Federasyonu’nun bütünlüğünü korumuş, laik, demokratik, iç sorunlarını çözmüş, komşularıyla barış içinde yaşayan, ABD, Avrupa, Çin, İslam dünyası ve Türk devletleriyle ilişkileri ve işbirliği çok iyi bir Türkiye’ye her zamankinden çok ihtiyacı var. İçeride PKK terörü dahil bütün radikal örgütleri kontrol altına almış, ekonomisi, toplumsal ve sosyal yapısı gelişmiş bir Türkiye, Rusya Federasyonu’nun bekası için, bunun sadece güvenlik açısından söylemiyorum, aynı zaman da ekonomik anlamda da ifade ediyorum, hayati öneme haizdir. Yani böyle bir Türkiye, Rusya Federasyonu’nun milli çıkarları açısından hayati önemdedir.

Türkiye’nin içinde bulunduğu sarmal ve gelecekte de meydana gelebilecek gelişmeler dikkate alındığında bu stratejik işbirliğinin hayatiyeti daha iyi anlaşılır sanırım. Türkiye’nin ABD ve Batı karşısında bir denge oluşturmasının yanı sıra ekonomik, güvenlik vb. temel sorunlarının çözümünde seçenek yaratması açısından da son derece önemlidir bu işbirliği. Türkiye-Rusya stratejik işbirliği her iki ülke açısından da diğer ülke ve yapılarla işbirliklerinin bir alternatifi olmaktan çok iki ülkeyi daha güçlü kılacak ve insiyatifi ellerinde bulundurmalarını sağlayacak bir alternatif.

Rusya hem ekonomik çıkarları hem de güvenlik ve bekası için (Karadeniz’in, Kafkasların; Hazar havzasının, Orta Asya’nın, Doğu Akdeniz’in, Doğu Avrupa ve Balkanların, içindeki Müslüman toplulukların emniyet ve güvenliği, terörü önlemek için) güçlü bir Türkiye’ye ve kendisiyle bu konularda işbirliği yapacak bir Türkiye’ye ihtiyaç duyuyor.

Türkiye’nin de ekonomik olarak büyümeye, ABD ve Batı’nın kendisini hapsetmeye çalıştığı deli gömleğinden kurtulmaya, enerjisi ve kaynaklarını tüketen terörü bitirerek iç barışı ve komşularıyla barışı sağlamaya, güçlü bir ekonomiye, güçlü bir silahlı kuvvetlere ihtiyacı var. Bu ihtiyacı ABD ve Batı’dan sınırlı ölçüde ya da onların vermek istedikleri oranda karşılayabilen Türkiye’nin seçenek bulmaya ve yaratmaya ihtiyacı var. İşte bu seçeneklerin en önemlilerinden biri de Rusya Federasyonu’dur.

Türkiye’nin ve Rusya’nın içinde itilmeye çalışıldığı ortamdan kurtulmaları onların sorunların çözümünde başka seçenekler yaratmaları ile mümkün olabilecektir. İki stratejik işbirliği bu seçenekleri yaratma açısından çok önemli olduğu gibi iki ülke arasında oluşabilecek problemlerin bir krize dönüşmeden çözümüne de imkan verecektir.

Türkiye-Rusya stratejik işbirliği iki ülkenin birbirlerini tamamlamasına hizmet edecek ve ABD ve Batı karşısında her ülkenin de acze düşmesini ve onların öne sürdüğü koşullara boyunlarını bükerek razı olmalarını önleyecektir. Böyle bir işbirliğinin yaratacağı geniş seçenekler her iki ülkeyi de ABD ve Batı dayatmaları karşısında çok daha güçlü konuma getirecektir.

Türkiye ve Rusya Federasyonu önlerine serilen ve şartların/mecburiyetlerin önlerine getirdiği stratejik işbirliği konusunda gecikmeden, kararlı adımlar atmalı kendilerine geçirilmeye çalışılan boyunduruktan bir an önce kurtulmalıdır. (23.11.2016)

***
Türkiye’nin içine düşürüldüğü sarmaldan çıkışını sağlayacak seçenekleri, işbirlikleri ve stratejik ittifakları, bölgesel ittifak konularını irdeliyoruz birkaç gündür. Amacımız mevcut ittifaklara alternatif yaratmadan çok ülkemizin önünde yeteri ölçüde hatta bir çok ülkenin imrenerek baktığı seçeneklerimiz olduğunu ortaya koymaktır. Türkiye, ABD ve Batı’nın kendisine biçtiği yolu, hele hele bekasını tehlikeye atacak politika/stratejileri takip etmek mecburiyetinde değildir. Türkiye’nin kendi milli çıkarlarını, bekasını korumak için çok sayıda seçeneği vardır. Dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmeler bu seçeneklerin her gün daha da artmasını sağlamaktadır. Yeter ki görebilelim ve anlayıp seçebilelim.

İPEK YOLU PROJESİ

ABD önümüzdeki yüzyılda küresel güç olmaya devam etmek için var gücüyle mücadele ediyor. Bunun için de ekonomi kadar silahlı kuvvetlerini kullanıyor. Bütün deniz ulaştırma hatlarını, kritik boğaz ve geçitleri güçlü donanmasıyla kontrol ediyor. Kendisine rakip olarak gördüğü ve her geçen gün devasa bir üretim ve tüketim gücüne ulaşan Çin’in önünü kesmeye, onun küresel güç olmasını engellemeye yönelik tedbirler alıyor. Genel olarak baktığımızda Çin’in askeri gücü özellikle de donanması şimdilik ve belki bir süre daha ABD ile mukayese edilemeyecek durumda. Çin de ABD’nin önünü kesmeye çalıştığının, askeri ve ekonomik gücünün farkında. Bu konuda önemli tedbirler alıyor. Özellikle de enerji ve hammadde teminini ve pazara ulaşmasını sağlayan ulaştırma hatlarının kesilmesi durumunda en azından donanma olarak belli nitelik ve niceliğe ulaşıncaya kadar kullanabilmek üzere hazırlıklar yapıyor. Bu konuda başlattığı Çin’den Avrupa’nın kuzeyindeki ülkelere kadar uzanan “Bir Yol Bir Kuşak” olarak adlandırılan İpek Yolu Projesi, ekonomik olduğu kadar aynı zamanda bir dayanışma, ittifak ve ABD’nin yaptırımlarına karşı bir ortaklık yaratma projesidir. Bu proje İpek Yolu üzerinde bulunan ve Çin’in hammadde, petrol, doğal gaz temin ettiği ve Çin mallarının pazarlarını oluşturan ülkelerle, bölgelerle kesintisiz bir ulaşım sağlamayı hedefliyor. Bu ülkelerle, oto yol, demiryolu, petrol ve doğal gaz boru hatları, limanlar, üretim tesisleri ( hem tarım hem de sanayi ve hizmet sektöründe ortak yatırımlar) öngörüyor. Devasa bir proje. 21 trilyon dolarlık bir proje bu. Türkiye’nin önündeki çok önemli fırsatlardan ve seçeneklerden biri bu proje.

TÜRKİYE’YE İHTİYAÇ VAR

Söz konusu projenin hayata geçirilmesinde Türkiye’nin çok önemli bir rolü olduğunu söylemeliyim. Türkiye böylesi büyük fırsatı çok iyi değerlendirmelidir. Bu projenin uygulanması için özellikle bizim bulunduğumuz bölgede bütün, laik, demokratik, iç barışını halletmiş ve komşularıyla barış içinde yaşayan bir Türkiye’ye ihtiyacı vardır Çin’in.

Türkiye’nin yapması gereken bütün bunları Çin’e anlatmak ve Çin’in bölge sorunlarında önemli bir aktör olmasını sağlamaktır. Çin’in söz konusu projeyi gerçekleştirmek için Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumu ve sahip olduğu birikim Çin için hayati önemdedir. Türkiye bu özelliklerini çok iyi kullanmalı ve Çin ile işbirliğini sadece alanda değil, savunma dahil daha geniş bir spektrumda ele almalıdır. Türkiye’nin Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Balkanlar, Doğu Avrupa, Karadeniz, Kafkaslar, Hazar Havzası, Orta Asya, Basra Körfezi gibi dünyanın en kritik bölgelerinin merkezinde yer alması ülkeye eşsiz bir jeopolitik önem kazandırmaktadır. Ayrıca bu bölgelerin petrol, doğal gaz ve hammadde kaynaklarını, pazarları ihtiva etmesi bu eşsiz jeopolitik değeri daha da önemli kılmaktadır. Türkiye’nin Müslüman dünya ile olan yakın ilişkileri ve Orta Asya ile olan bağlantısı onun önemini daha da artırmaktadır.

Türkiye Çin ile işbirliğinin sunduğu olanakları ve önüne kadar gelen seçeneği çok iyi kullanmalıdır. Çin seçeneği Türkiye’nin düze çıkmasında hatta sıçrama yapmasında çok önemli bir seçenektir. (24.11.2016)

İsmail Hakkı PEKİN
Aydınlık