Ülkemizde, sinemacılıkta,
10 yıl içinde meydana gelen gelişimi incelemek ve Cumhuriyet döneminin her
konuda olduğu gibi bu konuda da gösterdiği ilerlemeyi saptamak için meseleyi
önce:
Sinemacılık
Filmcilik
diye ikiye ayırmak ve
gözlerimizi biraz daha geriye çevirmemiz gerekir. Türk sinemacılığı, zaman
itibariyle Türk filmciliğinden daha eski olduğu için önce, ondan bahsedelim.
Seyyar
Sinemalar
Sinema, birçoğumuzun
bildiği gibi, hayallerin göz önünden birbiri ardınca süratle geçmesi ve ayrı
kareler içindeki resimlerin, bu sürat sayesinde aradaki bölmelerin kaybolmasını
sağlayarak, perde üzerinde yaşamdaki hareketlerin aynını meydana getirmesi
esasına dayanılarak, Lumiére Kardeşler isminde Fransız iki kardeş tarafından,
bundan 40 yıl önce keşfedilmiş ve bu keşif Amerika’da geliştirilerek ortaya
konmuştur.
İlk sinema şeritleri çok
kısa, beyaz perdeler çok küçüktü; hayalleri yansıtan makineler asetilen
aracılığı ile aydınlatılırdı. İşte bu durumda bulunan sinema, dünyanın her
yerinde gösterilmeğe başlanmış ve o arada ülkemize de getirilmiştir. Fakat o
zamanlar sinema, bir varyete numarası gibi diyar diyar dolaştırılır, bu işin
girişimcileri bir süre bir ülkede kalırlar, sonra da diğer ülkelere giderlerdi.
Türkiye’ye
seyyar sinema, ilk defa 1902 yılında Koska’da Yeşil Tulumba’da bir kahveye getirilmiştir.
Bunu getiren bir “seyyar cambaz”dı. Makinesi gayet küçüktü ve
yanındaki 3 film 50’şer metrelikti.
1903 yılında, şimdi Şehzadebaşı’nda Şark
Kıraathanesi’nin bulunduğu binaya ikinci bir seyyar
sinema getirilmiş, birer kısımlık filmler halka 3 kuruşluk giriş ücreti ile
gösterilmiştir.
Bunu izleyerek, Beyoğlu ve İstanbul tarafında bu işe girişenler çoğalmış,
yer yer seyyar sinemalardan yararlanarak müşteri çekmeye çalışan gazino ve
kahvehane sahipleri çıkmıştır. Bu arada, Sigsmond Weimberg ismindeki fotoğrafçı, hariçten kendisine
müracaat eden sinemacılarla bir anlaşma yaparak, Ramazan’da İstanbul’da, diğer
zamanlarda Beyoğlu’nda birer ikişer kısımlık filmler gösterebilmek için bazı
düzenlemeler yapmıştır. Fakat bunlar, yukarıda da söylediğimiz gibi, hep seyyar
makinelerle yapılan geçici girişimlerden ibaretti.
Yerli
Sinemalar
Ülkemizde,
ciddi olarak, ilk yerli ve sabit sinema Meşrutiyet’in
ilanından sonra kurulmuştur. O zaman Tepebaşı’nda,
şimdiki “Garden Bar” binasının yerinde, İttihat ve Terakki sergisi olarak
kullanılan bir yer mevcuttu. Bu yer, sergi bittikten sonra sinema olarak
kullanılmıştır. Burada, kemani Memduh Bey’in incesaz takımının eşliğinde “Pate” sinema şirketinin filmleri gösterilmeye
başlanmıştır. Halkın buraya fazla ilgi gösterdiğini gören Tepebaşı Bahçesi
kiracıları, sinemanın artık bir çocuk oyuncağı şeklinden çıkıp bir sanat haline
girmeye başladığını hissettikleri için, sinema makinesini, daha geniş olan
yazlık tiyatroya naklederek orada bir iki kısımlık komediler ve dramlar gösterimine
girişmişlerdir. Bütün bu işlerin esasını yukarıda sözünü ettiğimiz Sigsmond Weimberg hazırlamış olduğundan, ülkemizde ilk
gerçek sinemanın kurucusu, o zamanlar “Pate” şirketinin
temsilcisi olan bu şahıs sayılabilir.
Bu sırada, Beyoğlu
Caddesi’ndeki Odeon
Tiyatrosu bir gösteri salonu
halindeydi. Orayı tutan kiracı da, programına sinema ilavesine karar vermiş ve
oldukça dekolte filmler getirerek müşterilerine göstermiştir.
Diğer taraftan, o
zamanlar bir araba ahırı olan bugünkü Japon mağazasının yeri de bir salon
haline getirilerek “Şark Sineması” ismi
altında açılmıştır. Bu sırada, Weimberg, Kadıköyü’ndeki Kuşdili Tiyatrosu binasında da, sinema gösterimine başlamıştır.
Bunları takiben, Beyoğlu’nda Amerikan Sineması, Suriye Çarşısı’nda Santral Sineması açılmıştır. Lüksemburg Gazinosu da,
sinema salonu haline getirilmiştir.
Türk
Girişimciler
Yukarıda isimlerini
saydığımız sinema salonları faaliyette iken, Şehzadebaşı’nda Fevziye Kıraathanesi (Milli Sinema) adı altında,
ilk Türk girişimcileri Cevat ve Murat Beyler tarafından kurulmuş,
bundan 3 ay sonra da Kemal Bey
tarafından Sirkeci’de, Asadoryan Efendi tarafından da Pangaltı’da birer sinema açılmış ve bu
girişim, böylece, şehrin her yerine yayılmıştır.
Umumi Harp’te filmsizlik
yüzünden bazı sinemalar kapılarını kapamıştır. Mütareke esnasında, Türk
girişimcileri, doğal olarak pek fazla faaliyette bulunamamışlar, bu aralık bir
İtalyan şirketi tarafından Majik Sineması kurulmuş,
Milli Sinema kapanmış, ancak ordumuzun İstanbul’a gelmesi üzerine
tekrar açılmış ve o andan itibaren de Türk girişimcilerinin faaliyeti
artmıştır.
Bu sıralarda, İpekçi Kardeşler Beyoğlu Caddesi’ndeki
bir barın teşkilatını değiştirerek (Sine- salon- elektra) ismi altında bir salon
açmışlardır.
Cumhuriyet’in ilanı ile,
sinemacılığın geleceğinin çok parlak olduğunu gören Türk girişimcilerinden İpekçi Kardeşler, Elhamra Hanı’nın içindeki Elhamra Sineması’nı,
Mehmet Rauf Bey ve ortakları Opera Sineması’nı,
Kafkasyalı Sultanof Bey Melek Sineması’nı,
İstanbul’daki sinema salonu sahiplerinden Cevat
ve Kadri Beyler de Palas Sineması’nı
kurmuşlardır. Palas Sineması kurucuları Cevat ve Kadri Beyler, sinemacılığı
ikiye ayıran bir girişimde bulunmuşlar, “birinci gösteriş” faaliyetine ilaveten
bir de “ikinci gösteriş” faaliyeti ortaya koyarak, halkın zengin tabakasının
rağbet gösterdiği bu sınıfa diğer tabakanın da ilgisini çekmişlerdir.
En son olarak, Beyoğlu’nda Glorya, şimdiki Saray ve Artistik Sinemaları yapılmıştır.
İstanbul’dan
Başka Yerlerde
Ülkemizin en güzel
limanlarından biri olan İzmir’de,
Umumi Harpten önce ve Balkan Harbi başlangıcında, Milli Kütüphane yönetiminde,
Beyler Sokağı’ndaki Milli Sinema Türkler
tarafından işletilmekteydi.
İzmir
ve çevresindeki 40’tan fazla sinema, yabancıların ve Rumların elinde idi. Bu
güzel şehrimizin tekrar anavatanına kavuşmasından sonra oraya, ilk giden
sinemacılar, Umumi Harpte Merkez Komutanlığı sinema bölüğünde subay olarak
çalışan Cemil Şükrü ve kardeşi Tevfik Beylerdir ki, İkiçeşmelik’teki Ankara Sineması’nı açmışlardır.
Bundan sonra Sait Bey’in Irgatpazarı’nda kurduğu sinema açılmış
ve Rıhtımboyu’nda Mösyö Jülyen ve Piyer Döpollo tarafından Palas ve Sakarya Sinemaları kurulmuştur.
İzmir
ve
çevresindeki sinemaların tekrar faaliyete geçebilmeleri için maddi yardıma
gereksinim duydukları görülünce, bu önemli boşluğu doldurmak üzere, Şık ve Milli Sinema sahiplerinden Cevat
Bey İzmir’e gelerek Milli Sinema
film idaresini kurmuş ve onun meydana getirdiği düzen, gösterdiği kolaylık
sayesinde, İzmir Şehri içindeki Türklerin malı olan sinemalar, yabancı ellerde bulunan sinemalarla rekabet
etme olanağına kavuşmuşlardır. İzmir, Aydın, Balıkesir dolaylarındaki 30
sinemanın tekrar faaliyete başlamaları da yine, ancak bu şekilde
sağlanabilmiştir.
Cevat Bey’in Opera
Sineması müdürlüğüne seçilmesi üzerine, oradaki gençler kendisinin yokluğunu
hissettirmemek için daha fazla gayret göstermişler, Rıhtımboyu’ndaki bütün
sinemaları ellerine geçirmişlerdir. Bugün İzmir’de, başta Elhamra Sineması olmak üzere çok güzel sinema binaları mevcuttur.
Ankara’da ilk düzenli
sinema Fresko Efendi ile Kemal Bey’in girişimi üzerine açılmış,
hükümet merkezimiz, bugün İş Bankası’nın himayesiyle Yeni Sinema ve
Kulüp Sineması gibi iki mükemmel sinemaya sahip olmuştur.
Anadolu’nun diğer
şehirlerinde, ordu ve vilayet merkezlerinde yerel yönetimlerin yardımıyla ve
ordu komutanlarının girişimiyle umumi ve özel birçok sinema kurulmuştur.
Bunların sayısı 100’ü geçmiştir. Bunların 80’i sesli makinalarla donatılmıştır.
Memleketimizde sinemanın
gelişimini sağlayan vasıtalar arasında, Cumhuriyet yönetiminin bu işe
gösterdiği ilgi ve Cumhuriyet yasalarının içerdiği kolaylıklar başta gelir.
Bugün, Türkiye’de Balkan ahalisine göre, halkımız rahat, temiz ve en çağdaş
araçlarla donatılmış salonlarda sinema seyretmektedir.
Türkiye’de
Filmcilik
Memleketemizde film
yapmak konusunda atılan ilk adımı, Umumi Harp zamanında Müdafaa-i Milliye ve Malül
Gaziler Cemiyeti’ne borçluyuz. Müdafaa-i
Milliye Cemiyeti, Fehim Efendi, Raşit Rıza Bey ve Eliza Binemeciyan Hanımlar tarafından oynanan “PENÇE”yi,
Malül Gaziler Cemiyeti de Madam Blanş’ın
oynadığı “BİNNAZ” ve Raşit Rıza Bey tarafından oynanan “MÜREBBİYE”
filmlerini meydana getirdikleri gibi, Şadi Bey’e bazı küçük komediler de
yaptırmışlardır.
1922 yılında film tüccarı
Kemal Bey, “İSTANBUL’DA BİR FACİA-İ AŞK”ı,
bunu izleyerek de “NURBABA”,
“ATEŞTEN GÖMLEK”, “LEBLEBECİ
HORHOR AĞA”, “KIZKULESİ’NDE
BİR FACİA”, “SÖZDE KIZLAR” filmlerini yaptırmıştır. Kemal Bey’in bu girişimi, ülkede yepyeni bir sanatın meydana
getirilmesini sağlama konusunda ilk çabaları oluşturmuştur. Bu filmler o
tarihte on bin ile 12 bin lira arasında bir masrafla meydana getiriliyordu. En
fazla pahalıya mal olan “LEBLEBECİ
HORHOR AĞA”dır. Bunların çoğunluğunu Darülbedayi artistleri oynamışlar ve bir kısmında ordunun kıymetli
desteği büyük bir dayanak noktası oluşturmuştur. Örneğin, “ATEŞTEN
GÖMLEK”e İzmit’teki 18.Tümen büyük bir kuvvetle katılmıştır. Bir
kısım filmlerde de, bazı mülteci Rus kadın ve sanatkarları rol oynamışlardır.
“NURBABA” filmi yapılırken, Bektaşi Dervişleri’nin galeyana gelen taassubu güçlükle
yatıştırılmış, bunların Kemal Bey’i
öldürmek istemek konusundaki girişimleri güçlükle önlenebilmiştir. Film, ancak,
Milli Ordu İstanbul’a girdikten sonra tamamlanıp gösterilmiştir.
Kemal Bey’in Türk filmi
yapmak konusundaki çabaları, atölyesinin boşaltılmaya zorunlu kılınması
yüzünden sekteye uğramıştır. Ülkemizde yapılan sessiz filmler arasında, İpekçi Kardeşler’in girişimi ile
meydana getirilen “ANKARA
POSTASI” ve “KAÇAKÇILAR”
da mevcuttur. “KAÇAKÇILAR” çekilirken
meydana gelen kaza yüzünden çıkan dava
hala devam etmektedir.
Sesli sinemanın ortaya
çıkması ile ülkemizde film yapma girişimi daha fazla canlanmış, İpekçi
Kardeşler, dış görüntüleri şehrimizde alınan ve konuşma içeren bölümleri Paris’teki
bir stüdyoda yapılan “İSTANBUL
SOKAKLARI” filmini yapmışlardır.
Başka bir ülkedeki
stüdyoda film çevirme zorluğu, İpekçi Kardeşler’i İstanbul’da bir stüdyo kurma
girişimine yöneltmiş ve Nişantaşı’ndaki eski fırın binası stüdyoya
dönüştürülerek en son teknolojiye sahip makinalar getirilmiştir. İpekçi
Kardeşler’in bu stüdyoda yaptıkları filmler sırasıyla şunlardır: “BİR MİLLET UYANIYOR !”, “KARIM BENİ ALDATIRSA !”, “SÖZ
BİR ALLAH BİR”, “CİCİ BERBER”, “MİLYON
AVCILARI”, “LEBLEBECİ
HORHOR AĞA”dır. “CİCİ BERBER”, “MİLYON
AVCILARI”, “LEBLEBECİ
HORHOR AĞA” henüz
gösterilmediler.
Son olarak, Reşat Nuri Bey’in film yapılmak üzere yazdığı bir maceradan
çıkarılan bir senaryo ile bir film yapılmaya hazırlanılmaktadır.
Filmlerde oynayan
artistler arasında, Darülbedayi sanatkarları, tiyatronun etkisinden pek fazla
kurtulamadıkları için sinema aktörlüğüne pek uyamamaktadırlar. Bizde en iyi
film artisti olmak eğilimini gösterenler arasında, kısmen, Hazım Bey, Galip Bey, Vasfi Rıza Bey, Büyük Behzat Bey, Küçük Behzat Bey vardır. Fakat, geleceğin en iyi film aktörleri olacak
olanlar, özellikle erkeklerden Ferdi, Refik Kemal Beyler ve kadınlardan Feriha Tevfik,
Melek Hanımlardır.
Yazımızı bitirmeden önce
şunu da eklemeliyiz ki, Türk filmciliğinin korunması için hükümetimizin iki
konuda yardımı beklenmektedir. Yabancı ülkelere gönderilen Türk filmleri,
tekrar ülkemize girerken gümrük alınmaması ve ülke dahilinde bulunan
sinemalarda gösterilirken biletlerden alınan verginin azaltılması. Çünkü,
bugün, Arnavutluk, Mısır, Girit, Kıbrıs, Yunanistan gibi ülkelerden Türk
filmleri istendiği halde gönderilememektedir. Çünkü bunlara verilecek paralar,
ancak filmlerin tekrar ülkeye girdikleri zaman alınacak gümrük bedellerine
karşılık gelmektedir.
Bütün bu bilgiyi ve
koyduğumuz resimleri toplamakta bize çok değerli yardımları dokunan film
tüccarlarımızdan Kemal ve Şakir Beyler ile, sinema müdürlerinden Cevat Bey’e ve
İpek Film şirketine teşekkürler ederiz.
Cumhuriyet Gazetesi, 29.10.1933
Günümüz Türkçesi'ne Uyarlayan: IŞIK
“Kızkulesi’nde Bir
Facia” Filminden Bir Sahne
“İstanbul’da Bir Facia
Aşk” Filminden Bir Sahne
Sesli Film Almaya Mahsus
Makine
Ferdi Bey ve Melek Hanım
“Milyon Avcıları” Filminde
İpek Film Stüdyosunda
Film Developpe Etmeğe Mahsus Makina
“ATEŞTEN GÖMLEK”
Filminden Bir Sahne
“NURBABA” Filminden
Bir Sahne
Ferdi Bey ve Feriha
Tevfik Hanım Sesli “LEBLEBİCİ HORHOR ADAM” Filminde
Madam Genia Artinova “SÖZDE
KIZLAR” Filminde