"Deniz
Bey, o fotoğrafı çıkarıp bakmanın zamanı geldi!
Seçimler öncesi CHP'ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.
Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.
Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.
Bunu bir borç olarak görüyorum:
Deniz Bey lütfen hatırlayın:
19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen'in evindeydik.
Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.
Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan'ın ise Meclis'e girme umudu
kalmamıştı.
Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan'ın "milletvekili olmadan başbakan olma" önerisini
reddetmişti.
Türkiye'nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz "Tayyip Erdoğan başbakan olacak!" diye tutturdunuz.
Sizi "Çok tehlikeli bir oyun
bu!" diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, "Hayır!" dediniz "İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay
dayanamaz."
Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: "Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek
Erbakan'ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var.
Program Türkiye'yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz
gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi
hayatını bitirecek."
İki ay dayanamaz iddianızı, "görüşleri
gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar."
tezine oturttunuz.
Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize
yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet
partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş
birliğini daha sonra da sürdürdünüz.
O
zaman ben sizin Tayyip Erdoğan'la seçim öncesinde Beylerbeyi'nde
gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.
Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen,
Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.
Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin
doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe
bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.
Tartışmanın sonunda dediniz ki: "Bu
gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş
yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?"
Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın
Deniz Bey.
Ve düşünün; Meclis grubunda "Erdoğan'ı
başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!" diye
bas bas bağırmanıza değdi mi?
Erdoğan'la Beylerbeyi'nde gizlice buluşmaya
ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli
buluşmanın da tanığı var.)
Başbakan olmak, elbette Erdoğan'ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için
olağanüstü çaba harcamak CHP'nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık
kaldırılmadan.
Bir
milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa'yı değiştirip, grubu baskı
altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan'ı meclise sokmak ve
dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini
partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.
Size o gün söylediğim gibi, Türkiye'nin kaderini değiştirdiniz.
Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. "Öyle
değildi. Böyle konuşmadık." deyin.
Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr
edin.
Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.
Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya
kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.
Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma
huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.
Tayyip Erdoğan'ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin
manivelası oldunuz.
Daha önce Refah Partisi'nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları
bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..
Tayyip Erdoğan'ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek'lerin en
büyük şansı sizdiniz.
CHP'nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.
Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza
rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta
ısrarlı oldunuz.
Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş,
Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el
ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP'lileri, eski
ANAP'lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta
ısrar ettiniz.
Size defalarca "Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!"
dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.
Sağcıları ve sekreterinizi Meclis'e sokarken, İsmet Paşa'nın Avrupa
Konseyi'nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan'ı
Meclis dışında bıraktınız.
İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı
çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.
Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli
sosyal demokratlara.
Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.
Bad-el harab-ül Basra!"
Zülfü LİVANELİ
Vatan Gazetesi / 25.07.2007