Anafikir.gen.tr Editör Notu: Latin Amerika’da bölgesel yayın yapan, merkezi Venezuela-Caracas olan TeleSUR (La Nueva Televisora del Sur) ”Güneyin Yeni Televizyonu”, Castro’nun yaşamı boyunca ilham verdiği ve desteklediği emperyalizm karşıtı belli başlı devrimci hareketlere ve onun dünya çapındaki yaşayan mirasına bir göz atmış. Aşağıdaki çeviride görüleceği gibi Sosyalist Küba’nın yardım ettiği, dayanışma içine girdiği örgütlerin, hükümetlerin hepsi de emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadele etmişler. Buradan ortaya çıkan bir gerçek de; devrimci Castro’nun emperyalist devletlerle mücadele etmeyen kuruluşlara destek olmadığıdır. Yaşadığımız coğrafyada bu sonuçtan ders çıkarması gereken, kendilerini “kurtuluş savaşçısı” olarak takdim eden çok kişi ve örgüt olduğunu biliyoruz. Gerçek ulusal kurtuluşçular dünyanın hiçbir emperyalist devletine kendilerini zincirlemezler, geleceklerini onların gölgesinde aramazlar, onlara karşı mücadele ederler ve ancak dünyanın devrimci güçleriyle, sosyalist kuruluşlarla ittifak kurarlar.
1. 1. Güney Afrika’nın özgürleştirilmesi
Her ne kadar Angola 15 Ocak 1975 tarihinde Portekiz’den bağımsızlığını
kazandıysa da, solcu Angola Halk Kurtuluş Hareketi (MPLA), Angola Ulusal
Kurtuluş Cephesi (FNLA) ve Angola’nın Tam Bağımsızlığı İçin Ulusal Birlik
(UNITA) arasındaki iç siyasi çatışmalar bu tarihten sonra tırmanışa geçmişti.
Gizli olmaktan çıkarılmış belgelere göre ABD, FNLA ve UNITA’nın finanse
edilmesi ve desteklenmesi için 30 milyon dolar harcanmasıyla sonuçlanan bir CIA
operasyonu yoluyla hegemonya elde etmeye çalıştı. Irk ayrımcı Güney Afrika
hükümeti, istilalar, saldırılar ve Angola içindeki marksist güçlere karşı
sabotajlar gerçekleştirmek suretiyle CIA operasyonunu destekledi.
Cuban soldiers,
veterans of Cuito Cuanavale | Photo: The Greanville Post
Savaş esnasında Fidel’in öncülüğü altında 25 bini aşkın asker ve askeri
danışman Angola’ya konuşlandırıldı ve bu girişim son kertede ülkenin
bağımsızlığını kazanmasına yardımcı oldu.
1988 yılında MPLA, Küba’nın desteğiyle, altı aylık bir çarpışmanın ardından
Cuito Cuanavale köyünde Güney Afrikalıları nihai olarak yenilgiye uğrattı. Bu
çarpışma Güney Afrika açısından o denli hayatiydi ki, ırk ayrımcı hükümeti
MPLA’ye ve onların Kübalı müttefiklerine karşı nükleer silah kullanmayı bile
düşündü.
Küba, MPLA’nin Angola’nın geniş kesimleri üzerindeki kontrolünü savunmak ve
komşu Namibya’nın bağımsızlığını desteklemek yoluyla, beyaz üstünlüğü yanlısı
Güney Afrika’nın hırslarına gem vurdu. Savaş sonrasında da Küba, bir milyondan
fazla Angolalıya okuma-yazma öğreten “Evet başarabilirim” programı gibi eğitim
programlarıyla Angola’yı desteklemeye devam etti ve tıp ve takas programları
sundu.
2. 2. Irk ayrımcı Güney Afrika
Nelson Mandela hayattayken, Küba’nın Angola’da CIA destekli Güney Afrika’ya
karşı yürütülen savaştaki desteğinden büyük bir ırk ayrımcılığı karşıtı zafer
olarak bahsederdi. İkon olmuş Güney Afrikalı lidere göre Castro Küba’sı, beyaz
egemenlerin yenilmezliği mitinin yıkılmasına yardım etti ve kendi ülkesinin
Siyah nüfusuna ilham verdi.
Nelson Mandela with Fidel Castro in
Matanzas, Cuba in 1991 | Photo: AFP
Mandela, 1990’ların başlarında Küba’yı ziyaret ettiği zaman “Küba halkının emperyalistlerin
yönettiği, kirli bir kampanya karşısında bağımsızlığını ve egemenliğini
korumadaki fedakârlıklarına hayranlık duyuyoruz” demiş ve eklemişti: “Biz de
kendi yazgımızı kontrol etmek istiyoruz.”
İşte bu nedenle Küba, Mandela’nın hapisten çıktıktan sonra Afrika kıtası
dışında ziyaret ettiği ilk ülke oldu.
Güney Afrikalı efsanevi lider, “Kübalılar bizim bölgemize doktorlar,
öğretmenler, askerler, tarım uzmanları olarak geldi, ama asla sömürgeciler
olarak gelmedi. Sömürgeciliğe, azgelişmişliğe ve ırk ayrımına karşı mücadelede
bizimle aynı siperleri paylaştı” diyordu.
Mandela 1990 yılının Haziran ayında ABD’yi ziyaret ettiği zaman,
Kübalı-Amerikalı topluluğundan sağcı protestocular tarafından, Fidel’i
desteklediği için eleştirildi. Kendisine, komünizmi destekliyorsa Afrika’ya
geri dönmesi gerektiği söylendi. Mandela liderliğindeki Afrika Ulusal Kongresi
hiçbir zaman komünist olmayacaktı, fakat Fidel’e ve Küba Devrimi’ne, “bütün
özgürlük sever insanların esin kaynağına” olan yakınlığı, sarsılmaz cinstendi.
“Yüzlerce Kübalı, öncelikli olarak kendilerinin değil bizim olan bir
mücadelede gerçek anlamda canlarını verdi. Güney Afrikalılar olarak onları
selamlıyoruz. Bu eşi görülmemiş özverili enternasyonalizm örneğini asla
unutmayacağımıza ant içiyoruz.”
3. 3. Salvador Allende’nin Şili’si
1970’li yıllarda solcu Salvador Allende Şili’de iktidara geldi ve ülkenin
ekonomik ve sosyal temellerini dönüştürmeye, doğal kaynakları millileştirmeye,
yoksullar için evler yapmaya ve sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimi geliştirmeye
başladı.
Fidel Castro visits
Salvador Allende in Chile. | Photo: AFP
1971 yılında Allende yönetimindeki Şili, Amerika Birleşik Devletleri’ne ve
batı yarımküredeki devletlerin Küba’yla diplomatik ilişkiler kurmasını
yasaklayan bir Amerikan Devletleri Örgütü protokolüne meydan okudu.
Bu, Fidel’in Şili’ye bir ay süren bir yolculuk yapmasına neden oldu. Fidel
burada Allende’yle olan bağları güçlendirdiği gibi aynı zamanda işçilerle,
öğrencilerle, köylülerle bir araya geldi ve solcu gösterilere katıldı.
Daha sonra 1973 yılında Fidel Allende’ye Şili’deki faşizme dikkat etmesini
söyledi ve orduya çok fazla güvenmemesi yönünde onu uyardı.
Castro Allende’ye işçileri silahlandırmasını tavsiye etmişti. Daha ileride
bu dönemi “Eğer her işçinin ve her köylünün elinde bunun gibi birer tüfek
olsaydı, hiçbir zaman faşist bir darbe gerçekleşmezdi” sözleriyle
hatırlayacaktı: “Bu, devrimciler için Şili’deki olaylardan çıkarılması gereken
büyük bir derstir.”
Yaklaşık bu dönemlerde Fidel Allende’ye bir AK-47 silahı vermişti.
Aktarıldığına göre Allende bu meşhur silahı, yaşamının son anlarına kadar La
Moneda başkanlık sarayını savunmak için kullanacaktı.
Fidel ve Allende, Augusto Pinochet’nin CIA destekli kötü şöhretli darbeyle
Allende’yi devirdiği 1973 yılına kadar yoğun yazışmalar yaptı. İki lider,
ülkelerinde siyasi süreçlerin nasıl geliştirileceği konusunda birbirine
mektuplar yazıyordu. Fidel’in Allende’nin siyasi partisi olan Halk Birliği’nin
üyelerine tavsiyeler verdiği bilinir.
Allende’yi deviren 11 Eylül darbesi sonrasında Fidel bir konuşma yaparak,
solcu lideri “bütün faşist ordunun toplamından daha fazla haysiyete, daha fazla
onura, daha fazla cesarete ve daha fazla kahramanlığa” sahip olduğu için övdü.
4. 4. Emperyalizme Karşı Sandinistalar
Küba devriminin 1960’lardaki başarısı, Orta Amerika’da sağcı
diktatörlüklere ve ABD emperyalizmine karşı mücadele eden solcu toplumsal
hareketlerde ve gerilla hareketlerinde bir kabarmanın kıvılcımını çaktı. Bu
grupların çoğu Küba örneğinden ilham aldığı gibi, aynı zamanda Fidel’in Küba’sından
doğrudan destek de alıyordu. Bunların arasında Dominik Cumhuriyeti, El
Salvador, Guatemala, Haiti, Panama ve elbette Nikaragua’daki gruplar vardı.
Fidel Castro and
Sandinista leader Daniel Ortega are received by Spanish President Felipe
Gonzalez
in 1984 | Photo: EFE
1960’lı yıllarda kurulmuş olan Nikaragua Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi,
1979 yılında Anastasio Somoza’nın ABD destekli diktatörlüğünü devirdi, kitlesel
okuryazarlık ve sağlık kampanyaları başlattı ve ülkedeki cinsiyet eşitliğini ve
ekonomik eşitliği çarpıcı düzeyde arttırdı. Fakat Latin Amerika’daki pek çok
başka örnekte olduğu gibi, 1980’lerin başı itibariyle CIA, ülkedeki Kontralar
diye bilinen sağcı ölüm mangalarını finanse etmeye başladı.
Fidel’in Küba’sı Sandinistaları 1960’ların sonlarında desteklemeye
başlamış, gerilla liderlerine eğitim vermişti. Devrim sonrası dönemde bu destek
genişleyerek eğitim ve sağlık alanlarını da içine aldı. ABD’nin müdahalesinin
ve sağcı şiddetin artışıyla Küba, emperyalizme karşı savaşında Sandinistalara
silah ve lojistik destek de sağladı.
5. 5. Bolivarcı Devrim
Yakın zamanda hayatını kaybeden eski Venezuela lideri Hugo Chavez, Latin
Amerika’nın 21. yüzyıla getirilmesine yardımcı oldu. Chavez, 1999 yılında
devlet başkanı olduktan sonra bölgenin “pembe istikamet”inde kilit konumdaydı
ve bir yandan milyonlarca insanın hayatını dönüştüren sosyal politikaları
hayata geçirirken, diğer yandan kıta çapında ABD emperyalizmine karşı
çıkıyordu.
Fidel Castro and
Venezuelan leader Hugo Chavez | Photo: EFE
Chavez’in öncülük ettiği Bolivarcı devrim hızla Latin Amerika çapına
yayıldı ve başka devrimci liderlerin yanı sıra, dünyanın ilk Yerli devlet
başkanı olan Evo Morales ile Ekvador lideri Rafael Correa’ya ilham verdi.
Chavez bir keresinde, hayati önem taşıyacak şekilde Fidel’i “ustası” olarak
tanımladı.
Bugün Küba ve Venezuela, enerji yönetiminden sağlık, eğitim ve tarım
alanlarındaki sosyal programlarda işbirliğine kadar, kelimenin gerçek anlamıyla
tüm sanayilerde ve sektörlerle ikili ilişkilere sahip. Küba devriminin – ve
şimdi Bolivarcı devrimin – ideallerini mükemmel bir şekilde yansıtan bu tür
programlardan biri, Operasyon Milagro. 2004 yılında iki ülkenin hükümetleri
tarafından başlatılan Operasyon Milagro, her iki ülkede ve Küresel Güney
çapındaki 34 başka ülkede görme bozukluğu olan kişilere parasız sağlık hizmeti
sundu.
Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro 2015 yılında, “Bu, kıta çapında ve
Afrika da dâhil olmak üzere kıta ötesinde son derece yaygın hale gelmiş, o
denli güçlü bir misyondur ki, Fidel ve Chavez’in koyduğu 6 milyon hasta
hedefine varmaya yaklaşıyoruz” demişti.
2008 yılında, o tarihte dışişleri bakanı olan Maduro, Chavez’in
düşüncelerini yansıtmış, 1959 Küba Devrimi’ni hem 20. hem de 21. yüzyıllarda
“gerçek siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel bağımsızlığın yolunu” etkileyen
bir devrim olarak tanımlamıştı.
Maduro bu yorumları, Küba-Venezuela Siyasi İstişare Grubu’nun parçası
olarak Küba’daki bir heyete liderlik ederken yapmış ve şu sözleri sarf etmişti:
“Bizim ilişkimiz, kurucu babalarımızın hayal ettiği gibi tek bir halk, tek bir
ülke haline gelmemizi sağlayan derin, geçmişi olan, stratejik bir
kardeşliktir.”
Kaynak:
http://www.telesurtv.net/english/analysis/5-Times-Fidel-Proved-He-Was-a-True-Internationalist-20160812-0015.html
13.08.2016
Çev: Selim Sezer
medyasafak