Hüseyin ZERAY
"Beş Konak"
Tual Üzerine Yağlıboya
KİMLİK SİYASETİ: YURTTAŞLIKTAN KAÇIŞ 1
Alman
düşünür Hannah Arendt, faşizmin izlediği etnik ayrımcılık siyaseti karşısında
kimliğini ortaya koymanın bir yurttaşlık eylemi olduğunu söylemişti. Şüphesiz, Arendt’in
soykırımcılığa karşı duruşu ile kimlik siyasetlerinin ortak ulusal-toplumsal
değerlere ilişkin önerileri aynı zeminde yer almaz. Çünkü kimlik siyasetleri,
bir kültürel Balkanizasyon önermek suretiyle yurttaşlığın zeminini ortadan
kaldırmaya yönelirler. Kimlik siyasetini bir
“yurttaşlıktan kaçış” hareketi olarak tanımlamak mümkündür. Kimlik siyasetinin, kendisini ne kadar demokrasi ve yurttaşlık hakları
bağlamında tanımlarsa tanımlasın, savunduğu kimlikler konfederasyonu biçiminde
örgütlenmiş bir toplum hedefinin yurttaşlığın zeminini ortadan kaldırdığına
şüphe yoktur.
Kimlik siyaseti
tartışmasında iki boyutu birbirinden ayırmak gerekir. Birincisi, insanların
kendilerini çeşitli alt kültürlerin bir parçası olarak görmeleri, bunu ilan
edebilmeleri ve örgütlenebilmeleri hakkının kabulüdür. Her toplumda çok sayıda
etnik, dini, kültürel vs. alt grup vardır. Ve toplumsal gelişme sürecinde yeni
yeni alt kültürler ortaya çıkmaktadır. Bunların bastırılması ve tek tip bir
toplumun yaratılmaya çalışılması hem boşunadır, hem de yanlıştır. Bu açıdan
kimliklere özgürlük talebi özgürlükçü bir boyut içerebilir. Ancak
konumuzu oluşturan esas yön, yurttaşlık siyasetinin karşısına bir seçenek
olarak çıkarılmış olan kimlik siyasetinin kendine özgü nitelikleridir. İkinci boyut, bir kimlik grubunun haklarının
tanınması mücadelesi ile kimlik siyasetinin aynı şey olmamasıdır. İnsanın kendisini kamusal alana sunuşunu
indirgenmiş bir kimlik üzerinde kurgulamak iki açıdan eleştiriye açıktır.
Öncelikle, bir insanın kendini gerçekleştirmesi ve özgürleşmesi doğuştan
getirdiği atfedilmiş özellikleriyle değil, sonradan kazandığı yetenekleriyle
ilgili bir gelişme ve açılmayı anlatır. İkinci olarak, kimlik siyaseti toplamda
daha özgür bir toplumsal düzen kurabilecek insanları ötekileştirilmiş gruplara
böler ve sınıf kimliğini ve birliğini imkansızlaştırır. İkinci haliyle kimlik
siyaseti Amerikalı muhafazakar teorisyen Huntington’un medeniyetler çatışması
tezlerinin doğrulanmasına hizmet eder. Çünkü dünyayı dinler, mezhepler ve etnisiteler
üzerinden bakan kitlelerin çatışması kaçınılmazdır.
Kimlik siyaseti eleştirisi, özünde topluma
kimler olarak katılacağımız sorununa ilişkindir. Kendimizi topluma cinsel,
biyolojik, etnik ya da kapsayıcılığı son derece sınırlı bir sosyo-kültürel
varlık olarak mı sunacağız yoksa kazanılmış statülerimiz ile mi ? Bu açıdan kimlik siyaseti özellikle cinsel kimlikler
üzerinden özcülük yapmakla eleştirilmiştir. İnsanların kimliklerini
edinmelerindeki sosyal koşullara hiç değinmeyen ve salt psikolojik, bireysel
varoluşlar üzerinden ilerleyen bir kimlik siyaseti boyutu bulunmaktadır.
Şüphesiz söz konusu özcülük eleştirisi, cinsel kimliğin doğuştan geldiği
durumlar için geçerli sayılamaz. Bazı insanlar genetik ya da başka faktörler
sonucu kadın ve erkek kimliklerinin dışında cinsel kimliklere sahip
olmaktadırlar. Ancak konumuz açısından etnik, mezhepsel, kültürel vs.
kimliklerin özcülük boyutuna taşınması esas sorunu oluşturmaktadır. Öte yandan kimlik siyaseti, insanların mensup
oldukları kolektif kimlik grupları ile ilişkilerinin bağlamsallığını görmezden
gelir. İnsanların belirli bir kimlik grubu ile kurdukları aidiyet ilişkisi, “onların
pasaportları, doğum yerleri, konuştukları dil, mensup oldukları din, ırk ya da
kökenden bağımsız olarak, “öteki”nce algılamaları ile kendilerini ne olarak
hissettikleri arasındaki ilişkinin kırılma noktalarında ortaya çıkmaktadır.”
Yrd.Doç. Atakan HATİPOĞLU
Adnan Menderes Üniversitesi Siyaset Bilimi
ve Kamu Yönetimi
BİLİM ve ÜTOPYA / Mayıs 2015 / Sayı:251