CUMHUR REİSİ ATATÜRK
“Yeni Türkiye’nin kurucusu ve yapıcısı Cumhur
Reisi Kemal Atatürk’ün vefatı ile büyük bir asker, büyük bir devlet adamı ve
büyük bir lider dünyadan kaybedilmiş oluyor.
Mustafa Kemal 1919 yılında küçük Asya’daki
Türk ordusundan geriye kalanı kumanda ederek, millî hareketin liderliğini eline
aldığından beri Türkiye’nin tarihi, kendi yaşamının öyküsü olmuştur.
Cesareti ve vatanseverliği kendisini, ümitsiz
bir girişimin, yani zayıf, gücünü yitirmiş ve başlangıçta dağılmış bir milletin
muzaffer İtilâf devletlerinin kibirli taleplerine karşı direniş hareketinin başına
getirmişti. Yüksek ruhu ve kararlılığı sayesinde, herhangi bir kumandanın sinirini
kıracak zorlukları ve talihsizlikleri sarsılmaksızın atlatmıştır. Umumî Harp’de
Gelibolu yarımadasındaki kahramanlık destanı olan mücadelesi ve İstiklâl Harbindeki
davada yüksek dehası kendisine tam ve parlak zafer kazandırmıştır.
Türkiye, sekiz sene hemen hemen aralıksız devam
eden harpten dolayı, son derecede ezilmişti. Yolları, ticareti ve ziraati harap
ve perişandı.
Kürtlerin bulundukları eyaletlerde hükûmet
nüfuzu bulunmamaktaydı. Türkiye’yi Umumî Harbe sürükleyen İttihat ve Terakki Komitesi
artıkları, ülkeyi, kaçınılması mümkün görünmeyen felâketten kurtaran eski tenkitçilerini
kıskanıyorlardı.
Panislâmizm entrikacıları, kazanılan
zaferden heyecana geldiklerinden, Türkiye’yi tekrar aşırı İslâmcıların mızrak
başı yapacaklarını umuyorlardı.
Bu umutların nasıl kırıldığını, başarılı bir
askerin ve muzaffer bir kumandanın cesur, kuvvetli, aynı zamanda tedbirli ve
uzağı gören bir devlet adamı ve ıslahatçı olduğunu diğer bir sahifemizde ayrıntılı
olarak izah ediyoruz.
Eski usul teokrasinin başlıca kalesi
sayılan Türkiye’yi, zafer kazanmış bir halde çağdaşlaştırmayı ve laikleştirmeyi başarması herkesi
şaşırtmaktadır.
Atatürk, Türkiye’yi hasta adam sayarak,
bunun defin merasimi duasını birçok defa okumuş olan Avrupa’nın yetki sahibi
bir sürü adamını da yanıltmış oldu. Çünkü bunlar; Türk Milleti’nin gizli bir
takım yaylara sahip olup, bunların harekete geçerek devleti yeniden
canlandırması için, bir liderin parmağı ile dokunmasının yeteceğini
unutuyorlardı.
.
Türkiye’yi ziyaret eden Avrupalıların
birçoğunun aksine, bu cesur idealist adam, güzel hayaller beslemiyordu. Avrupalı
düşman ve çıkarlarına düşkün devletlerin arasında, etki ve güçten yoksun (kafes
arkasında oturan) padişahların debdebesi ve İslâmın kaderine hâkim olmak sevdası
kendisine hiç çekici gelmemiştir. Onun, açık ve sert bakış açısı; bunların
ölmüş bir imparatorluğun ve göçmüş bir âlemin artığından başka bir şey
olmadığını görmüştü.
İlgisini bunlardan çevirip, ordularının bel kemiği
olan Anadolu çiftçisine sevgiyle yöneltti. Padişahlarının davetlerine rıza
göstererek birçok kez tarlalarını ihmal eden ve kanlarını akıtan Anadolu
köylüsü, kaybedileceği muhakkak olan bir harpte, sanki kazanılacağı şüphesizmiş
gibi ayni sabır ve sebatla gayret göstermiştir. Artık Anadolu köylüsü, harpten
biraz istirahat etmesini ve kendi haline bırakılmasını istiyordu. Türkiye
kadınlarının da halini görmüştü. Zihinsel gelişmeleri genellikle körleştirilmiş
ve sosyal faaliyetleri gerçekten aydın Türklerden pek çoğunun onaylamadığı kanun
ve âdetler ile sınırlanmıştı.
Atatürk, onun radikalizmine karşı kafalarını
sallayan Türk olmayan Müslümanların onaylarının olmamasına bakmayarak, arkasını
doğuya ve yeni milleti Avrupa tarafına çevirdi. O Avrupa ki, o zamana kadar
Türkler, kendilerini düşman olarak görme anlayışıyla eğitilmişlerdi.
Atatürk’ün başarıları, sadece ülkesinin içeride Avrupalılaştırılmasıyla sınırlı kalmamıştır. Genellikle, bizzat telkin ettiği ve bazen yönettiği yeni
Türkiye’nin dış siyaseti, bu memleketi batılı ülkeler topluluğu arasına katmış ve
eski düşmanlarını kendisine dost yapmıştır.
Sovyet Rusya ile dostane ilişkiyi sürdürmek ihtiyatlılığında
bulunması; İngiltere ile mükemmel bir ilişki kurmasına engel olmamıştır.
Bir zaman kalıtımsal ve ebedî düşmanı
sayılan Yunanistan’la yaptığı anlaşma, ittifak semeresini vermiştir. Komşusu
Balkan ve batı Asya devletleri ile anlaşmalar imzalamıştır. Atatürk’ün
sayesinde Türk diplomasisi başarı üzerine başarı kazanmıştır.
1936 senesinde toplanan Montrö konferansında,
Türkiye harpte kaybettiğini müzakere ile geri alarak muzaffer olmuştu.
Son olarak da, yeni diplomatik yöntemler eskileriyle ustaca
birleştirilerek, İskenderun sancağını Türkiye geri almıştır. Bu meseleye
Atatürk’ün ne kadar önem ve ilgi gösterdiği, hastalığı başlamış olmasına rağmen
geçen yaz İskenderun sancağı sınırına yaptığı geziyle de kanıtlanmıştır. Fakat
bu gezinin sonu sağlığı için öldürücü olmuştur.
Bir zaman Avrupa’ya lüzumsuz girmiş bir
devlet sayılan Türkiye, Atatürk’ün liderliği altında Avrupa’nın iç
politikasının değerli ve ilerleme yanlısı bir üyesi olmuştur.
Türkler; bu hayret verici adamın yerine
geçecek birisini kolayca bulamayacaklardı. Bereket versin ki anılan kişi; diğer
millî liderler gibi eski arkadaşlarını uzaklaştıran, ya da mahveden vesveseli
ve kıskanç olmak hastalığına hiç uğramamıştı. Daima kendisini destekleyen güçlü
yardımcıları vardır. Kendisinin abidesi olan Türkiye’nin sosyal ve siyasî yeni
binası sağlam temeller üzerine kurulmuş görünüyor. Lâtin harflerinin kabulü,
kadınların hürriyeti, idare tarzının düzeltilmesi, yolların, maliyenin ve ziraat usullerinin iyileştirilmesi,
yeni ve insanî kanunların konulması öyle reformlardır ki, bunların arkasında bütün
Türk kamuoyu bulunuyor.
Aslında, bu reformlardan bazıları yerel
muhalefetlere karşı uygulanmış ve bu muhalefet, Cumhur Reisi tarafından bir savaş
şefi şiddet ve gayretiyle bertaraf edilmiştir.
Gerçekten, liberal düşünce sahibi birçok batılı;
ilk günlerdeki (otoriter) yöntemlerini, yerleştirdiği ve şiddetle muhafaza
ettiği bir parti sistemini iyi nazarla görmemişlerdir.
Lâkin ayrıntıya ve usule ait bu gibi eleştiriler;
plânını düşünüp tatbik ettiği Türk inkılâbının; vatandaşlarına eski idarelere
nazaran daha hür, daha mükemmel, daha emin bir hayat sağladığı gerçeğini örtemez.
Savaş ve ihtilâllerden doğan yeni Avrupa’nın
liderlerinden hiçbiri; Atatürk’ün karşılaştığı zorluğun daha büyüğüne maruz
kalmamış ve ondan daha fazla hizmet göstermemiştir.
Atatürk milletini matem içinde bırakıp gitti.
Türk milleti hiç olmazsa şunu bilerek teselli bulabilir: Türkiye’nin İngiltere’deki
eski düşmanları, şimdi Türklerin dostu olmuşlardır. Vaktiyle korkunç bir düşman
sayarak hayranı oldukları böyle bir büyük adamın vefatı ile Türkiye’nin ve
Avrupa’nın uğradığı kayıptan derin üzüntü duymaktadırlar.»
11.11.1938 Tarihli The Times
Gazetesi’nin Başyazısı
Kaynak: 15.11.1938 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi-
Sayfa:5
Günümüz Türkçesi'ne Uyarlayan: IŞIK