11 Kasım 2016 Cuma

11.11.1938 Tarihli The Times Gazetesi’nin Başyazısı



CUMHUR REİSİ ATATÜRK


   “Yeni Türkiye’nin kurucusu ve yapıcısı Cumhur Reisi Kemal Atatürk’ün vefatı ile büyük bir asker, büyük bir devlet adamı ve büyük bir lider dünyadan kaybedilmiş oluyor.

   Mustafa Kemal 1919 yılında küçük Asya’daki Türk ordusundan geriye kalanı kumanda ederek, millî hareketin liderliğini eline aldığından beri Türkiye’nin tarihi, kendi yaşamının öyküsü olmuştur.

   Cesareti ve vatanseverliği kendisini, ümitsiz bir girişimin, yani zayıf, gücünü yitirmiş ve başlangıçta dağılmış bir milletin muzaffer İtilâf devletlerinin kibirli taleplerine karşı direniş hareketinin başına getirmişti. Yüksek ruhu ve kararlılığı sayesinde, herhangi bir kumandanın sinirini kıracak zorlukları ve talihsizlikleri sarsılmaksızın atlatmıştır. Umumî Harp’de Gelibolu yarımadasındaki kahramanlık destanı olan mücadelesi ve İstiklâl Harbindeki davada yüksek dehası kendisine tam ve parlak zafer kazandırmıştır.

  Türkiye, sekiz sene hemen hemen aralıksız devam eden harpten dolayı, son derecede ezilmişti. Yolları, ticareti ve ziraati harap ve perişandı.

  Kürtlerin bulundukları eyaletlerde hükûmet nüfuzu bulunmamaktaydı. Türkiye’yi Umumî Harbe sürükleyen İttihat ve Terakki Komitesi artıkları, ülkeyi, kaçınılması mümkün görünmeyen felâketten kurtaran eski tenkitçilerini kıskanıyorlardı.

   Panislâmizm entrikacıları, kazanılan zaferden heyecana geldiklerinden, Türkiye’yi tekrar aşırı İslâmcıların mızrak başı yapacaklarını umuyorlardı.

   Bu umutların nasıl kırıldığını, başarılı bir askerin ve muzaffer bir kumandanın cesur, kuvvetli, aynı zamanda tedbirli ve uzağı gören bir devlet adamı ve ıslahatçı olduğunu diğer bir sahifemizde ayrıntılı olarak izah ediyoruz.

 Eski usul teokrasinin başlıca kalesi sayılan Türkiye’yi, zafer kazanmış bir halde  çağdaşlaştırmayı ve laikleştirmeyi başarması herkesi şaşırtmaktadır.

   Atatürk, Türkiye’yi hasta adam sayarak, bunun defin merasimi duasını birçok defa okumuş olan Avrupa’nın yetki sahibi bir sürü adamını da yanıltmış oldu. Çünkü bunlar; Türk Milleti’nin gizli bir takım yaylara sahip olup, bunların harekete geçerek devleti yeniden canlandırması için, bir liderin parmağı ile dokunmasının yeteceğini unutuyorlardı.
.
 Türkiye’yi ziyaret eden Avrupalıların birçoğunun aksine, bu cesur idealist adam, güzel hayaller beslemiyordu. Avrupalı düşman ve çıkarlarına düşkün devletlerin arasında, etki ve güçten yoksun (kafes arkasında oturan) padişahların debdebesi ve İslâmın kaderine hâkim olmak sevdası kendisine hiç çekici gelmemiştir. Onun, açık ve sert bakış açısı; bunların ölmüş bir imparatorluğun ve göçmüş bir âlemin artığından başka bir şey olmadığını görmüştü.

  İlgisini bunlardan çevirip, ordularının bel kemiği olan Anadolu çiftçisine sevgiyle yöneltti. Padişahlarının davetlerine rıza göstererek birçok kez tarlalarını ihmal eden ve kanlarını akıtan Anadolu köylüsü, kaybedileceği muhakkak olan bir harpte, sanki kazanılacağı şüphesizmiş gibi ayni sabır ve sebatla gayret göstermiştir. Artık Anadolu köylüsü, harpten biraz istirahat etmesini ve kendi haline bırakılmasını istiyordu. Türkiye kadınlarının da halini görmüştü. Zihinsel gelişmeleri genellikle körleştirilmiş ve sosyal faaliyetleri gerçekten aydın Türklerden pek çoğunun onaylamadığı kanun ve âdetler ile sınırlanmıştı.

 Atatürk, onun radikalizmine karşı kafalarını sallayan Türk olmayan Müslümanların onaylarının olmamasına bakmayarak, arkasını doğuya ve yeni milleti Avrupa tarafına çevirdi. O Avrupa ki, o zamana kadar Türkler, kendilerini düşman olarak görme anlayışıyla eğitilmişlerdi.

  Atatürk’ün başarıları,  sadece ülkesinin içeride   Avrupalılaştırılmasıyla sınırlı kalmamıştır. Genellikle,  bizzat telkin ettiği ve bazen yönettiği yeni Türkiye’nin dış siyaseti, bu memleketi batılı ülkeler topluluğu arasına katmış ve eski düşmanlarını kendisine dost yapmıştır.

 Sovyet Rusya ile dostane ilişkiyi sürdürmek ihtiyatlılığında bulunması; İngiltere ile mükemmel bir ilişki kurmasına engel olmamıştır.

 Bir zaman kalıtımsal ve ebedî düşmanı sayılan Yunanistan’la yaptığı anlaşma, ittifak semeresini vermiştir. Komşusu Balkan ve batı Asya devletleri ile anlaşmalar imzalamıştır. Atatürk’ün sayesinde Türk diplomasisi başarı üzerine başarı kazanmıştır.

  1936 senesinde toplanan Montrö konferansında, Türkiye harpte kaybettiğini müzakere ile geri alarak muzaffer olmuştu.

 Son olarak da,  yeni diplomatik yöntemler eskileriyle ustaca birleştirilerek, İskenderun sancağını Türkiye geri almıştır. Bu meseleye Atatürk’ün ne kadar önem ve ilgi gösterdiği, hastalığı başlamış olmasına rağmen geçen yaz İskenderun sancağı sınırına yaptığı geziyle de kanıtlanmıştır. Fakat bu gezinin sonu sağlığı için öldürücü olmuştur.

  Bir zaman Avrupa’ya lüzumsuz girmiş bir devlet sayılan Türkiye, Atatürk’ün liderliği altında Avrupa’nın iç politikasının değerli ve ilerleme yanlısı bir üyesi olmuştur.

  Türkler; bu hayret verici adamın yerine geçecek birisini kolayca bulamayacaklardı. Bereket versin ki anılan kişi; diğer millî liderler gibi eski arkadaşlarını uzaklaştıran, ya da mahveden vesveseli ve kıskanç olmak hastalığına hiç uğramamıştı. Daima kendisini destekleyen güçlü yardımcıları vardır. Kendisinin abidesi olan Türkiye’nin sosyal ve siyasî yeni binası sağlam temeller üzerine kurulmuş görünüyor. Lâtin harflerinin kabulü, kadınların hürriyeti, idare tarzının düzeltilmesi,  yolların, maliyenin ve ziraat usullerinin iyileştirilmesi, yeni ve insanî kanunların konulması öyle reformlardır ki, bunların arkasında bütün Türk kamuoyu bulunuyor.

  Aslında, bu reformlardan bazıları yerel muhalefetlere karşı uygulanmış ve bu muhalefet, Cumhur Reisi tarafından bir savaş şefi şiddet ve gayretiyle bertaraf edilmiştir.

 Gerçekten, liberal düşünce sahibi birçok batılı; ilk günlerdeki (otoriter) yöntemlerini, yerleştirdiği ve şiddetle muhafaza ettiği bir parti sistemini iyi nazarla görmemişlerdir.

  Lâkin ayrıntıya ve usule ait bu gibi eleştiriler; plânını düşünüp tatbik ettiği Türk inkılâbının; vatandaşlarına eski idarelere nazaran daha hür, daha mükemmel, daha emin bir hayat sağladığı gerçeğini örtemez.

 Savaş ve ihtilâllerden doğan yeni Avrupa’nın liderlerinden hiçbiri; Atatürk’ün karşılaştığı zorluğun daha büyüğüne maruz kalmamış ve ondan daha fazla hizmet göstermemiştir.

 Atatürk milletini matem içinde bırakıp gitti. Türk milleti hiç olmazsa şunu bilerek teselli bulabilir: Türkiye’nin İngiltere’deki eski düşmanları, şimdi Türklerin dostu olmuşlardır. Vaktiyle korkunç bir düşman sayarak hayranı oldukları böyle bir büyük adamın vefatı ile Türkiye’nin ve Avrupa’nın uğradığı kayıptan derin üzüntü duymaktadırlar.»

11.11.1938 Tarihli The Times Gazetesi’nin Başyazısı

Kaynak: 15.11.1938 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi- Sayfa:5

Günümüz Türkçesi'ne Uyarlayan: IŞIK