Hüseyin ZERAY
"Antalya"
Tual Üzerine Yağlıboya
KİMLİK SİYASETİ: YURTTAŞLIKTAN KAÇIŞ 2
Kimlik siyasetinin yükselişi genellikle ulus-devletlere
mal edilmiştir. Buna göre, ulus devletler uyruklarını ortak bir kimlik içinde
toplar ve onların milletleşme öncesi kolektif kimliklerini unutmalarını ister.
Bu mümkün olmadığı için, yani bir toplumu tek bir milletin kimlik şemsiyesi
altında toplamak mümkün olmadığından, kimlik siyasetleri ortaya çıkar. Bu
açıklama tarzı, neden ulus-devletin ortaya çıktığı tarihle, kimlik siyasetinin
ortaya çıkmasının koşut olmadığı sorusunu cevaplamaz. Eğer, kimlik siyaseti,
milli kimlikler etrafında toplanma projesinin başarısızlığının sonucuysa, neden
ortaya çıkmak için 1960’ların sonlarını beklemiştir? Etnik kimlik ve
mezhepçilik siyaseti, son tahlilde küreselleşme-ulus devlet çelişmesine oturur.
Ulus-devlet düşmanlığı üzerinden küresel mali sermayenin yedeğine giren kimlik
siyasetlerinin özellikle solculuk iddiası ile yan yana gelmesi imkansızdır.
Siyasal bir kuruluş olarak ulus, modernitenin bir ürünüdür. 16.yy.’dan başlayarak kapitalizm ve onun egemen sınıfı olan burjuvazi siyasal meşruiyet çerçevesini ulusal egemenlik kuramına
bağlı olarak ulus düşüncesinde ve ulus-devlet formunda kurmuştur. Ulus-devlet Fransız Devrimi ile yayılan tarihsel-sosyolojik bir kategoridir. 16.yüzyılda Batı’nın egemen üretim
biçimi haline gelmeye başlayan kapitalizm, 18.yüzyıldaki siyasal kurumlaşma sürecinde ulus’u devlet iktidarının meşruiyet temeli yapmış ve ulus-devlet formunu icat etmiştir.
Ulus-devlet ve demokrasi kavramlarının insanlığın kalıcı gündemine büyük burjuva devrimleri yoluyla ve kapitalizm, serbest rekabet, ulus, milliyetçilik, milli egemenlik, birey, insan hakları, parlamento vb. kavramlarla bir organik bütünlük içerisinde girdiği
görülür. Bu kavramların ideolojik ve kuramsal temelini Aydınlanma düşüncesi oluşturur. Aydınlanmanın hedefi cemaatlere, yörelere, kimliklere ya da
bireylere göre ayrı ayrı uygulanan hukuk yerine, bütün ülke sathında
keyfilikten, kısmilikten ve kişisellikten uzak biçimde herkese eşit uygulanacak
bir hukuk birliği kurmaktır. İşte kanunlar önünde eşit muamele gören
insanlara yurttaş, yurttaşlardan
oluşan birliği de ulus denilmiştir. Yurttaşlık ve ulus arasındaki bağ, kimlik
siyaseti tarafından kopartılmaktadır. Çok kültürlü konfederatif bir
toplumun çok hukuklu olması kaçınılmazdır ki, bunun, yurttaşlar toplumu olarak
adlandırılması artık mümkün değildir.
Kimlik siyasetinin yükselişine yol açan etmenlerden bir diğeri, hiç
şüphesiz, batı uygarlığının bir süredir yaşamakta olduğu krizdir. Yükselen her sistem
insanları toparlar, umudu ve yaratıcı enerjiyi teşvik eder. Çöken her sistem
çöker dağılır ve yozlaşırken yozlaştırır. Batıda
kimlik siyasetine kaçış, bir yozlaşmanın dışa vurumudur. Ne olduğunun ve ne
anlama geldiğinin anlaşılabilmesi için batıda tüm diğer yozlaşma faktörleri ile
birlikte düşünülmesi gerekir. Batıda toplumsal yozlaşmanın diğer görünümleri
arasında yaratıcılık kapasitesini ortadan kaldıran uyuşturucu, psikolojik
sorunlar, adi suçlar, yabancılaşma, atomizasyon, sosyal ilişkilerin
süreksizleşmesi ve ailenin çözülmesi gibi etmenler sayılabilir. Toplam olarak
bakıldığında kamusal insanın çöküşüne yol açan bu kriz faktörlerinin,
yurttaşlıktan kimliklere kaçışı teşvik eden toplumsal zemin olduğu
söylenebilir. Bu sonuncusunun anlamı kimliklere kaçışla birlikte
düşünülmelidir.
Kimlik siyaseti kendi taleplerini
demokratiklik kılıfında sunmaktadır. Ancak kimlik siyasetinin damga vurduğu
yerlerde demokrasinin zemini olan müzakere imkanı ortadan kalkmaktadır. Çünkü
kimlikler müzakere edilemezler. Bir Kürt partisi ancak Kürtlerin varlığı kadar
büyüyebilir. Kürdün Kürt partisine, Alevi’nin Alevi partisine oy vermeye
başladığı bir “demokraside” kimlikler esnemeyeceği için siyaset tıkanır,
müzakere zemini ortadan kalkar. İkinci olarak, kimlik siyaseti, siyasi partileri kamusal
sorunların esasına yabancılaştırmaktadır. Örneğin HDP’nin dünyasında toplumsal
bütünleşmeyi sağlamak veya ülkenin bilim politikası üzerine düşünmek esası
oluşturmaz.
Yrd.Doç. Atakan HATİPOĞLU
Adnan Menderes Üniversitesi Siyaset Bilimi
ve Kamu Yönetimi
BİLİM ve ÜTOPYA / Mayıs 2015 / Sayı:251