1 Ekim 2019 Salı

Çin, Rusya ve İran: Yeni Jeopolitik Düzenin Dayanakları




Konuya derinlemesine bakan yakın zamandaki bir makalesinde; analist Alistair Crooke, ABD’nin kurumsal olarak, İran’la sağlam bir anlaşma yapma gücüne sahip olmadığını öne sürüyor. Ulusal güvenlik danışmanı John Bolton’ın yakın zamanda görevden alınmasından önce yazılan makalede, Crooke on yıllarca süren yaptırımların, imkansız olmasa bile çözülmesi güç bir düğüm haline geldiğini savunuyor.

Bolton’ın görevden uzaklaştırılması, şüphesiz, ABD-İran ilişkilerinin düzeltilmesi potansiyeline sahip bir etken; ancak, iki ülke arasındaki ilişkinin doğasının belirlenmesinde, uzun süreli etkisi olacak diğer unsurlar da mevcut. Bu unsurlar, geçmişle ve yazarın görüşüne göre, daha da önemlisi gelecekle ilişki gösteriyor.

Bolton 1948 yılında doğdu. Dolayısıyla, İngiliz ve Amerikan CIA 1953 yılında İran lideri Mussadık’a karşı darbe düzenlediğinde henüz küçük bir çocuktu. Musaddık’ın yerine getirilen Şah, 1979 yılında  İslam Devrimi ile yıkılıncaya kadar, ülkeyi despotik bir terörizm ile yönetti. Amerikalılar, özellikle bu darbe nedeniyle İranlılar’ı hiçbir zaman affetmediler ve o tarihten beri bu ülkeye karşı her türden bir savaş sürdürdüler.

İçinde İran’ın nükleer güce sahip olma isteğine dair yanlış kanıtlar barındırıyor olsa da, 2015 yılında BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi (ABD, Almanya, İngiltere, Çin, Rusya, Fransa- IŞIK) artı AB ve İran arasında imzalanan JCPOA Anlaşması (Ortak Kapsamlı Eylem Planı Anlaşması ya da İran Nükleer Anlaşması- IŞIK) ile, uzun süredir iltihaplı bir yara haline gelen bu konuda bir çözüme ulaşılmıştı. Amerika’nın anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi, İran’ın ABD dış politikası hakkındaki şüpheci yaklaşımını, basit olarak çok çabuk doğrulamış oldu.

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunu’nun, İran’ın anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirdiğine dair olumlu raporlarına rağmen, ABD Mayıs 2018’de tek taraflı olarak anlaşmadan çekildi. Bu çekilmenin İsrail baskısından kaynaklanıp kaynaklanmadığı, Trump’ın kendine özgü dış politika girişimi olup olmadığı, diğer etkenler ya da  bu etkenlerin oluşturduğu bir kombinasyon olup olmamasının konuyla bir ilgisi yok. İranlılar ve gerçeği söylemek gerekirse diğer birçok ülke için, Rusya Devlet Başkan’ı Putin’in, Amerikalıların “anlaşma yeteneğine sahip olmadığı” gözleminin doğruluğu, basitçe söylemek gerekirse teyid edilmiştir. ABD’nin anlaşmadan çekilmesinin, bir dizi önemli sonuçları olmuştur.

ABD’nin “anlaşma yeteneğine sahip olmadığı”nı hükmeden sadece İran değil. Bizzat bir ABD darbe girişiminden kurtulan Türk lider Recep Erdoğan, ülkesini ABD ekseninden uzakta yeniden konumlandırmak için istikrarlı biçimde bir dizi girişimde bulundu. Bu girişimler içinde, İran’la ticaret anlaşmaları yapmasını ve belki de en önemlisi, dünya güç dengesine ABD’den uzakta yeniden yön vermeye çalışan Rus ve Çin inisyatifine giderek artan derecede katılımını sayabiliriz.

Son aylarda, Erdoğan ülkesinin “Şanghay İşbirliği Örgütü”ne bağlılığını artırdı, İran’la ticari bağlarını güçlendirdi ve Rus S400 füze savunma sistemini teslim aldı. Tüm bu hamleler, Rusya’yla yapılmış çeşitli anlaşmalara devam edilmemesi ve İran’ın daha fazla izole edilmesi yönündeki güçlü ABD beyanlarına rağmen başarılı olmaktadır.

Sözü edilen “Şanghay İşbirliği Örgütü”, Rusya’nın Avrupa’ya petrol boru hatları döşemesi ile katılımcı ülkelere ABD tarafından aktif olarak karşı çıkılması ve şantaj yapılması örneğinde olduğu gibi, Amerikan isteklerine açıkça uymayan ticaret ve diğer düzenlemeleri formüle etmek üzere Çin’den Avrupa’ya, coğrafi olarak geniş bir alana yayılmış ülkeler tarafından oluşturulmuş çeşitli inisyatiflerden sadece birisidir.

Rusya’nın petrol projelerinin başlıca yararlanıcısı ve Amerika faktörünü kabul etmeyen Almanya’nın yanı sıra, artan sayıda Avrupa ülkesi, son aylarda, bağımsızlıkları ile ilgili kendilerinden daha emin olarak önemli  önlemler almıştır.

Bunun bir tezahürü de, “Bir Kuşak, Bir Yol” inisyatifine katılmak amacıyla Çin’le anlaşma imzalayan 152 ülkenin var olmasıdır. İlk kez daha 2013 yılında ortaya konan bir Çin girişiminin bu düzeyde bir kabul görmesi şaşırtıcı. İmzacı ülkeler, şu an dünyayı kuşatıyor.

Belli istisnalar, ABD’yi, Japonya’yı (gerçi, olasılıkla çok uzun süreli olmayacak) ve ABD’nin sadık destekçisi Avustralya’yı kapsıyor. ABD arzularına bağlılığın nasıl ulusal çıkarın yerini alabildiğini göstermesi açısından, Avustralya eşsiz bir örnek. Çin, bu ülkelerin en büyük ticaret ortağıdır (bir sonraki en büyük ticaret ortağı Japonya’nın oranının yaklaşık 3 katı). Çin aynı zamanda, Avustralya’nın en büyük dış turizm kaynağı (ekonomik olarak, ülke ekonomisinin çok büyük bir bölümü), en büyük yabancı öğrenci kaynağı ve üçüncü en büyük dış yatırım kaynağıdır.

Avustralya’nın, ulusal çıkarına rağmen, en önemli ekonomik partneri (ÇİN) karşısında sergilediği kararsız ve çelişkili tavır, gittikçe güçten düşmekte olan militarist bir egemen devlete sadakatın açık bir örneğini teşkil etmektedir.

ABD’nin, İran halkı için kuşkusuz acı verici olduğu halde, İran’la ve de onun müttefikleriyle olan ilişkilerinde uyguladığı zorbalık ve hukuğa aykırılık, İran’ın giderek daha önemli bir rol oynadığı bir dizi gelişmeyi durduramadı.

Çin ve İran 2016 yılında kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşması imzaladı. Ağustos 2019’da, İran dışişleri bakanı Muhammed Zarif’in Pekin’i ziyareti sırasında iki ülkenin imzalamış olduğu “genişletilmiş stratejik ortaklık anlaşması”, Çin’in şu an ABD’nin  açık bir şekilde yasadışı olan İran karşıtı önlemlerine nasıl dikkatini vermiş olduğunun bir ölçütüdür.

Zarif ve Çin'den Wang Li tarafından imzalanan anlaşmanın ayrıntılarının çoğu gizli kalır. Bununla birlikte, hemen hemen tamamıyla batı medyasının anlatısından kaçırılan ayrıntıların yeteri kadarı, değişen ilişkilerinin esaslı bir resmini sergilemek amacıyla açığa vurulmuştur.

Örneğin, Çin, İran’ın gelişmekte olan petrol, gaz ve petrokimya sektörüne 280 milyar dolar yatırım yapacak. İlave bir 120 milyar dolarlık yatırım, özellikle ulaşım sektörü olmak üzere, İran’ın altyapısını geliştirmesine yardım etmek amacıyla yapılacak. Çeşitli projeler için yapılacak ödemeler, Çin’in dış ticaret fazlasından elde edilen yabancı paralar ve Çin Renminbi’si ile yapılacak. Yani, şimdiye kadar uluslararası ticarette ezici bir öneme sahip para birimi olan ABD doları artık tek başına kullanılmayacak.

ABD, uzun zamandır, doları öncelikli bir finansal ticaret aracı olarak kullanmaya son verdi ve bunun yerine onu, ABD dış politika emellerine boyun eğmeyen ülkelere karşı ülke savaşı kapsamında bir silah olarak kullandı. Bu uluslararası finansal zorbalığın sonuçları, şimdilerde, uluslarası ticarette yapılacak ödemenin araçları olarak, ABD dolarının yerine farklı mekanizmaların hızla artan kullanımı şeklinde yansımaya başladı.


İran; Pakistan, Afganistan ve daha önce eski Sovyetler Birliği’nin, şimdilerde de “Şanghay İşbirliği Örgütü”nün önemli bir parçasını oluşturan diğer destekçi ülkelere kolayca giriş sağlamasıyla önemli bir şehir olan MEŞHED ile TAHRAN arasında 900 km’lik bir demiryolu bağlantısına elektrik vermek üzere devasa anlaşmalara da imza attı. Şu an dünya nüfusunun % 40’dan fazlasını temsil eden ulusları bünyesinde toplamış ve dünyadaki en önemli gelişmelerden biri olsa da, batı medyasında söz konusu örgütle ilgili ayrıntılar yok denecek kadar az.

TAHRAN-MEŞHED atılımı, sadece ulaşım bağlantıları sağlaması açısından değil, petrol ve doğal gazın, organizasyonun destekçi ülkeleri üzerinden doğuda Çin’e, Batı’da da Türkiye aracılığıyla Avrupa’ya taşınmasına da aracılık edeceği için önemli olan bir dizi projeden birisi.

Rusya, kısmen eski Sovyetler Birliği ile olan tarihsel bağları üzerinden destekçi ülkeleri teşvik etmesi açısından ve de Çin’le olan stratejik ortaklığı nedeniyle bu gelişmelerde önemli bir partner.

Batı’nın bu gelişmelere olan ilgisizliğinin derecesi, Rusya’nın Vladivostok Şehri’nde yakın zamanda yapılan Doğu Avrupa Ekonomik Forumu toplantısı’nın batı medyasında çok az yer alması şeklinde yansıdı.

Japonya Başbakanı Shinzo Abe’nin katılımı, onun Rusya ve Çin Başkanları Putin ve Xi ile yaptığı sıcak görüşmeler de batı medyasında yeterince yer almadı. Batı medyası izleyicilerinden çok büyük bir kısmı, bu formun 65 ülkeden 8500’den fazla katılımcıya ev sahipliği yaptığından habersizdi.

Buradaki ana nokta, bu gelişmelerin, ABD’nin işbirliği ve desteğiyle nedeniyle değil, ABD’ye rağmen gerçekleşiyor olmasıdır. İran’dan ve bölgenin diğer yerlerinden gelecek yeni haberler açıklığa kavuştukça bu amaçlar sürecek ve hız kazanacak.

BRI (Bir Kuşak Bir Yol İnisiyatifi) üye sayısının hızla artmasının da gösterdiği gibi, dünyadaki ülkelerin büyük bir çoğunluğu, ABD’den de ve onun, gittikçe sayıları azalan ancak kendi çıkarları için sürekli savaş peşinde koşan müttefiklerinden de usandı. Doğu’da (İran üzerinden) Çin’den Batı’da Rusya ve onun Avrupa’lı komşularına kadar çok uluslu işbirliği, daha iyi bir seçeneğin mevcut olduğunu gösteriyor.

Avustralya gibi, dünyanın değişmekte olduğunu anlamaya inatçı bir direnç gösteren uluslara, bu gerçeği kabul etmedikçe, istenilmeyen ve köhne bir geçmişin kalıntıları olarak geride kalma kararı kalıyor.

James ONeill*

18 Eylül 2019 / New Eastern Outlook / ÇEVİRİ: IŞIK


*James O’Neill, Avustralya’lı Jeopolitikal Analist