Yahudi ve Hıristiyan Kavgası Bilhassa Ortadoğu İçin İyi Olmaz
Efendim,
dün akşam Hz. İsa ile ilgili "Tutku" filmine gittim. Hz. İsa'nın son
on iki saatini anlatıyor. Bana son derece kışkırtıcı geldi. Yahudilerin ve
Romalıların Hz. İsa'ya nasıl eziyet ettiğini çok etkileyici biçimde anlatıyor.
Hıristiyan olsaydım, sinemadan çok rahat Yahudi düşmanlığıyla çıkabilir, gidip
iki Yahudi'yi tokatlamak isteyebilirdim. Böyle bir film sizce barışa hizmet
edebilir mi?
Dünyada ne kadar barış yolları araştırılırsa
araştırılsın, öteden beri hemen hemen aynı şeyler yapılıyor. Ben daha farklı
versiyonlarını da gördüm filmin. Aslında Ben Hur da o istikamette bir filmdi.
Orada da Hz. İsa çok hırpalanıyordu. Burada Belçikalıların yaptığı bir film
vardı. Batılı bir tip temsil ediyordu Hz. İsa'yı. Yeşil gözlü, sarı saçlı bir
adam. Genelde Ortadoğulu bir tip olmasına dikkat ederler. Fakat öyle
yapmamışlardı. Orada da çok hırpalanıyordu. Tabii gammazlayan Yahudiler, eziyet
eden de Romalılar oluyor. Tutku filmini görmedim. Bahsettiler. Aynı şeyler var.
Fakat burada şiddette biraz daha ileri gidilmiş. Yahudilerin "antisemitizm
hortluyor" diyebilecekleri çizgide bir şey.
Bu
aslında bazı Hıristiyanların ruhunda var. Müslümanlığın mevcudiyeti büyük
ölçüde bazı Hıristiyanlar ile Yahudileri bir araya getiriyor. Müslümanlık var
diye anlaşıyorlar. Avrupa medeniyeti, Yahudi medeniyeti, Hıristiyan medeniyeti
telaffuz ettiler bunu. Şimdi bu bir yönüyle belki endişe verici bir şey. Çünkü
karşı cephe Müslümanlar oluyor.
Temelde
insanların ruhlarında var. Amerika'da da var. Kendini Amerikalı olarak
Amerika'nın yerlisi hissedenler var. Onları sonradan buraya gelmiş muhacirler
olarak kabul eden, sığınmış kabul edenler var. Aynen bizde İspanya'dan gelen
Yahudiler gibi... Orada Osmanlılara sığınmışlar, burada da Amerikalılara
sığınmışlar gibi düşünen insanlar var. Hatta bazı şehirlerde eskiden
gezdiğimde, şu mahalle şöyledir, bu mahalle böyledir dediler. Ve iki mahalle
arasında birbirlerine karşı ciddi bir tavır vardır. Kendilerini Amerikalı
hissedenler, bir de Yahudiler. Burada ciddi bir Yahudi gücünün mevcut olduğu
muhakkak. Malezya'nın eski başbakanı Mahathir Muhammed söyledi zannediyorum,
"Dünyada Yahudi gücü hâkimdir" diye. Hatta "Dünyadaki bütün
hareketlerin arkasında Yahudiler vardır" gibi sözleri burada antisemitik
bir düşünce olarak mütalaa edildi. Ve bayağı bir tavır oldu.
Anladığım kadarıyla
filmin tutumunu yanlış buluyorsunuz?
İnsanların
sulh aradıkları bir dönemde bence bu film isabetli olmadı. Yahudi ve
Hıristiyanlar arasında olsa bile. Amerika'daki halihazırdaki idare ve
demokratlar büyük ölçüde zaten müşterek hareket ediyorlar. Hepsinin içinde
Yahudi var. Fakat bir Yahudi ve Hıristiyan kavgası bilhassa Ortadoğu'da iyi
sayılmaz. Hiç olmazsa bir yerde sulh adası oluşturulmalı, diğer yerlerdeki
problemleri o yolla çözmeye çalışmalı. Ama ayağınızı sağlam basabileceğiniz bir
bölge yoksa, bir yerde kavga varsa, cihanda sulhu temin edemezsiniz.
11
Eylül'den sonra Müslümanlar dünyanın 'ötekisi' haline geldi. Bu filmle birlikte
'öteki' kavramı değişebilir mi? 30 milyon dolara mal olmuş ve ilk günkü
hasılatla bunu karşılamış. Burada bir kesim Müslümanlar 'Aa ne güzel işte
birbirlerini yesinler, biz aradan çıkarız' gibi bir düşünceye kapılabilirler
mi?
Böyle
düşünen Müslümanlar da olabilir. Meseleye sathi bakılınca haklı da olabilirler.
"İyi, Hıristiyanlar ile Yahudiler birbirlerini yesinler, biz aradan
sıyrılırız." denebilir. Bu da mantıktır bir yönüyle. Ama bir seviyenin
mantığıdır. Bunu olduğu gibi kabul etme başka bir mesele. Fakat olabileceğine
ihtimal verme, bu düşünülür deme ayrı bir meseledir. Ben o manada diyorum. Onu
düşünebilecek çok insan Amerika'da da çıkabilir. Çünkü Amerika'da da çok
rahatsız ediliyor, fişleniyorlar. Müslüman'ım diyen herkes bazen radikal ve
terörist gibi algılanıyor. Camilere gidip gelirken kontrol edildikleri
endişesini yaşıyorlar. Böyle olunca 'birbirlerine düşsünler' diyebilirler. Ama
dünya çapında bakınca mesele öyle değildir.
Siz
yönetmen olsaydınız, Hz. İsa ile ilgili nasıl bir film çekerdiniz? O son on iki
saati nasıl verirdiniz?
Kur'an ve sünnette Hz. Mesih'in son on iki saati diye bir şey yok.
Son dakikaları var. Hadis-i şeriflerde anlatılıyor. Kur'an'da icmalen geçiyor.
Çok yerde yer veriyor da üç dört yerde tasrihen Meryem Sûresi'nde veriyor, Al-i
İmran Sûresi'nde, En'amda yer ayırıyor. Hz. Mesih ve Meryem'e oldukça yer
ayırıyor.
Burada
mü'minler diyalog adına kiliselerde değişik ruhanî liderlerle görüşürken
Kur'an-ı Kerim'den bu ayetleri okuyorlar. Sünnette Efendimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem)'den bu istikamette şerefsüdur olmuş sözlerini naklediyorlar. Uzlaşma
ve anlaşmaya vesile olabiliyor. İslam'ın Hz. Mesih'e bakışı çok yüceltici
mahiyettedir. Onu gerçek konumunda ele aldığından dolayı bir ifrat yoktur.
İfrat olmadığından dolayı da bir tefrit doğurmaz. Hz. Mesih ne ise odur.
Allah'ın yüce bir kuludur. Allah'ın ruhundan, nefhasından meydana gelmiştir.
Babası yoktur. Annesi kutsal bir kadındır. Kur'an'da adı geçen tek kadındır. Bu
yönüyle Müslümanlık nerede Hz. Mesih'le alakalı mülahazalarını ortaya koyarsa
memnuniyet uyarır zannediyorum.
Hz.
Mesih'in son anları itibarıyla sünnette gördüğümüz şeyler var. Yanındakilere
nasihat ediyor. "İçinizden birisi bana ihanet edecek" diyor. Bunlar
da onu Yahuda diye kabul ediyorlar. Hıristiyanlar da kabul ediyorlar. Bir
dönemde bunun kavgası da olmuş zaten. Ve daha sonra Müslümanlığın mevcudiyetiyle
bu türlü şeyleri şimdilik münakaşa mevzuu yapmayalım demişler. Böyle aklî bir
anlaşma ve sulh durumu var. Hissî değil yani. İçlerde ukde var da aklî mantıkî
bir sulh olma gibi bir şey. Geçiştirmişler o işi.
Geçmişte
değişik dinler arasında hep problemler olmuş. Hatta en problemsiz gibi görünen
Budistlerle bile son zamanlarda problem olmuştur. Hıristiyan ve Yahudiler
arasında problemler olmuştur. Bir dönemde bazı Hıristiyanlar Haçlı
Seferleri'nde Müslümanlara yaptıkları aynı şeyi Yahudilere de yapmışlardır. Bu,
içte kanayan bir yaradır. Ve hep konuşuluyordu. Hususiyle Doğu kiliselerinde
konuşuluyordu. Doğu kilisesi o zaman Haçlıların karşısında yerini aldı. Şimdi
geçmişte bu hadiseler olmuş, Müslümanların da müdafaa savaşları olmuş.
Kamplarına saldırı olduğundan dolayı savaş olmuş, kendi ülkelerini koruma
savaşları olmuş. Haçlı Seferleri'ne karşı bizim karşı koymamız, cephe
oluşturmamız bizi utandıracak şeyler değildir. Ne Alparslan'ın mücadelesi ne
Kılıçaslan'ın Niğde ovasında haçlılarla göğüs göğüse savaşması ne Nureddin
Zengi'nin savaşları, ne de Selahaddin'in onlara karşı mücadelesi bizi
utandıracak şeylerdir... Çok adilanedir bunlar. Bir Hz. Ömer tavrı
sergilenmiştir. Fakat bunlarla bitmemiş. Osmanlı döneminde de devam etmiş.
İstanbul'u işgal etmişler. İşgal komutanı "Şimdi Haçlı Seferleri
bitti" demiş. Bunlar birer vak'adır. Ve bu vak'alar düşünüldükçe
insanların içinde tahrik edici birer unsur haline gelebilirler. Parçalanmalar
olabilir. Parçalananlar gücü yetmediği zaman başka yerden kuvvet almaya çalışır.
Başkalarıyla birleşir. Yeni kamplar oluşur. Eskiden demokrat cephe, komünist
cephe vardı. Şimdi ise farklı cepheler oluşur. Geçmişte kavgaya vesile olmuş
şeyleri günümüze taşıyarak yeniden kavga vesilesi yapmamak lazım. Onlar maziye
gömülmeli, unutulmalı. Bundan sonra insanlık adına iyi şeyleri düşünmeliyiz.
"Geçmiş harap oldu, onun intikamını alalım, bugünümüzü de harap
edelim." Bunun bir anlamı ve mantığı yoktur kanaat-i acizanemce.
Bir kesim işbirlikçi
diyor, bir kesim şeriatçı. Bu ne tezat...
Türkiye'de
bir kesim, sizin Hıristiyanlık misyonerliği yaptığınızı iddia etti. Bu konuda
söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Bir
kesim çekememezlikten 'Amerikancı'
diyor, bir kesim 'işbirlikçi.' Bir
kesim de gariptir ki, 'şeriatçıdır, dini
getirip hayata hakim kılacak' diyor. Bunlar öyle birbirine zıt şeyler ki,
hepsi bana isnat ediliyorsa bu taarruzlar çok şeyleri düşürür, dolayısıyla çok
şey havada kalır. Bir kesim de Hıristiyanlara yaklaşmayı, onların rahat ve
serbest dolaşmalarına, propaganda yapmalarına, kilise teşkilatlarına,
faaliyetlerine destek gibi görüyor. Kanaat-i
acizanemce haset ve kıskançlık var. Olumlu bazı şeyler var. Bunları
hazmedemiyorlar.
Hoşgörü
ve diyaloğu ben icat etmedim. Bunun öteden beri toplantıları yapılıyordu
dünyanın değişik yerlerinde. Müslümanlar da çağrılıyorlardı. Arap âleminde de
yapılıyordu. Uzakdoğu'da da, Vatikan'da da, Avrupa'da da, Amerika'da da
yapılıyordu. Türkiye'den bilim adamları geliyordu. Fakat senaryoyu kendileri
yapıyorlardı. Kendileri hazırlıyorlar, her yerde rahat rahat dolaşıyorlar,
hatta misyonerlik yapıyorlardı. Müslümanlar işin içinde yoklardı. Kendi
düşüncelerini söyleyemiyor, bu defa da şöyle yapalım diyemiyorlardı. Abant'ta
yapalım, Harran'da yapalım diyemiyorlardı. Senin de bir düşüncen olması, o işin
planlanmasında bir dahlin olması için işin planlamasında bulunman lazım.
Hoşgörü ve diyalogdan onlar kendi düşünceleri adına ne kadar istifade
ediyorlarsa senin de dinin ve diyanetin adına o kadar istifade etmen lazım.
Bunu ya göremiyorlar, ya bilemiyorlar. Kıskançlık bazılarının gözlerini kör
etmiş.
Ben
bu hoşgörü ve diyalog sürecinin başlamasıyla Hıristiyanlığa yönelmiş insan
bilmiyorum. Türkiye'de Hıristiyanlığa yönelenler vardır. Bir arkadaşımız bir
kitaptan bahsetti bana. Ta on dördüncü, on beşinci asırda yazılmış bir kitap. O
zaman Hıristiyan teşkilatının, devlet-i âliyye sınırları içinde Ermeni, Süryani
ne kadar azınlık varsa, "Olduğunuz yerde olduğunuz gibi kalın,
kanaatlerinizi saklayın, onlardan görünün, bir gün her şey değişecek ve biz
oraya geleceğiz" dediklerinden bahsetti.
Eskiden
zaten Hıristiyan olanlar dinini değiştirmemiş. Şu anda da içimizde işi idare
eden bir sürü insan var. Ve bugünkü Türkiye felsefesiyle de rahatlar. Sabiha
Gökçen ile alakalı bir komutanımızın dediği bir şey var. Atatürk'e göre kim
kendisini Türk hissediyorsa Türk'tür. Şimdi bunları söz konusu etmiyoruz.
Yahudiler "Siz işte bu vatanın asıl evladısınız" dediler. "Valla
bilemiyorum" dedim. Ahlat'tan benim atalarım iki üç asır evvel gelmiş. Siz
beş yüz sene evvel gelmişsiniz. Şimdi kim İstanbullu, oturup konuşmak lazım.
Nuriye
Akman
29 Mart
2004, Pazartesi
Zaman