Röportajlar; 'Şafak Terzi' etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Röportajlar; 'Şafak Terzi' etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ekim 2017 Pazartesi

PYD’ye Net Tavır ABD’yi Mat Eder



James Franklin Jeffrey, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi, Washington yönetimi ve Amerikan devlet teşkilatı tarafından çok önemsenen bir devlet adamı. Trump yönetiminin de danıştığı Türkiye ve Ortadoğu uzmanlarından. Jeffrey, Ergenekon-Balyoz operasyonlarının ilk dalgaları sırasında, 2008-2010 yılları arasında Ankara’da büyükelçilik görevi yapıyordu ve daha sonra ortaya çıkan Wikileaks belgelerinde de (Türk generalleri hakkında Washington’a gönderdiği gizli kriptolarıyla) adından sıkça söz ettirmişti.

Büyükelçi Jeffrey ile Barzani’nin bağımsızlık referandumunu ve Türkiye-İran-Rusya’nın bölgede kurduğu yeni ittifakı konuştuk. 

Jeffrey, Türkiye’yi mümkün olduğunca kazanmaya çalışan ve Washington ile Ankara arasındaki sorunların geçici olduğunu ileri süren sözler kullanmaya özen gösterdi. Özellikle İran’la yakınlaşmadan rahatsız olan Jeffrey, Ankara’nın Tahran ve Moskova ile ancak taktiksel düzlemde, Barzani referandumu özelinde yakınlaşabileceğini, stratejik çıkarlarının asıl olarak Batı ile bir olduğunu iddia etti. 

PYD, konusundaki sorularımız karşısında, döne döne IŞİD’i gerekçe gösteren Jeffrey, Barzani referandumunu da önemsizleştirmeye çalıştı. Trump yönetimi için tek hedefin hâlâ IŞİD olduğunu savunan Jeffrey, çok kısa bir sürede asıl büyük tehlikenin İran olarak belirleneceğini ve Tahran’a meydan okuyacaklarını açıkladı...

‘REFERANDUMU ÖNEMSEYEN YOK’

- Türkiye, İran ve Irak referanduma karşı çıktı, yalnızca İsrail’den açık destek aldı. Sizce Barzani referandumu yapmayı nasıl başardı?

Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı çıkan hiç kimse -bütün önemli bölgesel taraflar ve ABD- yalnızca sembolik bir hareket olan bu referandumu zor kullanarak durdurmak istemedi. Bugün Kürdistan -referanduma rağmen- bir yıl öncesine göre daha bağımsız değil. Bazı tehditler ve göreceli ufak yaptırımlar haricinde hiç kimse referandumu önemsemiyor.

- Washington’da Barzani’nin referandumuna destek çıkan bir kanat var mı?

ABD Kongresi’nden birkaç kişi var, bunun yanı sıra düşünce kuruluşları camiasındaki Kürdistan destekçileri var. Ancak Washington yönetiminden böyle bir destek yok. Washington yönetimi bölgedeki yegâne ciddi güvenlik sorunu olan IŞİD’e karşı savaşa neredeyse saplantılı bir şekilde kilitlenmiş durumda. Ve Türkiye bunu Trump yönetimiyle PYD konusunda yaşadığı anlaşmazlıklar nedeniyle çok iyi biliyor... Ayrıca Washington, Iraklı Kürtlerin referandumunu, IŞİD’e karşı mücadeleyi zayıflatan bir unsur olarak değerlendiriyor.

‘ABD İÇİN ASIL TEHLİKE İRAN’

- Bölge ülkeleri Barzani referandumuna karşı bir araya geliyor. Bağdat yönetimi ile Erbil arasındaki ipler kopmak üzere... Bu olgular Washington’dan nasıl görülüyor? Amerika’ya göre bölgenin geleceğinde nasıl bir ortam oluşuyor?

Tekrar edeceksek, ABD, bu aşamada bölgeye IŞİD’le mücadele merceğinden bakıyor. Tabii bu mücadele asıl olarak kazanıldı ve yakın zamanda sona erecek. Washington ancak o zaman çok daha büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu fark edecektir: Bölgesel müttefikler ve Rusya tarafından kamçılanan İran yayılmacılığı...

Washington, İran’a karşı ortak bir bölgesel yanıt verebilmek için, Türkiye ile eşgüdüm halinde hareket etmeye ihtiyaç duyacaktır. Iraklı Kürtlerin de dâhil olacağı ve mümkünse Bağdat’ın ve diğer müttefiklerin de katılabileceği bu birliktelikte, İran’a -en azından siyasi olarak- Irak’ta ve Suriye’de meydan okumaya odaklanılacaktır.

‘TÜRKİYE’NIN STRATEJİK ÇIKARLARI BATI’DA’

- Erdoğan, Suriye yönetimiyle de Rusya üzerinden görüştüklerini belirtti. Eğer Esad ve Erdoğan barışırlarsa, bunun ABD açısından sonuçları nasıl olur? Washington da Şam ile ilişki kurar mı?

Türkiye’nin Suriye’de çıkarlarını koruyabilmesi için Rusya ile eşgüdüm halinde hareket etmesi gerekiyor ancak böyle bir senaryonun iki sorunu var:

Birincisi; Türkiye, AB ve ABD ile bir yığın yüzeysel anlaşmazlığın ötesinde derin ticaret ve güvenlik bağlarına sahip ve şu anki statükoda bölgesel liderdir. Ne AB ne de ABD, bölgedeki statükoyu değiştirmeye çalışmıyor. Ancak İran ve Suriye, Rusya’nın yardımıyla statükoyu değiştirmeye çalışıyor. Askeri baskı ve Beyrut’tan Bağdat’a yönetimlerin altını oymak dâhil çeşitli yöntemlerle...

İkinci sorun ise; Esad’ın, Erdoğan’a karşı kişisel bir kan davası olması.

Bu sorunların hiçbiri, Türkiye ve Rusya/İran’ın geçici ortak çıkarlarının bulunduğu taktiksel meselelerde belirli anlaşmalara varmaları ve temaslar kurmaları konusunda tayin edici olmayacaktır ancak bu sorunlar tüm tarafların stratejik kararlarına şekil verecektir...

‘TÜRKİYE, ABD’Yİ PYD KONUSUNDA MAT EDER’

- PYD’nin denetimindeki Suriye’nin kuzeyi ABD tarafından korunuyor. Yaşananlar, 1991 sonrası Kuzey Irak’taki sürece benziyor. Ancak Türkiye, İran, Suriye ve Irak gibi bölge ülkeleri toprak bütünlüklerini korumak için, askeri çözümler dâhil, ortak çözümleri görüşüyorlar. Tüm bu süreç Washington’da nasıl değerlendiriliyor?

Az önce de söylediğim gibi, Türkiye’nin İran ile kurduğu ilişkide, Kürt referandumu gibi belirli bir hedefi var. Türkiye, tıpkı şimdiki gibi, Washington’la olan ilişkisinden memnun olmadığında, bu memnuniyetsizliğini geleneksel olarak, Rusya’yla ve İran’la yapay bir şekilde yakınlaşarak belli etmiştir. Aynı önceden Saddam’la yaptığı gibi...

Washington Yönetimi, PYD’yi IŞİD’e karşı geçici bir araç olarak görüyor. Sahadaki ABD askerlerinin PYD ile ilgili romantik düşünceleri var ancak bu yaklaşım Washington’da yaygın şekilde paylaşılmıyor. 1991’den sonra Kuzey Irak’ta yaşanan süreçle PYD arasındaki farka gelirsek; Türkiye, 1991 sonrasında ABD ile Erbil’in ilişkilerini desteklemişti, aksi olsaydı bunların hiçbiri gerçekleştirilemezdi. Dolayısıyla Türkiye, ABD’nin PYD ile olan ilişkilerine etkin bir şekilde karşı çıkarsa, ABD mat edilmiş olur.

‘TÜRKİYE İLE SORUNLAR TAKTİKSEL’

-Astana’daki Rusya-Türkiye-İran anlaşmasından sonra, Türkiye, Suriye’nin İdlib bölgesine müdahalede bulunmaya hazırlanıyor. ABD’nin bu anlaşma karşısındaki duruşu nedir?

ABD hükümetinin alt kademelerinde, hem Astana’yla ilgili hem İdlib operasyonuyla ilgili çeşitli görüşler var. Ancak bunlar ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerde şu aşamada ciddi ve belirleyici değil çünkü Washington’un Suriye’ye yönelik ciddi bir politikası yok.

Bu konularda Türkiye ile yaşanan sorunlar ya da diğer taktiksel meseleler, Washington’a danışılmadığı zaman oluşan duyguların ve otomatik tepkilerin yansımasıdır. Yani Washington’un, neredeyse dünyanın her yeriyle ilgili bir duruşu var ancak Türkiye gibi, diğer müttefikler de bazen, doğal olarak farklı düşünüyorlar ve iki tarafın da bu gerçekle yaşamaya alışması lazım. Burada önemli olan şu; Washington’un son derece önemsediği yalnızca birkaç mevzisi var ve şu an tam da listenin en başında gelen mesele IŞİD’e karşı savaş. Bu nedenle Türkiye ile PYD konusunda anlaşmazlığımız var ki bu da doğal olarak Türkiye’nin önem verdiği bir mesele.

‘ABD GİDERSE TÜRKİYE, SURİYE’DEN ÇIKARILIR’

-Sizce Rusya, Türkiye ve İran’ın bölgeye yönelik yaklaşımlarında ortak bir zemin oluşturmaları nasıl mümkün oldu?

Bu mümkün değil... Yalnızca taktiksel olarak birlikte çalışıyorlar, aynı ABD’nin PYD ile taktiksel çalışması gibi... Çünkü Washington -Türkiye özelinde- Türkiye’nin güneyinden gelen tehditlerden IŞİD dışında bir meseleye odaklanmıyor. Dolayısıyla Ankara, temel menfaatleri karşıt olmasına rağmen, Rusya, İran ve Suriye gibi bu konuda etkisi olabilecek kuvvetlerle masaya oturmak zorunda. Ama inan bana, eğer ABD; Rusya ve İran yüzünden Irak ve Suriye’de neler olup bittiği konusunda mümkün olduğunca hızlı bir şekilde uyanmazsa, ABD bölgeyi terk ettiğinde ya da bölgeden atıldığında ve Esad Suriye’yi daha da istikrarlı bir hale getirdiğinde, Rusya çıkıp Türkiye ve İsrail’e -ki İsrail de Suriye’deki güvenlik çıkarları konusunda Rusya ile birlikte çalışmak zorunda- “artık askerlerinizi Suriye’den çekme ve Suriye hava sahasından çekilme vakti geldi” diyecektir. Eğer Ankara bunu göremezse -aynı Washington’un bugüne kadar göremediği gibi- tarihsel bir hata yapmış olur.

BİNALİ YILDIRIM MANTIKLI OLANI YAPIYOR

- Türkiye Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, Barzani yönetimine karşı herhangi bir ekonomik yaptırım yapılmaması gerektiğini çünkü bunun Türkiye ekonomisine kötü etkileri olacağını söyledi. Söz konusu ekonomik riski nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hem Erbil’le olan ticarette hem de Irak’ın diğer tarafları ve güneydeki Körfez ülkeleriyle olan ticarette önemli bir mesele bu... Buna ne İran ne de Suriye iyi bir alternatif olabilir.

-Başbakan Binali Yıldırım ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Barzani’ye yönelik söylemleri birbirinden farklı. Erdoğan, “bir gece ansızın gelebiliriz” derken, Binali Yıldırım, herhangi bir savaş olmayacağını belirtti. Washington’da bu iki yaklaşımdan hangisi daha olası görünüyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuya değindiğini duydum ve bence, bu referandumu yakın bir müttefikin ihaneti olarak görüyor. Ancak Yıldırım, başka gerginliklerin strateji ve ekonomi üzerindeki etkisini dikkate almak durumunda ve mantıklı olan bu gerginlikleri azaltmaktır, artırmak değil.

Şafak TERZİ
Aydınlık/07.10.2017


YORUM ANALİZ 
FİKRET AKFIRAT
aydinlik.com.tr/07.10.2017

James Jeffrey, ABD’nin gerçekçi sayılan diplomatlarından birisi. Kendisi de yeni muhafazakâr (neocon) olmakla birlikte bu ekibin aşırılıklarını da eleştirir. Ancak İsrail’in güvenliği onun da Ortadoğu politikasının merkezinde yer alıyor.

Jeffrey’nin esas önceliği İran-Türkiye yakınlaşmasını önlemek. Jeffrey, bir süredir İran’ın IŞİD’den daha tehlikeli olduğunu savuna geliyor. Aslında IŞİD’i İran’a karşı sahaya sürmüşlerdi fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Hizbullah, Suriye, İran ekseni ile Rusya ve son dönemde bu cepheye katılan Türkiye, ABD ve İsrail’i sahada yeniyor. Ama ABD için en tehlikeli senaryo Türkiye-İran ittifakı hem de diğer bölge ülkelerinin katılımıyla şimdi gerçekleşiyor.

Jeffrey, bir yıl kadar önce bu tehlikeye karşı, ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinde havuç sopa dengesinde, havuçları öne çıkarması gerektiğini savunmuştu. Fakat bunun nasıl yapılacağı konusunda somut bir öneri yapamamıştı. PYD ile Türkiye’yi bir noktada uzlaştırmak gibi gerçekleştirilemeyecek bir senaryodan bahsetmişti. Ama ABD yönetimi tam tersine PYD’ye doludizgin ve açıktan destek vermeye başladı. Bu aslında bir çaresizliğin sonucu.

Jeffrey, Türkiye’nin PYD’ye yönelik eylemlerinin ve bunu yaparken İran-Irak-Suriye ile birlikte davranmasını ABD için yenilgi olduğunu açık yüreklilikle ifade ediyor. Ama “İran yayılmacılığı”, “Rusya’nın provokatif eylemleri” gibi gerçeğe aykırı iddiaların yanı sıra ABD’nin PYD’ye desteğinin taktiksel ve geçici olduğu gibi vurgularla, bazı Amerikanperverlere göz kırpmaya çalışıyor. Ama nafile!

Türkiye’yi 60 yıldır çeşitli şantaj ve tehditlerin yanı sıra, içerideki uzantıları vasıtasıyla teslim almaya çalışan ABD, artık bu olanaklarını kaybediyor. Bunu yapamayınca öfkeleniyor ve silahla teslim almaya çalışıyorlar. Fakat bu da, onlar için en tehlikeli senaryonun gerçekleşmesini tetikliyor, bu süreci hızlandırıyor.


17 Ocak 2017 Salı

'Esad Belirli Tavizler Vermeye İkna Edilsin'



Atlantik Konseyi Avrasya Merkezi direktörü John E. Herbst ile yaptığımız söyleşinin ikinci gününde, Türkiye-Rusya-İran’ın girişimiyle yapılacak olan Astana zirvesini konuştuk. ABD’nin önde gelen Rusya uzmanlarından Herbst, 2004 yılında Ukrayna’da başlatılan Turuncu Devrim sırasında ABD’nin Ukrayna Büyükelçisi’ydi. Herbst’in en önemli uzmanlık alanı, siyasi olarak yıkıma uğramış ülkelerde, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın talimatları doğrultusunda “istikrar” getirmesi.

ESAD’IN İKTİDARI BELİRLİ YERLERDE İSTİKRARA KAVUŞSUN

| Suriye’de 6 yıllık çatışma ortamına son vermek için oluşturulan Türkiye-Rusya-İran girişimi ve Astana zirvesi, Washington’da nasıl değerlendiriliyor?

Obama yönetimi -ki yakında görevi bırakacak- bir taraftan Suriye’de gerçek bir barış görmek istiyor, diğer taraftan bu girişimin, bu işi başarabileceğine kuşkuyla bakıyor. Buradaki görüş, bu anlaşmanın Esad rejimini kuvvetlendireceği yönünde. Tabii belki IŞİD karşısında tercih edilebilir ama Esad rejimi yine de istikrarsızlığa yol açmaya devam edecektir ve iç savaşa son veremeyecektir. Çünkü kendi vatandaşlarına karşı acımasız yöntemler uyguluyor.

| Peki, siz bu girişimi kişisel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suriye’de kısa ya da orta vadede bir çeşit barış oluşturmanın tek yolu, Esad rejimiyle bir şekilde anlaşma sağlamaktır. Bana göre Obama, Esad’ın meşru olmadığını ve gitmesi gerektiğini söyleyerek hata yaptı. Bu açıdan, IŞİD’in zayıflatılması, işe yarayabilecek bir anlaşmanın sağlanması için ortam hazırlayabilir. Ancak Esad’ın da esneklik göstermesi gerekir ve bunu şu ana kadar göremedik. Ruslarla İranlıların, Esad’ı -kendi halkına karşı yaptığı muamele konusunda- asgari düzeyde de olsa esnek olması yönünde zorlamaya pek istekli olmadıklarını gördük.

IŞİD’in zayıflatılması iyi bir şey ama bunun Suriye’deki iç savaşa son vereceğinden emin değilim. Eğer, Esad’ın da belirli tavizler vermesi için ısrar edecek olan bir siyaset, açık bir siyaset olsaydı ve bu sırada Esad’ın iktidarı da ülkenin belirli bölümlerinde istikrara kavuşsaydı, bu durum, anlaşma için temel oluşturabilirdi. Ama böyle bir şey görmedik. Şimdi, Ankara Moskova’yı böyle bir politika izlemeye ikna edebilecek olursa, bu çok olumlu bir etki yaratacaktır.

| ABD, şu ana kadar Ortadoğu’daki herhangi bir gelişmenin ve çözüm sürecinin içinde olurdu. Ama şimdi bakınca, Rusya, Suudileri, Katar’ı bile Astana’ya dâhil etmeye çalışırken, ABD işin dışında kaldı. Bu sizce nasıl oldu?

Obama yönetimi, Amerikan gücünü zayıflatan ve başarısızlıklara yol açan kaynağın Ortadoğu’daki ABD müdahaleleri olduğunu tespit etmişti. Bu nedenle, müdahil olmak konusunda temkinli davrandılar. Şimdi tabii Washington’da -Rusya’nın etkin rolüyle ilgili- giderek artan bir gerilim var. Ve artık yeni yönetimle birlikte Ortadoğu’da daha etkin bir Amerikan profili görebilme ihtimalimiz de var. Ancak bu kesin değil tabii çünkü Trump yönetimi niyetini şu aşamada açık bir şekilde ortaya koymadı henüz. Bence, altı ila sekiz hafta arası bir süre geçtikten sonra yeni yönetimle ilgili birçok şeyi daha iyi bileceğiz.

| Sizce ABD’nin Ortadoğu’daki durumu, Moskova’nın mı başarısıdır, yoksa Obama yönetiminin başarısızlığı mıdır?

Evet, insanların olayı bu şekilde gördüğü ortada... Ancak Trump da Obama’nın bazı kaygılarını paylaşıyor. Yani Trump, IŞİD’i imha etme sözü verse bile, birçok sefer, “Ortadoğu’da ulus inşa etmekle uğraşmamamız, bölgeye müdahil olmamamız lazım” şeklinde konuştu.

Ama şu da bir gerçek; daha önce söylediğim gibi, Washington’daki birçok kesim, Rusya’nın -ABD’nin yerine geçecek şekildeki- etkin rol üstlenmesi konusunda büyük endişe duyuyor. Bu meseleler nasıl bir seyir izleyecek, tahmin etmesi güç...

| Rusya’nın Suudi Arabistan ve Katar’ı Astana’ya davet etmesi, ABD açısından nasıl görülüyor?

Rusya, bölgedeki nüfuzunu artırmaya çalışıyor ve Ortadoğu’daki diğer ülkelerin -aynı Washington ile kurdukları gibi- kendisiyle yani Moskova ile etkileşim kurması için çaba sarf ediyor. Bunun için, Suriye’deki başarısını bir reklam olarak kullanıyor. Ancak Suudilerin, Ruslara kuşkuyla yaklaştıklarını göz önünde bulundurmak lazım. Özellikle de, Esad’ı tam devirebilecekken, Putin’in son 15 ay içinde çıkıp Esad’ı kuvvetlendirmesi sebebiyle...

TRUMP’IN RUSYA YAKLAŞIMI KAYGI VERİCİ’

| Trump’ın başkanlığında, Rusya, tehdit olarak algılanmaya devam edecek mi?

Bu tür soruların yanıtlarını henüz bilemiyoruz. Trump’ın seçim kampanyası sırasındaki ifadeleri ve seçildikten sonraki söylemleri -örneğin Ruslarla yaşanan hack skandalı sırasında- Putin ile olan ilişkilerini büyük ölçüde iyileştirmek istediğini gösteriyor. Ve tabii, Putin’in uyguladığı politikaların, ABD için tehlike oluşturduğunu anlamadığını da ortaya koyuyor. Ama öte yandan şu da doğru; Trump’ın Savunma Bakanı adayı General James Mattis, Putin’in politikalarının tehlikelerini kavrıyor. Ulusal Güvenlik Danışmanı olmaya hazırlanan Mike Flynn de bizim Rusya’yla ilgili kaygılarımızı anlıyor. Ancak Dışişleri Bakanı tercihi (Exxon Mobil Genel Müdürü) Rex Tillerson ile ilgili fazla bir şey bilmiyoruz. 11 Ocak Çarşamba günü, ABD Senatosundan onay almak üzere yapacağı konuşmada görüşlerini daha açık anlayacağız. (Not: Bu konuşmada, Kırım’ın ilhakı konusunda Rusya’yı eleştirdi). Ayrıca, Amerikan Kongresinin, Rusya politikalarının tehlikeli olduğunu çok güçlü bir şekilde hissettiğini ve uygun bir yanıta ihtiyacımız olduğunu düşündüğünü biliyoruz... Ancak yine de, açıklamaları temelinde, kaygı duymak için yeterince sebep var.

| Trump, Rusya ile karşı karşıya gelmek istemediğine göre, Ortadoğu’daki geleneksel Amerikan politikalarından vazgeçer mi ?

Böyle bir ihtimalin son derece düşük olduğunu düşünüyorum. Bence Trump, Rusya’nın gerçekleştirmesi gerektiğini düşündüğü şeyleri, yerine getirmediği gerçeğini görünce hayal kırıklığına uğrayacaktır.

PUTİN ÇİN’E KARŞI GELMEZ’

| Trump, Pasifik bölgesinde ne yapacak?

Trump zaten Çin ile karşı karşıya gelmiş durumda. En nihayetinde hangi konulara yönelik adım atmayı amaçladığını bilmiyoruz ama şu an ekonomik ve güvenlik meselesine odaklanmış görünüyor. Ve kabinesinde atadığı ekibin Çin’e karşı sert bir duruş sergilediği de aşikâr.

| Peki, Trump, Çin’le karşı karşıya gelinmesi durumunda, Rusya’yı olası bir ortak olarak kazanmak için mi Putin’e yakın davranıyor?

Hiç sanmıyorum. Ama Trump burada da büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktır. Biz Çin’e yüklendiğimiz zaman Rusya bize katılmayacaktır. Putin’in amacı, ABD’yi zayıflatmak ve bu konuda başarısız olmasının en hızlı yolu, Çin’i düşman kampa itmektir.

| ABD Ulusal Askeri Stratejisi raporuna göre, ABD Silahlı Kuvvetleri hem IŞİD’e hem de Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore’ye karşı dünya çapında organize olmaya devam edecek. Bu strateji Trump’la birlikte devam edecek mi?

Şu an Trump’ın bu stratejiyi Kuzey Kore’ye, İran’a ve Çin’e karşı sürdüreceğini söyleyebiliriz. Ama Rusya’ya karşı uygulanıp uygulanmayacağını henüz bilemiyoruz.

TRUMP, GÜLEN’İ İADE ETMEYECEK’

| ABD-Türkiye ilişkilerinin yeniden toparlanabileceğine ihtimal veriyor musunuz?

Bence Türkler zaman içinde, Amerika Birleşik Devletleri ile olan çıkarlarının, Rusya ile olan çıkarlarına göre çok daha fazla olduğunu yeniden fark edecektir. Yani tarihsel olarak Ruslarla Türkler, 400-500 yıldır birbirinin düşmanı. Özellikle de Osmanlı İmparatorluğu günlerinde bu böyleydi. Ve bence jeopolitik mesele kendini yeniden ortaya koyacaktır. Şu an Erdoğan’ın izlediği politikalar gayet dengesiz ve Putin ile flörtleşmelerinin sebebi olarak da bu politikaları görüyorum.

| Sizce Trump, Türkiye’yle ilişkileri düzeltmek için Gülen’i iade eder mi?

(Donuk bir sesle) Hayır... Gülen meselesini şimdi anlatacağım şekilde düşününce, durumu anlayabilirsin. Gülen’in suç işlediğine dair şöhreti iyice artmış bir ‘kesin kanıt’ dolanıyor ortada. Onu Türkiye’ye... Türkiye’ye değil, Erdoğan’a teslim etmemizi Amerikan ilkelerini teslim etmek gibi bir şey olurdu. Türk hükümetinin bu talebi kesinlikle kabul edilemez.

BEYAZ SARAY İLE PENTAGON ARASINDA İKİLİK VAR’

| ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Joseph Dunford, ABD ulusal güvenliği için en büyük tehdidin Rusya olduğunu söylemişti. Bu, ABD’nin resmi görüşü mü?

Obama yönetimi bunu tekzip etmişti. Ancak Dunford’un haklı olduğu ortaya çıktı...

| Yani Obama aynı görüşte değildi...

Obama yönetiminde yalnızca Dunford değil, başka yetkililer de bu görüşü paylaşıyordu.

| Hükümetin duruşu, Genelkurmay Başkanının görüşünden farklı diyebilir miyiz?

Obama yönetiminde, politikaların başkan tarafından belirlendiği ortada. Ancak Obama, yetkililerin yaptığı açıklamaların illa kendi görüşleri ile tutarlı olması konusunda ısrarcı olmadı. Savunma Bakanı Ash Carter’ın Rusya’yı en önemli tehditlerden birisi olarak gördüğü da doğrudur. Baltık ülkelerinde, Polonya ve Romanya’da, NATO varlığını büyük ölçüde artırmak için verilen kararlar, bu anlayışın doğrudan bir sonucuydu...

| Pentagon ile Beyaz Saray arasında bir ikilikten bahsetmek mümkün mü?

Tabii mümkün...

| Bu ikilik ABD çıkarlarını ne ölçüde etkiliyor?

Obama, Rusya’nın düşüşte olduğuna inanıyordu ve bu nedenle Beyaz Saray, Dunford’u tekzip etti. Obama, Ukrayna’ya destek için daha etkin siyasetler izlenmesi konusunda ABD’ye engel oldu. Özellikle de Ukrayna’ya öldürücü savunma silahları sağlanmasının önünde durdu. Obama, NATO’nun kuvvetlendirilmesi konusunda Pentagon ile aynı fikirdeydi. Dolayısıyla bir çeşit uzlaşma var.

Şafak Terzi

Aydınlık/17.01.2017

16 Ocak 2017 Pazartesi

'TSK PYD’nin Üstüne Yürür Diye Korkuyoruz'



John E. Herbst, Atlantik Konseyi Avrasya Merkezi direktörü ve Washington’daki önde gelen Rusya-Avrasya ve Ortadoğu uzmanlarından. 2004 yılında Ukrayna’da başlatılan Turuncu Devrim sırasında, ABD’nin Ukrayna Büyükelçisiydi. Büyükelçi Herbst’in en önemli özelliği, Suriye ve Irak benzeri “istikrarsızlaşmış” ülkelerde, ABD Dışişleri Bakanlığı adına “çatışmaları önleyerek istikrar sağlamak ve buraları yeniden inşa etmek.”

Herbst, gelişen Türkiye-Rusya ilişkilerinin Washington’dan nasıl görüldüğünü; Suriye’de kalıcı barış için Türkiye-Rusya-İran öncülüğünde yapılacak olan Astana zirvesiyle ilgili ne düşündüklerini ve ABD’nin Suriye’de nasıl devre dışı kaldığını Aydınlık’a değerlendirdi.

Büyükelçi Herbst ‘istikrar uzmanı’ olarak anılıyor. 30 yıllık dışişleri deneyimleri ve bunun zirvesi olan Ukrayna’daki Büyükelçilik tecrübesi nedeniyle, 2010 yılında, ABD Ulusal Savunma Üniversitesi (NDU) Karmaşık Operasyonlar Merkezi direktörü olarak atandı. Herbst’in, yıkıma uğratılmış ülkelere “akıllı güç” uygulayarak, yeniden “istikrar getirme” misyonu, söyleşimizdeki yaklaşımına da yansıyor.

RUSLAR DÜŞEN UÇAĞA TEPKİ VERMEYECEKTİ’

| Türkiye bir NATO üyesi ve ABD ile stratejik müttefik, AB aday üyesi. Böyle bir ülkenin, Rusya ile stratejik ilişkiler geliştirmesi, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne yaklaşması Washington’dan nasıl görülüyor?

Türkiye’nin, ABD için tarihsel anlamda son derece önemli bir ortak olduğunu düşünüyorum... ABD-Türkiye ilişkilerinin geçmişte inişleri ve çıkışları olduğu doğru ve özellikle de son 13-14 yılda zorlu hale geldi.

2003 yılında, Irak savaşı başlarken, Türkiye’den geçmemize engel olunmasıyla başlayabiliriz mesela... Ama Türk hükümeti, özellikle son 10 yıl içinde, İslam odaklı ‘militan’ bir gündem esas aldı. Birinci nokta bu... İkinci nokta ise, Rusya ile önemli ilişkiler geliştirmek konusunda gösterdiği açık ilgi.

Ve elbette, Putin, Türkiye ile daha iyi ilişkiler yürütmek konusunda -çok önemli bir istisna dışında- son derece tutarlı davrandı. O istisna da, 2015 sonbaharında Türk hava sahasını sürekli ihlal etmesiydi...

| Washington, Ankara ile Moskova arasında böylesine yakın bir ilişki kurulacağını bekliyor muydu? Özellikle de Rus savaş uçağının düşürülmesi ve Rus Büyükelçisi’nin öldürülmesi gibi kötü olaylardan sonra...

Bu iki olay birbirinden çok farklı ve yanıtları da gayet değişik oldu. Geriye dönüp, Rus savaş uçağının düşürülmesinden sonra neler olduğuna baktığınızda, Moskova’nın burada da -Putin’in son derece tutarlı politikası sonucu- uçak olayını önemsiz gibi göstermeye çalıştığını göreceksiniz. Ancak Erdoğan, hava sahalarına yönelik sürekli bir ihlal söz konusu olduğu için çok öfkeliydi, bu nedenle “Uçağı biz vurduk” dedi. Bu da tabii Rusları sert bir yanıt vermeye zorladı...

Ancak ardından, Ankara’da bir şeyler oldu! Ve yedi ay sonra, 16 Haziran’da Erdoğan, Kremlin’le ilişkileri düzeltmek için kamuoyuna açık özür dileye karar verdi. Yani özetle, Erdoğan, Ruslarla ilişkilere ihtiyacı olduğuna karar verdi ve ayrıca Rusların, Türk hava sahasını ihlal etmesi konusundaki kızgınlığı da geçmişti. Ve tam da Kremlin’in ihtiyacı olan şeyi yaptı, ilişkileri düzeltti, uçak düşürme vakası öncesine geri döndürdü.

| Peki Büyükelçi suikastı?

Rus Büyükelçinin suikast sonucu öldürülmesi -tabii ki bir trajedi, tabii ki bir terör eylemi- her iki tarafa da yani Türk ve Rus hükümetlerine, ikili ilişkilerin önemini vurgulamak için bir fırsat sundu. Şimdi, burada önemli rol oynayan bir şey daha var: tabii ki Temmuz ayındaki darbe girişimi... Ankara’daki hükümetin tepkisi, genel olarak Batı ile -özel olarak da ABD ile-olan ilişkilerin daha da kötüleşmesine neden oldu. Özellikle de iki konuda; Birincisi, darbeye karşı Jakoben-vari bir tepki verildi ve bu, sıklıkla ifade ettiğimiz gibi, medeni haklar konusundaki endişeleri gündeme getirdi.

İkincisi de, Erdoğan hükümetinin, darbenin arkasında Gülen ve adamları olduğu konusundaki ısrarı ve ardından iade talebi. Hâlbuki böyle bir şey yapmayacağımızı biliyorlardı...

EN İLGİNCİ SURİYE’DEKİ TÜRK-RUS ANLAŞMASI’
| Rusya büyükelçi suikastını ve uçağın vurulmasını neden sineye çekti?

Moskova, Erdoğan’ın dengesiz dış politikasında bir fırsat gördü. Ortadoğu’da yaptıklarının Washington’da ve hâliyle Avrupa başkentlerinde hoş karşılanmadığını farketti. Erdoğan’ın, despot yönetimine yönelik Batı’dan gelen eleştirilerinden hiç memnun olmadığını gördüler. Ve bana göre Putin, amaçlarını kolayca gerçekleştirebilen otoriter bir kuvvet olarak, Erdoğan’ı biraz da cezbediyordu. Moskova, tüm bunları bir fırsat olarak gördü ve peşini bırakmadı. Ve kendi çıkarlarından vazgeçmek zorunda kaldıkları neredeyse hiçbir şey yoktu çünkü Türkiye’nin yaptığı ve doğrudan Rusya’nın çıkarlarına ters düşen bir şey yoktu. Tabii Suriye’deki durum hariç. Fakat iki taraf, son bir kaç ay içinde, orada bile bir mutabakata ulaşmayı başardı ki bu da aslında tüm bu gelişmeler içinde en ilginç olay...

ERDOĞAN İLE SÖZ ATIŞMASINDAN KAÇINIYORUZ’

| TBMM’deki yeni anayasa oylaması ve Türkiye’deki başkanlık tartışmaları ABD’de nasıl değerlendiriliyor? Toplum bu konuda son derece bölünmüş durumda, muhalefet bu kadar çok yetkinin bir kurumda toplanmasından endişe duyuyor...

Obama Yönetimi ve Türkiye uzmanları bu gelişmelerden tabii endişe duyuyor. Ancak ABD hükümetinin buna karşı herhangi bir çıkış yapmayacağını biliyorum. Çünkü Erdoğan ile -artık kaçınılmaz olan durumlar dışında- kamuoyuna açık bir çatışmadan kaçınmaya çalışıyoruz.

İNCİRLİK MESELESİ KAYGI VERİCİ
| NATO üyesi Türkiye, İncirlik Üssü’nü ABD’ye kapatmayı konuşuyor. Washington, Türkiye’deki bu İncirlik tartışması hakkında ne düşünüyor?

Bu meselenin Washington’da memnuniyetle karşılanmadığı açık. Ve bu, Erdoğan’ın ABD’yi geri itmek için attığı bir başka adımdır. Çünkü Erdoğan mutsuz. Sebebi de Gülen’in ABD’de yaşıyor olduğu gerçeğidir. Ve Gülen’in, Ankara hükümetini eleştiren etkinliklerini buradan (Pensilvanya) organize etmesidir.

ABD ile Türkiye arasında, Kürt meselesinden dolayı biraz gerilim hep vardı, ilişkilerimizin daha iyi olduğu dönemlerde bile. Ve Suriye’de, ABD tabii ki Kürtlere dayandı. Çünkü Kürtler, bizim ifade ettiğimiz gibi “ılımlı muhalefet”in askeri anlamda yetkin olan tek bölümüdür. Desteklediğimiz diğer gruplar aslında oldukça zayıf ve etkisiz...

TSK'NIN, YPG’NİN ÜSTÜNE YÜRÜMESİ KORKUTUYOR

| Peki, TSK, Suriye’de IŞİD’e karşı savaşmaya başladığına göre, YPG hâlâ ABD’nin tek ortağı mıdır?

Türk ordusunun yetkin olduğu son derece açık. Ve Suriye’deki çabalarına Washington’un da kötü bir şey olduğunu düşündüğünü sanmıyorum. Ama Washington, Türk ordusunun Kürtlerin de üstüne yürüyeceği konusunda son derece tedirgin...

| Ama John Kerry, 24 Ağustos’ta Türkiye’yi ziyaret ettiğinde şunu söyledi: “ABD, YPG’ye, Fırat’ın doğusuna çekilmek zorunda olduklarını, bu taahhüdü yerine getirmezlerse desteğimizi alamayacaklar. Nokta!” Ama YPG hala nehrin batı tarafında...

Yanıtı çok basit, Kürtler üzerinde yüzde yüz etkimiz yok. Biraz etkimiz var tabii ama tamamen değil. Etkimiz var ancak bu her zaman kabul edilmiyor. Bazen kabul ediyorlar, bazen etmiyorlar... Kürtleri, Türklerin karşısına dikmeye çalıştığımızı düşünmüyorum, böyle bir şey aptalca olur.

| Ama Erdoğan, Türk ordusunun YPG’ye karşı da savaşacağını ilan etti çünkü YPG hâlâ Fırat’ın batısında bulunuyor. Washington bu konuda bir çözüm düşünmüyor mu?

Bizim görüşümüz, iki tarafa da herhangi bir çatışmadan kaçınmalarını tavsiye etmektir. Başka bir deyişle: Evet, Kürtler diğer tarafa dönmeli, Türkler de saldırmamalı.

| Washington yönetimi, Türkiye’nin Suriye’de bir müdahale yapmasını öngörüyor muydu?

Genel olarak konuşursak, böyle bir müdahale yapmamalarını tercih ederdik. Ama Türklerin Suriye’ye girebileceği ihtimalini görüyorduk. Bu açıdan sürpriz olduğunu söyleyemem.

| NATO üyesi Türkiye ile Rusya arasında IŞİD’e karşı gelişen askeri işbirliği Washington’da nasıl değerlendiriliyor?

Washington, Rusya’nın IŞİD’e karşı bugüne kadar neredeyse hiçbir şey yapmadığını düşünüyor. Bu nedenle IŞİD’e karşı bir Türk-Rus işbirliğinden pek bir şey çıkabileceğini düşünmüyorum, konuşmalar hariç tabii. Ama tekrar edeyim, Ankara ve Moskova’nın yakınlaşması tabii ki Washington’da dikkatlice izleniyor ve NATO bakış açısından çok da olumlu bir gelişme değil bu...

JOHN E. HERBST KİMDİR?

Herbst, 2006’da ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki Yeniden İnşa ve İstikrarlılaştırma Koordinatörlüğüne atandı. Görevini “akıllı güç” kavramını esas alarak yürüttü. Yani gerektiğinde askeri güç kullanmak, gerektiğinde de ittifaklar kurarak ve her seviyede kurumları devreye sokarak “Amerikan etkisini yaymak ve meşrulaştırmak.”  

Şafak TERZİ

Aydınlık/16.01.2017