23 Ekim 2013 Çarşamba

THKPC VE KEMALİZM SAVUNMASI - Mahir ÇAYAN

 
Mahir Çayan kendi yaptıgı savunmada bakın kemalizm hakkında neler diyor:

“İddia makamı, ihtilalci kavramı ile Marksist kavramını eş anlamda kullanmaktadır.

“Bu anlayış, hayatın realitelerine, dünya devrimci pratiğine ve de bilime aykırı bir anlayıştır. Sosyalist olmayan bir kişi pekâlâ ihtilalci olabilir. Mesela: Büyük Fransız Devriminin önderleri, Marat, Robespier… sosyalist değillerdi, ama gerçek birer ihtilalci idiler.

“Proletaryanın ideolojisi olan sosyalizmin henüz teorik ve pratik temellerinin mevcut olmadığı 18’inci Yüzyıl için geçerli olan bu durum, 20’nci Yüzyılda da geçerlidir.

“Bu gerçek, 20’nci Yüzyılda yani sosyalist ve milli demokratik devrimler çağında emperyalist boyunduruk altında olan bizim gibi ülkelerde özellikle geçerlidir.

“Şöyle ki:

“Bolivya’da Yankee Emperyalizmine karşı isyan bayrağı açarak dağa çıkan Papaz Camillo Torres, sosyalist değildi, ama gerçek bir devrimciydi.

“Cezayir Halk Savaşı’nda, Fransız Emperyalizmine karşı, kanla, ateşle halkının kurtuluş destanını yazan Cezayir Milliyetçileri Marksist değillerdi, ama kelimenin gerçek anlamıyla ihtilalciydiler.

“Dünyanın ilk zaferle biten Halk Savaşını sürdüren Kuvayı Milliye’nin yönetici kadrosu sosyalist değildi, ama sapına kadar ihtilalciydi

“Keza, bugün, Vietnam’da Amerikan Emperyalizmine karşı dövüşen Budist rahipler Marksist değillerdir, ama devrimcidirler.

“Hayat, bunun tersinin de geçerli olduğunu söylemektedir. 20’nci Yüzyıl devrimci pratiği, sosyalist olmayan devrimcileri kaydettiği gibi, tüzük ve programlarında “Marksist-Leninist” yazan pek çok örgütün (ve de mensuplarının) devrimci olmadıklarını da belirtmektedir.

“Mesela, Latin Amerika’da Milli Kurtuluş harekatına yan çizen pek çok “Marksist Parti” vardır. Ama bu parti ve mensuplarının hiçbiri devrimci değildir. Papaz Camillo Torres bunların hepsinden daha ileridir ve de devrimcidir.

“Keza, Cezayir Halk Savaşı’nda Milli Kurtuluş Savaşı’na yan çizerek, Cezayir için en iyi çözüm yolunun sosyalist Fransa’nın bir eyaleti olmasında gören Cezayirli Sosyalist aydın da, O’nun partisi de devrimci değildir. Bilimsel Sosyalizmden habersiz Cezayirli bir milli kurtuluşçu, bu aydından da, O’nun partisinden de ilericidir, devrimcidir.

“Bu örneklere, sayısız örnekler katmak mümkündür.

“Kısacası, kim emperyalist boyunduruğa karşı, halkının kurtuluşu için, bütün varlığını ortaya koyarak savaşıyorsa ihtilalci de, devrimci de, ilerici de odur!

“İhtilalci ve ihtilal kavramlarından, sadece sosyalist ve proletarya devrimini anlayan iddia makamı için, Atatürk, elbette ki devrimci (ihtilalci) değildir; evrimcidir. Bize ve tarihe göre, meselenin bu izah tarzı, en nazik deyimle, G. M. Kemal Atatürk’ün tarihî kişiliğini ve O’nun eseri olan Anadolu İhtilali’ni hiç ama hiç anlamamanın somut belgesidir. Ve G. M. Kemal Atatürk’ü bu şekilde değerlendirenler ne kadar Atatürkçülük iddiasında olurlarsa olsunlar onların Atatürkçülüğü, “gardrop” Atatürkçülüğünden öteye gitmez.

“Hayatın cilvesine bakın ki, onun açtığı yolda Milli Kurtuluş Bayrağını 1971 Türkiye’sinde dalgalandıran bizler, O’nun adına, O’nunla uzaktan yakından ilişkisi olmayanlar tarafından O’na ihanetle suçlanıyoruz.

“Gerçekten garip olan bu durum, asla bizi şaşırtmıyor. Bu, tarihin her döneminde hâkim sınıfların uyguladığı bir taktiktir. Ülkesinde dünyayı değiştiren, halkına ve ulusuna mal olmuş her ihtilalciyi, ölümünden sonra hâkim sınıflar (O’nun devrimci kişiliğini ve eylemini kendi sınıfsal çıkarları paralelinde tahrif ederek) O’nun izinde yürüyen devrimcilere karşı, kalkan olarak ileri sürerler. Bu, objektif bir olgudur ve bugüne kadar, sınıflar mücadelesinde, ilerici gerici mücadelesinde hep böyle süregelmiştir.

“Büyük Fransız Devriminde, karşıdevrimciler tarafından katledilmiş olan devrimci Marat, bir süre sonra, O’nun izinde yürüyen devrimcilere karşı, karşıdevrimin bayrağı olarak çıkartılmaya çalışılmıştır. Marat’ın izinde yürüyen Jakoben’lere (Robespier ve arkadaşlarına) karşı, tutucu Jirondenler, Marat’ı kalkan olarak kullanmışlardır. O’nun izinde yürüyenleri, O’nun adına, O’nu katledenler suçlamışlardır.

“Ülkemizde de bugün aynı oyun oynanmaktadır.

“Gazi Mustafa Kemal’in “Ya İstiklal, Ya Ölüm” şiarını kendisine şiar edip, O’nun hedeflendirdiği Tam Bağımsız Türkiye için mücadele edenlerin karşısına, karşıdevrim, Atatürkçülük iddiasıyla çıkmaktadır.

“Bu, tarihin paradoksudur.” (THKP-C Savunma, s. 127-129)

“(…) Kemalizm, emperyalist boyunduruk altında olan yarısömürge ülkelerin devrimci milliyetçilerinin bir kurtuluş bayrağıdır. Kemalizm’e ruh veren, onu yaşatan, Milli Kurtuluşçuluğun (yani, antiemperyalist ve antifeodal) tavır alışıdır.” (agy., s. 130)

“Kemalizm, ülkemizde asker sivil aydın zümrenin geleceğini yansıtan, antiemperyalist ve antifeodal bir tavır alıştır. Bu yüzden Kemalizmin sağı solu olmaz.

“Kemalizm soldur, Milli Kurtuluşçuluktur, emperyalizme karşı bu zümrenin isyan bayrağıdır.

“Milli Kurtuluşçu bir tutum yansıtması açısından bizler sapına kadar Atatürkçüyüz. Onun Milli Kurtuluşçuluk bayrağını, hayatımız da dahil, her şeyimizi ortaya koyarak biz dalgalandırıyoruz.” (agy., s. 131)



Mahir’in Türkiye Aydınlarını Sınıflandırışı

Mahir’den son bir aktarma daha yaparak bu konuyu noktalayalım:

BÜTÜN TÜRKİYELİ AYDINLAR İKİ ALTERNATİFTEN BİRİSİNİ SEÇMEK ZORUNDADIR

“Burada kısaca belirttiğimiz dünya ve Türkiye’nin şartlarına ilişkin gerçekler, 1971’in Türkiye’sinde bugüne kadar çeşitli şekillerde etraflıca söylendi, yazıldı, çizildi; kamuoyuna mal edildi. Sağcısından solcusuna kadar kimsenin inkâr edemediği gerçekler haline geldi.

“İşte böyle bir durumda, halkımızın % 60’ının okuma-yazma imkânlarına sahip olmadığı ülkemizde, bu gerçekleri bilmemesine imkân olmayan aydınlar iki alternatifle karşı karşıyadır.

I. Alternatif:

“Ya, Türkiye’nin bugünkü içler acısı durumu, mevcut düzeni, ülkenin “değişmez kaderi” olarak, olduğu gibi kabullenip, “böyle gelmiş böyle gider” “bana ne, ben kendi çıkarıma bakar hayatımı yaşarım” diyerek bu düzenin bir unsuru olacaklardır.

“Bu alternatifi seçenler ülkemizde iki küme teşkil etmektedir. Birinci küme, açık bir ihanet içinde olan aydınlar grubudur. Bu grup tıpkı 1919’da kukla İstanbul Hükümetini destekleyen aydınlar gibi açık ve bilinçli bir şekilde vatana ihanet içinde olup, ülkenin zenginliklerinin emperyalist tekellere peşkeş çekilmesini bizzat organize edenlerin grubudur. Bunlar açıkça, 1970’lerin dünyasında bir ulusun bağımsız olarak yaşayabileceğini inkâr eden vatan-millet mefhumlarından yoksun, kozmopolit aydınlar.

“Bunlar için tek bir yüce yasa vardır. O da, kendi çıkarları ve kendi esenlikleridir. Bunlar hayâsızca, bir ulus için kutsal ne varsa, onu emperyalist pazarlarda açık artırmaya çıkarmış vatan hainleridir. Ve bunu da ağızlarından hiç eksik etmedikleri vatan-millet adına yaparlar!

“Türkiye için bu gaflet ve ihanet içinde olanlar açısından iki alternatif vardır:

a- Türkiye ya Rusya’nın peyki olacaktır,

b- Ya da Amerika’nın peyki olacaktır.

“Ve bu hain mantığa göre. Amerikan peykliği ehveni şer olduğu için, bu konuda seçilen yol milletin selametidir!

“Bunlar için üçüncü bir alternatif yoktur. Tam Bağımsız Türkiye bir “komünist” yalanıdır. Türkiye mutlaka büyük bir devletin koltuğu altında yaşayacaktır, buna mecburdur. Bu yüzden, “Türkiye tam bağımsız bir ülke haline gelebilir ve mutlaka gelmelidir” diyen Millî Kurtuluşçular, bunlar için derhal yok edilmesi gereken zararlı unsurlardır.

“Bunlar; sırtlarını Amerikan Emperyalizmine dayamış, hâkim sınıfların mensupları, sözcüleri, teknisyenleri ve bürokratlarıdır. Aralarında bizzat hâkim sınıfların çocukları olduğu gibi, emekçi kökenli olup da kökenine ihanet eden, halkına sırt çeviren hainler de mevcuttur.

“Bu grubu teşkil eden aydınlar(!), asker-sivil aydın zümrenin dışında, emperyalizmin ve hâkim sınıfların aydın(!)larıdır.

“Bu birinci grup içindeki diğer kanat ise, ülkenin içinde bulunduğu durumdan gerçekten üzüntü duyan, kalbinde vatan sevgisi henüz sönmemiş, ancak kendi esenliğini vatan esenliğinin üstünde tutan aydınlar grubudur. Bu grubun siyasal niteliği asker-sivil aydın zümrenin sağ kanadıyla milli burjuvazinin bir kesiminden oluşmaktadır. Bunlar ülkenin kurtuluşunu mevcut sömürge ekonomik ve sosyal düzenin birtakım ıslahatlarla tedavi edileceğini ileri süren, devrimci değil, evrimci bir dönüşüme bel bağlamış olan aydınlar grubudur.

“Bunlara göre 20’nci Yüzyılın ikinci yarısında, milyonlarca lira borç altında olan bizim gibi ekonomisi tarıma dayalı geri bir ülke dış yardımsız yaşayamaz. Evet, Amerika’nın iktisadi hegemonyası vardır. Ama bu şartlar altında dev Amerika’yı ülkemizden atamayız. Ayrıca onun yardımına da muhtacız. Bu yüzden Amerika’ya karşı birden sert çıkmak yanlıştır. Yavaş yavaş, bağımsız politikaya tedricen yönelmek en tutarlı yoldur. Özetle bu grubun görüşü budur.

2. Alternatif:

“Ya da;

“Gelelim ikinci alternatife: Bu alternatif, 20’nci Yüzyılın ikinci yarısı da dahil olmak üzere, her tarihî dönemde, ulusun tam bağımsız olarak yaşayabileceğine inananların, emperyalist boyunduruk altında yaşamaktansa ölmeyi yeğ tutanların alternatifidir. Bu ikinci yol, hayatı da dâhil olmak üzere her şeyini ortaya koyarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ya İstiklal Ya Ölüm” parolasını kendisine şiar edip, “Tam Bağımsız Türkiye” için bitmemiş olan Anadolu ihtilali için savaşanların yoludur.

“Bugün, Gazi Mustafa Kemal’in yükselttiği “istiklali Tam Türkiye” bayrağı bu yolu olarak seçmiş olan sosyalist ve gerçek Kemalist Millî Kurtuluşçuların ellerinde dalgalanmaktadır.

“Evet, bütün Türkiyeli aydınlar, bu iki alternatiften birisini seçmek zorundadırlar.

“Birinci alternatifte, rahat bir yaşantı, bu düzenin nimetleri vardır.

“İkincisinde ise, çeşitli zorluklar, kan, işkence ve ölüm vardır.
“Biz, yurtsever kişiler olarak, ikinci yolu seçtik.

“Seçtiğimiz yol, Gazi Mustafa Kemal’in açtığı yoldur.

“O’nun başlattığı Anadolu ihtilalinin yoludur.

“Parolamız, “Ya İstiklal Ya ölüm!”

“Hedefimiz, “İstiklal-i Tam Türkiye”dir.”


13 Ekim 2013 Pazar

Müyesser Yıldız Taha Akyol'un yalanını ortaya çıkardı


10.10.2013 16:04 ODA TV

Balyoz kararlarını onayan Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin üyelerini övüp, “Hâkimlerle uğraşmak yanlış” demiş Hürriyet Gazetesi’nin hukukçu Başyazarı Taha Akyol.

Hukuka, adelete inanan bir Allah’ın kulu kalmamışken, “Bu tür davalarda hukuka uygun bir sonuca varılmasının yolunun yine hukuk” olduğunu anlatan Akyol, bakın Yargıtay hâkimlerine nasıl sahip çıkmış:

“Evvela şunu belirteyim: Yargıtay kararını veren 9. Ceza Dairesi’nin başkanı 18 yıldır, üyelerden biri 15 yıldır, biri de 12 yıldır Yargıtay’da tetkik hâkimi ve üye olarak çalışan yargıçlardır. Açıkçası, 2010 referandumundan sonra Yargıtay’a gelmiş isimler değildir. Diğer üyelerden biri ‘Büyük Hizbullah davasını sonuçlandıran hâkim’dir. Beşinci üye de kıdem ve kararlarıyla saygın bir yargıçtır.” 

Türkçesi, “İktidarın, yeni devletin sahiplerinin hâkimleri değiller” demeye getirmiş.

O hâkimlerin özgeçmişini bir de ben anlatayım, kararı siz verin:

Başkan: 1957 doğumlu. Ankara Hukuk Fakültesi’nden 1983’te mezun oldu. Ankara hâkimliği, Ordu Ulubey, İliç, Güneysu, Susurluk Cumhuriyet Savcılıklarından sonra Yargıtay Tetkik Hakimliğine atandı. 16 Mart 2003’te Yargıtay üyeliğine seçildi. Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nca 9. Ceza Dairesi Başkanlığına atanma tarihi 24 Ekim 2011.

Üye Hâkim: 1969 doğumlu. Ankara Hukuk’tan 1987’de mezun oldu. Göreve Ankara hâkimi olarak başladı. 4 ilçede hâkimlik yaptı. Diyarbakır DGM Başkanlığı’ndan sonra Eyüp ve Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına getirildi. Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi Başkanıyken, “Ergenekon Terör Örgütü üyesi olmak, evrakta sahtecilik, tehdit ve iftira” suçlamalarıyla tutuklanan Erzincan eski Cumhuriyet Başsavcısı (CHP Denizli Milletvekili) İlhan Cihaner’in yürüttüğü İsmailağa Cemaati soruşturması kapsamında dinlenen telefon konuşmalarında kaydının bulunduğu ortaya çıktı. 24 Ocak 2011’de Yargıtay üyesi oldu.

Taha Akyol’un, “15 yıldır Yargıtay’da tetkik hâkimi” diye tarif ettiği Üye Hâkim: 1969 doğumlu. 1990 Ankara Hukuk mezunu. Ankara’da hâkim adayı olarak mesleğe başladı. İki ilçede hâkimlikten sonra Yargıtay Tetkik Hâkimliğine atandı. 24 Şubat 2011’de Yargıtay üyeliğine seçildi. Bu dönemde eşi de Yargıtay Başsavcı Yardımcısı oldu. İdari İşlerden Sorumlu ve mevcut Yargıtay Başsavcısına en yakın isimlerden birisi olarak biliniyor. 

Üçüncü Üye Hâkim: 1966 doğumlu. 1991 İstanbul Hukuk mezunu. Bursa hâkim adayı olarak görev başladıktan sonra 4 ilçede hâkimlik yaptı. Son olarak Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi Başkanıyken, 24 Şubat 2011’de Yargıtay üyeliğine seçildi. 

Yine Taha Akyol’un, “Büyük Hizbullah davasını sonuçlandıran hâkim” diye söz ettiği Üye Hâkim: 1969 doğumlu. 9 Eylül Hukuk Fakültesi 1990 mezunu. Uşak hâkim adaylığından sonra iki ilçede Cumhuriyet Savcılığı görevlerinde bulundu. Ardından Yargıtay tetkik hâkimi oldu. 24 Şubat 2011’de de Yargıtay üyeliğine seçildi. Sadece Hizbullah davası değil, Fetullah Gülen’in beraatiyle sonuçlanan dava dosyasını da bu üye inceledi. 

Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde daha kıdemli üyeler varken, Balyoz kararını verecek olan bu üyeleri bizzat Daire Başkanının seçtiğini de ekleyelim. 

Balyoz’un temyiz duruşması 15 Temmuz’ta başladı, 12 Ağustos’a sona erdi. Toplam 17 gün oturum yapıldı. Karar için 9 Ekim tarihi belirlendi. 361 sanığın dosyasının tek tek incelendiği söyleniyor. Toplam 57 günde 361 sanığın dosyasını inceleyebilmek, mucize değilse nedir?

Taha Akyol şunu da söylüyor:

“Hâkimleri suçlamak çıkar yol değildir. Elbette adli hatalar olabilir, fakat eleştirilmesi gereken hâkimlerin kendileri değil, kararlarıdır.”  

Soralım: Hâkimler, kararlarından ayrı düşünülebilir mi? Hâkimler eleştirilmeyecekse, bu kararların sorumlusu kimlerdir?

Akyol’un bir diğer iddiası ise şu:

“Balyoz ve Ergenekon davalarına ‘karşı devrim’ diye bakmanın ve siyasi ajitasyonlar yapmanın hiçbir hukuki anlamı yoktur...  Kararları ‘siyasi ajitasyon’ için kullanmanın sanıklara da hukukun gelişmesine de hiçbir yararı olmaz." 

Yaşananların, “karşı devrim” olmadığını, bizlerin de “siyasi ajitasyon” yaptığını varsayalım. Peki aylarca önce The Economist Dergisi neden şunları yazdı?

“Askerlerin yargılandığı davalarla, bir zamanlar herşeye muktedir Türk ordusu, aciz değilse de sindirilmiş, zayıf ve bölünmüş durumda bırakıldı.”

Davalar için “hukuki yol” önermeye devam eden Akyol, “Bundan sonraki hukuki yol, Anayasa Mahkemesi’ne ‘bireysel başvuru’ ve sonra da AİHM’dir. Anayasa Mahkemesi ve AİHM siyasi ve ideolojik söylemleri ciddiye almaz; ciddiye alınmak için hukuk diliyle konuşmak gerekir” diyor.

Türkiye’nin kelimenin tam anlamıyla “dava cehennemine” atıldığı sırada Anayasa Mahkemesi’nin yeniden şekillendirilmesi, bireysel başvuru yolunun açılması ve AİHM’in, Türkiye’yi sırtından atıp, kendisini yeniden yapılandırmaya başlaması da mutlaka tesadüftür!..

“Kaf Dağı’na yürümeye devam edin. Belki orada adaleti bulursunuz”un ya da “Siz Atatürkçülere ekmek bile yok” demenin hukukçası, o kadar!..

Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler...

Müyesser Yıldız

Odatv.com

5 Ekim 2013 Cumartesi

DOĞU PERİNÇEK/ Soros'un askerleri









Soros'un askerleri

1 Ekim 2013 Salı günü, CHP tarihinde bir dönüm noktasıdır.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, tarihi bir açıklamada bulundu. Konuşması stratejik düzlemdedir.
Atatürk ve İnönü'nün koltuğunda oturan kişi, Cumhuriyet Devrimine karşı AKP'nin açtığı savaşın askeri konumundadır.
Kılıçdaroğlu,
- Cumhuriyetle,
- Milletle,
- Vatanla,
- Laiklikle,
- Çağdaşlıkla
- Ve Atatürk'ün CHP'siyle bağlarını koparmış, köprüleri atmıştır.
 
İhanet kapsamında
Yapılan iş yanlışlar kapsamında değildir!
Aymazlık kapsamında değildir.
Büyük üzüntüyle belirtmek durumundayım, ihanet kapsamındadır.
Kılıçdaroğlu, girdiği yoldan dönüş olanaklarını da havaya uçuruyor.
Artık "CHP'yi düzelteceğiz" beklentisinde olanların umutlarını da kırıyorlar. Çünkü çok açık, çok kesin, bilerek vaziyet almışlardır.
CHP, AKP'ye "Yetmez, daha hain ol" eleştirisini yöneltiyor.
Tayyip Erdoğan'a "hançerini daha derinlere batır" diyor.
Fırsat bu fırsat, "yaralı Cumhuriyeti bir an evvel boğ" diyor. Bunların hepsi "demokrasi" perdesi altında! CIA demokrasisi, Sorosgiller için icat edilmiştir.
 
CHP, dabilyu özgürlüğünün şampiyonu
CHP Genel Başkanı,
- "Türban Devriminin asıl sahibi benim" diyor.
- Dabilyu özgürlüğünün şampiyonluğunu Tayyip Bey'e bırakmıyor.
- Eğitim dilinde bölünmenin açılımını alkışlıyor.
- Türk Milletinin ilkokul andından silinmesinden pek memnun.
- Yerel isimlerde Cumhuriyet öncesine dönülmesinde zaten öne fırlamış bulunuyor.
- Laikliğin çiğnenmesini destekliyor.
- Tarikatların özgürlüğünü yetersiz buluyor.
- Türkçe konuşan PKK'nin Kürtçe siyasal propaganda talebine yandaş oluyor.
CHP'nin karşıdevrim yoluna girmesi için başka ne gerekiyor?
 
Mesajlar: Washington'a, Brüksel'e, İmralı'ya, Kandil'e
Kemal Kılıçdaroğlu'nun konuşmasında bütün mesajlar:
- Washington'a
- Brüksel'e
- İmralı'ya ve Kandil'e!
Konuşmada Türk Milletine umut veren, Cumhuriyet yurttaşını sevindiren, Atatürk gençliğini aydınlatan, dağa çıkan işçinin elinden tutan hiçbir şey yok!
Kılıçdaroğlu, kendi yazmadığı bir metni okuyordu, besbelli. Ama o metni seve seve okuyordu.
 
Bocalamanın sonu
CHP, Soros programı ile Atatürk arasında sürekli bir bocalama yaşadı. Sorosçuluk CHP'yi yüzde 20'lerin altına düşürünce, Atatürkçülük yükselişe geçmişti. Hatta en son Lüleburgaz'da Kılıçdaroğlu, "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" bile dedi. Meğer bıçağı sokmadan önce yapılan uyuşturucu imiş.
Kılıçdaroğlu, AKP paketindeki ihaneti yetersiz bulan duruşuyla bocalamaktan vazgeçiyor, Rıza Türmen, Sezgin Tanrıkulu, Atilla Kartların sağcı-gerici çizgisine oturuyor.
Washington'da Atatürk'e ihanetin faziletlerini mi öğrendiler?
Bu karara yol açan bir olay yaşanmış olmalı.
ABD'ye giden heyete, iktidara açılan yolun Atatürk'e ihanetten geçtiğini mi öğretmişler? Başka ne oldu son günlerde?
Gerçi bugünün işaretleri, CHP'nin "90. Kuruluş Bildirisi"nde vardı. Cumhuriyet, vatan, millet, devrim ve emeğin esamesinin dahi okunmadığı bildiri, rengârenk Sorosçuluğa boyanmıştı. Soros kütüğündeki kayıtlar güncelleniyor.
 
AKP'ye en yakın parti
"Demokrasi Paketi" sonrası mevzilenmede, CHP PKK ile birlikte AKP'ye en yakın parti konumundadır. Kemalist devrimin tasfiye edilerek CIA demokrasisinin kurumlaştırılmasında, AKP ile yarışa girmiştir. Seçmenden kopuk olduğu için, AKP'nin de önünde koşmaktadır. Bu koşu, baraj sorunuyla karşı karşıya getirir. Oysa AKP, "Demokrasi Paketi"yle muhalefete büyük fırsat verdi, PKK ile ittifakını bir kez daha ilan etti ve büyük oy kaybına uğrayacaktır. İmdadına CHP yetişti.
CHP, bu duruşuyla sağcı bir partidir. Tabanı nerede olursa olsun, CHP yönetimi cumhuriyet karşıtı cepheye yerleşmektedir. Taban, "Türküm, doğruyum" diyor, yönetim "Künyesizim, eğriyim" diye ant içiyor.
Tabanın Atatürkçülüğü CHP'yi kurtaramamıştır. Örgütlerde ve Meclis Grubunda, CHP'nin iç dinamiklerle tekrar Atatürk çizgisine gireceği umudunu besleyen güçlü bir tavır gözükmüyor.
Milletvekilliği, belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği gibi özel çıkarlar uğruna, CHP'nin AKP-PKK cephesine katılışına ses çıkarmayanlar, Soros'un askerleri konumunda bulunuyorlar.
 
CHP'de Soros kazandı, Türkiye'de Mustafa Kemal zafere gidiyor
Soros'un askerleri, CHP'de Mustafa Kemal'in askerlerini yenmiştir.
Ama Türkiye'de Mustafa Kemal'in askerleri Soros'un askerlerini kesin yenilgiye uğratacak, bütün olgular bunu gösteriyor. Edirne'den Ardahan'a kadar ayağa kalkan halk, ellerinde ay yıldızlı al bayraklarla kararlılığını ilan etmiştir.
CHP, Türk milletinin Haziran Ayaklanmasına karşı cephe tutmanın ne anlama geldiğini, çok değil birkaç aya görecektir.
 
Ufuk Söylemez milletin sesi oldu
1 Ekim Salı akşamı Ulusal Kanal'da başlayan, Mustafa Kaya'nın yönettiği Büyük Resim programında, Eski Devlet Bakanı Ufuk Söylemez, millici duruşun gücünü gösterdi. Geniş halk yığınları bu sesi istiyor. Programa katılan CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan ve MHP Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri de milletlerin beklediği konuşmaları yaptılar. CHP ve MHP hangi tavrı alırlarsa alsınlar, en sonunda halk herkesi milletin cephesine yöneltecektir.

03.10.2013 Aydınlık

DOĞU PERİNÇEK/ Tarih yapmaya hazır olan parti









Tarih yapmaya hazır olan parti

Artık İşçi Partisi için her durum tarihidir. Son iki yılda içine girdiğimiz süreç tarih yapma sürecidir. Bugün Türkiye'de tarih yapmaya hazır olan tek parti, İşçi Partisi'dir.
 
Büyük milletin öncüsü var
Türk milleti, ancak devrimle çözeceği sorunlarla yüz yüze gelmiştir. İki yüzyıllık devrim birikimi olan büyük bir milletin, öncü partisiz kalma sorunu olamazdı ve yoktur.
İşçi Partisi, bugün dünyanın en önemli devrimci partilerinden biridir. Bu saptama, bize ait değildir. Milletlerarası düzlemde geçerli bir değerlendirmeden söz ediyoruz ve yerindedir.
 
İşçi Partisi olağanüstü hızla büyüyor
İşçi Partisi, olağanüstü büyüyor. Bu olgu tek başına, Türkiye'nin bir dünya sürecine girdiğini gösterir. Devrim yapacak partiler, tarihin pususunda görev günlerine hazırlanır ve devrim süreci gelince, büyük sıçrama yapar. Yaşanan olay budur.
 
Partide üç görev
İşçi Partisi'nin Türkiyemizin öncü birikimini hızla örgütlediği bu süreçte üç görev öne çıkıyor:
Birincisi, kucakladığımız büyük enerjiyi iktidar mücadelesinde en verimli değerlendirebilmemiz için, Parti hukukunu başarıyla işletmemiz gerekiyor. Organlar çalıştırılmalıdır. Kolektif yönetim bizi halkımızla birleşmeye devrime önderlik etmeye götürür.
Kazandığımız ve kazanacağımız büyük güçlerin dinamizmini köreltecek tepeden inmeci eğilimleri tasfiye etmek, Parti hukukuyla olur.
Büyük toplumsal güçler, benimsedikleri önderliklerle büyük işler yapar. Parti hukuku, bize halk kitlelerine önderlik için gereklidir.
İkincisi, devrimci namusun gelişmediği ortamlarda hukuk herkesin âleti olabilir. Partinin namus birikimi Parti hukukunun güvencesidir. Fedai ruhu, arkadaşlık sevgisi ve halka bağlılık, Partinin büyümesi ve karşılaştığı sorunları çözmesindeki tılsımdır; manevi güçtür.
Üçüncüsü, Partinin güzelleşmesidir. Güzel ve çağdaş Türkiye'yi güzelleşen bir Parti önderliğinde kurabiliriz. Bunu üç maddede özetliyoruz:
İçte güzellik.
Yüzde güzellik.
İşte güzellik.
Türkiye'nin bilim ve sanat birikimini seferber etmek, güzelleşmenin biricik yoludur.
 
Ülkede merkezi görev:
Emek Hareketini Cumhuriyet hareketine dönüştürmek
Bugün Türkiye'de iki önemli halk dinamiği var: Cumhuriyet Hareketi ve Emek Hareketi.
Bu iki dinamiğin ikisi de, esas olarak emekçi karakterdedir.
Haziran İsyanı, 19 Mayıs 2012'den bugüne barikatları yıka yıka gelen Cumhuriyet Hareketinin doruğu oldu.
Türk bayrağı, milli devrimin bayrağıdır ve siyasallaşmanın simgesi olmuştur.
"Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganı ise, iktidar hedefinin sloganıdır.
Emekçi hareketlerini, Türk bayrağıyla ve Mustafa Kemal simgesiyle ekonomizmin sınırlarını aşarak Cumhuriyet Hareketine dönüştürüyoruz. Partimiz, geniş kitleleri iktidar hedefine yöneltme görevini bu simgelerle hayata geçiriyor.
İşçi sınıfı ve köylüden, esnaf ve milli sanayiciye kadar bütün milleti birleştirmek, bağımsızlık ve demokrasi programını uygulamanın şartıdır. Cumhuriyet Hareketi, bu büyük gücün eksenidir.
 
İşçi Partisi'ni millet düşmanları iyi tanıyor
İşçi Partisi'nin tarih yapma çağına girdiğini, sistemin efendileri de saptamıştır. Kemalist Devrimi tasfiye eden karşıdevrim, halk düzleminde İşçi Partisi'ni ve devlet katında da TSK'nin Atatürkçü birikimini hedef aldı. Biz, kendimizi keşfetmesek dahi, ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri İşçi Partisi'ni keşfetmişlerdir. Çünkü Partimiz doğru cephede mevzilenmiştir ve Türkiye'nin devrimci öncü birikiminin çekirdeğine sahiptir.
 
Mücadele içinde büyüyoruz
Savaşarak büyüyoruz.
Halkın mücadelesi içinde büyümek dışında bir seçeneğimiz yoktur. Yaralarımız bize cesaret ve kuvvet kazandırıyor. Bu bilinci sağlamlaştırmalıyız.
Şu ana kadar İşçi Partisi, Türkiye düşmanlarının hedef aldığı bütün önder kadrolarının yerini doldurabilmiştir. Görülmüştür ki, her işi, her görevi yapacak kadro kaynağımız vardır. Türkiye'nin kadroları, bizim kadrolarımızdır.
Bu gerçek, Genel Başkan görevi için de geçerlidir. Altı yıldan beri Partimiz, bünyesinden yeni genel başkanlar, yeni önder kadrolar üretiyor. Çünkü savaşıyor.
 
Partimiz ateş hattından yönetiliyor
Bu altı yıllık tecrübe içinde, şu ilkemiz bir kez daha doğrulanmıştır: Partiyi ateş hattında yönetebiliriz. Partiyi, duvarların arasından yönetemeyiz ve yönetmedik.
Çünkü Genel Başkan dâhil önder kadrolar, Partimizin bütün örgütleriyle ve mücadele mevzisine giren halk kitleleriyle sıcak ilişki içinde olmalıdır.
Doğru kararlar, halkla ilişkili, kolektif örgütsel süreçlerde alınabilir. Halk düşmanları, hapishaneleri bunu önlemek için icat etmişlerdir.
Partimiz, şunu çok iyi anlamalıdır: Genel Başkan duvarların arasında olamaz ve değildir. Bunun anlamı, şu anda hapiste olan genel başkan, simgeseldir. Hakiki Genel Başkan, 9. Genel Kurultayın seçeceği önderlik tarafından belirlenecektir.
Resmiyet ile hakikat arasındaki bu farka başından beri karşı olduğumu bütün parti ve halk bilmelidir. Yanlış bir örneğin bilinçlere yerleşmesi doğru olmaz.
Ne var ki Partimizin merkez organları bu ana kadar, simgesel uygulamayı yeğledi. 9. Genel Kurultay, bunu düzeltebilir; önerim düzeltmesidir.
 
Yaşayanların resimleri asılmamalı
Kurultay salonuna resmimin asılmasını doğru bulmuyorum. Geçmiş kurultaylarımızda önderlik olarak, yaşayan partililerin resimlerinin asılmamasını bir ilke olarak benimsemiştik.
Bilmiyorum, bunlara rağmen 9. Genel Kurultay salonunda yaşayan bir arkadaşımızın resmi var mı? Eğer varsa, o resmi kurultay delegelerini yönlendirmek için asmışlardır. Delegelere önerim: "O resme bakarak karar vermeyiniz."
Eğer bu satırları yazan arkadaşınızın resmi asıldıysa, o arkadaş, yaşarken resmi duvara asılacak bir insan değildir. Belki de benim artık yaşamadığımı düşünerek hatırama saygı için böyle bir eylemde bulunuyorlar. Dışarıda olsam, bunu önlerdim.
Partimizin, duvarların arasında olan bir arkadaşın sözünü dinlememesi yerindedir. Bu sağlıklı tavrın hukuka da yansıtılması doğru olur.
 
Partiye güven, halka güven
YAPARIZ!
İşçi Partisi, 9. Genel Kurultay'a sunulan Merkez Karar Kurulu Raporumuzu uygulayarak Milli Meclis, Milli Hükümet hedefine ilerleyecektir.
Partimize güvenmeliyiz. Bu güven gerçekçidir.
Halkımıza güvenmeliyiz. Bugün dünyanın en devrimci milletleri içinde Türk Milleti öne çıkıyor. Biz, iki yüzyıldır emperyalizmle ve Ortaçağla savaşan büyük bir milletin öncü partisiyiz.
Son Haziran İsyanı, Türkiye halkının büyük birikimini, yaratıcılığını ve gücünü göstermiştir.
İşçi Partisi'nin bugünkü kadroları ve üyeleri, devrim yapan kuşaklar olarak tarihe geçecektir.
 
05.10.2013 Aydınlık

DOĞU PERİNÇEK/ "Könü barır geyiknin közinde adın başı yok"

"Könü barır geyiknin közinde adın başı yok"
 
Yarın İşçi Partisi'nin 9. Genel Kurultayı Ankara'da toplanıyor. Üçüncü gün oluyor bugün, Kurultayın tuttuğu cepheyi ilan ediyoruz.
Önündeki yakıcı görevi belirliyoruz, 8. Genel Kurultay'ın Merkez Yönetimi olarak.
Ve Partimizin kararlılığını, fedai ruhunu dosta düşmana ilan ediyoruz.
Parti nedir, nasıl olur, hangi parti, hangi ruhla Türk milletinin büyük kıyamına önderlik edecektir, mesele budur!
 
Düz giden geyiğin niçin yarası yok?
Savaş Tanrısı Odin gibi Kaşgarlı Mahmut da bizdendir. Bu yazının başlığı Divan-ı Lügat-it Türk'ten.
"Könü barır geyiknin közinde adın başı yok."
Günümüz Türkçesiyle şöyle:
Düz giden geyiğin gözünden başka yarası yok.
"Düz giden" ne demek, aslında geçen Pazar, Yatağan işçisinin "tüzsüz" olduğunu anlatırken açıklamıştık.
Düz gitmek, düzenin içinde gitmektir, tehlikesiz yollarda koşturmaktır.
O zaman size ne ok değecektir, ne balta, ne hançer!
Vücudunuzda gözlerinizden başka delik açılmayacak, yara olmayacaktır!
Kaşgarlı Mahmut Türk halkının binlerce yıllık düzenle savaş tecrübesini böyle özetlemiş.
 
Bütün zaferleri yaralılar kazanır
Bu büyük tecrübeyi, bugün hem İşçi Partisi kadrolarının, hem de önümüzdeki büyük mücadelede yer almak isteyen her öncü adayının çok iyi öğrenmesi gerekiyor.
Parti tartışması, yaşadığımız hesaplaşmanın zaferini belirleyen bir tartışmadır. Doğru çözülmelidir.
Amiral Türker Ertürk arkadaşımız, 30 Ağustos 2013 Zafer Günü'ndeki yazısında, "ülke felakete gidiyor" saptamasında bulunduktan sonra iktidar seçeneklerini tartışıyor ve bu işin yıpranmamış olanların partileşmesiyle başarılacağını öne sürüyor.
Bu yıpranmış-yıpranmamış sınıflaması çok önemli. Yıpranmıştan kastedilenin İşçi Partisi olduğunu hepimiz biliyoruz, bunu görmezden gelemeyiz. Çünkü önümüzdeki Milli Hükümet mücadelesi bir partinin önderliğinde yürütülecektir.
Dünyada "yıpranmamış" bir orduyla, "yıpranmamış" bir partiyle kazanılmış tek bir savaş, tek bir devrimci iktidar mücadelesi yoktur.
Savaşları daha önce savaşmış olanlar kazanır. Yani savaş tecrübesi olanlar.
 
Tek at tek mızrakla olmaz!
Ve savaş, tek at, tek mızrakla, yani bireysel olarak yapılmaz, örgütle yapılır. Ordu, ölüm kalım savaşı verdiği için en disiplinli, en sıkı örgütlenmedir.
Dünyada örgütsüz bir halkın kazandığı iktidar mücadelesi yoktur, olamaz. Çünkü iktidar sahipleri, örgütlüdür.
Deniyor ki bizim de partimiz olacak.
Güzel de, ülkenin felakete gittiğini saptıyoruz. Cumhuriyetin kaleleri birer birer yıkılmış, ülkenin tersanelerine girilmiş, ordusunun komutanları esir alınmış, taş duvarlara tıkılmış. Ekonomisi sıcak paranın esiri olmuş. Millet tarikat-cemaat ağlarına hapsedilmiş.
Peki bütün bunlar olurken, bu felaketleri önlemek için Partileşmek görev değil miydi?
 
Üç kişiniz yok muydu?
Partiyi ne zaman kuracaksınız?
Üç kişiniz yok muydu, 1905 yılı Aralık ayında Şam'da buluşacak?
Bir tabancanız yok muydu üzerine ellerinizi koyacağınız?
Bir Kuranı Keriminiz yok muydu üzerine el basıp yemin edeceğiniz?
Bu ülkeyi felaketlerden, hep o öncü örgütçüler çıkardı!
Şimdi İhanet Paketi açıldı!
Hangi partiyle savaşacağız bu ihanete karşı?
Savaş, acaba sizi bekleyecek mi?
 
İşçi Partisi göreve!
Yine iş başa düşecek!
İşçi Partisi göreve!
İşçi Partisi'nin yarattığı örgütler, medya organları göreve!
İşçi Partisi'nin önderlik ettiği büyük gençlik hareketi göreve!
Bu durumda, İşçi Partisi'ni yıpranmış ilan ederek hangi mücadeleyi kazanacağız?
Bakın savaşlar, başarısızlıkların pususunda kazanılmaz.
Savaşlar, var olan, geleneği olan, savaş tecrübesi olan örgütlerle kazanılır.
Bireyler, istedikleri kadar kahraman olsunlar, "düz giderler" sonuç olarak. Yani düzenin içinde koşarlar. Çünkü hâkim kuvvetler örgütsüz, partisiz kahramanların tehlike oluşturmayacağını bilirler. O nedenle onların gözlerinden başka yaraları olmaz. Hiç yıpranmazlar. Yıpranmadıkları için de önümüzdeki mücadele görevlerini başaramazlar.
İyi ki İşçi Partisi var, onun sayesinde milletimin ve emekçi halkın ve insanlığın hizmetindeyim, kendi adıma konuşuyorum.
 
'Kemalizm' tutuculaşınca...
Bu gerçekleri en az anlayanların Ordu gibi savaş örgütlerinde yetişmiş askerlerin olması, açıklanmalıdır. Çünkü Kemalizmi tutuculaştığı 1945 sonrası dönemde partisizleşme olarak anlamışlardır. "Örgüt, devlettir. O zaman partiye ne gerek var." Devrimcilik bitince bu tutucu anlayışa demir atmışlardır.
Kemalizmin devrimci döneminde, büyük amaçlara devrim partisiyle ulaşıldığını unutmuşlardır.
İttihat Terakki'ye de bu açıdan yan bakarlar, çünkü o da yıpranmıştır. İttihatçılığın Mustafa Kemal dahil, Türkiye'de yaşayan her devrimcinin ve devrimci örgütün kökleri olduğunu görmelidirler.
 
Vatan elden giderken niçin hâlâ tek at tek mızraksınız!
Hâlâ İşçi Partisi'nde örgütlenmeyen arkadaşlarımıza soruyorum:
- Sizin G günde kuracağınız parti, barikatları aşabilecek mi?
- O parti, Haziran-Temmuz ayaklanmasında ne yapacaktı? Niye halk ayaklanırken partiniz yok? Yıpranmamak için mi örgütsüzsünüz?
- Peki İşçi Partisi olmasaydı hangi parti bu milleti Haziran-Temmuz ayaklanmasında Türk bayrakları altında birleştirecekti? Siz bugün Türkiye'de Türk bayrağını elinize almak için yıpranmayı göze almak gerektiğini hâlâ fark etmediniz mi?
- Peki İşçi Partisi olmasaydı, "Mustafa Kemal'in askeri değiliz" diyen Kemal Kılıçdaroğlu'nu kim Lüleburgaz mitinginde "Mustafa Kemal'in askeri" yapacaktı? Bunların partisiz, örgütsüz olabileceğini mi sanıyorsunuz?
- Cevap verin: Vatan elden giderken, niçin hâlâ partiniz yok?
- Ülke parçalandıktan, Cumhuriyete son hançer darbesi indirildikten sonra neyin partisini kuracaksınız?
Bugün en büyük yanlış, barikatları yıkan büyük halk hareketinin kendiliğinden olduğunu savunmaktır!
 
Geminiz tufanlarda yol alacak
Kafalardaki model çok yanlıştır. Ülke altüst oluşlara giderken, fırtınaları düşüneceksiniz. Geminiz, tufanlarda yol alacak! Hortumlarla, tsunamilerle boğuşacak, öyle değil mi, sayın amirallerimiz? (Bütün amiral ve generallere ve sivil generallere de sesleniyorum)
Geminin kumanda köprüsünü de herhalde güzellik kraliçelerine ve mankenlere vermeyeceksiniz. Tek gözünü savaşta kaybetmiş, siyahla kapatmış veya ayağı kopmuş tahta bacaklı yıpranmışlar lazım size!
Yoksa savaşamazsınız!
Tufanlarda yol alan bir parti gerekli bu millete. O da İşçi Partisi'dir.
Kendisini ispatlamıştır.
Millet, tasavvurların peşinden gitmez.
Milletin önüne, ona önderlik edecek bir parti koyacaksınız. Bugüne kadar koymuş olmalıydınız. Koymadığınıza göre, var olanda görev alacaksınız.
 
Kavmimizin adı Almazsanız ne olur?
Siz, bu büyük mutluluktan yoksun kalırsınız.
Yoksa siz sorumluluğunuzu yerine getirmediniz diye, bu millet yenilecek değildir.
Türk kavmi, dünyanın en güçlü örgüt geleneği olan kavmidir.
Bizim kavim adımız tarih boyunca örgütlenmiştir.
Biz örgütlenmiş adındaki kavmin çocuklarıyız.
Og = Boy örgütü.
Oğur, Oğuz = Boylar örgütü.
Törük, Türk = Kurumlaşmış, örgütlenmiş.
Türk olun, kurumlaşın, örgütlenin artık, bu davet bizimdir.
Ne mutlu örgütlenmiş olana!
 
04.10.2013 Aydınlık