25 Nisan 2016 Pazartesi

Diyabet ve obeziteye karşı yeni bir hormon






Yağ hücreleri tarafından üretilen doğal bir hormon bugüne kadar algımızdan kaçmayı başardı. Bu hormonun diyabet ve obezite ile mücadelede insanlığa yardımcı olabileceği ortaya çıktı.

Nadir görülen bir hastalık olan neonatal prematüre yaşlanma sendromu (NPS) adlı hastalığa sahip kişilerin DNA analizi yapıldı. Böylece yeni bir hormon tanımlandı. Olağan üstü derecede yağ seviyesi düşük NPS hastalarının aşırı halsiz hissetmelerinin nedeninin daha önce bilinmeyen bu hormon eksikliğinden kaynaklandığı ortaya çıktı. Houston, Texas Baylor Tıp Koleji’den Dr. Atul Chopra ve ekibi buldukları bu hormona asprosin ismini verdi.

Dr. Chopra bu süper nadir bulunan hastalığın içine baktıklarını ve sonucun çok daha yaygın bir bozukluk olan diyabetli milyonlarca kişi için yarar sağlayabilecek bir keşif olduğuna dikkat çekti.

ÖĞÜNLER ARASI DESTEK

Fare deneyleri hormonun özellikle öğün aralarında, kan şekeri seviyelerini belirlemede önemli bir rol oynadığını gösterdi. Dr. Chopra, “Asprosin, yağ hücreleri tarafından salınıyor ve karaciğere gidiyor, ve ona hemen kana glikozu serbest bırakmasını söylüyor” dedi.

Bilmecenin çözülmesi için incelemeye alınan NPS hastası Abigail Solomon, “Öğün aralarında halsiz, çok sık aç hissediyor, şekerli yiyecekleri proteinden çok daha fazla tüketiyorum” diye konuştu. Araştırma saygın bilim dergilerinden Cell’de “Asprosin, bir oruç kaynaklı glukojenik protein hormon” başlığıyla 13 Nisan’da yayımlandı.

Diyabeti araştıran bilim insanları bu bulgular ile çok heyecanlandılar. Nashville, Tennessee Vanderbilt Üniversitesi’nden Alan Cherrington “Asprosin karaciğeri vurur. Tip 2 diyabet için önemli bir faktör olan glikozun aşırı üretimine sebep olması, bu hormonu çok daha ilginç kılmaktadır” diye belirtti.

Dr. Chopra, hayalinin insülin kullanan hastalar için bunu azaltmak veya tamamen ortadan kaldırmak olduğunu’ vurgulayarak “Belki hastalara haftada bir asprosini engelleyen bir antikor vererek kan glikozunu aşağı çekebiliriz. Böylece hasta daha az insülin kullanabilecek veya tamamen bundan kurtulabilecektir” dedi.

Chopra ve ekibi hormonun patentini aldı, asprosini engelleyen antikoru test aşamasındalar. Araştırma ekibi diyabetik fareleri tedavi ettiklerini ve antikorun iyi çalışır göründüğünü belirttiler. Ayrıca birkaç yıl içinde insanlarda güvenli denemeleri başlatmayı ümit ettiklerini de sözlerine eklediler.

ŞİŞMANLARDA 2 KAT FAZLA

Asprosin aynı zamanda şişmanlık ya da ağırlık kazanımında da bir rol oynayabilir. Abigail Solomon gibi NPS’li insanlar son derece ince olmalarına rağmen, Chopra ve ekibi obez insanların obez olmayan insanlara göre kanlarında iki kat fazla asprosin olduğunu gösterdiler. Bundan sonraki çalışmalarında obezitenin odak noktası olacağını belirten Dr. Chopra “Yağ dokusu arttıkça, asprosin de artıyor” dedi.   

Doç. Dr. Şehime Temel
22.04.2016
Aydınlık


Asprosin, a Fasting-Induced Glucogenic Protein Hormone


Volume 165, Issue 3, p566–579, 21 April 2016

 

Highlights


  • Asprosin discovered as a fasting-induced glucogenic protein hormone
  • Asprosin induces hepatic glucose production by using cAMP as a second messenger
  • Asprosin is pathologically elevated with human and mouse insulin resistance
  • Reduction of asprosin protects against metabolic-syndrome-associated hyperinsulinism

Summary

Hepatic glucose release into the circulation is vital for brain function and survival during periods of fasting and is modulated by an array of hormones that precisely regulate plasma glucose levels. We have identified a fasting-induced protein hormone that modulates hepatic glucose release. It is the C-terminal cleavage product of profibrillin, and we name it Asprosin. Asprosin is secreted by white adipose, circulates at nanomolar levels, and is recruited to the liver, where it activates the G protein-cAMP-PKA pathway, resulting in rapid glucose release into the circulation. Humans and mice with insulin resistance show pathologically elevated plasma asprosin, and its loss of function via immunologic or genetic means has a profound glucose- and insulin-lowering effect secondary to reduced hepatic glucose release. Asprosin represents a glucogenic protein hormone, and therapeutically targeting it may be beneficial in type II diabetes and metabolic syndrome.

Hayatımda İlk Kez Beraat Ettim!


20 Ekim 2008 günü Silivri Cezaevi yerleşkesi içinde kurulan o küçük duruşma salonunda tanışmıştık. Ergenekon Terör Örgütü” sanığıydık, fakat çoğuyla hayatımız boyunca hiç karşılaşmamıştık. Silivri’de yıllarca birlikte kaldık, tanıştık ve birbirimize can yoldaşı olduk.

İşte onlardan bazıları şimdi burada. Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, emekli Orgeneral Hasan Iğsız, emekli Orgeneral Nusret Taşdeler, emekli Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu, Prof. Dr. Yalçın Küçük, emekli Albay Dursun Çiçek, emekli Albay Fuat Selvi, emekli Albay Ziya İlker Göktaş, emekli Albay Sedat Özüer, emekli Albay İlyas Çınar, Hüseyin Buzoğlu, Serdar Öztürk, Oktay Yıldırım, Kemal Kerinçsiz, Sevgi Erenerol...

BUGÜNÜ GÖREMEDEN ÖLDÜLER

Ya bugünü göremeyenler. İlhan Selçuk, Türkan Saylan, Kuddusi Okkır, Emcet Olcayto, Yüzbaşı Muzaffer Tekin, Uçkun Geray, Engin Aydın, Erhan Göksel, Hüseyin Görüm... Onlar hakkında “esastan ve usülden” kim karar verecek?

20 Ekim 2008’den 21 Nisan 2016’ya. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Ergenekon kumpasında son noktayı koydu.

O SAVCILAR

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, özel yetkili savcılar Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın’ın imzalarını taşıyan birinci iddianameyi kabul ettiğinde tarihler 25 Temmuz 2008’i gösteriyordu.

120 MİLYON SAYFA

2 bin 455 sayfadan oluşan davanın iddianamesinde 86 sanık suçlanıyordu. Daha sonra 23 iddianame tek davada toplandı. “Torba” doldu, sanık sayısı 275’e çıktı.

Ergenekon soruşturmasının başladığından bugüne 9 yıl geçti. Tertip kapsamında bin 360 kişi ifade verdi, 588 kişi gözaltına alındı. 100 bin telefon izlemeye alındı, 60 bin telefon dinlendi. 3 bin kişi FETÖ elemanları tarafından takip edildi.

Davada 109 açık, 44 gizli tanık dinlendi. 7 kişi ifade veremeden öldü. 7 kişi kanser oldu. Sanıkların birinci derece ölen yakınlarının sayısı 20’yi geçti. Kimi çocuğunu kaybetti, kimi annesini, babasını, eşini...

Silivri’de 600’ün üzerinde celse yapıldı. Ortalama bir ceza yargılamasıyla 150 senelik yargılamaya denk düşen, gece yarılarına kadar süren duruşmalar. İddianamelerin sayfa sayısı 17 binden fazla. Ek klasörlerle sayfa sayısı 10 milyon civarında. Dava dosyalarına giren tüm belgelerle 120 milyon sayfayı buldu. Çoğu yalan, dolan.

Ergenekon tertibinde, sanıklara yüklenen iki şiddet eylemi vardı.

Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet gazetesinin bombalanması. Yargıtay bugün verdiği kararla Ergenekon sanıklarının her iki eylemle de hukuki ve fiili bir ilişkisinin olmadığını açıkladı. Ortada “örgüt” falan kalmadı.

Bir kumpas daha böyle çöktü. Şimdi sıra tertipçilerin hesap vermesine geldi! 

Hikmet ÇİÇEK
Aydınlık / 22.04.2016

FETÖ’nün Firarileri Çok



Fethullahçı Terör Örgütü Yapılanması’na (FETÖ) ilişkin yürütülen soruşturmalar ve açılan davalar sebebiyle yurtdışına kaçan şüphelilere bazı emniyet müdürleri de eklendi. Firari şüpheliler Ergenekon, Balyoz ve Şike gibi kumpaslarına etkin rol almıştı.

FETÖ/Paralel Devlet Yapılanması soruşturmaları ve davalarında haklarında yakalama kararı olan bir numaralı sanık Fetullah Gülen dahil birçok şüpheli yurtdışında bulunuyor.

ADRESLERİNDE BULUNAMADILAR!

Şikede kumpasında haklarında gözaltı kararı bulunan eski Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, eski Fatih Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan, hukukçu Osman Karakuş, eski Şanlıurfa Emniyet Müdürü Mehmet Likoğlu, eski Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Mutlu Ekizoğlu ve avukat Halil İbrahim Koca adreslerinde bulunamadı. Zanlılardan Dumanlı, Tekalan, Karakuş ve Koca’nın yurtdışında oldukları, Likoğlu ve Ekizoğlu’nun haklarında yurtdışına çıkış yasağı olduğu, bu sebeple ya yurtiçinde saklandıkları ya da kaçak yollarla yurtdışına çıkmış olabilecekleri belirtildi.

HOLLANDA’YA KAÇTI

Emre Uslu, Selam Tevhid’de kumpas soruşturması kapsamında açılan davada, Sinan Dursun ise 25 Aralık kumpas davasında firari sanık olarak yer alıyor. Eski hakim Süleyman Karaçöl tutuklanırken, eski savcı Muammer Akkaş’ın firar ettiği tespit edildi. 

HSYK kararnamesiyle görevden uzaklaştırılan, haklarında soruşturma yürütülen eski savcılar Zekeriya Öz, Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç için 10 Ağustos’ta Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklama amaçlı yakalama kararı çıkarıldı. Çorum Savcısı Fikret Seçen’in HSYK tarafından geçici olarak görevden uzaklaştırıldığı 24 Kasım’da 20 gün rapor alarak Atatürk Havalimanından Hollanda’nın Amsterdam şehrine gittiği öğrenildi. Ayrıca Ergenekon, Odatv gibi birçok davanın savcısı olan ve HSYK tarafından açığa alınan Cihan Kansız’ın da Belçika’ya gittiği ortaya çıktı.

ÖZEL UÇAĞIYLA GİTTİ

“FETÖ yöneticiliği, terörizmin finansmanı, zimmet, terör örgütünün propagandasını yapmak” suçlamaları yöneltilen Koza İpek Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın İpek’in ise operasyondan iki gün önce 30 Ağustos’ta uçakla İngiltere’ye gittiği belirlendi. İşadamı Abdullah Büyük’ün de Bulgaristan’da olduğu kaydedildi.

Aydınlık / 22.04.2016

Hekimler Kürtçülüğü ve Parayı Çok Seviyor…



Tabip odası seçimlerini yeni bir sosyolojik deney gibi yaşadık. İlginç bir deney. Tüm bu hırsızlıklara, yolsuzluklara karşın AKP oyunu nasıl koruyor? Sorardık ya… Her gün ayyuka çıkan yalanlarına rağmen iktidar nasıl ayakta kalıyor, halk buna neden yeter demiyor… Diye merak ederdik hani… İstanbul Tabip Odası seçiminde aynı olguyu mikro modelleme içinde yaşadık. Gördük ki hekimlerin çok büyük çoğunluğu parayı, yolsuzluğu, yalanı seviyor. Doğruya değişmiyor.

Ülke kan gölüne döndü, hala “barış” diyorlar. “Barış” derken, HDP’yi destekliyorlar, bizzat HDP’nin kendisiler. Hem barış diyorlar, hem “hendek”, “direniş” diyorlar. Biz HDP değiliz diyorlar. HDP ile PKK bir değil diyorlar. Yalanlarının kuyruğu paçalarından sarkıyor. Ama onlar mutlular. Çok akıllılar, imza atıyorlar, özgürlükçüler, huzurlular… Her şey onlarda. Bir kere akademisyenler. Bu bile her şeye yeter. Sonra barış için bedel ödüyorlar. Daha ne olsun. Şam’da kan kayısısı… Zavallı yoksulların AKP yalanlarına inanarak kavuştukları yoksul huzurdan farklı bir huzur bu, ama bir bakıma da aynı. Yalanlar güzel kafa yapıyor. Cepte para da varsa, dadından yinmiyor.

Öyle bir Kürtçülük dalgası ki her şeyi altında eziyor. Tecavüz ediyor. Sonra maytap geçiyor. Daha dün PKK’ya nefretle ilenen bir arkadaşınız iki gün arkanızı döndüğünüzde karşınıza HDP’ci olarak çıkıyor. HDP’ci olduğunu da bilmiyor, ama arkasını güçlü hissediyor, üstünü cin fikirli duyumsuyor. Daha iki gün önce akıllı akıllı sözlerini duyup insanlık adına umutlandığınız dostunuz, bugün karşınıza aptalca bir sırıtışla çıkıp “Oyumu size vermedim, onlara verdim” diyor. Kafa gitmiş. O da imzacı akademisyen olmuş. Huzura ermiş.

Salak gülümsemeli yaşayan leşler.. harisler de. Hiçbir kavramı elaleme bırakacak göz yok onlarda. Sosyalizm diyor, demokrasi diyor, doğa, yeşil, özgürlük diyor. En çok onlar diyor.   

Ben de mazoşist bir keyifle gülümsüyorum. Seçim stantlarının arkasında durmuş bakışıyor, esprileşiyoruz. Bu sahtecilik, bu idiokrasi cennetinde mutlulukla halimize şükrediyoruz. Her şey çok güzel.

Yolsuzluk dedik. Bunca hırsızlığa karşın AKP neden ayakta diye sorduk. TTB niye ayakta, DKG niye bu kadar çok oy alıyor?

Vatandaş AKP yolsuzluklarına ses çıkarmıyor, çünkü aidiyet duygusu var. Çünkü ortak. Çünkü küçük de olsa pay alıyor. Vatandaş para bakımından namuslu güçlü bir alternatif görebiliyor mu? Göremiyor. Muhalefetin de hırsız olduğunu görüyor. Hırsız olmayanlar tek tük kenarda köşede kalmış, kendilerine hayırları yok. Vatandaş da özüne yakın, en çok pay verecek, en güçlüyü tercih ediyor.

Hekimler farklı mı?

Tıp bilimini MEDİKAL KARTEL diyeceğimiz büyük ilaç ve tıbbi araç gereç firmaları yönlendiriyor. Bunu nasıl yapıyor? Burada bin beş yüz kere yinelesek de yine çoğunluk okumayacak, bilmeyecek, duymayacaktır.  Hatta okusa bile iki gün sonra unutacak, “bana TTB’nin bu işlerin içinde olduğunu nasıl söyleyebilirsin?” diyecektir “iyi niyetli” bir saflıkla. Gel içinde bizimle birlikte eleştir, diyecektir. Sen git mafyayı içinden eleştir. Olsun, biz yine özetleyelim.

Tıp bilimi, bilimsel disiplin ve kurallar çerçevesinde yürütülen araştırmalar ve bu kanıtlara dayalı yayınlarla ilerler, diyeceğini de böyle der. Ama araştırmalar maliyetlidir. Büyük araştırmalar büyük maliyetlidir. Bu maliyetleri karşılayan büyük ölçüde MEDİKAL KARTELDİR. Bu yüzden ne kadar bağımsız araştırma yapsanız, ne kadar kıçınızı yırtsanız MEDİKAL KARTEL sponsorluklu araştırmaların yayın ve kanıt denizinde bir ağırlık oluşturamazsınız.

Akademisyenler ve hekimler en önce bilimsellikte satın alınır, bu sponsorluklarla satın alınır, daha bilim suyunun başında.

Ayrıca kongreler yapılır. Bilimsel kongreler. Türkiye’de akademisyen hekimlerin ve uzman hekimlerin çok büyük çoğunluğu beş yıldızlı otellerde yapılan yılda üç-dört yurt içi, üç-dört yurt dışı kongreye katılır. Maliyet şirketlerce karşılanır. Türkiye’de 50 binin üstünde hekim, gezi, otel, yemek ücretleri adı altında yılda ortalama 20 bin TL kadar yasal rüşvet alır. (Çok düşük oranda da olsa bu pastadan ben bile rüşvet aldım.)

Yarı yasal, yasadışı rüşvetleri tam bilmiyoruz. Ama yasal rüşvetleri yolsuz AKP’nin Sağlık Bakanlığı bile gündeme alır, kısıtlamaya çalışır. TTB gündeme almaz, alanı dışlar, kovalar. Kamuoyu önündeki her tıbbi tartışmada TTB çizgisi ilaç şirketlerinin yanında yer alır.

Türkiye’de 100 kadar uzmanlık derneği vardır. Bunlar müthiş paralar kazanan derneklerdir. Gelirlerinin tamamına yakını kongre kazançlarıdır ve bu kongre kazançları doğrudan MEDİKAL KARTELDEN sağlanır. Uzmanlık dernekleri TTB’nin çatısı altındadır. TTB gelirlerinin yüzde 20’si bu uzmanlık derneklerinden alınan harçlardır. Böylece her sağlık tartışmasında TTB o uzmanlık derneğinin görüşünü savunur. Yani MEDİKAL KARTELİN görüşünü savunur.

Tabip odalarının TTB’nin önemli gelir kaynaklarından biri işyeri hekimliği kurslarıydı. Bu kurslar eğitmenlerine ve TTB’ye ciddi paralar getirdi. Peki solcu TTB’nin işyeri hekimliği çizgisi şimdikinden farklı mıydı? Hayır değildi, iş merkezli, patron yandaşı bir çizgiydi. Bu iş yeri hekimliği solcu doktorlar arasında paraya dayanan bir şebekeleşme yaratttı mı? Konuyu fazla deşmeyelim. Çok yaralayıcıdır. Benim gibi biri için bile daha fazlasını düşünmek örseleyicidir.

Yolsuzluk daha somut ve daha kişisel iddialarla da birçok kez gündeme getirilmeye çalışıldı. Ama solcular tarafından hep kapatıldı. AKP zaten bunları örtmeye dünden razıydı, çünkü büyük çaplı yolsuzluklarda onların da payı vardı. En iyi hatırladığımız şey Academic Hospital yöneticilerinin işin içine karıştığı Red-Hack tarafından açıklanan iddiaydı. Academic Hospital’in en öne çıkan yöneticisi ise TTB Başkanı Özdemir Aktan’dı. Zaten bir tıp fakültesine bağlı öğretim üyelerinin maaş aldıkları devlet kurumunun yanına onunla ortak özel bir hastane açmaları başlı başına bir skandaldı…

TTB’nin tam Gün Yasasına, yani en temel sosyalizan ilkeye karşı duruşu bir rezaletti. Rezaletten parasal pay alanlar mı isyan edecekti böyle skandallara?

En son Selçuk Erez’le ilgili bir belge sunuldu. Hocamız 2003’te tıbbi hatalara karşı bir danışmanlık şirketi kurmuştu. Yani hakim görevindeki kişi sanığa ücret karşılığında danışmanlık sunuyordu! Bu şirketin 2004’de kapatıldığı karşı belgeyle iddia edildi. Bunu kabul edecek olursak: O 7-8 aylık dönemde sayın hocamız Tabip Odası başkanı değildi ama, Onur Kurulu üyesiydi. Yani yine hakimdi ve sanığa ücretli danışmanlık teklif ediyordu? Bunu gündeme getiren biz ayıplandık, ama asıl sorumlulardan cevap alamadık.

Daha fazlasını merak edenler için başka yazılarımız ve kanıtlarımız da var. Merak eden, ciddi ve sorumlu olan kişi zaten bu bilgilere kolayca ulaşabilir. Ama isteyene yardımcı oluruz. Yine de “ben öyle düşünmüyorum”, “öyle diyorsanız kanıtlayın o zaman”cılarla baş edebileceğimizi düşünmüyoruz.  

TOPLUMCU HEKİMLER NE YAPTI?

Alınan 150 kadar oy bir bakıma elbette hezimet. Bir bakıma küçük bir başarı. Grup çok geç kuruldu. Birçok arkadaş seçime girmeye çok geç ikna edilebildi. Seçim çalışması seçimden birkaç gün önce başlatılabildi. Yeterli hazırlık yapılamadı. Öyle ki, aday arkadaşlardan bile bazıları seçimde oy veremedi.  

26-27 bin kadar üyeden seçime katılanların 5 binin altında kalması, seçilen grubun 2800 oy alması da bir gösterge. Demek ki hekimlerin yüzde 80’inden fazlası konuya ilgisiz. Yüzde 10’nu bulan ise açık ara iktidar oluyor.  

Olsun. Yine de koyun olmadığımızı gösterdik. Yine de akıldan, adaletten, vicdandan yana bir duruş sergiledik. Komünist Parti’nin sahte solcu şebekeden kopması ayrı bir kazançtı. Karşımızdakilerin kirliliklerini açıkça ifşa ederek yüzlerine karşı dikildik. Birçok duyarlı kalpten karşı sesler bulduk.

Yaptık. Bir dahakine daha kuvvetli yaparız.

Ama genel olarak umutlu muyum? Tabip odalarında bir şey yapılabilir mi? Beklentim yüksek mi?

Pek evet diyemeyeceğim. Paranın ve Kürtçülüğün bu büyük dalgası karşısında solu tekrar sol yapmak ancak dünya çapında, hiç değilse ülke çapında güçlü bir iyicil rüzgarla mümkün. 
Tabloyu, tanımadığım bir kadın doktorla ayaküstü sohbetim iyi özetliyor. “Ben bütün grupları biliyorum, hepinizi iyi tanıyorum” diyordu meslektaşım. “Ben ekolojiden yanayım. Bu gruplardan hiçbiri doğadan, ekolojiden yana değil. Hepsi totaliter görüşlü. Bu görüşlerle doğayı koruyamayız.” Hah, sonunda işin temelini kavrayan bir insanla karşılaştım, diye bir an sevindim. “Peki oyunuzu attınız mı, atmadıysanız bu görüşe belki tam değil, ama en çok yakın olan grup bizimki. Toplumcu Hekimler.”


“Yok ben oyumu DKG’ye attım. AKP gelmesin diye. Yoksa benimsediğimden değil. Seçimde de HDP’ye oy atmıştım.”

“Ekolojistsiniz ve bu konuda duyarsızız diye bizi suçluyorsunuz, ama kaç tane ormanı yakan HDP’ye oy atıyorsunuz, öyle mi?”

“PKK ile HDP aynı değil ki”

“Oldu. Tabii. Ne demezsiniz. Siz haklısınız. Daima siz haklısınız. Ezeli ve ebedi olarak siz haklısınız.”

Vay benim solucan beyinli vatandaşım. Vay benim mercimek karakterli meslektaşım.

Olsun, yine bir yerde karşınıza çıkar gülümseriz. Belki… Belki değil, büyük olasılıkla, ne kendi durumunuzun, ne bizim dikilişimizin anlamını kavrayabilirsiniz, ama olsun. Bir gün belki güç bizim gibilerden yana toplandığında bunları fark edebilirsiniz. Gücümüze hürmeten. Yoksa adalet duygunuzdan, sorumlu karakterinizden değil. Olsun… Yine karşınızda olacağız. İnadına, gıcığına.

Kaan Arslanoğlu  
25.04.2016
insanbu.com

DELİ GAFFAR'IN NOTLARI- TTB Seçimleri: Doktorlar İçin Kurtuluş Mümkün mü?


Doctor, Ioan Stefan Botis,
Romanya – Y.Boya, kanvas


AKP, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en popülist iktidarıdır desek, sanıyorum pek de abartmış olmayız. Popülist derken bizdeki “halkçı” kavramını değil, daha çok halk istismarcılığını ve dalkavukluğunu kast ediyorum.

Gerçekten de AKP iktidarının kurulmasında en alttaki toplum kesimlerinin acil ihtiyaçlarının istismarı önemli bir yere sahip oldu. Yıllarca en temel gereksinimleri bile karşılanmayan, devletin hiç bir hizmetinden doğru düzgün yararlanamayan yoksullar, yaşamlarında meydana gelen en küçük iyileşmeyi bile AKP’nin bir lütfu olarak gördüler. En temel ihtiyaç alanları olarak eğitim ve sağlık AKP tarafından muazzam bir kitlesel güce ulaşabilmek için sistemli olarak kullanıldı. Okul kitapları ücretsiz dağıtılırken devlet okullarındaki eğitim kalitesi alabildiğine geriledi, okullaşma oranı düştü. Hastaneler ücretsiz hale gelmişti ama pek çok sağlık hizmeti artık “kapsam dışı” ya da özel prosedüre bağlıydı, kamu hastaneleri birçok hizmeti özel sektöre devretmişti, ilaç katkısı, fark ücreti adı altında yepyeni ücretlendirme mekanizmaları kurulmuştu.

Devletin zaten asli görevi olan hizmetler AKP tarafından gerçekleştirilen mucizelermiş gibi sunuldu. Gerçekten de halk bugüne dek bu tür “hizmetler” görmemişti. AKP’nin söylemi “bazı şer odaklarına rağmen halka hizmet ediyoruz” şeklinde kurulmuştu. Bu şer odakları en çok “cehape zihniyeti”, “solcular”, “darbeciler” şeklinde ifade buldu ama daha spesifik olarak tanımlandığı da oldu. Sağlık alanı buna en güzel örnektir, AKP, “doktorlara rağmen” halka sağlık hizmeti götürdüğünü propaganda etti. Bizzat başkan babanın ağzından doktorlar halka sağlık hizmeti verilmesini engelleyen unsurlar olarak nitelendi.

Bu söylemin, tıp alanının gerçeklerini bir yana ittiği, toplumdaki kıskançlık ve öfke hislerini tahrik ederek sonunda tüm sağlık çalışanlarını hedef haline getirdiği açık. Buna “sağlıkta dönüşüm” adı verilen piyasacı adımlar ve partizanca idari düzenlemeler de eklenince doktorlar önce çalışma güvenliklerini, ardından mesleki bağımsızlıklarını, iş güvencelerini ve en nihayetinde can güvenliklerini bile kaybettiler. Gerçekten de bugün doktorluk, eskiye kıyasla çok daha meşakkatli, emek sömürüsünün çok daha yoğun bir hal aldığı, büyük oranda yasal güvenceden mahrum çileli bir meslek haline dönüştü.

İcraatları en çok AKP’ye yarayan bir Tabipler Birliği

Peki bu sırada Türkiye’deki tüm doktorları temsil eden meslek örgütü TTB ne yaptı? Hiçbir şey yapmadı diyemeyiz, bir şeyler yaptı ama yaptıkları daha çok karşı tarafın işine yarayacak hamlelerdi.

AKP, zorunlu hizmet düzenlemesini gündeme getirdiğinde, Tabipler Birliği buna karşı çıktı. İtiraz argümanları kesinlikle haklıydı: alet edavatı olmayan, yeterli personel ve teknik destekten mahrum sağlık kuruluşlarında uzman hekim görevlendirmenin ne tür bir faydası olabilirdi? Ancak TTB ile hükümet arasındaki tartışmada kazanan taraf hükümet oldu, AKP’nin mesajı şuydu: halka hizmet vermemek için ayak direyen doktorları dize getirdik! Halk TTB’ye inanmamıştı. Neden biliyor musunuz? Çünkü ortada yakıcı bir sorun vardı, ülkenin pek çok beldesinde hekim eksikliği yaşanıyordu ve doktorların örgütü TTB o güne dek bu sorun karşısında net tavır almamış, bu sorunu çözmek için hiçbir ciddi girişimde bulunmamıştı. Zorunlu hizmete karşı pek çok iptal davası açan TTB, aynı performansı sorunun kendisini çözmek için göstermedi. Oysa çok basit bir kaç eylemle halkın desteğini almak, devletin hekimlere dayattığı zorunluluğu en aza indirmek mümkündü. Anımsıyorum, o dönemde “halka zorunlu değil gönüllü hizmet” diye bir çalışma başlatmaya kalkan sol görüşlü bir grup doktora oda, adeta vebalı muamelesi yapmıştı. TTB bu problem karşısında mahkemeler yoluyla direnmek dışında hiçbir şey yapmadı, halka temas etmek, meslektaşları için güç toplamak adına hiçbir proje geliştirmedi. Sanırım bu olay AKP’nin doktorları düşmanlaştırmak adına elde ettiği ilk büyük başarı oldu.

Ardından  tam gün yasası gündeme geldi. Hükümet, kamunun doktorlarının sadece kamuda hizmet vermesini, aynı anda özel kurumlarda çalışmamasını istiyordu. AKP bu yasayı uygulamaya koyarken hep yüksek paralar kazanan doktorları örnek gösterdi. Oysa gerçekte Türkiye’deki 135 bin doktorun önemli bir bölümü zaten son derece zor koşullarda tam günden bile fazla çalışmak zorundaydı. Özel hastanelerde sermaye konsolidasyonu en üst seviyeye ulaşmış, doktorların artık orta düzey bir teknik eleman kadar bile hakkı kalmamıştı. Pratisyen hekimler, asistanlar, özel hastanelerde “götürü” usulle veya “parça başı” çalışan uzmanlar, zaten boğazlarına kadar mesleki riske ve mesai yüküne batmış durumdaydılar. TTB ise bu sorunlara sahip çıkıp tam gün yasasına bu perspektiften bakmak yerine, astronomik paralar kazanan küçük bir azınlığın sesi olmayı tercih etti. Sonuç yine, doktorlar açısından hüsran oldu. AKP, tam gün yasasını “darbeci doktorlara rağmen” halka gösterdiği bir lütuf olarak pazarlamayı başardı. Bu süreçte koskoca bir meslek camiası bir bütün olarak halk düşmanı ilan edildi, şeytanlaştırıldı. TTB yönetimi ise bu durumun farkında değilmiş gibi hareket etmeye, tam da AKP’nin tarif ettiği “paragöz doktor” profilini çizmeye devam etti.

Sıradan insanların bile tüm çıplaklığı ile görebildiği bu hatalar sadece TTB’nin başarısızlığı olarak kalmadı, halk nezdinde doktorların itibarının zedelenmesine yol açtı, AKP demogojisi yüzünden zaten hedef haline gelen doktorların çalışma koşulları bir kat daha zorlaştı.

Hekim hakları konusunda piyasacı reflekslerden kurtulamayan TTB siyasi tavrıyla da kendi kendini itibarsızlaştırmaya devam etti. Bugün TTB merkez yönetiminin ve İstanbul Tabip Odası’nın büyük oranda etnikçi Kürt siyasetine angaje olduğunu bilmeyen kalmadı. PKK tarafından öldürülen bir meslektaşı için bile doğru düzgün ses çıkaramayan, açıkça “PKK’yi kınıyorum” bile diyemeyen, tüm siyasi tavrını artık neredeyse PKK’nin savaş stratejisi haline gelmiş olan içi boş barış söylemi üzerine kuran bir yönetim nasıl inandırıcı olabilir? (*)

En baştaki sorumuza dönelim, doktorlar için bir kurtuluş mümkün mü? Eski sloganı anımsayın “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz”. Doktorların kurtuluşu halkın kurtuluşundan bağımsız bir şey değil. Doktorların refahının artması halkın daha kaliteli hizmet almasından, refahının yükselmesinden bağımsız bir şey değil. Bunun için doktor meslek örgütlerine düşen ilk iş hekimlerle halkın arasındaki uçurumu kapatmak olmalı. Çünkü,iktidarın hoyratça baskılarına ancak toplum nezdinde eski saygınlığına kavuşmuş bir tıp camiası göğüs gerebilir. Bunun yolu ise toplumcu sağlık politikaları için çalışmaktan, aynı anda hem doktorların hem halkın çıkarlarını koruyan işler yapmaktan geçiyor. Bugünkü TTB yönetimi ise maalesef tıpkı kendine “solcu” deyip aslında piyasacı veya etnikçi olan partilere benziyor.

Tabip odalarının seçim süreci başladı. Bu hafta sonu İstanbul Tabip Odası yönetimi için de seçim yapılacak. Seçimlerde mevcut yönetimi temsil eden Demokratik Katılım Grubu dışında Cumhuriyetçi Hekimler ve Toplumcu Hekimler adında iki grup daha var. Her üç grupta da çok saygın hekimlerin var olduğu açık, ama seçim bildirilerini ve eleştirilerini okuyunca gönlümüz Toplumcu Hekimler’den yana meylediyor. Zor bir yola çıktıklarını, tıpkı siyaset sahnesinde solculara yapıldığı gibi oyları bölmekle, bozgunculukla falan suçlanacaklarını tahmin edebiliyorum. Ancak öte yandan, bildirilerini tarafsız bir gözle okuyacak pek çok hekimin onlara destek vereceğini kestirmek de güç değil. Ortaya koydukları toplumcu sağlık prespektifinin hekimlik mesleğinin en meşakkatli alanlarında çalışan sayısız doktorun hislerine tercüman olacağına eminim.  En uzun yürüyüş bile bir adımla başlar, halkın sağlığı için çıktıkları yolda bahtları açık olsun.

— o —

(*) TTB, geçtiğimiz yıl PKK tarafından öldürülen Dr. Abdullah Biroğlu’un ardından ilk yayınladığı mesajda PKK’nin adını bile anmamıştı. Yayınlanan ikinci mesajda PKK adı geçti ancak şu meşhur cümle eşliğinde  “kimden gelirse gelsin, başta meslektaşımız Dr. Abdullah Biroğul  olmak üzere sağlık çalışanlarına ve sivillere yönelik tüm saldırıları ve cinayetleri, şiddeti faillerine bakmaksızın, amasız, ancaksız  dün olduğu gibi bugün de hiç tereddüt etmeksizin nefretle kınıyoruz.”  Burada “faillerine bakmasızın” sözü gerçekten ibretliktir. Türkiye’de yol kesip araç tarayarak doktor öldüren PKK’den başka hangi fail vardır ki “faillere bakmadan” kınama yapma gereği hissedilmektedir? Mealen, PKK doğrudan kınanmadı, pusu kurarak doktor öldüren, yardıma gelen ambulansa geçiş vermeyen profesyonel katiller, klinikte doktora yumruk atmaya kalkan bir hasta yakını ile aynı derekeye indirildi. Bu vakada TTB’nin geliştirdiği söylem yıllardır memleketi esir alan etnikçi liberal kafanın en utanç verici örneklerinden biridir.

Deli Gaffar
22.04.2016

24 Nisan 2016 Pazar

YARGITAY TERTİBİ HENDEĞE GÖMDÜ




Yargıtay, asrın kumpası Ergenekon davasında temyiz incelemesini yaptıktan sonra dün kararını açıkladı. Yargıtay 16. Ceza Dairesi Başkanı Eyüp Yeşil, 231 sayfalık gerekçeli kararın özetini okudu. Ergenekon Mahkemesi’nin bütün karar ve uygulamalarının hukuka aykırı olduğunu çarpıcı cümlelerle vurgulayan Yeşil, kararın usul ve esas yönünden bozulduğunu kaydetti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bozma görüşüne katıldıklarını belirtti. Yeşil, bozma nedenlerini şöyle sıraladı:

ÖRGÜT YOK

Mahkemenin örgüt kabulü dairemizde yeterli kanaat oluşturamadı. Atılı suçlara ilişkin somut delillere dayalı olarak sanıkların eylem ve faaliyetlerindeki irtibatı ortaya koyduktan sonra varsa iştirak iradesini aşan hiyerarşik yapılanmanın bulunup bulunmadığı, bu yapılanmanın bir veya birden fazla oluşum veya örgüt niteliğinde olup olmadığını, varsa örgütün niteliğini dosya kapsamı ve somut delillere göre ortaya konularak, sanıkların hukuki durumlarının bu doğrultuda tayin edilmesi gerekirken bunlara riayet edilmeksizin örgüt kabulünde isabet bulunmadı.

DELİLLER HUKUKA AYKIRI

Mahkemenin kabul ettiği şekilde, bu örgütün diğer terör örgütlerini de yönlendirip, yönettiği konusunda somut delil ortaya konulamadı. Delillerin önemli bir kısmı hukuka aykırı yöntemlerle elde edildi.

DANIŞTAY’DA SOMUT DELİL YOK

Danıştay davası sanıkları ile Ergenekon sanıkları arasında hukuki ve fiili bağlantının varlığı somut delillerle ispat edilmedi. Danıştay saldırısında gerçekleştirilen suçun örgüt faaliyeti çerçevesinde işlendiği açıkça tespit edilmeliydi. Bu duruma aykırı zayıf delil ve iddialarla dosyaların birleştirilmesinin adil yargılanma hakkı ve davanın makul sürede sonuçlandırılmasına engel olacağının gözetilmesi gerekirdi.

İLKER BAŞBUĞ YÜCE DİVAN’DA YARGILANMALI

Türkiye’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Yüce Divan’da yargılanması gerektiği yönündeki itirazını haklı gördük. İddia edilen suçun Anayasa gereğince yargılamasının Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’nde yapılması mümkündür.

TUNCAY GÜNEY MÜLAKATI

Şüphelilerin hakları hatırlatılmadan ve avukat yardımından da yararlandırılmadan mülakat şeklinde yasada yeri olmayan tutanaklar hükme esas alındı. Soruşturma aşamasında zorunlu müdafilik gerektiren suçlarda avukat bulundurulmadan kollukça alınan ifadeler duruşmada okunarak hükme esas alındı.

ANA BELGELER İNTERNETE DÜŞTÜ

Mahkemece Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sadece bir yazısı hükme esas alındı, diğer kurum yazıları tartışmasız bırakıldı. Örgüt ana bilgileri kabul edilen dokümanlar Tuncay Güney ve Ümit Oğuztan’ın ev ve iş yeri aramalarında ele geçirildi. Daha sonra bir kısmı internet ortamında yayımlandı.

SOMUT DELİL YERİNE DÖKÜMAN

Sanıkların örgüte ilişkin nitelendirilmesi somut deliller yerine örgüt ana dokümanlarına atıf yapılarak kuruldu. Örgüt dokümanı kabul edilen belgelerdeki örgütün yapılanması ile mahkemenin kabul ettiği örgüt yapılanması arasında önemli şekilde farklılık bulundu.

ÖZKÖK’ÜN BEYANLARI DİKKATE ALINMADI

Tanık olarak dinlenen eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün ‘MİT Müsteşarlığı’nca kendisine yapılan sunumu ciddi bulmadığını ve daha önce örgüte ilişkin bir bilgisinin bulunmadığını’ beyan etmesine rağmen, bu husus hükümde dikkate alınmadı.

ERUYGUR’UN SAVUNMASI GEÇERSİZ

Eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur yargılama aşamasında nörolojik bir rahatsızlık geçirdi, dolayısıyla savunması sağlıklı şekilde alınamadı. Adli Tıp Kurumu’nda sanki cezai ehliyeti araştırılıyormuş gibi rapor düzenlendi. Bu savunma hukuka uygun değildir.

6 HAKİM KARAR VERDİ

Ağır Ceza Mahkemeleri yasal olarak 3 kişiden oluşur. Ancak özellikle kararın tefhimi aşamasında 6 hakim birden bulundu. Müzakerenin tüm hakimlerin katılımıyla yapıldığını açıkladılar. Halbuki hakimler bağımsız, tarafsız ve etkilenmeden kendi vicdani kanaatlerine göre karar vermeleri gerekir. Bu duruma riayet edilmedi.

EMNİYET SORGULARI SAĞLIKSIZ

Soruşturma aşamasında bir kısım sanıkların ifadesi ve sorgularında özellikle zorunlu gerekçeler gösterilmeden kesintisiz, uzun süreli, geceleyin, sağlıksız koşullarda yasaya aykırı ifadeleri alındı.

KONUŞMA HAKKI SINIRLANDIRILDI

Sanıkların savunmaları ve itirazlarıyla ilgili talepleri yasada olmayacak şekilde 1 saat, 2 saat, 15 dakika gibi sürelerle sınırlandırıldı. Sanık ve avukatlarının sözlü taleplerini yazılı olarak sunun diyerek sözlü yargılama ilkesine aykırı davranıldı.

SAVUNMA HAKLARI KISITLANDI

Tanıkların dinlendiği oturumlarda disiplin sebebiyle sanık ve avukatları duruşma salonundan çıkarıldı. Tekrar duruşmaya kabul edildiklerinde yapılan işlemler huzurlarında okunmayarak savunma hakları kısıtlandı. Bazı sanıklar hakkında hiç dava olmadığı halde hüküm kuruldu. Birçok dava gereksiz şekilde birleştirilerek davanın hacmi bu duruma getirildi.

HEM SANIK HEM GİZLİ TANIK

Savunmanın bildirdiği tanıkların dinlenmesi reddedildi. Duruşmalarda hazır edilen tanıklar açık kanun hükmüne rağmen dinlenmedi. Bazı sanıklar aynı zamanda tanık ve gizli tanık yapıldı. Dolayısıyla 1 kuzudan 3 post çıkarıldı.

CMK’YA MUHALEFET EDİLDİ

Davada ele geçirilen belgelerin tüm arama ve soruşturma işlemleri kolluk görevlilerine yaptırıldı. Devlet sırrı niteliğindeki belgeler kolluğa incelettirildi. Devlet sırrının cumhuriyet savcısı tarafından vasıflandırılması yapıldı. CMK’ya muhalefet edildi. Devlet sırrını mahkeme tayin eder. Dijital verilerin inceleme ve çözümü aynı kolluk görevlilerine ve bilirkişilere yaptırıldı. İtirazlar ciddiye alınmadı.

ASKERİ MAHALLERDE USULE AYKIRILIK

Aramalar sırasında ele geçirilen veriler, adli aramaya dönüştürülmeden muhafaza altına alındı. Daha sonra hükme esas alındı. Avukat büro ve evlerinde yapılan aramalarda CMK’ya aykırı davranıldı. Savcı ve baro temsilcisi bulundurulmadı. Askeri mahal olarak belirtilen yerlerdeki aramalar usullere aykırı yapıldı. Arama sırasında iki kişinin bulundurulması zorunludur. Bu kişiler aramaların tamamına nezaret etmedi.

DİJİTAL VERİLERE İLAVELER

Bilgisayarlardaki arama, kopyalama ve el koyma yapılırken düzenlemeye aykırı davranıldı. Yapılan aramalarda tüm dijital medyaların seri numaraları ve ayırt edici özellikleri yazılmadı. Arama mahalinde imajları alınmadı. İlgilisine bir kopya verilmedi. Yasaya uygun gerekçesi tutanağa yazılmadı. Dijital verilere kolluk tarafından ilave yapılmasının belirtilmesi rağmen mahkeme ayrıntılı araştırma yapmadı.

TELEFON DİNLEMELERİ

İletişim tespitine ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesini gösteren nedenler yer almadı. Avukat ile görüşmeler yasak olmasına rağmen dinlendi.

GEREKÇELİ KARAR HUKUKSUZ

Gerekçeli kararda hangi hususların bulunacağı CMK’da açıkça düzenlenmiştir. Delillerin hangi gerekçeyle kabul edilmediği ayrıntılı olarak tartışmasız bırakıldı. CMK’da bir kısım kanun emredici hükümlerinin gerekçede eleştirisi yapılarak ‘Ben bu hükümleri uygulamıyorum’ denildi. Hukuka aykırı elde edildiği söylenen deliller gerekçede yeterince tartışılmadı.

İHBAR VE AÇIK KAYNAK DUYUMLARI

Genelkurmay Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın yazılarında Ergenekon Örgütü’nün varlığına ilişkin bilgiler yer almadı. MİT Müsteşarlığı’nın yazısına göre örgüte ilişkin bilgiler, ihbar ve açık kaynak duyumlarına dayandı.

KİTAP VE KÖŞE YAZILARI DELİL GİBİ GÖSTERİLDİ

1997 yılı sonrasında dergilerde yazılmış yazılar, televizyonlarda yapılmış konuşmalar, programlar kitap ve köşe yazıları, röportajlar ve konferans konuşmalarının örgütün varlığına delil kabul edildi.

LİDER DE YOK EYLEM DE!

Yeşil, örgütün bulunamadığını vurguladı ve şöyle devam etti: “Örgütün nerede, ne zaman kim ya da kimler tarafından kurulduğunun ortaya konulamadığı gibi örgüt faaliyeti kapsamında daha önce işlenmiş suçlar ortaya konulmadı. Sanıkların örgütle nerede, ne zaman ve kimler vasıtasıyla ilişkiye geçtikleri ve hiyerarşik konumları açıklanamadı. Örgütün kabul ediliş şekliyle liderinin belli olmaması gibi, departman ve hücre arasındaki köprü elemanları ve bu irtibatın ne şekilde sağlandığı ortaya konulamadı. TSK içinde kurulu olmakla birlikte sivil yapılanmaya da sahip olduğu ve 1971’li yıllarda var olduğu mahkemece kabul edilen bir örgütten, MİT, Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü ile Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün haberdar olmamasının nedenlerinin makul şekilde açıklanmadı.”

‘OSMAN YILDIRIM CEZALANDIRILMALI’

Mahkemenin, “Örgütsel faaliyet içinde vahamet arz eden olaylar” olarak Cumhuriyet gazetesine bomba atılması ve Danıştay saldırısını kabul ettiğini aktaran Başkan Yeşil, “Danıştay saldırısıyla ilgili bir örgütsel faaliyet içinde olsa da olmasa da somut araç suç bakımından, yani öldürmeye teşebbüs bakımından sanıklar Osman Yıldırım, Erhan Timuroğlu, İsmail Sağır’ın, suçu bizzat işleyen Alparslan Aslan’a yardım eden sıfatıyla katıldıklarının anlaşılması karşısında cezalandırılmaları gerekirken beraatlerine karar verilmesi bozma nedeni yapılmıştır” dedi.

SIRA İSTANBUL’DAKİ HAKİMLERDE

Yargıtay 16. Ceza Dairesi heyetinin 231 sayfadan oluşan gerekçeli kararının bugün UYAP’a yüklemesi bekleniyor. Bozma gerekçeleri, davaya bakacak İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilecek. Yerel mahkeme, Yargıtay’ın bozma gerekçeleri doğrultusunda yeni bir karar verebilecek.

DAİRE ÜYELERİ ALKIŞLANDI

Yargıtay Konferans Salonu’ndaki karar duruşmasına Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, emekli orgeneraller Hurşit Tolon ve Nusret Taşdeler, CHP Milletvekili emekli Albay Dursun Çiçek’in aralarında bulunduğu sanıklar, avukatları ve yakınları katıldı. Başkan Yeşil’in özet kararı tamamlamasının ardından salondan alkış sesleri yükseldi. Daire üyelerinin salondan alkışlarla ayrılmasından sonra sanıklar aralarında bir süre kararı değerlendirdi. Bu sırada emekli Orgeneral Tolon, Perinçek’e dönerek “Biz bu davalarda ne hakim ne de yargılama gördük ama Doğu Perinçek’ten savunma dersi aldık” diye seslendi.

CUMHURİYET TARİHİNDE BİR İLK

Başkan Yeşil, kararı açıklamadan önce davayla ilgili bilgi verdi. Dava sürecinin 5 yıl sürdüğünü belirten Yeşil, Ergenekon Mahkemesi’nin gerekçeli kararının 16 bin 798 sayfa olmasının Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk olabileceğini söyledi. 5 tetkik hakimin ve 3 daire üyesinin hafta sonları dahil çalıştıklarını dile getiren Yeşil, dosyanın 23 ayrı iddianamenin birleştirilmesi sonucu meydana geldiğini ifade etti. Dosyanın kendilerine 3 bin 868 klasör, 11 çuvalda 208 kitap, 4 karton kutu içinde 92 cilt iddianame olarak teslim edildiği bilgisini verdi. 

Aydınlık
Sezim ÖZADALI
22.04.2016

23 Nisan 2016 Cumartesi

ERGENEKON KUMPASI 2



Savunma hakkının olmadığı, avukatların dahi duruşmalardan atıldığı büyük kumpasta siyasi parti liderlerinden TSK’nın üst düzey komutanlarına, gazetecilerden bilim insanlarına kadar çok sayıda yurtsever asılsız iddialarla yargılandı. Ergenekon davası için Silivri’de duruşma salonu kuruldu.

Özel görevlendirilmiş hakimler çadır mahkemesinin başına geçirildi. Milyonlarca sayfalık iddianame ve ek klasörlerinde hiçbir suç unsuru yer almadı.

ALİ YİĞİT’İN TUHAF HİKAYESİ

Tarih 12 Haziran 2007’yi gösterdiğinde Ümraniye’deki bir gecekonduda 27 el bombasının bulundu. İhbarı yapan Şevki Yiğit’ti.

Şevki Yiğit’in oğlu Ali Yiğit, o gecekonduda oturuyordu. İddiasına göre oğlunu ziyarete geldiği bir gün evin çatısına çıkmış ve sandık içinde duran el bombalarını görmüştü. Bombaların bir astsubaya ait olduğunu söyleyen Şevki Yiğit, ihbarı yaparken sandığın içinde C4 patlayıcıların da olduğunu bildirmişti.

Ali Yiğit’in dayısı Mehmet Demirtaş’tı. Aslında tüm kumpas suçlamaları Demirtaş üzerinde yoğunlaştırmak için hazırlanmıştı.

El bombalarını “bulan” polisler Mehmet Demirtaş’la beraber Gazi Astsubay Oktay Yıldırım’ı da gözaltına aldı. Ali Yiğit, Demirtaş ve Yıldırım bombalar bulunduktan hemen sonra tutuklandı.

Cezaevinde kendisine şantaj yapıldığını iddia eden Ali Yiğit, savcıların taktiğini uygulamak için “ek ifade”ye sığındı. Öyle ki Ergenekon davasında ek ifade veren sanıklar daha sonra bir bir tahliye oldu. El bombalarının Demirtaş ve Yıldırım’a ait olduğunu iddia eden Yiğit, bu ifadeden sonra hemen tahliye edildi.

13 Kasım 2008’de 1. Ergenekon davasının 13. duruşmasında Ali Yiğit’in savunması alındı. Yiğit, çelişkili beyanlarıyla savunmasını tamamladı ve ardından çapraz sorgusuna geçildi. Çapraz sorguda Oktay Yıldırım, Yiğit’e ifadesinde geçen “Danıştay saldırısında bulunan bombalardan arta kalanlar” şeklindeki beyanını hatırlatarak “Danıştay nedir?” diye sordu.

Ali Yiğit’in buna cevabı ise “Ben fazla edebiyat yapamadığım için bilemeyeceğim” şeklinde oldu. İzleyenler gülme krizine girdi. Hatta sesli olarak güldükleri için duruşmadan dışarı çıkanlar bile oldu.

Yiğit’in bir diğer iddiası da Yıldırım ve Demirtaş’ın kendisine cezaevinde baskı yapmasıydı. Anlatımına göre cezaevinde o kadar baskı görüyordu ki bu yüzden her şeye “Tamam” diyordu. Hatta avukatını değiştirmesi yönünde de zorlandığını, Yıldırım ve Demirtaş’ın ayarladığı bir avukatla cezaevinde görüştüğünü ifade ediyordu. Yıldırım, bu avukatla hangi cezaevinde görüştüğünü sorunca Yiğit, “Avukatım bilir, onu ben tam hatırlayamayacağım. Avukatıma sorabilir misiniz?” diye konuştu.

Avukatla hangi cezaevinde görüştüğünü bilmeyen Yiğit, bunun avukatına sorulmasını istiyordu. Ancak Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, bu sorunun üzerinde ısrarla durdu. Şengün, “İnsan avukatla nerede görüştüğünü bilmez mi?” diye sorunca Ali Yiğit “Bayrampaşa efendim” deyiverdi. Oktay Yıldırım tam araya girecekken Yiğit bu sefer de “Tekirdağ efendim” dedi. Salonda yine gülüşme sesleri yükseldi. Bir iki saniye bekleyen Yiğit yeniden mikrofona yaklaştı ve “Tam emin değilim efendim” diye konuştu.

‘C4 NASIL BİR ŞEYDİR?’

Şevki Yiğit ihbarında C4 patlayıcılardan söz etmiş, Ali Yiğit de bu ihbarı doğrulamak için savcılık ifadesinde bir kutunun içinde C4 patlayıcı olduğunu belirtmişti. Avukat Özbay Demirel söz aldı ve Ali Yiğit’e “C4 nasıl bir şeydir” diye sordu. Yiğit’in cevabı yine komik oldu: “Ben askerde elime silah bile almadığım için C4’ü hiç bilmiyorum. Eroin hiç kullanmadım eroin diyorsunuz eroin de hiç kullanmadığım için...”

Yiğit C4 patlayıcıları da nasıl gördüğünü şöyle anlattı: “Tahta bir sandık, içini açtığımızda direkman el bombalarını gördük. Bir de dediğim gibi siyah bir kutu göründü. Ağzı koli bandı ile bantlıydı. Kutuyu kaldırıp salladığımızda C4 diye tahmin ettim.”

‘SALLADIĞIMIZDA SES GELDİ!’

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün “Salladığında C4 olduğunu nasıl anladın?” sorusunu yöneltince Ali Yiğit efsane cevabını verdi: “Salladığımızda ses geldi ‘Tık tık’ diye...”
 
Salondaki gülüşmelerin arasında Köksal Şengün’ün sesi duyuldu: “Yani o C4’ün kendine özgü bir sesi mi var?”

5 yıllık yargılamanın sonunda Mehmet Demirtaş’a 22 yıl, Oktay Yıldırım’a ise 44 yıl 10 ay hapis cezası verildi. Ali Yiğit ise beraat etti!

‘PARALEL MİLİTANLAR YARGILANSIN’

Ergenekon davasının en tartışmalı “delillerinden” İrticayla Mücadele Eylem Planı’nda CHP Milletvekili emekli Albay Dursun Çiçek’in imzasının olduğu öne sürüldü. Çiçek, duruşmalarda bunun aksini ispatlasa da mahkemenin kararı değişmedi. Sahte imzayla üretilen belge nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Çiçek’le ilgili hazırlanan son bilirkişi raporunda imzanın kendisine ait olmasının “zayıf bir ihtimal” olduğu tespit edildi. 

23 İDDİANAME 274 SANIK!

20 Ekim 2008’de başlayan Ergenekon davası boyunca uzun tutukluluk süreleri, adil yargılanma hakkı ve savunmaların kısıtlanması en çok eleştirilen konular oldu.

Davada 23 iddianame birleşti; 274 sanık yargılandı. Türkiye’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, CHP Milletvekilleri Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Dursun Çiçek, eski 1. Ordu komutanları, gazeteciler, sendikacılar kumpasın mağduru oldu. Ergenekon Mahkemesi, 5 Ağustos 2013’te yurtseverlere müebbet hapis cezaları yağdırdı. Kararda, emekli Tuğgeneral Veli Küçük 2 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 99 yıl hapis, Tuncay Özkan ağırlaştırılmış müebbet ve 22 yıl 6 ay hapis, İlker Başbuğ müebbet, Doğu Perinçek ağırlaştırılmış müebbet, emekli Orgeneral Hurşit Tolon müebbet, avukat Kemal Kerinçsiz ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.

Mahkeme gerekçeli kararı 7 ay boyunca yazmayınca sanıklar Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Yüksek Mahkeme, “hak ihlali” kararı verince 5 yılı aşkın süredir tutuklu olan sanıklar tahliye edildi. Ergenekon Mahkemesi, hukuksuzluklarla dolu 16 bin 600 sayfalık gerekçeli kararını taraflara tebliğ edince Yargıtay süreci başladı. 6 Ekim 2015’te Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde başlayan temyiz duruşmaları, 28 Ekim 2015’te tamamlandı. 

ÜNLÜ SAVCILAR MÜEBBETLİK OLDU

Ergenekon, Balyoz gibi kumpas davalarında görev alan hakim ve savcıların Fethullahçı Terör Örgütü’yle bağlantısı da açığa çıktı. Ergenekon davasının bir numaralı savcısı Zekeriya Öz yurt dışına kaçtı. 

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın FETÖ’nün yargı ayağına yönelik hazırlandığı iddianamede de 54 hakim ve savcı için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi. Şüpheliler arasında Cihan Kansız, Mehmet Berk, Adnan Çimen, Adem Özcan, Celal Kara, Hüseyin Ayar, Muammer Akkaş, Sadrettin Sarıkaya, Rüstem Eryılmaz, Mehmet Karababa, Murat Üründü, Mehmet Ekinci, Metin Özçelik, Fatih Mehmet Uslu, Mehmet Hamzaçebi, Sedat Sami Haşıloğlu, Vedat Dalda, Süleyman Karaçöl de yer aldı.

‘KARAR HAKİMLERİN ÇOCUKLARINA MİRASI OLACAK’

Ali Yiğit’in asılsız iddialarıyla Ergenekon davasının en uzun tutuklu kalan sanığı Mehmet Demirtaş oldu. Ümraniye’de bulunduğu öne sürülen el bombalarının olduğu gecekonduda bir dönem oturduğu için suçlanıyordu. 

ÜMRANİYE’DE DEĞİL ABD’DE BAŞLADI

Ergenekon soruşturmasının Ümraniye’deki el bombalarının bulunmasıyla başladığı iddiası Fehmi Koru’nun yazısıyla çürüdü. Koru, 1 Şubat 2008’de Yeni Şafak’taki köşesinden “Ergenekon operasyonunun düğmesine 5 Kasım 2007 günü Oval Ofis’te ABD Başkanı Bush bastı” diye yazdı. Düğmeye basılmadan önce proje tasarlandı. 2001’de Tuncay Güney’in mülakatıyla 69 kişilik “Ergenekon Şeması” oluşturuldu. Güney ifadesinde “Ergenekon demek TSK demektir” diyerek tertibin TSK’ya kadar uzanacağı da açığa çıktı.

Güney’in mülakatı ve asılsız iddialarla hazırlanan dosyanın Ergenekon’la bağlanması ise Danıştay saldırısı ile gerçekleşti. Ergenekon’un “Silahlı Terör Örgütü” olabilmesi için silahlı bir eylem gerekiyordu. Alparslan Aslan’ın Danıştay saldırısından sonra Abdullah Gül, Emniyet ve MİT yöneticilerine “Bana anlattıklarınızı delillendirip savcıya da anlatın, hepsi yakalansın, yargılansın” dedi. Gülün talimatı üzerine savcı arayışı başladı. O isim de Zekeriya Öz’den başkası değildi.

ÇÖPTEN TOPLANAN GİZLİ TANIKLAR

Danıştay dosyası giderek kördüğüm olmaya başlayınca mahkeme apar topar gizli tanıkların dinlenmesine geçti. En çok konuşulan gizli tanık Deniz kod adlı PKK’lı Şemdin Sakık oldu. Davada Türkiye’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, terör örgütü yöneticiliği iddiasıyla “sanık”; PKK’nın üst düzey yöneticisi Şemdin Sakık ise “tanık” olmuştu.

MAHKEMENİN USULE AYKIRI UYGULAMALARI

Hakimler Hasan Hüseyin Özese, Sedat Sami Haşıloğlu ve Hüsnü Çalmuk’tan oluşturulan özel görevlendirilmiş İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin usule aykırı pek çok uygulaması oldu. Duruşma salonunda sanık ve avukatı arasındaki belge alışverişi yasaklandı. “Ceza yargılamaları sözlü yapılır” kuralı hiçe sayılarak sorular yazılı alındı. Talep duruşmaları tamamen ortadan kaldırıldı. Sanıkların çeşitli bahanelerle mikrofonları kapatıldı. 16 duruşma ya da esas hakkındaki savunmalara kadar duruşmalardan men cezaları verildi. Jandarma eliyle sanık ve avukatları duruşmalardan atıldı. Sanıkların milyonlarca sayfalık dosyayı inceleyebilmesi için cezaevinde bilgisayar kullanma hakkı 2 saat olarak belirlendi. 

Sezim ÖZADALI
Aydınlık / 21.04.2016

Sömürgeci Devletin Talimatları


Avrupa Birliği’nin Türkiye Raporları hakkında, birkaç satır okumuş, birkaç kelam dinlemiş olabilirsiniz. Ama muhtemeldir ki, çoğunuz okumadınız tamamını. Özel bir ilginiz yoksa okumamış olmamız da normaldir. Her rapor kitap gibidir. Örneğin son rapor 98 sayfa.

İşte bu AB, Türkiye hakkında 1998’den beri her yıl rapor yayınlıyor. Ara dönem raporlarını saymaz isek, yıllık raporlarının sayısı 18’dir.

Raporların adı “Türkiye Düzenli İlerleme Raporu”.

Neyin ilerlemesi?

Hani bizim hükümet sözcüleri, “Avrupa Birliği modernitedir, demokrasidir, insan haklarıdır” diye seneler boyu milletimize ninni söylemiş, “demokrasi abidesi” dedikleri yere girmek için Türk devletini bile ortadan kaldırmayı göze almışlardı ya, işte o AB’nin komiserleri, kapıda durmuş, her yerimizi mıncıklayarak arıyor, bünyemizin kendilerine uygun olup olmadığına bakıyorlar bu raporlarda.

Bize anlatılan böyle...

Oysa bakıyoruz raporlara, aramaktan, hatta mıncıklamaktan da öte bir durum söz konusu.

Burunlarını sokmadıkları, talimat vermedikleri konu yok gibidir. Tek tek isim vererek fabrikalarımızı sattırıp kapattırmaktan, sendikaların toplu sözleşmesine, emekli edileceklerin sayısından, emeklilik yaşının yükseltilmesine, emekli maaş miktarına, “Kıbrıs’tan Türk askeri derhal geri çekilsin” buyurganlığından, Denktaş’a hakaret etmeye, “PKK ile masaya oturacaksınız” talimatından, “yerel yönetimler yasası derhal çıkarılsın” demeye, eğitimin pazara çıkarılmasından laikliğin askıya alınmasına ve daha sayamayacağım yüzlerce konu hakkında emir, emir, emir... Adına “rapor” demişler.

AB raporlarının hemen hepsini okudum. Okurken Türk vatandaşı olarak kendimden utandım, yerin dibine girdim. Sömürge valisinin, yüksek perdeden, hatta azarlayan talimatları idi bunlar. Buram buram, bütün varlıkları ile cumhuriyet devletinin yıkılması amacı...

Hele bir “Ulusal Program” rezaleti var ki, nasıl anlatılır bilmem. 2001, 2003 ve 2008 yıllarında, karşılıklı emir tekrarı niteliğindeki on binlerce sayfalık taahhütnamedir bunlar. Üstelik bir Allah kulu milletvekilinin bile okuma şansı olmadan, parmak kaldırılarak Meclis kararı haline getirildiler.

Peki, bu küstah talimatları alan hükümetler ne mi yapıyor?

Oturup, ince ince cevap yazıyorlar. Öyle cevaplar ki, yerin dibine giresiniz gelir. Bir Türk hükümeti, nasıl olur da yabancı bir devletin karşısında bu derece küçülür diye yüreğinize hançer saplanır sanki.

Gelelim AB emperyalizminin son sömürge emirlerine...

AB hazretleri, enerji sektöründeki satışlardan memnun olmuş. “Enerji sektörünün daha fazla serbestleştirilmesi gibi yapısal reformlar açısından bazı ilerlemeler kaydedilmiştir” diyor.

Ama yetmemiş. Diyor ki, “Mal, hizmet ve işgücü piyasalarının daha iyi bir şekilde işlemesi için bu tür reformların hızlandırılması gerekmektedir.”

Bu kadar da değil. “Hükümet piyasaya müdahale ediyor” diyor. Özelleştirmelerin yavaşlamasından ötürü de azarlıyor. “Özelleştirme çalışmaları yavaşlamış ve hükümet kilit sektörlerde fiyat belirleme mekanizmasına müdahale etmeye devam ettiğinden fiyat liberalizasyonu bakımından daha fazla ilerleme kaydedilmemiştir” diyor.

Bekledikleri ilerleme ise emperyalist tekellerin doludizgin cirit atabilmesi.

“Üretim ve hizmet sektörlerinde serbestleştirmeyi daha da hızlandıracaksınız” diyor.

Şu küstahlığı dikkatle okuyalım: “Türkiye Demiryolu Ulaştırmasının Serbestleştirilmesi Hakkında Kanun, temel işlevlerin bağımsızlığının sağlandığı rekabetçi ve şeffaf bir piyasa için koşulların oluşturulması bakımından AB müktesebatına uyumlu değildir. Lisanslama, demiryolu araçlarının tescili ve emniyet gibi konulardaki ikincil mevzuat hâlâ mevcut değildir ve özel sektöre etkin bir açılımı engellemektedir. Demiryollarından sorumlu kurum olan TCDD, hâlâ ilgili Kanun’un gerektirdiği şekilde ayrıştırılmamıştır.”

“Demiryollarını niye parçalayıp satmadınız hala” diye azarlıyor açıkça.

Son cümleyi işçilere ayıralım: “Kamu sektöründe daha esnek çalışma koşulları oluşturulması için kısmi tedbirler alınmıştır.” İşçiyi köleleştirme uygulamalarından ötürü “aferin” diyor hükümete.

***
“Başımızda hükümet var, oy verdik yönetiyor” diye düşünen saftirikler, okusunlar bu raporları. 

Mehmet AKKAYA
Aydınlık / 21.04.2016